17-25
Aralık 2013 tarihinde bir yargı darbesiyle hükümeti alaşağı etmek için düğmeye
basan FETÖ'nün gerçek yüzünü hem devlet hem de millet gördü. Bu darbe teşebbüsü
akim kalan FETÖ, hükümete karşı bir dizi operasyonlara kalkıştı. Her birinde
başarılı olamayan FETÖ, son öldürücü yumruğunu 15 Temmuz 2016'da vurmayı
denedi. Bunu da beceremeyince FETÖ, elebaşlarını kaçırarak yurtdışını
mesken edindi. Yani arkasına bakmadan kaçıp gittiler.
Bizim
için bundan sonra suçluyla mücadele başladı. Kaçan suçluları geri getirmek için
yapılan girişimlerin çoğu başarısızlıkla sonuçlandı. Çünkü çoğu devlet,
istediğimiz suçluları vermeye yanaşmadı. Peki bu durumda biz ne yapacaktık?
Hiçbir şey olmamış gibi bomboş oturacak mıydık? Madem dışarıya kaçanları
getirip yargılayamıyoruz. O halde dışarı insafa gelip suçluları bize verinceye
kadar içeride kalıp kaçmayanlarla mücadele etmeliydik. Bunların içinde 17-25
itibariyle bu yapıyla ilişiğini kesenleri hariç tutmak lazım. Çünkü bunlar söz
dinledi. Yapıyla bağını kopardı. Bu tarihte bağını koparmayalar bize yeter de
artar bile.
Geride
kimler kaldı? Elimizde kala kala FETÖ'nün ev veya yurtlarında kalmış, FETÖ ile
iş tutmuş, FETÖ'ye para vb. lojistik destek sağlamış, isteyerek veya
istemeyerek maddi yardımda bulunmuş, dergi ve gazetesine abone olmuş,
okullarında okumuş, dershanelerine gitmiş, alt düzeyde sorumluluk almış,
bankasına para yatırmış, sendikasına girmiş, bylock adı verilen şifreli
haberleşmeyi indirip görüşmeler yapmış, dershane ve okullarında öğretmenlik
yapmış vs kişiler kaldı.
O
zaman ne yapmalıydık? Dışarı kaçanlara elimiz ulaşamadığına göre elde olanla
yetinmeliydik. Aklın yolu bir. Biz de öyle yaptık. Geriye dönük iz sürmeye
başladık, suçlu avına çıktık. Kim, suçun neresinde demedik, yakasına yapıştık.
Operasyon üzerine operasyon yaptık. Kimini içeri attık, kimini işinden ettik,
kimini araştırmak için açığa aldık. O kadar bakir bir alan ki nereye girmişsek
oradan bir zanlı bulduk, tuttuğumuzu kopardık. Ucu nere giderse gitsin dedik.
İtiraflarla birlikte zanlı/sanık sayısını artırdık. Mağduruz diyenlere hayır
mağdur değilsiniz, az bile yapıyoruz dedik. Hızımızı alamadık kamuya alımlarda
kimsenin cesaret edemediğini yaptık. Hayatımıza mülakatlar girdi. Kazanıp
göreve başlayacakları kimdir, necidir diyerek yıla varan güvenlik
soruşturmalarından geçirdik ve halen bu uygulamaya devam ediyoruz.
Burada
FETÖ ile irtibatlı olanlar masum iddiasında falan değilim. Hiçbir şey olmamış
gibi bir muamele görsünler demek istemiyorum. Topuzun ucunu kaçırdık diye
düşünüyorum. Karşımızda kocaman bir suçlu ordusu ihdas ettik. Çoğunu devlete
düşman ettik, çoğu hayata ve insanlara küstü. Çünkü suçluyla mücadelede tek
suçlu yok orta yerde. Oğlundan-kızından, kardeşinden, gelininden, anne ve
babasından dolayı mağduriyet yaşayanların sayısı az değil. Bu kesimin kahir
ekseriyeti de dindar ve mütedeyyin insanlardan oluşuyor. Acaba diyorum suçluyla
mücadele ederken başka bir yol devreye sokulamaz mıydı? Bilfiil darbeye katılmayanlar
için bir takip sistemi kurulamaz mıydı? Bu insanları kazanma yoluna gidilemez
miydi? Soruları çoğaltabiliriz ama iş bu noktaya geldikten sonra faydası
olacağını sanmıyorum. Kimse kusura bakmasın. Bizim içeride kalan, kaçmamış bu
kişilerle mücadelemizi ben bir acizlik olarak görüyorum. Dışarı kaçan elebaşlarına
gücümüz yetmiyor, içeridekilerle yetiniyoruz. Bizim bu durumumuzu ben -teşbihte
hata olmasın- Türk filmlerindeki kötü rolde oynayan kişilere benzetiyorum.
Bilirsiniz, bu tip filmlerde başroldeki iyi oyuncuyu yakalamaya çalışan kötü
roldekiler, başrol oyuncusunu yakalayamayınca oyuncunun ailesinin evine giderek
aileyi cezalandırma yoluna giderler. Belki aynı şey değil ama nedense bu örnek
aklıma geldi.
Hasılı
bugünden yarına biteceğe benzemeyen bu suçluyla mücadele hali pürmelalimizi ben
yarınlar için sağlıklı görmüyorum. Bu kişilerin çocukları yarının büyükleri
olacak. Ülkeye hayır eder mi bunlar ya da ülke bunlardan faydalanabilir mi?
Keşke attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değse bari…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder