Günlerdir Suud Konsolosluğunda kaybolan Suudlu Gazeteci
Cemal Kaşıkçı ile yatıp kalkıyor bizim basın. TV’ler ilk haberlerini merhum
gazeteci ile başlatıyor. Merhum diyorum nihayet 18 gün sonrasında Suud Hanedanı
“Konsoloslukta çıkan bir arbede sonucu Kaşıkçı’nın öldüğünü” duyurdu tüm
dünyaya. Daha doğrusu dünyaya lütuf bahşetti.
Suud'un bu lütuf bağışlaması dünya kamuoyunda bıyık altında
gülüşmelere sebebiyet verirken Mısır, BAE, Yemen, Filistin, Cibuti, Ürdün,
Bahreyn ve Arap Birliği açıklamayı yeterli görüp destek açıklaması yaptı.
Bozacının şahidi şıracı misali Suud'un yanında yer aldıklarını söyleyen bu
ülkeler, nasıl ikna olduklarını dünyaya bir açıklasalar çok iyi olacak. Bir
açıklama yaparken adaletten ne anladıklarını da bir zahmet açıklasalar dünyayı büyük
bir dertten kurtarmış olacaklar.
Son yazısında Arap ülkelerinde fikir hürriyeti yok, en
özgürü Tunus diyen yazar bu topraklarda fikir hürriyetinin olmadığını bedeniyle
ödedi. Bundan sonra Ortadoğu’da biri devletine rağmen bir fikir serdetmeye
kalkarsa akıbetim Kaşıkçı gibi olur şeklinde düşünmesinde fayda var. Fikrini
izhar edecekse kellesini koltuğuna almalı.
Kaşıkçı muhalif olmasının, devletine rağmen olaylara
eleştirel yaklaşmasının bedelini bedeniyle ödedi. Ödedi ama orta yerde ceset
yok. Adam sırra kadem bastı. Olan da bizim Türk polisine ve savcımıza oldu.
Günlerdir Kaşıkçı ile ilgili ne olduğu üzerine inceleme yapan; delil toplayan
polis, tanıkları dinleyen savcı şimdi de cesedi arıyor. Nereye baksalar ceset
yok.
Cesedin nerede olduğunu en iyi Suudî yetkililer biliyor ama
açıklamıyorlar maalesef. Suudi yetkililer dünya kamuoyuna bir lütuf daha bahşetseler
de polisimizi, savcımızı ve devlet yetkililerini bu dertten bir
kurtarsalar.
Suud yetkililerinin bu gizemli aymaz tavrını görünce aklıma
bir hikaye geldi. Hikayeyi anlatmaya çalışacağım izninizle. Köyde oturan yeğen
şehirde oturan amcasını ziyarete gelir. Yatma vakti gelir. Herkes odasına
çekilir. Gece yeğenin tuvalet ihtiyacı gelir, fakat bunu söyleyemez ve
kendisine tahsis edilen odanın dışına çıkamaz. Ne yapayım, ne edeyim derken
yeğen güç-bela da olsa odada büyük çişini yapar. Rahatladı rahatlamaya ama orta
yerde bir vukuat var. Bunu ne yapacaktı? Sonunda akıl eder, kakasını pencerede
duran çiçek saksısının içine doldurur ve üzerini toprakla örter. Ertesi gün
kendisi için yaptıklarından dolayı amcasına teşekkür ederek ayrılır yeğen.
Yeğen gitmiştir ama evde bir koku var. Amca evdeki kokuya bir
türlü çözüm bulamaz. Evden olsa gerek deyip kaç defa oturduğu evi değiştirir.
Ama nedense ev değişiklikleri evde var olan kokuyu gideremez.
Sonunda amca yeğenini aramış son çare olarak. “Yeğenim!
Kaçtır ev değiştirip duruyorum ama evdeki koku bir türlü gitmedi. Gel
Allah’ının aşkına şu pisliği nereye gömdün bir söyle” der. Yeğen suç aletini
çiçek saksısının içine gizlediğini nihayet amcasına söyler ve amca da çiçek
saksısını çöpe atarak hem kokudan hem tekrar tekrar ev taşımaktan ve sürekli
kara kara düşünmekten kurtulur.
Kaşıkçı olayının üzerinden yazıyı yazdığım bugün itibariyle
20 gün geçti. Hala burnumuza pis kokular gelmeye devam ediyor. Olayın
üzerindeki sır perdesi hala kalkmadı ve düğüm çözülemedi. Şükür ki 18.günde
öldürüldüğünü öğrendik. Açıklamanın arkası gelmediği için biz hala saksının
içine saklanan ve etrafı kokutan suç aletini arar gibi Kaşıkçı’nın naşını
arıyoruz. Biz böyle aramaktansa tıpkı amcanın son çare yeğenini aradığı gibi
Suud Kralı'nı veya Veliaht Prens'i arasak sanırım sorunu çözer, iyi bir oh
çekeriz. Bence kesin çözüm bu! Çünkü Kral'ın tuzu kuru. Kokuyu o çekmiyor, biz
çekiyoruz tıpkı yeğenin pisliğini yeğenin değil; amca ve ev halkının çektiği
gibi.
* 24/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 24/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder