Nice zamandır görüşmediğim bir arkadaşımla whatsapp aracılığıyla yazıştım.
Yazdıklarıma verdiği cevaplardan ben gerçekten eski tanıdığım kişiyle mi
yazışıyorum? Çünkü verdiğin cevaplar benim tanıdığımın verdiği cevaplara
benzemiyor diye yazdım. "Son olaylar böyle olmama sebep oldu"
diye cevap verdi. Nedir senin derdin, son olaylar nedir dedim. Kısaca
anlattığı şu idi:
“Sene başındaki öğretmenler kurulu toplantısında bana okulu münazaraya
hazırlama görevi verildi. Münazaraya katılacak öğrencileri seçtim, onları
hazırladım. Münazara konusuna göre diğer meslektaşlarımdan zaman zaman yardım
aldım, görüşlerini aldım. Yapılan münazaralarda rakiplerimizi geride bırakarak
ilçeyi ilde temsil etme hakkı elde ettik. Çocukların başında ilin
münazaralarına katıldık. İlde yapılan yarışmada okulumuz ikinci tura kadar
yükseldi. Okulumuzun gösterdiği bu başarıyı duyurmak için yazdığım
metni de gazeteye göndermek suretiyle elde ettiğimiz bu başarımızdan kamuoyunun
bilgilendirilmesini sağladım. Nice sonra duydum ki elde edilen bu başarıdan
dolayı bir başarı belgesi gelmiş. Ama bana değil, bir başka meslektaşım adına
düzenlenmiş. Belgeyi alma gerekçesi de ‘Münazarada elde ettiğiniz üstün
başarıdan dolayı’ olduğunu öğrendim. Derdim başarı belgesi almak değil, bir
başka arkadaşa verilmesine de değil. Burada garip olan sorumluluğunu
üstlendiğim, emek sarf ettiğim bir yarışmadan dolayı belgenin bana değil de bir
başkasına verilmiş olması. Hak ve adalet bunun neresinde anlayamadım. Hak,
içinde senin olmadığın kararlardan ibaret adalete deniyor sanırım. Tüm
bunlardan dışlandığımı, sevilmediğimi, ayrımcılığa tabi tutulduğumu
hissediyorum. Niçin böyle oldu soruma ‘Kendilerinin böyle uygun gördüğünü, hem
senin daha önceden alınmış bir başarı belgen olduğu için’ cevabını aldım. Bu
konuda hakkım varsa helal etmiyorum. İşte moralim buna bozuk. Kırgınlığım da
bu.” dedi. Geçmiş olsun dedim kendisine.
Geçmiş olsun dedim ama geçti mi geçmez. Başımdan geçmemesine rağmen benden
geçmediğine göre eşekten düşen biri olarak bu psikolojiden kurtulması oldukça
zor. Çünkü arkadaşım dertli mi dertli idi. Keşke sadece dert olsa bir müddet
sonra derdine derman bulunur. Aynı zamanda alınmış ve kırılmıştı. Kırılmanın
kolay kolay telafisi olmaz. Hele bir de beklemediği kişilerden böyle bir
muameleye maruz kalmışsa kırılganlık daha da derinleşir.
Aslında vuku bulan olay küçük bir olay. Tıpkı sineğin küçük ama mide
bulandırdığı gibi! Burada verilen bir belge. Yanlış adrese gidiyor. Bir hak
yenme, hakkın çiğnenmesi olayı söz konusu. Zira hak, birine hakkını tastamam
vermektir. Sanırım dostumun zoruna giden de bu. Bu durum sadece bu arkadaşın
değil, herkesin zoruna gider. Zira bu toplum her şeye eyvallah, olabilir der
ama işin ucunda adalet ve hakkaniyet varsa bu değerler yerini bulmaz ve doğru
adrese teslim edilmezse orada sosyal barıştan bahsedilemez. Çünkü sosyal
barışın köküne dinamit konmuş olur.
Arkadaşımı tek taraflı dinledim. Kesin bir yargı için karşı tarafı da
dinlemek lazım. Eğer durum bu şekil cereyan etmişse -ki arkadaşımın olanı
olduğu şekilde anlattığına inanırım- mide bulandıran bu durumun savunulacak bir
tarafı yok. Bu anekdottan, değişik kurum ve kuruluşlarda görev yapan
yöneticilerin hak konusunda daha dikkatli olmaları gerektiğini çıkarıyorum.
Eğer yaptıkları işte adil olamayacaklarsa sapla-samanı karıştıracaklarsa bu tür
görevleri üstlenmemeleri daha yerinde olur. Bir saniye bile o koltukları işgal
etmemeleri gerekir. Çünkü daha sonradan belgeler verilse de gönüller alınsa da
bu itilmişlik ve dışlanmışlık hissi kolay kolay geçmez. İnsanın içinde bir ukde
olarak kalır. nin olmadığın kararlardan ibaret adalete denir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder