Ana içeriğe atla

Adalet Duygusunu Zedelememek Lazım!


Nice zamandır görüşmediğim bir arkadaşımla whatsapp aracılığıyla yazıştım. Yazdıklarıma verdiği cevaplardan ben gerçekten eski tanıdığım kişiyle mi yazışıyorum? Çünkü verdiğin cevaplar benim tanıdığımın verdiği cevaplara benzemiyor diye yazdım. "Son olaylar böyle olmama sebep oldu" diye cevap verdi. Nedir senin derdin, son olaylar nedir dedim. Kısaca anlattığı şu idi:

“Sene başındaki öğretmenler kurulu toplantısında bana okulu münazaraya hazırlama görevi verildi. Münazaraya katılacak öğrencileri seçtim, onları hazırladım. Münazara konusuna göre diğer meslektaşlarımdan zaman zaman yardım aldım, görüşlerini aldım. Yapılan münazaralarda rakiplerimizi geride bırakarak ilçeyi ilde temsil etme hakkı elde ettik. Çocukların başında ilin münazaralarına katıldık. İlde yapılan yarışmada okulumuz ikinci tura kadar yükseldi.  Okulumuzun gösterdiği bu başarıyı duyurmak için yazdığım metni de gazeteye göndermek suretiyle elde ettiğimiz bu başarımızdan kamuoyunun bilgilendirilmesini sağladım. Nice sonra duydum ki elde edilen bu başarıdan dolayı bir başarı belgesi gelmiş. Ama bana değil, bir başka meslektaşım adına düzenlenmiş. Belgeyi alma gerekçesi de ‘Münazarada elde ettiğiniz üstün başarıdan dolayı’ olduğunu öğrendim. Derdim başarı belgesi almak değil, bir başka arkadaşa verilmesine de değil. Burada garip olan sorumluluğunu üstlendiğim, emek sarf ettiğim bir yarışmadan dolayı belgenin bana değil de bir başkasına verilmiş olması. Hak ve adalet bunun neresinde anlayamadım. Hak, içinde senin olmadığın kararlardan ibaret adalete deniyor sanırım. Tüm bunlardan dışlandığımı, sevilmediğimi, ayrımcılığa tabi tutulduğumu hissediyorum. Niçin böyle oldu soruma ‘Kendilerinin böyle uygun gördüğünü, hem senin daha önceden alınmış bir başarı belgen olduğu için’ cevabını aldım. Bu konuda hakkım varsa helal etmiyorum. İşte moralim buna bozuk. Kırgınlığım da bu.” dedi. Geçmiş olsun dedim kendisine.

Geçmiş olsun dedim ama geçti mi geçmez. Başımdan geçmemesine rağmen benden geçmediğine göre eşekten düşen biri olarak bu psikolojiden kurtulması oldukça zor. Çünkü arkadaşım dertli mi dertli idi. Keşke sadece dert olsa bir müddet sonra derdine derman bulunur. Aynı zamanda alınmış ve kırılmıştı. Kırılmanın kolay kolay telafisi olmaz. Hele bir de beklemediği kişilerden böyle bir muameleye maruz kalmışsa kırılganlık daha da derinleşir.

Aslında vuku bulan olay küçük bir olay. Tıpkı sineğin küçük ama mide bulandırdığı gibi! Burada verilen bir belge. Yanlış adrese gidiyor. Bir hak yenme, hakkın çiğnenmesi olayı söz konusu. Zira hak, birine hakkını tastamam vermektir. Sanırım dostumun zoruna giden de bu. Bu durum sadece bu arkadaşın değil, herkesin zoruna gider. Zira bu toplum her şeye eyvallah, olabilir der ama işin ucunda adalet ve hakkaniyet varsa bu değerler yerini bulmaz ve doğru adrese teslim edilmezse orada sosyal barıştan bahsedilemez. Çünkü sosyal barışın köküne dinamit konmuş olur.

Arkadaşımı tek taraflı dinledim. Kesin bir yargı için karşı tarafı da dinlemek lazım. Eğer durum bu şekil cereyan etmişse -ki arkadaşımın olanı olduğu şekilde anlattığına inanırım- mide bulandıran bu durumun savunulacak bir tarafı yok. Bu anekdottan, değişik kurum ve kuruluşlarda görev yapan yöneticilerin hak konusunda daha dikkatli olmaları gerektiğini çıkarıyorum. Eğer yaptıkları işte adil olamayacaklarsa sapla-samanı karıştıracaklarsa bu tür görevleri üstlenmemeleri daha yerinde olur. Bir saniye bile o koltukları işgal etmemeleri gerekir. Çünkü daha sonradan belgeler verilse de gönüller alınsa da bu itilmişlik ve dışlanmışlık hissi kolay kolay geçmez. İnsanın içinde bir ukde olarak kalır. nin olmadığın kararlardan ibaret adalete denir.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde