Ana içeriğe atla

Cevabı Belli ya da Laf Olsun diye Sorular Sormak

Aramızda kadın yok, kız yok. İki kişi erkek erkeğe oturuyoruz. Daha doğrusu uzun oturuyorum. Yanımdaki ev sahibiyle ara ara laflıyorum. Televizyonda Arjantin-Hırvatistan maçı var. Ara ara gözümüz de televizyonda. Derken zil çaldı. Sohbetimize bir tanıdık daha dahil oldu. Hafif toparlanıp hoş geldin dedim. Ondan sonra cevabı belli sorular sordu peşi sıra.

Ne uzanın bu saatte? (Saat dediği akşam 21.00 suları. Sonra uzanmanın belli bir saati mi var? Neyse. Kocaman evin boşluklarını bıraktı. Ayağımı uzattığım yere oturdu. Sanki ev kalabalık gibi toplu bir şekilde oturdum. Sağ olsun, öteye de gitmedi.)

Spikerin sesinin yükselmesiyle birlikte gözüm ara ara maça kaydı.

Ne yapan, maça mı bakan? (Maça baktığımı biliyor, buna rağmen yüzüme bakıp cevap beklemesi yok mu? Ölür müsün, öldürür müsün? Hı deyip başımı salladım. Cevabı alınca gülmeye başladı, hem de gevrek gevrek.

Ara ara cep telefonuma gelen mesajlara bakıyorum. Mermi gibi geliyor bugünlerde. Malum seçim var pazar günü. Vatandaş sağdan soldan bulduğunu benim de haberim olsun diye gönderiyor sağ olsun. Kâh whatsappıma kâh messengerime. Bu gelen mesajları görünce bu adamlar benim bildiğim kadarıyla siyasetçi değil, aday hiç değil. Buna rağmen seçimle ilgili paylaşım veya bir bağlantı eki gönderiyorlar durmadan. Hem de aynı kişilerden. Sanki bu gönderdiklerini ben göremiyor muşum gibi gönderiyorlar. İşin garibi gönderme de diyemiyorsun. Arka arkaya gelen bu gönderileri görünce sanki seçim Türkiye’deki milyonlarca vatandaşa değil de benim için yapılıyor veya sadece ben oy kullanacağım. Ah, beni bir yola getirseler Türkiye rayına girecek ve bütün dertlerimiz bitecek. Ben kendilerine cevap vermedikçe sükut ikrardan deyip tekrar tekrar cep telefonuma misafir oluyorlar. Hiçbirini açmadığımı, okumadığımı, izlemediğimi keşke bir bilseler…

Gönderilen paylaşımların kuru, bayat, yavan olduğunu bile bile yine de kimden geldiğine bakıyorum. Çünkü olur ya düğün, cenaze vb önemli haberi atlamış olmayayım diye. İşte öylesine gelen mesajla bakarken bizimki yine sormaya başladı. Zaten televizyona da bakmadı. Yüzü hep bana dönük durdu. Hani televizyonun ilk çıktığı, Türkiye’de her evde olmadığı dönemlerde bazıları, misafirliğe gittiği zaman televizyon izlendiğini görünce televizyona sırtını dönük veya yan görecek şekilde dururdu ya, işte öyle.

Anlatıver sene, niye konuşuvermen? Ne var o telefonda?

Ne konuşalım?  İzliyoruz işte.

Bugün bir ses kaydı göndermişsin gruba.

Evet.

Bir de yazı göndermişsin cumhurbaşkanı adayı diye.

Öyle.

Seçim sonuçları ne olur? (Yahu ben ne bileyim. Ne anketçiyim ne siyasetçi ne de siyasetin nabzını tutan.)

O zaman “dilin kemiği yok” da yazdıklarından oku da dinleyelim. (Mübarek! dilinkemigiyok.blogspot.com’a yazılıp blogda paylaşılmış zaten. Ben yazdığımı ne diye okuyayım? Madem merak ediyorsun? Elinde telefon var, internetin de var, açıp okusan ya.)

 

Neyse bu akşam maalesef hoş bir sohbet olmadı. Cevabı belli sorular olunca tat vermedi. Hani iki kişi bir araya gelince konuşacak bir şeyleri yoksa “Da da ne var ne yok” derler ya öyle idi dense yanlış olmaz.

Bazı oturmalarda konu çıkmaz, insanlar formunda olmaz. Bunu anlarım. Ama insanların cevabı kendince belli olan ve bilinen soruları, damarına basa basa sorması yok mu? Kahrolmamak elde değil. Haydi sordu. Bir de yüzüne bakıp ciddi ciddi cevap bekliyor. Hani bir hocanın, emsallerine göre dersini ciddi ciddi dinleyen bir öğrencisi varmış. Öğrencisinin bu sessiz duruşu çok da hoşuna gidermiş. Diğer arkadaşları soru sorarken bu öğrenci soru da sormazmış. Bir gün hoca, “Yavrum, bak arkadaşların ne güzel sorular soruyorlar. Sen niye sormuyorsun,” demiş. Az sonra öğrencisi parmak kaldırıp “İftar ne zaman olacak” demiş. Hocası, “Güneş batınca yavrum,” demiş. Öğrenci ikinci defa tekrar parmak kaldırıp söz almış, “Hocam, ya Güneş batmazsa” deyince hocası, “Otur yavrum otur. Bazılarının soru sormaması sormasından daha iyi” demiş. O hesap, ah bu kimse de bana bildik sorular sormasaydı, ne güzel olurdu. Tıpkı dersi dinleyen ve soru sormayan öğrenci gibi konuşulanları dinlese dursaydı. Olur muydu? Amacı beni öldürmek olunca niye sussun ki.

 Allah hayrını versin böylelerinin.

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde