Ana içeriğe atla

Aslın Yüz Bin İmzası Kaç Vekilin İmzasına Denktir?

Bizde "el vekîlü k'el asl" diye bir söz vardır: Vekil asıl gibidir anlamına gelen. Vekil de tıpkı asıl gibi denerek vekilin, asılın tüm yetkilerine sahip olduğunu anlatmak için kullanılır bu deyim. Avukatlar da vekili olduğu kimsenin haklarını savunmak için bu yetkiyi mahkemelerde kullanır. Elinde noter tasdikli vekalet olmasına rağmen avukatlar yetkinin ne kadarını kullanacağı konusunda müvekkilinin yani asıl kişinin görüşüne başvurur. Müvekkil, görevini yapmıyor, iyi savunamıyor diyerek gerektiğinde vekilindeki vekaletini iptal edebiliyor.

Hayatın her alanında vekil ve asıl ilişkisi aslın dediği olur şeklinde cereyan ederken siyasette ise vekilin dediği olur. Vekil, aslın üstündedir. Vekil yetkiyi aldıktan sonra kolay kolay asıla danışmaz, hesap vermez. Yeni bir seçim marifetiyle yeni bir yetki gerektiğinde asılın kapısını çalar. Hal böyle iken asıl yine onu el pençe kapıda karşılar, izzet ve ikramın yanında saygıda kusur etmez. Yine de asılın bir değeri yoktur. Hatta vatandaşın esamesi okunmaz. Örnek mi istersiniz? 

Malumunuz genel seçimler ve cumhurbaşkanı seçimine gidiyoruz. Cumhurbaşkanlığına aday olabilmek için Meclis'ten 20 vekilin imzası yeterli olabiliyor iken veya 20 vekil bir kişiyi cumhurbaşkanlığına aday gösterebiliyor iken vatandaştan yüz bin imza isteniyor. Bu, yüz bin asıl kişi ancak 20 vekil eder demektir. Vatandaşa, "Yerini, haddini, seviyeni, gücünü bil, ederin bu" demektir, ipe un sermektir. Bu, senin ilin değil demektir. Vatandaşa, "Sen aday gösteremez, aday belirleyemez, oyun kurucu olamazsın, olsan olsan oyunda figüran olursun" demektir. Basit bir hesapla bir vekilin imzası, beş bin asılın imzasına eşittir. Vekilin vatandaşa göre özgül ağırlığı kat ne kat fazladır. Keşke cumhurbaşkanı adayı gösterilebilmek için Anayasaya madde konurken hiç vatandaşın adı geçmeseydi, hatta Meclis'ten 20 vekilin aday göstermesiyle cumhurbaşkanlığına aday olunur denseydi daha iyi olurdu. Böylece vatandaşla dalga geçilmemiş olurdu.

Çok adaylı bir cumhurbaşkanlığı seçimi değil kastım. Öyle önüne gelen aday olamamalı. Mutlaka bir kriteri olmalı, az adayla seçime gidilebilmeli. Meclis dışından aday olacaklara da imkan veriyorum diyerek deveye hendek atlatmaya gerek yoktu. İstenen 100 bin imza, imkansızı başar, başarabilirsen gibi bir şeydir, zaman kaybıdır, kağıt israfıdır, seçim kurullarını gereksiz meşgul etmedir, vatandaşı oyalamadır, gazını almadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde