Ana içeriğe atla

41 Yılda 5 Ev...41 Kere Maşallah!

Nerede bir emekli, özellikle memur emeklisi görsem kara kara düşünür görürüm. Hafif bir deşeledin mi adamlar dert küpü. Çünkü emekli olunca maaşlarında epey bir düşme olmuş, çoğu geçim derdinde. Vakit geçirememeleri ise ayrı bir dert.

Umreden gelen bir arkadaşımızı ziyarete gittiğimizde 40 yıl çalıştıktan sonra emekli olan bir meslektaşım, "Arabasını değiştireceğini, çünkü fazla yakıt tükettiğini, daha az yakan bir araç almayı düşündüğünü, maaşının çok düştüğünü, bundan sonra hesap-kitap yapmak zorunda olduğunu" ifade etti sohbet arasında. Emekli olduktan sonra “Emekli parasıyla bir daire alaydın” diyenler oldu. Bizi çok para alıyor diye düşünüyor çoğu. Halbuki aldığım tüm avans yüz bin lira. Bu parayla nasıl daire alacaksın” dedi ardından. “Emekli olmadan önce ‘Daha çalışın mı? Bırakıver artık’ diyenle de çok karşılaştım.” diye ekledi.  O konuştu biz dinledik. Ayrılırken “Maalesef devletin emekli politikası iç açıcı değil, emekli olduktan sonra işçi ve memur arasında maaş uçurumu iyice derinleşiyor. Emekli olan bir işçi, aldığı avansıyla iyi bir daire alabildiği gibi emekli maaşıyla da geçim sıkıntısı çekmeden müreffeh bir hayat sürmeye devam ediyor.” diyebildik.

Ziyareti bitirip evimin yolunu tutarken yolda kendim için de emeklilik çanlarının çaldığını, yarın aynı durumu ben de yaşayacağım. Devlet, memur emekliye sanki yaşadın yaşayacağın kadar, ölmen daha hayırlı der gibi takdir ettiği maaşla” dedim. Daha dün, ne zaman gelecek bu emeklilik vakti derken şimdi emeklilik eli kulağında olunca “Okuyan çocuk var, evlenecek çocuk var. Emekli olursam bu işler nasıl dönecek, sonra nasıl vakit geçireceğim” endişesi yaşıyor çoğu çalışan memur kesimi. Rızkı veren Allah olsa da düşünmeden edemiyor insan.
***
Gündüz dersten sonra yapılacak birkaç işi halletmek için çarşının yolunu tuttum. Çıkrıkçılar içinde elimde poşet ayakkabı tamircisine giderken kara yollarından emekli olan, babam yaşlarında bir ahbabımla karşılaştım. Hal-hatırdan sonra çoluk-çocuğu konuştuk. Ardından emekli olup olmadığımı sordu. Halen çalıştığımı söyledim. Benim oğlan da çalışıyor dedi. Yaşımı sordu. Elli beş dedim. Benim oğlandan küçüksün, bizimki 59 doğumlu. Bu sene 41.senesi. Hala çalışıyor, emekliliği de düşünmüyor. Benim emekli olduğum yerde çalışıyor. Maaşı zaten iyi. Şimdi durumları daha da iyileşti. Dört tane evi var. Geçen gün bir tane daha almış, 700 liraya kiraya vermiş dedi. İki sene öncesi aynı yere falanı da yerleştirdim geldim dedi. O konuştu, ben dinledim. Ara boşlukta “41 sene…Maşallah! Allah sağlık versin, daha çok versin” dedim, vedalaştık.

Ayrılırken 41.yıl, maşallah dedim tekrar. Meram ettim; bu arkadaş 41 yıldır çalıştığına, daha 59-60 yaşında olduğuna göre kaç yaşında işe başlamış olabilir diyerek basit bir hesap yaptım. 17-18 yaşında başlamış olmalı, benim ortaokula başladığım yaşta işe girmiş, ortalama çalıştığı her 8 yılda bir ev sahibi olmuş dedim.

Ahbabım, sanki akşam ziyaretinde konuştuklarımızı dinlemişcesine cevap verdi bana oğlunun üzerinden. Memuriyet hayatımda 26.yılımı çalışıyorum. Yaşım gelmiş elli beşe. Bugüne kadar kimin ne kadar maaş aldığını, at-araba olarak neyi olduğunu, kaç evi olduğunu hiç merak etmedim. Kendi maaşıma göre ayaklarımı uzatıp yaşamaya çalıştım. Kendimi kimseyle kıyaslamadım. Kıyaslayanlara da halimize şükredelim, bizden daha düşük alan asgari ücretliler var bu ülkede dedim. Allah herkese emeğinin karşılığını ve helalinden yemeyi nasip etsin. Yalnız bu ülkede işçi-memur arasında çalışma esnasında ve sonrasında maaş, avans uçurumu olmamalı. Herkes emeğinin karşılığını adilane bir şekilde almalı. 

Her işin bir riski vardır mutlaka. İşçimiz hakkını alsın fazlasıyla. Ama diplomanın da bir bedeli olmalı. Memur emekliliği esnasında okuduğuna pişman olmamalı. Acilen bir personel rejimi gerekli bu ülkede. İşçi-memur ve asgari ücretli arasında bu kadar fiyat uçurumu olmamalı. Herkes yaptığı ve aldığı sorumluluğa göre bir maaş almalı. En düşük maaş alan, insanca yaşayabileceği bir maaşa imza atmalı. Sonrası sorumluğuna, iş riskine ve aldığı diplomasına göre yeniden düzenlenmeli. 07/02/2018, Ramazan Yüce, Konya





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde