Ana içeriğe atla

Muhaliflik, Bazılarının Genlerinde Var *

Yıllardır toplanıp doğru dürüst karar almadan dağılan, hiçbir ağırlığı ve gücü olmayan bir teşkilat var: İslam İşbirliği Teşkilatı. Üyeleri de malumunuz İslam ülkeleri. Üye sayısı da 57'dir. Dünyadaki devlet sayısının yaklaşık üçte birine tekabül eden bir sayı. Sayıları çok ama güçleri sayılarıyla orantılı değil. Ha varlar, ha yoklar. Çünkü temsil ettikleri gücün farkında değiller. Lider olma gibi bir hedefleri yok. Yıllardır güdülmeye alışmışlar zira. Varlık sebeplerini inandıkları dinden ve halkından değil, efendilerine bağlılıklarından alırlar.

Trump'un Kudüs'ü başkent ilan etmesiyle birlikte teşkilatın geçici dönem başkanı olan Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, İslam İşbirliği Teşkilatı'nı olağanüstü toplantıya çağırarak İstanbul'da bir toplantı düzenledi. ABD'nin Kudüs'ü, İsrail'in başkenti ilan etmesini kabul etmeyen ve bu kararı kınayan bir dizi karar alındı bu toplantıda. Bu toplantıda alınan kararlar, dünya kamuoyunda ses getirdi. Alınan kararlardan bir tanesi de "Doğu Kudüs'ün Filistin devletinin başkenti olarak ilan edilmesiydi.

Kamuoyu, bu toplantıyı ve açıklanan kararları takdirle karşılarken bu kararları beğenmeyen müzmin muhaliflerimiz sosyal medyada paylaşımlarıyla, dost sohbetlerinde konuşmalarıyla arzı endam ettiler. "Vay efendim, bu karar Kudüs'ün diğer yarısından vazgeçme anlamına gelir. Kudüs, bölündü mü ki Doğu Kudüs'ten bahsediyorsunuz..."

Ne dersiniz bu şekil yorum veya konuşmalara? Nasıl bir mantık, nasıl bir bakış açısı bu? Siz anlayabildiniz mi? Böyle düşünenlerin niyetleri, maksatları ne? Gerçekten ne yapmak istiyorlar? Böyle düşünürken ve bunu dillendirirken dinleyenlerin küçük dillerini yuttuklarının farkındalar mı acaba? Birine muhalif olmak, onun her dediğine karşı çıkmak aldıkları terbiyenin bir gereği midir? Faydası var mı bu şekil konuşmanın?

Bu şekilde düşünenler, samimi olmaya samimi. Bu tipler idealist, fakat realiteden haberleri yok veya gerçekle yüzleşmek istemiyorlar. İstesek de istemesek de, Orta Doğu'da çıbanbaşı olsa da bize rağmen 1948 yılında İsrail diye bir devlet, Filistin topraklarında kuruldu. 1948'de zaten Kudüs'ün batısı elden çıkmıştı. 1967'den beri de Doğu Kudüs işgal altında. BM kararlarına rağmen İsrail, işgal ettiği toprakları bırakmıyor ve hemen hemen tüm Filistinliler esir durumda. 

Merak ediyorum, Müslümanların bugünkü dağınık ve pejmürde hali ortadayken İsrail'i işgal ettiği topraklardan çıkarmak mümkün mü? Maalesef hiçbir güç İsrail'e diş geçiremez. Biz Kudüs'ün tümünü istemek gibi bir hamaseti bir tarafa bırakalım, en azından Doğu Kudüs'ü elde etmek için uğraşalım.

100 yıl oldu Filistinlilerin esareti. Daha ne kadar devam edecek? Filistinlilerin de bizim gibi sıcak yuvaya ihtiyaçları var. Oturduğumuz yerde mangalda kül bırakmamak en kolay yoldur, ucuz mücahitliktir. Olaylara biraz da Filistinlilerin gözüyle bakmak gerekir diye düşünüyorum.

Dünyada siyaset, hamaset üzerine yürümüyor maalesef. Realiteden hareketle ayakları yere basan bir siyaset izleyelim. Vara yoğa, laf olsun diye muhalefet etmeyelim. Bir tasarruf hoşumuza gitmiyorsa doğrusu ne şekilde olmalıdır? Bunun yolunu gösterelim. Değilse susalım. 18.12.2017 Ramazan Yüce



* 20/12/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde ve Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde