Kırkından sonra belki
ileride lazım olur diye sürücü kursuna giderek bir ehliyet aldım. Arabayı kim
kaybetmiş de ben bulmuşum derken bir yıl sonrasında 2001 krizi öncesi 14
yaşında bir arabaya sahip oldum. Nereden nereye Ramazan dedim kendi kendime.
Küçüklüğünde birkaç kere eşeğe binmişliğin vardı, şimdi araba sahibi oldun
dedim kendi kendime. Ama ortada bir sorun daha vardı. Bu araba alındı alınmaya
ama bunu kim sürecekti?
Güneysınır’daki arabayı
yanımda bir akrabam bana eşlik ederek Konya’ya kadar ben sürdüm. Konya’dan da görev yaptığım Kahta’ya kadar bir
başka akrabam marifetiyle arabayı götürdük. Kahta’da kenarda, köşede biraz
sürdüm. Sonunda yaz tatili geldi, nasıl giderim memleketime derken bir cesaret
geldi, sabahın erken saatinde yola koyuldum. Yollar bomboştu. Ya ben geliyorum
diye boşaltmışlardı, ya da sabahın alaca karanlığı. Demek ki millet yatıyor
dedim. Sürdüm Konya’ya kadar geldim. Beni bilenlerin hayretinden fazla ben
kendi kendime hayret ettim, bu iş nasıl oldu diye. Sonradan öğrendim ki
kimsenin benimle bir derdi yokmuş, zira 2001 krizi öncesiymiş, yollar bu yüzden
boşmuş.
***
Dört yıl sonra ilk göz
ağrım olan arabayı zorunluluktan sattım. Altı yıl sonra yeni bir araba aldım.
Zorunlu olmadıkça çok da sürmedim, sürdüm ise de kenar-köşede, tenha yollarda
sürdüm. Geri geri gitmektense hep ileriye doğru gittim, zira geri geri gitme
özürlülüğüm var. Çarşı trafiğine de girmem, çünkü park sorunum var. Benim park
edeceğim yer, önden ve arkadan şöyle böyle 500 metre falan boşluk olmalı.
Sürüşümü görenler genelde babalarının araba sürmesine benzetir. Kimse beğenmese
de şükür bugüne kadar önemli bir kazaya sebebiyet vermedim. Sürmeyince pek kaza
da yapmıyorsun, yolları da boşu boşuna kalabalık etmiyorsun. Ya tabanvay, ya toplu taşıma, ya da bir başkasının yanında
sığıntı olmak her zaman imdadıma yetişmiştir.
Sürüşümü başkası beğenmese
de kimseye muhtaç olmayacak şekilde zaman zaman sürüyor, kimseyi de rahatsız
etmiyorum. Mümkün olduğu kadar geri geri gitmemeye ve trafiğin yoğun olduğu
yerlere kolay kolay park etmiyorum. Gerekirse km’lerce öteye arabayı park edip
gerisin geriye yürüyorum. Ama iş sadece arabaya binip yakıtını alıp sürmekle
bitmiyor. Zaman zaman arabada meydana gelen arıza bile sayılmayacak aksaklıklardan
da biraz bilgi sahibi olmak gerekiyor. Bilgi noksanlığı… Maalesef bu yanım da
zayıf. Öğrenmek için hiç merakım da yok. En iyisi durumun vahametini bilmeniz
bakımından size iki anekdotumdan bahsedeyim.
Arka sağ kapı içeriden
açılmıyor bir türlü. Uğraş didin derken neredeyse kapının kolunu kıracağım.
Çoğu zaman o kapıyı kullandırmadım. Ya sol kapıdan indirdim, ya kendim inip
kapıyı açtım oradakinin inmesi için, ya da indireceğim kişiyi yolda bekleyen
birinin yanında durarak dışarıdakinden kapıyı açması için yardım istedim.
Sonunda baktım olmayacak bir kaportacıya gittim, şu kapıya bir bak diye. Adam
kapıyı dışarıdan açtı, sonra kapattı, “Tamam gidebilirsin, kapın yapıldı” dedi.
Ne yaptın, ne ettin, daha bir şey yapmadın, bu kapıyı nasıl açtın, yoksa okuyup
üfledin mi dedim. Adam ‘sır’ dedi. Ardından “Çocuk kilidi kapalıymış” dedi.
Deme ya der demez, aman bunu kimseye söyleme aramızda kalsın, ne kadar para
istersen vereyim dedim. Adam güldü, “Bir şey yapmadım ki” dedi. Bu şekilde
benden başka gelen var mı dedim. “Ara sıra düşer bu piyasaya, eksik olmaz”
dedi. İyi, yalnız değilim desene o zaman dedim, ayrıldım oradan. Bir sevinç bir
sevinç! Mahcup olsam da kaportacıya gidip para vermeden ayrılmıştım nitekim. Ne
bilirdim ben çocuk kilidini, duyardım duymaya da nasıl bir şey hiç merak
etmedim. Sanki biraz arabamla çocuk taşıdım da ihtiyaç mı duydum. Benim
çocuklar ya kucağımda yolculuk yaptı, ya da ayaklarımın arasında. Bilmediğimi
de kabul etmedim uzun süre, ta ki tamirciye gidinceye kadar. O zamana kadar
arabamın o köşesine en son kayınvalidem binmişti. Ondan sonra binen olmadı.
Kayınvalidem bozdu deyip durmuştum bir süre. Benim için problemi çözmenin ilk
yolu, suçluyu bulmaktı ne de olsa. Morarmak iyidir böyle yerlerde, mahcup olsan
da. Sonunda acı acı gülümsersin. İçinizden hani sırdı, niye anlatıyorsun şimdi
diyebilirsiniz. Doğru, benim için yine sırdır. Zira yazılar okunmadığı için
yine sır olarak kalmaya devam edecektir. Siz hiç merak etmeyin…
***
Nihayet çocuklar büyüdü,
araba bana pek düşmez oldu, canıma minnetti, zira heveslisi değildim. Bu
durumda bana düşen yakıtı bittiği zaman yakıt almak, arızalandığı zaman
tamirciye götürmek, yıllık bakım zamanı gelince sanayiye uğramak. Sonunda
çocuklar iş-güç sahibi oldular da sağ olsun, yakıt işlerini sırtımdan aldılar.
Geçen gün bir yere
gitmek için oğlan evime geldi, bizi aldı arabaya. Dönüşte ekran göstergeleri
yanmıyor dedi. Aç kapa, stop et arabayı denemesinden sonra ekranın üstüme elimi
vurdum; ekran yandı, göstergeler görünmeye başladı. Bir sevinç ki bir sevinç.
Bildiğim tek çözüm bu idi zira. Bu da işe yaramıştı. Üstelik elektrikçiye gitme
ve masraf etme derdi de kalmamıştı. Birkaç gün sonra yine oğlan eve geldi,
beraber bir yere gittik. Ekran yine yanmıyordu, akşam akşam gidiyoruz ama kaçla
gittiğimiz bile belli değildi. Bildiğim tek yöntemi denedim, arabanın orasına,
vurasına vurdum olmadı bir türlü. Olsun,
hele şükür araba hareket ediyor, bizi yolda bırakmıyor ya dedim kendi kendime.
Ertesi günü okuldan
çıktıktan sonra oğlanın yanına gidip arabayı aldım, sanayideki elektrikçimin
yanına vardım. “Ustam ekran göstergesi yanmıyor, bir bakar mısın” dedim.
Arabaya binmesiyle inmesi bir oldu, ‘tamam, gidebilirsin’ dedi. Hayırdır, neyi
varmış dedim. “Şu ekran düğmesini kapatırsan ekranda görüntü olmaz, burayı
kapatma” dedi. Yine bir sevinç bir sevinç. Çünkü adamın yanında mahcup olsam da
cebimden para çıkmamıştı yine.
İşte hali pürmelalim. Tedavisi var mı bunun?
Bu yaştan sonra mümkün değil dediğinizi duyar gibiyim. Hayırlısı ne diyelim.
Bütün derdimiz bu olsun, Allah kaza-bela vermesin kimseye. 15/11/2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder