Ana içeriğe atla

Gözlükler Yeniden Yüzü Kaplar Oldu

Bir zamanlar çerçevesi büyük siyah gözlükler vardı. Sonra  göz bebeğimizi kapatacak şekilde küçüldü küçüldü. Ağırlığı bir o kadar da hafifletildi. Neredeyse sadece cam kalmıştı gözümüzde. Her sektörde olduğu gibi gözlük sektörü de durmadan her yıla uygun yeni modeller sürdü piyasaya. Yeter ki yeni model olsun, piyasa ve pazar sorunu yok firmaların.

Bugünlerde yeni sürümler görüyorum gözlerde. Geçen gün otobüse bindim. Gözlüğü yüzünü kaplarcasına bir kız çocuğu bindi otobüse. Geçti arkadaşıyla birlikte karşıma oturdu. Kızın gözlüğü dikkatimi çekti. Her ne kadar gözlerimi indirsem de, sağa-sola baksam da, telefonumdan haberleri okusam da nereye geldim, ineceğim yeri geçip gitmeyeyim diye zaman zaman kafamı kaldırıp ineceğim yeri kontrol ettim. Her defasında kızın gözlüklerine takıldı gözüm. Göz göze gelmemen zaten mümkün değil. Sağ olsun ve eksik olmasınlar, belediyelerimizin yurtdışından alıp da kamu hizmetine sundukları araçlarda ters koltuk, karşılıklı koltuk olmazsa olmaz. Sanki Allah’ın emri! Hangi akla hizmetle bu tip araçları bir hizmet aracı olarak alıyorlar, bunu da anlamış değilim. Bugün dünyadaki sektörlerin hepsi müşteri memnuniyeti olacak, malımı satacağım diye müşterinin istediği şekilde ürün imal edip piyasaya sürüyor. Sanırım bizimler “Biz şöyle şöyle istiyoruz” diye bir talepte bulunmuyor, gidip gördüklerinden, ellerinde olandan seç-beğen getiriyorlar. Aslında çok beğeniyorlarsa böyle araçları, kendilerine makam aracı yapsalar, zaman zaman ters koltuklara da binseler fena olmaz diyeceğim ama şimdi konumuz bu değil.

Kızın gözündeki gözlüğü görünce “Bunlar bizim çocukluğumuzda taktığımız kaba, hantal, burnumuzun üstünü acıtan ve iz bırakan  gözlükler dedim içimden. İç bu. Durur mu? Ardından “Anasını boyayıp babasına satmışlar” dedim. Başka ne dedim? “Eskiye itibar olsaydı bitpazarına nur yağardı” dedim ama der demez de geri aldım sözümü. Zira nur yağmış ki bizim eski çerçeveler yeniden piyasaya çıkmış. Müşterisi de var maşallah! Allah eksik etmesin bu tüketicileri. Yoksa ne yapacaktı firmalar ellerinde ürettiği onca çeşit gözlüğü? Başka ne dedim? Onu da söyleyeyim: “Çerçeve beğenmek için gittiğimiz gözlükçü, ‘Devletin ödediği gözlük bu, işe yaramaz’ dediği, büyüklerin yakın gözlüğü olarak taktıkları gözlük bu” dedim. Yeter ki elime düşmeye, kendime iş bulmaya kalkayım. Bulurum evelallah! Gözlükçü böyle der demez elimizin tersiyle devletin ödediği çerçeveyi iter, öbürlerine bakarız. Çerçeveyi beğendikten sonra gözlükçü peşini bırakmaz, “Efendim cam numaranız büyük, haliyle camı da kalın olur, çirkin gösterir, üstelik ağır olur, en iyisi biz bu camı inceltelim” der. Ona da tamam dersin. Ardından “Efendim Güneşe veya ışığa karşı duyarlılığınız varsa şu özellikte bir cama ne dersiniz” sözünü de havada kaparız. İş gelir hesap yapmaya. İtalya’dan çuval çuval getirilen gözlüklerin bir tanesine bir çuval para bayılır, oradan ayrılırız. Neyse konumuz gözlükçüler değildi, biliyorsunuz.

Gelelim kıza…“Bu göz, bu burun, bu kafa, bu kulak bu çerçeveyi nasıl taşır dedim yine içimden. Neyse moda ise yapılacak bir şey yok. Firmalar malını pazarlayacak, biz de alacağız. Ama benim bir şansım var. Zamanında her çerçeve almak için gittiğim gözlükçü “Bunların modası geçti, bunlar şimdi kullanılmaz” dedikleri çerçeveler hala duruyor bende. “Emekli olunca ne iş yapacağım derdin Ramazan, al sana yeni bir meslek. Elimde bulunan, arşive kaldırdığım eski gözlükleri sermaye yaparak başlarım bu işe, gerisi Allah kerim.” dedim yine kendi kendime. Gözlüğü gördükçe ufkum açıldı, daha analitik düşünmeye başladım. “Her ne kadar yaşlansan da sende daha çok iş var Ramazan” dedim tabii yine içimden. Bakın ben bunları yazarken “Kendi kendine mi konuştun” diyebilirsiniz. Bilin ki kendi kendime konuşmadım, sadece içimden geçirdim.

İnmek için davrandığımda son kez bir daha bakayım dedim, gerçi bakmama gerek yok, istemesen de zaten bakacaksın, zira karşında, gözünün önünde. Bir de ne göreyim! Kızımızın kulağında değişik ebatlarda 4 tane küpe mi denir bilmem, metal gördüm. Vay o kulağa! Garibim ne kadar da çekiyordur bu metallerle dedim ve otobüsten indim.

Aradan birkaç gün geçti, şimdi kızı görsem tanımam ama gözlük gözümün önünde. Çok beğendiyseniz en yakın gözlükçünüze lütfen uğrayın. Bana bendekiler yeter… 18/09/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde