Ana içeriğe atla

"Kıyafetime karışma!"**

İstanbul Maçka Parkında görevli bir güvenlik görevlisinin moda tasarımcısı bir kadına, "Parka bu şekilde girmenize izin veremem, burada size bir tecavüz olsa sizi kim koruyacak" demesi Türkiye'nin gündemine oturdu. Kıyafetinden dolayı uyarılan kadının şikayetçi olması üzerine olaya katılan güvenlik görevlisi açığa alındı.

Parkta meydana gelen bu münferit ve nahoş olayı kadınlar burada bırakmadı. 29.07 2017 günü Kadıköy'de toplanarak "Kıyafetime karışma!" yürüyüşü yaptılar. Kimi elinde şort taşıdı, kimi döviz. Yol boyunca "Hayatıma karışma, kıyafetime karışma, yeter artık!" sloganları attılar. Gruba az sayıda başörtülü kadın da destek verdi. "Şortuma ve başörtüme karışma" dövizleri de dikkat çekti. Yapılan basın açıklamasının ardından grup dağıldı. Kadınları hak arama, bir araya gelme, organize olma konusunda tebrik etmek lazım. 

Kılık-kıyafet konusunda düşüncesi, görüşü, fikri, zikri ne olursa olsun bu ülkede yaşayan herkesin istediği kıyafeti giymesinden yanayım. Herkes kendine yakışanı gitsin. Kimse giydiğinden dolayı ayıplanmasın, kınanmasın, dışlanmasın, ötekileştirilmesin. Yeter ki ben serbestim, istediğimi giyerim diyerek toplumun kabul etmediği, garip karşıladığı bir vaziyette çıkmasın. Açığında-kapalısında biraz edep olmalıdır. Toplumun örf ve adedi mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Nasıl ki evimize bile misafir alırken giyim ve kuşamımıza dikkat ediyorsak, dışarıya çıkarken de toplumun hassasiyetlerini göz önünde bulundurmada fayda vardır. Maalesef giyim ve kuşamda yine bir orta yol bulamadık. Kimisi ben özgürüm diyerek sanki plajda geziyormuş gibi meydana çıkıyor, kimisi dinim emrediyor diyerek elini, yüzünü ve gözünü kapatıyor. Bu iki giyim tarzı da sıkıntılıdır. Kadınlarımız noırmalleşmelidir bu konuda. Belki de bu durum daha iyi günlerimizdir. Kadınlarda bu modayı takip rüzgarı olduğu müddetçe daha karşımıza ne şekilde çıkacaklar? Ya da elini ve yüzünü kapatanlar merdiven altı din bilgisi ile karşımıza daha ne şekilde çıkacaklar? Bunu da zaman gösterecektir.
***
Hepimiz biliriz ki Türkiye giyim-kuşamda iyi bir sınav vermemiştir.  Bu ülkenin kılık-kıyafet konusunda sicili bozuktur. Açığı-kapalısı nasibini aldı dönem dönem, özellikle kapalısı. Burada amacım geçmişi kurcalamak değildir. Fakat yakın geçmişe doğru bir gezintiye çıkmak istersek bu ülkede ötekileştirilen, horlanan hep başörtülü kadınlar olmuştur. Üstelik mütedeyyin kadınların özellikle üniversite öğrencilerinin başörtüsünden dolayı başlarına gelmedik kalmadı. Hem de devlet eliyle yapıldı bunlar. Okulundan çıkarılmalar, sınıftan atılmalar, derse almamalar, ikna odaları, kürsüden indirilmeler, kürsüye çıkarılmamalar…Sıkma baş, yobaz, gerici, örümcek kafalı gibi alay ve hakaretler yazılıp çizildi, konuşuldu. Kimi okulunu bıraktı, kimi perukla girdi okuluna.  Devlet krizine sebep oldu hep başörtüsü. Ülkenin cumhurbaşkanı, başbakanı, meclis başkanı eşiyle toplantılara katılamadı, meclise başörtülü olarak gelen tek milletvekili zamanın başbakanının fişeklemesiyle haddi bildirilerek meclis dışına atıldı. Kamusal alan girdi hayatımıza. Kurumlarda başörtüsü avına çıkıldı, niceleri görevinden atıldı. Cuma çıkışlarında, meydanlarda başörtüsü ile ilgili yapılan protesto eylemlerini, kızların gözyaşlarını sağır sultan duydu da bizim laikçi elitlerimizin kılı bile kıpırdamadı. Sonunda gitti gidecek denilen laikliğimiz kurtarıldı. Kendilerini devletin tek temsilcisi sanan zihniyet zafer kazanmış komutan edasıyla boy gösterdi hep.

Başörtülü kızlarımıza az sayıdaki başı açık kadın ve kızımız “Bu haksızlık” diye destek verdi. Bugün de açık giyinen kadınlara az sayıdaki başörtülü kızımız destek veriyor. Halbuki dün başörtülülere yapılan haksızlıklara açık-kapalı tüm kadınlarımız destek verseydi, bugün başı açık olanların yaptığı eyleme tüm kapalılar destek vermiş olsaydı Türkiye giyim-kuşam ve kılık-kıyafette çoktan mesafe alırdı. Yukarıda söylediğim gibi açık giyinenlere yapılanlar bireysel sapık hareketleridir; devletin, siyasi iradenin, normal vatandaşın yaptığı bir şey değildir. Türkiye’de sapıktan çok ne var. Üstelik sapıklar sadece açık olanlara saldırmıyor, sadece onları taciz etmiyor. Sapığın uçkuru beynine bağlı. Onun için hayvani isteklerini tatmin önemli. Bahtına ne çıkarsa artık. Kadını görmedim ama Sakarya’da bir çocuk annesi, dokuz aylık hamile Suriyeli kadın öyle zannediyorum, çarşaflı bir kadındı. Bu ülkede öyle sapıklar var ki bırakın açığını, kapalısını…kadının adını duydu mu orgazm olanlar var. Toplumsal infiale sebep olan sapıklık olaylarında azalma olacağı yerde değişik saiklerle kadınlarımız tacize uğruyor. Çünkü tacizin, rahatsız etmenin, tekme sallamanın bu ülkede maalesef cezası yoktur. Bir taciz olayı günlerce basının gündeminde kalır, polis güç-bela sapığı yakalar, ifadesi alınan sapık –şikayetçi daha içeride iken- elini kolunu sallayarak dışarı çıkıyor. Adam sapıklığına niye devam etmesin. Bir defa cezalar caydırıcı olmazsa biz bu tür bireysel olaylarla çok karşılaşırız. Hele ki son zamanlarda hadım etme konuşuluyor. Öyle zannediyorum bu bile caydırıcı olacaktır. Ayrıca biz az bir ceza vermek için tacizcinin illaki tecavüz etmesini bekliyoruz, tacize genelde ceza vermiyoruz, ifadesini aldıktan sonra “Becerememişsin, git adam gibi yap gel” deyip salıyoruz.

Evet, kimse kimsenin kıyafetine karışmasın. Açığı kapalısına, kapalısı açığına. geçmişe oranla açığı-kapalısı arasında bir konsensüs sağlanmışa benziyor. Artık kimse başı örtülüye öcü gibi bakmıyor. Kendisini dindar ve mütedeyyin görenler de edep abidesi kesilip başkasına giyim-kuşam dersi vermesin. Bir saldırıya karşı hep birlikte tepki gösterelim. Yalnız şunu bilelim ki meydanlarda tacize son, kıyafetime karışma sloganları atarak sapıkları yola getiremeyiz, onlar nasihatten, tehditten falan anlamazlar. Hep birlikte bu tiplerin hadım edilmesi için kamuoyu oluşturalım. 02/08/2017

** 11/08/2017 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde