Ana içeriğe atla

Hristiyanlıktaki Aslî Günah Anlayışının Neresindeyiz? *

Biraz mürekkep yalamışlar bilir, Hristiyanlıkta 'Asli günah' veya 'ilk günah' adını verdikleri bir umde vardır. Güya onlara göre "Hz Adem, yasaklanmış ağacın meyvesinden yemesinden dolayı yeryüzünde ilk günahı işleyerek hem kendisi hem de ondan sonra gelen herkes günahkar olarak dünyaya gelmiştir. İsa-Mesih kendisini çarmıha gerdirmek suretiyle Hz Adem'den kendisine gelinceye kadar bu günahı işlemiş olan herkesi temizlemiştir. Yani öncekilerin bedelini ödemiştir. İsa'nın çarmıha gerilmesinden sonra doğanlar da yine ilk günah suçuyla dünyaya geldiklerinden dolayı bu suçtan kurtulmak için kilisede papaz nezaretinde vaftiz olmaları gerekiyor."

Hristiyanlıktaki bu temel inanca, bu inancı kabul edenler ne kadar inanıyorlar bilmem. Yalnız bildiğim bir şey var İslam dünyası onların bu görüşünü gülünç bulur ve eleştirir, babanın işlediği suçtan dolayı evlat niçin suçlanır diye. Eleştirmekte ve gülünç bulmada yerden göğe kadar haklıyız. Çünkü kimse kimsenin günahından dolayı kınanmaz ve cezalandırılmaz. Zira bizim anlayışımıza göre her doğan günahsız ve masum olarak dünyaya gelir. Asla babanın suçundan dolayı evladı, evladın suçundan dolayı da babası ayıplanmaz ve töhmet altında bırakılmaz.

Hristiyanlığın bu ‘Aslî günah’ anlayışına teoride bakış açımız çok doğru ve olması gereken de bu. Fakat pratikte kazın ayağı hiç öyle değil. Bu konuda İslam dünyası maalesef iyi bir sınav vermemektedir. Bu konuda hepimizin belleğinde verebileceği sayısız örnekleri vardır. Mesela bizde annesi babası belli olmayana piç-veledi zina deriz. Ebeveyninin yaptığından dolayı hiçbir şeyden haberi olmayan kişi hayatı boyunca hep piç damgası yer. Baba, hırsızlığıyla nam salmışsa çocuklarını da öyle görürüz. Damat ceza almışsa tüm sülale suçlanır. Evlat kötü ise aileye iyi gözle bakılmaz. Alıp içeriye tıkmasak bile hep zan, şüphe ve töhmetle yaklaşırız bu tiplere. Nedense suçun ferdiliğini unutur, tüm aileye toptan ihale ederiz. Anlayacağınız veresiyeyi sevmiyoruz, çoğumuz toptancıyız toptancı.

Aileden suç işleyen birinin cezasını hayatı boyunca tüm aile ödemeye devam ediyor. Eğer suçu babadan oğla geçirmeye devam edeceksek boşu boşuna Hristiyanların ‘ilk günah’ komedisini hiç ayıplamayalım. Zira teori ve pratik ikilemi yaşıyoruz. Hayatımız çelişkiler yumağı halinde devam ediyor. Bu çelişkiler zinciri hala uygulamada devam edecekse nasılsa İslam’a girdirmediğimiz bidat ve hurafe kalmadı. Hristiyanların yaptığı gibi vaftiz olmasak da -ki olmamalıyız- bize özgü bir yöntem bulalım ki hiç olmazsa aile bireylerinden birinin işlediği suçtan dolayı tüm aileyi töhmet altında bırakmayalım. Reddi miras, soyadı değiştirme…vs yolu izlenebilir.

“İşi sulandırma” denirse niyetim su koyuverme falan değil. O zaman ne yapalım? Aile fertlerinden birinin işlediği suçtan dolayı aksine bir karine olmadığı müddetçe ailenin diğer fertlerini masum görmeye devam edelim, onlara hayat hakkı tanıyalım, onların başını öne eğdirmeyelim, onlara suçu hatırlatacak şekilde imada bile bulanmayalım. Değilse bu yaptığımız bir bumerang gibi yarın bizi bulmayacağına dair hiçbir garantimiz yoktur. Çünkü kişinin ayıpladığı başına gelmeden ölmez denir bizim kültürümüzde. Kimimiz evladıyla, kimimiz anne ve babasıyla, kimimiz damadıyla hiç ummadığı bir anda imtihan olabilir. O zaman kimseyi yanında bulamaz. Çünkü “Eden bulur,” yine bizde. 02/06/2017

* 27/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde