Ana içeriğe atla

Oruç ve miskinlik **

Yazımıza başlamadan isterseniz ilk önce miskin kelimesinin anlamına bir bakalım. Miskin, "Çok uyuşuk (kimse)" demektir. Rabbim günah yazmasın! Oruç dendi mi  nedense aklıma miskinlik gelir. Ne demek istediğimi ramazan geldiğinde oruç tutan bazı insanları gözlemleyince daha iyi anlarsınız. 

Oruç ister istemez insanda bir duraklamaya, yavaşlamaya neden olur. İnsanda her zaman ki gibi şen şakraklık olmaz. Bu da doğaldır. Zira saatlerce aç ve susuz kalma insanda bir efor düşüklüğüne sebebiyet verir. Burada değinmek istediğim tipler sayısı az olmayacak şekilde bir yekunu oluşturuyor. Oruç tutuyor tutmasına ama bir naz bir naz, bir afra bir tafra! Yüzünden düşen bin parça. Ya yüzü gülmüyor, ya da iş yapmıyor. İşi tamamen rölantiye alıyor. Ya Rabbi! Beni niye yarattın dercesine somurtup duruyor. Mazereti de hazır: "Oruç oruç gitmiyor, şimdi bu oruçta kim yapacak bu işi." gibi bahaneler peşi sıra gelir. Böylelerini görünce ister istemez "Acaba oruç tutmak sadece miskinlerin işi mi?" diye aklıma gelmiyor değil.

Oruç tutup işini aksatanların yanında bir de işinin ağır ve zorluğunu bahane ederek oruç tutmaya yanaşmayanlar var. Bunlar da kendilerince yine mazeretler yığınının arkasına sığınıyor: "Efendim! Oruç tuttuğumda sigara içemeyince çabuk sinirleniyor, insanların kalbini kırıyorum, bu yüzden tutmuyorum...Oruçta gece kalkınca uykumu alamıyorum, ertesi günü uykusuzluktan iş yapamıyorum...İşim çok zor, benim işim büro işi değil, bedenen çalışmam gerekiyor, açlık önemli değil ama çok susuyorum..."

Oruç tuttuğu halde yıllık iznini ramazan ayına denk getirip orucu uykuya tutturanlar da var. Bunlar da gece boyunca kaim, gündüz ise saim şeklinde kendilerine bir yol çiziyor.

İnsanoğlu yeter ki bir mazeret bulmak istesin. Mutlaka sığınacağı, kendini ikna edeceği gerekçeler veya çıkış yolu bulabiliyor. Hem oruç tutmayanların mazeretlerini hem de oruç tuttuğu halde işini türkü çağırarak yapan kimseler misali ihmal edenleri görünce "Bu orucu tutmak sadece işi-gücü olmayan, iş yapmak istemeyen miskinlerin işi mi demekten kendimi alamıyorum.

Zaman çok çabuk geçiyor. Daha dün gibi babalarımız orucun yaz mevsimine yani ekin-harman zamanına geldiği yıllarda bedenen çalışıyoruz diyerek orucu kırma yoluna gitmediler. Kendilerine göre bir mesai kavramı geliştirmişlerdi. Sahurdan sonra işe gidip öğleye kadar çalışıyorlar, sonra istirahate çekiliyorlardı. Oruç da tutuluyordu, işler de görülüyordu.

Peygamberimiz İslam tarihinde ölüm-kalım savaşı diyebileceğimiz Bedir Savaşını ramazan ayında iken yapmıştı. Savaş esnasında "Kılıç sallayacak,  ok ve mızrak atacaksınız, işiniz zor, oruç tutmayın" demedi bildiğim kadarıyla.

Hiçbir imtihan kolay değildir. Kişiye özel zorluk ve kolaylıkları vardır. Her zorluğun mükafatı da ona göre derecelendirilir. Bugün büroda iş yaparken oruç tutanın alacağı sevapla dışarıda Güneş'in altında bedenen çalışan insanın tuttuğu oruç ibadetinden dolayı alacağı sevap aynı değildir. Ayrıca Allah kimseye gücünün üzerinde bir yük yüklemez. Herkesi farklı ortamlarda imtihan eder, kimsenin imtihanı da diğerine benzemez.

O halde bir işimizi yaparken diğerini ihmal etmeyelim, birini yaparken ötekini yıkmayalım. İşimizi savsaklamayalım. Oruç işimizi aksatmasın, işimiz de orucu. Unutmayalım ki herkes yaptıklarıyla ya da yapmadıklarıyla kendi azığını doldurur. Yapmak istemediğimiz herhangi bir ibadete, bir işimize bulacağımız mazeret, kılıf kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramaz. Hiç bir sadra da şifa olmaz. İmtihanını kazananlara ne mutlu! 30/05/2017

** 02/06/2017 günü Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde