Ana içeriğe atla

Herkes kendi sayfasını doldurur*

Bugün kötü bir şey yapmadım diyenlerimizin bile kaçınamadığı ahlaki olmayan bir davranışımız var. Ben hiç işlemiyorum bu günahı diyen hemen içinde bulur kendini. Peynir-ekmek yer gibi konuşuruz iki lafımızın arasında. Yeter ki yanımızda biri bulunsun. Ortak da bir arkadaşımız olsun.

Gıybetten bahsediyorum. Kaçımız kaçınabiliyoruz bu hastalıktan? Hele bir de "Benim gizlim saklım yok. Burada olsa yüzüne de söylerim. Hem söylediğimde bir yanlışlık yok ki..." dememiz yok mu? Zaten var olan olumsuz bir özelliğini gıyabında konuşmak değil mi bu yaptığımız nahoş icraat.

Hucurat süresi 12.ayetin mealinde Allah: "Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir."  Buyurarak başkasının arkasından konuşmayı/çekiştirmeyi ölmüş kardeşinin etini yemeye benzeterek ne kötü bir harekette bulunduğumuza işaret etmektedir. Birini arkasından çekiştirmenin hoş olmadığını biliriz hepimiz. Ama nedense bu günahı bilerek veya bilmeyerek işlemeye devam ederiz. İşin garibi gıybetini yaptığımızın kişiyle karşılaştığımızda hiçbir şey yapmamışız gibi pişkin pişkin davranabiliyoruz. Üstelik yüzümüz de kızarmıyor. Biz en iyisi büyüklerin gıybet konusunda ne dediklerine bir bakalım. Ondan sonra kendimiz karar verelim, gıybet yapıp yapmayacağımıza.

Biri Halid bin Velid'e: “Falanca  senin hakkında konuştu" der. Halid’in cevabı: "Kendi sayfasıdır istediği ile doldurur"  olur.
Bir adam Vehb bin münebbih'e: "Falan  senin hakkında konuştu" der. Vehb’in cevabı: "Şeytan senden başka elçi bulamadı mı?" olur.
Bir adam    Hz  Ali’ye: "Falan  senin hakkında konuştu" der. Ali ise: "Eğer benim hakkımda söyledikleri doğru ise Allah beni affetsin. Eğer doğru değilse Allah onu affetsin" der.
Bir adam İmam şafi’ye: "Falan adam senin hakkında konuştu" der. Şafi: "Eğer doğru diyorsan sen dedikoducusun. Eğer yalan söylüyorsan sen fâsıksın" cevabı verir.
Bir adam bir âlime: “Falanca adam senin hakkında konuştu" der. Alim zatın cevabı: "O bana ok attı ama isabet ettiremedi. Sen ise oku getirip kalbime sapladın" olur.
Bir adam bir âlime: “Falanca adam senin hakkında konuştu" der. Alim: "Üç cinayet işledin;
1.      Kardeşim ile aramı bozdun.
2.      Boş kalbimi meşgul ettin.
3.      Kendini de, benim gözümden düşürdün” der.( Emin Karaman)

Sonuçları itibariyle gıybetin ne olduğunu birbirinden değerli-Allah kendilerinden razı olsun- büyüklerimizin bu güzel anlatım ve tariflerinden sonra başka söze ne hacet! Dileyen adına muhabbet/sohbet/yarenlik dediği gıybetini yapmaya, ahiretine azık hazırlamaya ve kendi sayfasını doldurmaya devam etsin, dileyen vazgeçsin. Dileyen “Atın ölümü arpadan olsun…ölmüş eşek kurttan mı korkar” desin. Dileyen de “günaha giriyoruz ama…” deyip yine gıybet yapmaya devam etsin. Tercih bizim…

Ölmüş kardeşimizin etini yemek zevkli oluyor değil mi? Zaten sürekli hayvan eti yemekten bıkmıştık. Afiyet olsun. 04/03/2017

* 08/03/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde