Ana içeriğe atla

Geçmiş ve günümüz yurt ortamları

1979-1986 yılları arasında özel bir ortaöğretim öğrenci yurdunda kalmıştım. Yemeğinden yatmasına varıncaya kadar yurtta hayat zordu. Yurdun girişi belli, çıkışı belliydi. Her şey askeriye mantığında dizayn edilmişti. Herkes zamanla yarışır, oyalanma gibi bir lüksü olmazdı.

Eşyalarımızı koyduğumuz dolaphane adı verilen yer binanın bodrum, yatakhaneler ise binanın üst katlarında idi. Bir odada bulunan  14 çift ranzada toplam 28 öğrenci kalırdı. Dolaphane ve yatakhane belirli saatlerde, süreli açılır kapanırdı. Süresi içerisinde ihtiyacımızı gidermek zorunda idik. Yoksa dolaphane veya yatakhanede kilitli kalma durumu söz konusuydu. Sabah namazından önce veya sonra bir, akşam da iki olmak üzere toplam üç etüt yapardık. Banyo yapmak için kalk saatinden önce kalkıp ihtiyacımızı gidermemiz gerekiyordu. Sabah erken kalkıp ilk banyo yapan öğrenci şanslı idi. Çünkü sıcak su bulabilirdi. Ardından sıra bekleyenin nasibi soğuk suyla banyo yapmaktı. Banyo kilitlenmeden yarı sulu-sabunlu banyo yapıp giyindin mi gemisini kurtaran kaptandın. Yoksa ertesi sabaha kadar yıkanmadan kalma da vardı işin ucunda.

Sabah kahvaltısını yapmak için yemekhaneye inerdik. Eğer menüde çay var ise dolaphaneden kendi bardağımızı da alıp çıkmamız gerekiyordu. Kazanlarda kaynayan çayımız karavana olarak gelirdi önümüze. Her masada bir nöbetçi olurdu. Kepçe ile katardık çayı bardağımıza. Bir masada oturan on kişinin nasibi birer bardak çay içmekti. Bardağı büyük olan öğrenci pek makbul sayılmaz, homurdanma olurdu zaman zaman. Bardağına iyi sahip çıkacaksın. Düşüp yuvarlandı mı kırılır, sabah çayını içmekten mahrum kalabilirdin. Menüde ise çürümeye yüz tutmuş 5-6 siyah zeytin, kibrit büyüklüğünde kireci andıran beyaz teneke peyniri. Birkaç gün öncesinden bayatlatılmış ekmekle beraber yediğin peynirin imdadına eğer çay yetişmezse boğazında kalıp ölüm-kalım mücadelesi vermek de vardı işin ucunda. Haftanın bir-iki günü mercimek çorbası, bir gün margarin ve reçel, diğer günlerde de çay çıkardı.

Öğle yemeğine biraz özen gösterilir, üç çeşit yemeğimiz olurdu. Akşam yemeğinde ise iki çeşit yemek verilirdi. Tıpkı kahvaltıda olduğu gibi önümüze karavana ile gelen yemek nöbetçi tarafından pay edilirdi. Nöbetçi ekmeği pay ederken diğerleri ise hangi kaba ne kadar yemek konduğunu takip eder, diğer taraftan da sele ile gelen ekmekten eliyle seçme yapardı. Eline aldığı ekmeği sıkıştırır, tekrar koyardı. Ekmek seçenler dilimlenmiş ekmeğin köşesini alırlardı. Çünkü ortasına göre daha az bayatlamış bir görüntüsü vardı. Ekmek biter, diğer masalara bakılır, oralarda da durum farklı olmazdı, varsa da biz yiyeceğiz diye vermezlerdi. Nöbetçi öğretmenden ekmek istenir, nöbetçi öğretmen hizmetliye sorar. O da: Ekmek kalmadı derdi. Aslında ekmek olurdu olmasına da. Yok dediği bayat ekmekti. Çünkü gelen ekmek bayatlamadan verilmezdi. Bayat ekmeği de belletici öğretmenimiz hazmı kolay, mide çabuk sindirir, taze ekmek mideye oturur kalır şeklinde izah eder. Bayat ekmeğin faziletlerini anlata anlata bitiremezdi.

Yemeğe vaktinde gelmemek büyük riskler barındırırdı. Sonradan gelen dona kalırdı. Ya nöbetçi öğretmenden bir çuval azar işitir o şekilde doyardın, ya da payın için ayrılan yemek yok, gelmeyecek diye masandakiler tarafından diğer dokuz kişiye pay edilirdi. Sen de gecikmenin bedelini aç sabahlayarak öderdin. Başka da seçenek yoktu zaten. Kantin akşamleyin kapalı olur, dışarıya çıkmana da izin vermezler. Zaten çıkmana izin verseler de cepte metelik olmazdı. Akşamleyin çıkan ana menümüzün istenmeyen yemeği bazı zamanlar kara şimşek adı verilen siyah mercimekti. Genelde pek yiyen olmazdı, ama ısrarla gelirdi önümüze. Öğle yemeğinde verilen hoşafın içinde zaman zaman beklenmeyen misafirleri ağırlaman gerekebilirdi. Yüzerdi mübarek. Ya gözünü yumar, misafirini midene gönderirdin görmeden. Ya bırakır içmezdin, ya da kaşığının ucuna alıp boşalan karavananın içine koyardın kimse görmeden.


Ayda bir hafta sonu memlekete gitmene izin verilir, diğer zamanlar 7/24 okul-yurt arasında ömür tükenirdi. Evi merkezde olup evine gitmek isteyenler velisinin tasvibi yurt idaresinin onayıyla çıkartılan evci belgesi ile  cumartesi günü evlerine gidebilirdi. Evi kırsalda olanlar ise hafta sonunu banyoda veya tuvalette kirli çamaşırlarını yıkayarak geçirirdi.
***
Ben yurt hayatından uzaklaşalı 30 yılı geçmiş. Yeniden geçmişin depreşmesinin sebebi, şimdilerde haftada bir hatıra binaen bir orta öğretim öğrenci yurdunda belletmenlik yapmaya başladım. Bir kendi yaşadığım dönemdeki imkanlara baktım, bir de şimdikine. Gayri ihtiyari nereden nereye demişim. Şimdi biraz da 2017'nin yurt ortamından bahsedeyim izin verirseniz...

Yan tarafta gördüğünüz menü 28/03/2017 günü devlete ait bir ortaöğretim yurdunun sabah kahvaltısından bir görüntüdür. Gördüğünüz gibi iki çeşit zeytin, reçel, bal, tereyağı, üçgen peynir, kaşar peyniri ve teneke peyniri. Eline tabldotunu alan öğrenci self-servis olarak kendisi istediği kadar alabiliyor. Aldıktan sonra doymayan tekrar gelip ilave ediyor. Ekmek ise en önde dilediği kadar. Üstelik taze mi taze. Hemen ilk girişte üzerinde üç çaydanlık olan büyük çay seti var. Yanında da şekeri, pet bardağı. İsteyen çayını buradan alıyor, isteyen ise masalara konmuş termostan dolduruyor. Görüntü beş yıldızlı otellerdeki tam porsiyonu andırıyor. Bu fotoğrafı çektiğim esnada yan tarafta kahvaltısını yapmakta olan görevli: "Hocam haftanın diğer günlerinde bunlara ilaveler var. Haftada bir gün patates kızartması, bir gün sucuklu yumurta, bir gün yumurta olacak şekilde" dedi.

Öğle ve akşam yemekleri ise 3-4 çeşit yemekten aşağı değil. Her öğünde çıkan yemeklerin içinde özellikle ana yemekte mutlaka et, ya da et ile pişirilmiş yemek olur. Yine öğrenci her yemekte ilave alma hakkına sahip. Masalarda ise lokanta usulü baharat, peçete vb eksik değil. öğrenci suyunu çeşmeden değil, mini buzdolapları vasıtasıyla gidermektedir. Akşam etütler bittikten sonra yine öğrencilere ara öğün verilmektedir.

Öğrencilerin yatak odalarına göz attığım zaman her odada 4-8 kişi kalabilecek şekilde ranzalar konmuş, yataklarının yanında öğrencilerin eşyasını ve elbisesini koydukları dolapları. He katta dinlenme, oyun vb ihtiyaçlarını gidermek için dinlenme salonları mevcut. Yine her katta 24 saat sıcak suyu bulunan banyoları faal durumda.

Yurdun girişinden itibaren öğrenci ayakkabılarını çıkardıktan sonra oda ve koridorlar halı ile döşenmiş durumda. Sadece yemek salonuna geçtikleri zaman raflarda bulunan terlikleri giyiyorlar. Hasılı yurt değil, ev ortamı sanki. Belki de çoğu öğrencinin evinde bulamadığı imkan ve ortam ile teşrif edilmiş. Hem rahat, hem konforlu. üstelik sıcak. Tam bir aile sıcaklığı.

Yurdun imkanlarını görünce bir geçmiş yurt imkanlarını bir de günümüz yurt imkanlarını kısaca bu şekilde kıyaslama aklıma geldi. Gerçekten nereden nereye. Allah devletimize zeval vermesin. Her türlü imkanı öğrencilerin lehinde kullanmak için çaba sarf ediyor. Burada devletin verdiği bu imkanı öğrencilerine sunan yurt yönetimini de takdir etmek gerekir. İnşallah kıymet bilen ve değerlendirenlerden oluruz. 28/03/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde