Ana içeriğe atla

"Cildiniz de pek kötüymüş!.." -II-

21/03/2017 günü "Cildiniz de pek kötüymüş*" başlıklı yazımı kaleme aldıktan sonra hani bizde laf lafı açar denir ya. İşte öyle. Hemen aklıma 2000'li yıllarda başıma gelen yine cildimle ilgili bir anekdot geldi. Oldu olacak onu da kaleme alalım istedim. Hem böylece cildimin ne kadar kötü olduğunu ben hakka'l yakin biliyorum. Siz de ilme'l yakin öğrenmiş olursunuz.

Babam rahmetlinin sağ ayağının baldırında egzamaya benzer bir şişlik vardı. Sürekli kaşırdı. Zaman zaman da kanardı. Birkaç defa Meram Tıp Fakültesi Cildiye bölümüne götürdüm. Patolojik inceleme için vücuttan alınan parça Ankara'ya gönderilirdi. Aylarca sonucun gelmesini beklerdik. Sonuç: "Yapılan incelemelerde herhangi bir bulguya rastlanmamıştır" şeklinde gelir, birkaç merhemle bizi gönderirlerdi. Babam durmadan sürerdi merhemi, hiç de faydası olmazdı. Merhemle birlikte yumuşayan cilt daha sonra kabuk bağlar, kaşıntıyla beraber dökülürdü. Her yaz geldiğimde bana ayağını gösterir, beni doktora götür derdi. Doktora götürünce de tahlil ve tetkikler uzayınca: "Oğlum ben de bir şey yok, gidelim" derdi rahmetli.

Yine bir defasında  hastaneye götürdüm. Bizi muayene etmeye bir iki hasta kalmıştı. Bu esnada bir yakınım gördü bizi. "Geçmiş olsun" dedikten sonra "Ne hayır" dedi. Durumumuzu anlattıktan sonra: "Bu yaşlı amcayı burada niye bekletiyorsun, çık yukarıya özel muayene yaptır**" diye yol gösterdi. Yukarıdaki hocaya muayene olsak da bizi parça alınsın diye aşağıya polikliniğe gönderirler, dedim ise de, "Hastalık bu, ihmale gelmez. Buradaki doktorlar daha öğrenci. Sen yukarı götür, adamcağızı burada bekletme. Bu gibi durumlarda para düşünülmez" deyince kınayanın kınamasına aldırarak soluğu özel muayene sekreterliğinde aldım. O günün şartlarında 60 lira olan ücretini ödedim. Şimdilerde sanırım muayene ücreti 250 lira civarında. Babam, ben ve yanımda bir arkadaşımla beraber PROF'un odasına girdik. Babamın ayağını gösterdim. Ne dokundu, ne baktı, ne de muayene etti. Yerinden kalkmadan uzaktan baktı: "Amcayı aşağıya polikliniğe götür, oradan parça alıp patoloji sonucunu bekleyeceğiz" dedi. Sonra bana döndü. "Sen iyi misin, babandaki bu şişliklerden sende de var mı dedi. Hayır dedim. Hayret bir şey! Sen babanı boş ver. Senin cildin çok hassas. Sarısın. Sarı cilt  pek makbul sayılmaz.  Güneş'ten kendini koruman lazım." dedi. Şapka giyiyorum dedimse de şapka falan kurtarmaz seni. Sen fötr şapka giymelisin. Yok yok. Fötr dedimse de kamıştan yapılanı giyeceksin" dedi. Tamam hocam, dediğin gibi olsun deyip ayrıldık. 60 lira bayılmıştık ama boşa gitmedi. Nasıl korunacağımla ilgili bir çuval laf işitmiştim. Kim verirdi buncacık paraya bu kadar bilgiyi. Tıp sadece muayene, tetkik ve teşhisten ibaret değildi ki. Koruyucu hekimlik denen kısmı da vardı. Sayın hocamın yaptığı da buydu.

Biz babamızı muayene ettiremeden aşağı polikliniğe döndük tekrar. Az önce parasız sıra bekliyorduk. Şimdi ise paralı bir şekilde sıra beklemeye başladık. İnsan para verince kendinden emin bir şekilde bekliyor sırasını... Verdiğimiz paraya mı yanayım, muayene etmediğine mi? Üstelik adamın "Cildin pek makbul değil" demesi de işin tuzu biberi oldu. Sözümü uzatmayayım. Zaten maksat da benim cildim idi. Sanırım mesele anlaşıldı. Benim başıma böyle bir şey gelmedi, ilginçmiş derseniz. Bir telefon kadar yakınım size. Siz yeter ki cebinize parayı koyun gelin. ben sizi o doktora götürmeyi garanti ederim. Ama ağzından sizinle ilgili ne çıkar onu garanti edemem. Bu kıyağımı da unutmayın efendim!

Meraklısı için söyleyeyim. Alınan parça Ankara'ya gönderilmiş olmasına rağmen cildin üzerinde ben buradayım diyen şişlikten herhangi bir bulguya rastlanmadı sonucu geldi. Sonunda bizi AÜ. Tıp Fak. İbni Sina Hastanesine sevk ettiler. Orada da sıra beklerken birinin: "Dışarıdan gelmişsiniz, niye burada oyalanırsınız, çık yukarıya muayene ettir babanı**" demesinden sonra yine soluğu yukarıda aldım. Özel muayeneden sonra  alınan parçanın sonucunu bir hafta sonra  tekrar hasta ile birlikte hastaneye giderek öğrendik. Hastamızın "Bowen hastası" olduğu ortaya çıktı. Yatırdık hastaneye. Eşin-dostun: "Aman bıçak vurdurma" demesinden babam etkilendi. Ameliyat olmaktan vazgeçti. Hastaneden çıkarttım. Ertesi yıl babamı ikna ederek Meram Tıp'a ameliyat için getirdim. Bu sefer kalbi el vermedi yaşından dolayı.

Son zamanlarında rahmetli sağ ayağını pek kaldıramıyor, kütük gibi olmuştu. üstelik kıvıramadığı gibi yürüyemez de olmuştu. İçinden akan irin koku da yapıyordu. Ölümü ayağından oldu. Karın ve bereketin bol olduğu bir Cuma akşamı (03/02/2017)   Hakka yürüdü. Mekanı Cennet olsun. Ayağından çok çekti. Namaz ehli biri idi. Varsa günahı, ayağından çektiği inşallah günahlarına keffaret olur. Allah rahmet eylesin...

*http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2017/03/cildiniz-de-pek-kotuymus.html
**Bugün geriye dönüp bakınca biri Konya'da diğeri Ankara'da olmak üzere iki kişi özel muayeneye yönlendirdi. Parayı bayıldıktan sonra tekrar polikliniğe geldik. Düşünüyorum da acaba bu iyilik meleklerini özel muayene doktorları görevlendirmiş olmasın. Şu içimden geçirdiğime bakın hele... Dedim ya: "Cildiniz de pek kötüymüş" diyene içimde öyle diye. Sanırım dışım gibi içimde kötü. Ne yaparsınız benim içimde bir, dışımda. katlanacaksınız buna... 22/03/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde