Ana içeriğe atla

Bir zamanlar Güneysınır’da oynanan oyunlar

Şimdinin çocuklarının ellerindeki oyuncakları ve giydikleri elbiseleri görünce maliyetsiz bir nesilmişim diye aklıma gelir. Bu zamanda çocukların yedikleri önlerinde yemedikleri arkasında. Eskimeden elbiseler ve ayakkabılar...hem de çeşit çeşit.

Bizim yaşadığımız dönemi şimdiki nesil görse herhalde Yontma Taş Devrinden bahsettiğimizi sanırlar. Daha çok değil. 25-30 yıl öncesinden bahsediyorum. Oyuncaklarımız şimdiki gibi mikrop saçan ve yapay değil, doğaldı. Kendi imalatımızdı. Bu yazımda çocukluğunu yaşadığım Güneysınır yöresindeki oyunlardan bahsetmek istiyorum. Güneysınır’ın oyun kültürünü yazamaya çalışacağım. Yazıyı okuyanlar birçok oyunun kendi yörelerinde de oynandığını hatırlayacaktır. Öyle zannediyorum, bahsedeceğim oyunların bugün bir çoğu kalksa da Anadolu’nun bir çok yerinde bir zamanlar oynanan oyunlardandı. İsterseniz oyunlara bir göz atalım. Bakalım kaç tanesi size tanıdık gelecek? Baştan söyleyeyim. Oyunlarla pek aram yok. Anlamadığım gibi teknik ve bilimsel bir anlatımım da yok. Okuyunca diyeceksiniz ki, anlatımı da tıpkı oyundan anladığı gibiymiş...
1.Aşşık (aşık) oyunu:
Keçi ve koyunların arka ayaklarından çıkarılan dört yüzlü kemik. Resimde görüldüğü gibi aşığın yönlerine soldan sağa çik, tök, kazak ve  dalak  adı verilir. Aşık kemikleri iyice temizlendikten sonra bulunan boyalarla boyanır. Bir erkek oyunudur. En az iki kişi ile oynanır, oyuna daha fazla kişi de katılabilir. Çizgili ve canlı şeklinde oynanır. Oynamak için stat vb yerlere gerek yoktur. Yol, sokak ve meydanlarda oynanır. Hatırımda kaldığı kadarıyla Cello lakaplı hemşehrimizin, Deli Nasıf lakaplı Nasıf Ağanın bahçesinde oynanırdı. Kışın soğuk ve çamur durumlarında inşaatı yarım kalmış binaların içinde oynanırdı. Seyircisi de boldur. 
Çizgili oynamada çizgi dışından atılan enek adı verilen aşığın vurduğu aşıkları çizgi dışına çıkarmasından ibarettir. Çizgi dışına çıkaran oyuna devam eder. Çıkarmayınca diğer oyuncuya geçer. Daire içindeki aşıklar bitinceye kadar oyun devam eder.

Canlı adı verilen aşık oyununda ise enek adı verilen aşığın, vurduğu aşıklarla aynı yönde olanlarını kazanır. Eğer enek, dalak adı verilen yönde durursa tüm aşıklar o kimsenin olur. Sonra oyun yeniden başlar.Genelde düz yerlerin olması tercih edilir. 
2.Bilye veya bilya oyunu: Camdan yapılmış küre biçiminde renkli bir oyun aletidir. Misket adı da verilir.  Genelde bakkallardan satın alınırdı. Baş parmakla işaret parmağının arasına konur, başparmakla ileriye doğru itilir. Yerden yuvarlatılan bilyenin çarptığı bilyeyi kazanmasından ibarettir.
3.Çember sürme: Kaynakçıların kullandığı karpit fıçısından çıkan çember ve kalın telden yapılan direksiyondan ibarettir malzemesi. Çocukların en sevdiği oyunlardandır. Telden yapılan alet çemberin arkasına konur. Koşarak sürülür. Elin itme gücüyle sürülen çember ilerledikçe sürücü koşar. Yarış amaçlı olarak kullanılır.
4.Teker sürme: Ayçiçeği(günaşık) kafası ve sapından yapılan iki tekerlekli bir araba... Bu malzemeyi elde etmek için önce hasat zamanı geldiğinde ailecek tarladaki günaşıkların kafası kesilir, sapı da tarladan sökülür. Müstakil evin bahçesinde günaşıklar çırpılır. Sapları da sobada ve ekmek yapmada yakıt olarak kullanılacak şekilde uygun yere istiflenir. Öncelikle günaşık sapının orta ince seviyesinden 15-20 cm uzunluğunda bir ok kesilir. Okun iki tarafına üç-dört günaşık kafası bazlama (mayalı ekmek) gibi istiflenir ve ok girecek şekilde ortasından yuvarlakça açılır. Günaşığın kalın sapından bir tanesinin bir ucu içine ok girecek şekilde açılır. Direksiyon görevi yapacak sap oka girdirilir. Günaşık kafalarının düşmemesi için okun dış tarafı tel, çivi, değnek gibi şeylerle sıkıştırılır.  İşte size el emeği, göz nuru masrafsız bir araba. Çocukların eğlencesi. Arkadan itme gücüyle genelde yarış amaçlı kullanılır. Oyunda oynayanların kimi yarış yaparken kimi de istasyon görevlisi olarak görev alır. Benzin alacak olan da karşılığında kağıttan yapılmış para verir. Araba kırıldığında, eskidiğinde büyüklerden biri tekrar yapıverir. Yolda teker dağılırsa, ok veya direksiyon görevi yapan sap kırılırsa diğer oyuncular hemen imdadına yetişir, eve varıncaya kadar idare etmesi için herkes elinden geleni yapar.
5.Uzun eşek: İki grup halinde oynanan bir takım oyunudur. Oyunda biri sırtını duvara verir. Uzun eşek olacak grup tren gibi birbiri ardına ulanır, duvara yaslanan kişiyi yastık yaparak ona dayanırlar. Diğer grup var gücüyle en önde duranın üzerine doğru atlar ki ardından atlayacak olanlara da yer açılsın. Atlayanlardan birinin ayağı yere basarsa veya düşerse uzun eşek olma sırası değişir. Bu durumu değerlendiren bir de hakem bulunur. Tehlikeli bir oyun sayılır.
6.Kayak (kayık) kayma: Aklınıza hemen Güneysınır'da kayak merkezi mi var diye gelebilir. Yoktu efendim. Oldu da biz kaymadık mı? Bizim kayak merkezimiz yamaçlar ve yokuş aşağı olan yerler. Cello lakaplı hemşehrimizin evinin aşağısı tam bir kayak merkeziydi. Cam gibi buz olurdu orası. Kaymak isteyenlerin arayıp da bulamadığı bir yerdi. Üstelik bedava idi burada kaymak. Patenlerimiz de annemizin yazın giydiği patik adı verilen naylon ayakkabılardı. Habersizce alınırdı, yine habersizce konmak üzere. Ama nafile. Annemizin haberi olurdu. Eskittin, yırttın diye biraz kızardı ama değerdi ne de olsa.
7.Saklambaç: Biri ebe olur, yönünü duvara doğru döner, belirlenen sayıya kadar sayar. Diğerleri de bu arada saklanır. Herkes saklandıktan sonra ebe onları aramaya gider. Ebeye görünen yanar.
8.Körebe: Adı üzerinde gözleri kapatılmış kişi ebe olur. O haliyle etrafında dolaşanları yakalamaya çalışır. Birini yakaladı mı ebelik yakalanan kişiye geçer.
9.Dokuz taş oyunu: İki kişi tarafından tebeşir ile düzgün bir yere, yassı bir taşa veya varsa uygun bir beton üzerine içiçe geçmiş birbiriyle bağlantılı çizgiler çizilir. Üzerine 9 taş konur. Taş yeme oyunudur. Taşı ikiye düşen oyunu kaybeder. Bir zeka oyunudur. Beton bir yer o zamanlarda pek olmazdı. Aşağı bahçelerin olduğu yerdeki şimdilerde yıkılmış ilkokulun binaların kaldırımları betondandı. Genelde buralarda oynanırdı.
10.Beş taş oyunu: Beş tane yuvarlak taşla oynanır. İlk oynayacak olan ya bir tekerleme ile, ya da havaya atılan beş taştan elinin tersiyle en fazla  kapan oyuna başlar. Oyuna başlayan taşları havaya atar. İçinden bir taşı seçer. O taşı havaya attığında diğer taşları tek tek toplamaya çalışır. Attığı taşı tutamazsa veya alacağı taştan başka diğerlerine eli değerse oyun diğerine geçer...
11.İsim ve şehir bulmaca: Bu oyun hala bir çok yerde oynanmakta. Okullarda ders boş ise bir çok öğrencinin oynadığı bir oyundur. Bu oyunu oynayacak olanlar ellerine müsvedde bir kağıt ve kalem alır. İsim, bitki, hayvan, şehir başlığı konur. Bir harf seçilir, bazen de alfabenin başından başlanır. Burada zamanla yarışılır. Yazmak için mutlaka süre belirlenir. Eskiden saat yoktu. Birçok yerde sayı sayılırdı. Sözgelimi: A ile başlayan isim, şehir, bitki, hayvan yazılır. Oyunculardan bazıları aynı isim, şehir vb yazarsa beş puan, farklı yazan ise 10 puan alır. Oyun bitince puanlar hesaplanır. 1.2.3... belirlenir. genelde kapalı yerlerde, evlerde oynanırdı.
12.Bir eve ara vara vardıydım: Uzun kış gecelerinin misafirlikte oynanan oyunudur. Yakından uzağa akraba, eş dost, mahalleli, köylü için beyin jimnastiği yapılır. En zorunu bulmak için oynayanlar epey bir zihin egzersizi yaparlar. "Bir eve vara vara vardıydım. Evde bir anne, bir baba, iki kız, bir oğlan" şeklinde biri sorar. Diğerleri de bu haneyi bulmak için düşünmeye dalar. Kim olduğu bilininceye kadar oyun sürer. Bilindikten sonra diğer bir hane sorulurdu. Bir nevi zihnen sılayı rahim yapılır bu şekilde. Küçükler bu oyunla uğraştırılırken büyükler de öbür tarafta koyu bir sohbete dalardı.
13.Çelik çomak oyunu: İki taş arasına veya yere kazılan bir çukura 15-20 cm uzunluğunda vurulduğu zaman kırılmayacak ince bir değnek konur. Daha kalınıyla vurularak en uzağa gönderme oyunudur.
14.Taş fırlatma: Taşı en uzağa gönderme şeklinde oynanır. Gülle gibi.
15.Koşu yarışı: Aşağı bahçedeki okuldan çıkan öğrencilerden çoğu Aşağı Çeşme’ye varıncaya kadar "Kim önce varacak" koşusu yapardı. Kimi de hızını alamaz, eve kadar koşardı. Sırtında da annelerimizin bezden diktiği içi kitap-defter dolu okul çantası olduğu halde.
16.Güreş tutma(yıkışma): Büyükler genelde birbirine akran olanları kaldırır, kim kimi yenecek diye kızıştırır. Dolduruşa gelen çocuklar da  sonunda toza toprağa aldırmadan kıyasıya yenişir. Yer önemli değil. Bazen evde, bazen de dışarıda tozun toprağın içinde güreş tutulurdu.
17.Seksek: Yere tebeşirle birbirini izleyen kare veya daire çizilir, numaralandırılır. Yassı bir taş atılır, taş çizgiye veya kare dışına gelirse oyun diğerine geçer. Sokakta oynanır. genelde kız çocukları oynardı.
18.Top çevirme: Topu yere düşürmeden ayağıyla kaç defa vurma oyunudur. Düşüren topu diğerine verir. Yere düşürmeden en fazla topa vuran birinci seçilir.
19.Top oynama: Şimdiki plastik toplar yerine naylon toplar olurdu. Oynayacak olanların arasında ortaklaşa para toplanır, birlikte gidilip bakkaldan satın alınır. Top patlayıncaya kadar oynanırdı genelde. Tek kale veya çift kale olacak şekilde oynanır. Çoğu zaman kavgayla sonuçlanan mahalleler arası maçlar yapılırdı. Lisanslı futbolcu yoktu. Tek şart mahalleden olmaktı. Oyuncular genelde GS, FB ve BJK takımlarının futbolcularının ismini kullanırdı.
20.Yakan top: Bir takım oyunu, genellikle kız çocukları oynar. Rakibin attığı top kendisine dokunan kişi oyun dışı kalır.
21.Yalaktan atlama ve yüzme: İlçede kapalı yüzme havuzu vardı da çocuklar yüzmedi mi. Ne havuz, ne gölet, ne de ırmak vardı. Ama yüzme heveslerini de bir şekil giderdiler. Aşağı çeşmenin önüne hayvanlar su içsin, yün yıkayacak kadınlar yün yıkasın diye yapılan yalaklar, çocuk ve gençlerin akşam olunca elbiselerini çıkararak yalağa atlaması, yüzmeye çalışmasıdır. 
22. Kale yıkmaca: Gurk bülücü veya topal tavuk da denir. Küçük top sığacak şekilde çukurlar kazılır, çukurun etrafına taştan duvar yapılır, en başa da düz bir taş dikilirdi. Oyunculardan her biri kendine bir çukur seçerdi. Oyunu yöneten topu baştaki taşa vurur, top kimin çukuruna gelirse diğer oyunculara vurmaya çalışırdı. Vuramazsa o kişinin vurursa vurduğu kişinin ayakkabısının bir teki saklanır, sekerek ayakkabısını bulması istenirdi.
23.İp atlama: Kız çocuklarının oynadığı geleneksel oyunlardandır. Hala birçok yerde oynanmakta. İki kişi kenardan ipi sallar, diğerleri ipten atlar.
24.Şulluk: Açık alanda bir büyük bir de küçük daire çizilerek oynanan oyun. Küçük dairenin içine yuvarlak silindir şeklinde bir taş konur, az ileriye de baş çizgisi çizilirdi. Oynayanların hepsinin elinde düz yassı saksılı adı verilen bir taş olurdu. Ebe ise şulluk adı verilen taşın başında olurdu. Oyuncular sırasıyla saksılarını şulluğa vururdu, kim şulluğu çizginin dışına çıkarırsa ebe o taşı yerine koyuncaya kadar diğer oyuncular koşar, saksılarının üzerine basardı. Saksısını başa alıp kaçabilen yeniden atma fırsatı yakalardı. Ebe kaçanları baş çizgisine varmadan yakalarsa yakaladığı ebe olurdu. Ya da saksısına ayağını koymadan yakalanan ebe olurdu.

Bir an geçmişe yolculuk yaparak aklıma gelen oyun türleri bunlar. Görüleceği gibi masrafsız, sıfır maliyetli oyunlar. Genelde sokak oyunları. Koşmaya, terlemeye dayalı oyunlar. Küçüklüğümde kilolu arkadaşım var mı diye düşündüm. Sanırım yoktu. Bu kadar koşan çocuklar yediğini eritir. Karnını doyurmak için özel gayret sarf etmez. Ben şunu-bunu yemem demez. Hangi arkadaşlarının evinin önünden geçerken anne  benim çocuğum değil demeden tüm çocukların karnını doyururdu. Hiçbir şey yoksa  mayalı ekmeğin üzerine yoğurt sürer verirdi.  05/02/2017




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde