Ana içeriğe atla

Meclis’in anayasa sınavı*

90’lı yıllardan beri ülkenin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu hemen hemen her kesim tarafından dile getirilir. Her parti seçime giderken yeni bir anayasa yapacaklarının vaadini verir seçim beyannamesinde.  İhtilal anayasasından bu zamana  34 yıl geçmiş, nedense kısmi değişiklikler dışında her partinin sözünü verdiği değişiklik bir türlü gerçekleşmedi gitti.

Millet, hiçbir partiye anayasayı tek başına yapma ve değiştirme çoğunluğunu vermedi. Çünkü anayasa bir partinin tek başına yapabileceğinden ziyade birlikte yaşamanın sözleşmesidir. Bu yüzden millet, vekiline: “Aranızda anlaşın, bir araya gelin, ortak bir anayasa yapın. Çünkü bu ülkede her renkten insan var. Yapacağınız anayasa tüm kesimleri kucaklasın. Bir partinin görüşlerinin hakim olduğu bir anayasa olmasın “ demek istedi hep.

İktidara gelen parti Meclis’te grubu bulunan partilere gider, gelin şu anayasayı değiştirelim diye. Komisyonlar kurulur, aylarca üzerinde çalışılır, sonra önümüzdeki seçimden sonra açılmak üzere rafa kaldırılır.  Niçin kaldırılır?  Aralarında anlaşamadıkları için. Çünkü aralarında uzlaşı kültürü yok, uzlaşmazlık kültürü var. Hepsinin kırmızı çizgileri var. Vekil sayısı fazla olan da az olan da  bizde değişmez. Hepsi dediğim dedik der. İyi niyetle oturduğu koltuktan mızıkçılık yaparak aylarca devam ettirdiği nafile turlarını sona erdirir.  Hasılı  yamalı bohça gibi olan bir anayasa ile kör-topal yaşamaya çalışıyoruz.

İçinde yaşadığımız günlerde tümü olmasa da 18 maddeyi kapsayan yine bir mini anayasa değişikliği Meclis’te görüşülüyor şu günlerde. İrili-ufaklı partiler kendi aralarında bir takım oluşturarak referanduma götürecek sayıyı yakalayalım/yakalatmayalım şeklinde yine mevzilerini aldılar. Ölümüne kıran kırana bir mücadele söz konusu. Kimi bir an evvel maddeler oylansın, kimi de ipe un sererek nasıl geciktiririm derdinde. Kürsünün kırılmasından kürsü işgaline, ayak ısırmadan boğaz sıkmaya varıncaya kadar tüm kozlar oynanıyor. Oyuncularımız da milletin içinden seçilerek gelen temsilciler. Anadolu’da “İmam osurursa cemaat ...” diye bir atasözümüz var. İçimizden giden seçkinler böyle yaparsa seçmenin ne yapabileceğini varın siz düşünün.  Yine  bizde beklenilenin dışında anormal hareket yapmaya çalışan, sürekli olay çıkartan kişiler için “Senin yemin fazla, senin yemini kısmak lazım” denir. Çünkü Millet, kendisi asgari ücretle kıt-kanaat geçinirken vekiline kesenin ağzını açmış, her türlü imkanı sunmuştur. “Yeter ki yasama görevi yerine getirilsin, ülke düzlüğe çıksın,  ülkede aksayan yönlere çözüm üretilsin” düşüncesindedir.

Kavga-gürültü ile bu kısmi anayasa değişikliği için referanduma gidecek 330 sayıya ulaşılır mı, referandumda millet onay verir mi vermez mi bilmiyorum. Bunu zaman gösterecek. Fakat üzüldüğüm nokta, içimizden giden vekillerimizin ekranlardaki kavgası güzel bir örnek değildir. Meclis’in bir ayıbıdır. Bu görüntü maalesef ne ilk idi ne de son olacak, bizde bu kabadayı ruhu oldukça. Vekillerin ilk ayıbı sadece bu değil. 20-25 yıl boyunca bir araya gelip yeni bir sivil anayasa yapamayan bu meclise bu ayıp yeter de artar bile. Maalesef görüntü bal yapmayan arı misalidir. İstedikleri ‘Anayasa bizim işimiz değil, bu anayasayı yapsa yapsa eli silahlı olanlar yapabilir.  Anayasa kim, biz kim? Bir defa biz bu konuda yeterli donanıma sahip değiliz. Biz kendimizin yaptığı bir anayasa ile değil, ancak başkasının dayatması ile yapılan bir anayasayla ülkeyi yönetmeye talibiz” demek istiyorlar. Anlaşılan kendilerine öz güvenleri yok.

Bir başka husus; grup kararı, parti kararı diyerek liderlerinin dediği şekliyle oy verip kendi görüşünü özgür iradesiyle ortaya koyamayan bir vekil profilinin herhangi bir cemaat, tarikat ve hareket liderinin dediğini yapan, onun emri dışında iradesini ortaya koyamayan, aklını kiraya vermiş kişilerden ne farkı var? Ben bir fark göremedim.

Kusura bakmayın! İster anayasayı değiştirin, ister değiştirmeyin. Ben bir seçmen olarak ekranlarda kavga eden, milleti kutuplaştıran çirkin görüntülerinizi görmek istemiyorum. Oturun, adam gibi dört dörtlük olmasa da yıllardır bir anayasa bile yapamayan bir Meclis görüntüsünden kurtulun. Yapamıyorsanız gerekirse birbirinizi kırın, dökün. Ama görüntünüz ekranlara yansımasın. Yoksa gölge etmeyin!.. Çünkü aslın karşısında vekil olarak verdiğiniz görüntü oranın manevi şahsiyetini lekeler. Buna ne sizin ne de bizim hakkımız vardır. 14/01/2016

16/01/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde 14/01/2017 tarihinde ladik.biz sayfasında yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde