Ana içeriğe atla

Türkiye yeni rotasını arıyor**

Batı medeniyetinin altında kan ve göz yaşının olduğunu, zenginlik ve güçlerinin temelinde müstazafların canı, malı ve yer altı kaynaklarının olduğunu sanırım bilmeyenimiz yoktur. Geçmişte özellikle Ortaçağ Avrupa'sında önce birbirlerini boğazladılar, ardından sömürdükleri ülkelerin zenginlikleri sayesinde üzerine oturdukları mirası yediler, hala da yemeye devam ediyorlar. Sayelerinde dünyada hiç kan ve gözyaşı eksik olmadı. Dünya sefalet içerisinde yaşamaya çalışırken onlar sefalarını sürdüler hep. Paraya para demediler. Para sayesinde her alanda geliştiler. Kendilerince bir medeniyet oluşturdular. Kendi yaşam biçimlerini dünyaya transfer etmeye çalıştılar yıllar yılı. Başkasının parasıyla gerçekleştirdikleri sanayi devrimiyle ürettikleri malı satmak için durmadan pazar aradılar. Pazarları daraldıkça adına terör diyerek ülkeleri karıştırarak yeniden işgal ettiler.

Onların gelişmişliğini gören herkes onların gönüllü misyoneri oldu. Gelen onları anlattı, giden onları anlattı. Hem de ballandıra ballandıra: Demokrasi  insan hakları, emeğe saygı, gelişmişlik, işçi hakları, kadın hakları...her şey onlardaydı. Bellek ve zihinlerimize öyle yerleşti ki ilerlemek için onları takip ve taklit etmekten başka seçenek yoktu. Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla başladı bizim onlara benzeme çabamız. Cumhuriyet dönemiyle beraber zirveye çıktı onlara bağlılığımız. 1963 yılında başlayan AB serüvenimizle birlikte aşka dönüştü onlara benzeme çabamız. Hatta uzaktan benzemeye çalışmak da yetmezdi. Onlarla bir devlet olmalıydık. Tek çatı altında toplanmalıydık. Gözlerine girmek için her dediğini yaptık, eleştiri yaptıkları zaman el pençe karşılarında durduk. Bizim aleyhimize karar vermişlerse hep vardır bir bildikleri dedik.

Ne zaman ki Türkiye: "Ne oluyoruz, bu gidiş nereye, biz bağımsız bir devletiz, kendi kararımızı kendimiz veririz, bağımsız bir diplomasi yönetmeliyiz, dış politika ve uluslar arası ilişkilerde biz de söz sahibi olmalıyız, Batı'nın her dayattığını 'Sem'an ve tâaten' demeden önce milli çıkarlarımıza göre sorgulamalıyız" demeye başladı. İşte dananın kuyruğu o zaman koptu. Türkiye ve dünyaya nizamat vermeye çalışan Batı'nın karşısına Türkiye: "Uydu değil, lider Türkiye' parolasıyla çıkmaya başlayınca görünmez olarak yaptıkları her şey bir bir dökülmeye başladı. Kah teröristlere kucak açıyorlar, içerideki suçluları salıyorlar, kah ülkeyi bölmek için kana bulayan taşeron bir örgüt ile organik bağını devam ettiren siyasi kanadına hesap sormak isteyince hepsi bir araya gelip Türkiye'ye had bildirmeye kalkıyorlar. Son olarak da Meclis Başkan Vekili'ne protokol kurallarını çiğneyerek suçlu muamelesi yapıyorlar. Türkiye'yi temsil eden bir bayan vekili saatlerce havaalanında bekletiyorlar. Yıllardır PKK, DHKP-C' yi besledikleri yetmediği gibi şimdi de FETÖ'cülere kapılarını sonuna kadar açtılar. Utanmasalar dünyayı arkalarına alıp Türkiye'ye savaş açacaklar. Gerçi onlarda haya duygusu yok. Dünya arkalarından gelse inanın onu da yaparlar. Bir de cesaretleri yok. Sonra maşa var iken kendi ellerini niye kana bulasınlar.

Bütün bunlar gösteriyor ki Batı'dan, Avrupa'dan Türkiye'ye hayır gelmez. Bırakın onları taklit etmeyi, her dediklerini yapmayı, 75 milyon olarak dinimizi değiştirip onların 'Teslis' merkezli şirke bulanmış, kuşa çevirdikleri dinlerine girmeye kalksak bizden yine hoşnut olmazlar. Bakara süresi 120.ayette: "Sen Yahudi ve Hristiyanların dinlerine girmedikçe asla senden hoşnut olmazlar" diyor ya Rab Teala.

Bugün itibariyle onlarla aynı inancı paylaşsak inanın razı olmazlar. Çünkü onlara dinlerine giren değil, onlara emir erliği yapacak, bir dediklerini iki etmeyecek, onlara hizmet edecek köle ruhlu insanlar ve devletler lazım. O yüzden Türkiye bu olanlardan sonra rotasını yeniden çizmelidir. Yeni rotasında başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kuran Batı değerleri  asla olmamalıdır. Çıkar ilişkisinden öte Batıyı dost edinmemelidir. Yeni dünya dengelerini gözetecek bir politika izlemelidir. Ne ezmeli, ne de ezilen olmalı. Hak ve hukukun savunucusu olmalı. Devlet ve millet bütünleşmesinin doruk noktaya ulaştığı bu yılları iyi değerlendirmek lazım. 07/12/2016
14.12.2016 günü Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde