Ana içeriğe atla

Öğretmenler sınıfının öğretmeni

Noktası virgülüne dokunmadan bir başka okulda görev yapan bir meslektaşımın dert edindiği bir mesele ile ilgili değerlendirmesini yorumsuz paylaşmak istiyorum sizinle:

"Arka arkasına derse girmekten ziyade aralarda bazen boşluk olması zaman zaman dinlendirici olur, eksikliklerimiz varsa tamamlama imkanım olur derdim. Sağ olsunlar ders programımda bazı günlerde buna dikkat edilmiş, herhangi bir isteğim olmasa da.

Boş derslerde kafa dinlendirmeye, kendimi dinlemeye fırsat bulamadım nedense bugüne kadar. Çünkü başım dertte. Çünkü benim tüm boş derslerimde de dersi boş olan kültürlü, tecrübeli ve nazik bir meslektaşım var. Hem eli çalışıyor, hem de dili. Sabahın erken saatinde, teneffüs aralarında ve boş derslerde hiç ara vermeden konuşma özelliğine sahip. İki dinle ve bir konuş anlamına gelen iki kulak, bir dili tersine döndürmüş durumda. Konuştukça açılıyor, açıldıkça coşuyor. Yorulmuyor da. Bu adamın dersi ve derdi var mı demeden makineli tüfek gibi konuşuyor maşallah. Falan yaramaz sınıfa gideceğim diye derse isteksiz gitmekte olan öğretmene dersi boş olup öğretmenler odasında kalanlar: "Keşke o sınıfa giden ben olsaydım" diye temenni ediyor dense yeridir.

Boş dersi değerlendireyim derken herhangi bir işle uğraşanlar, işlerini yapmaya devam ededursunlar; meslektaşım hiçbir olumsuz durumdan etkilenmeden maşallah her konuda arzı endam etmeye devam ediyor. Bu durumu bilenler sigara içmediği halde soluğu ya dışarıda sigara içenlerin yanında soğukta beklemekte alıyorlar, ya da bir idarecinin yanına giderek kafa dinlendirmeye çalışıyorlar. Geç de olsa ben de anladım bu durumu. Haydi ben boş olan beş ders saatimde bu bitmek bilmeyen imtihanımı zor da olsa veriyorum. Ya derste öğrenciler, ya evde çoluğu, çocuğu ne yapıyor bu durumda? Orası muamma tabii.

Kendisine göre dersi de en önemli ders. Finlandiya'nın eğitim ve öğretimdeki başarısının altında onun dersine verdikleri önem yattığı kanaatinde. Buna kendisini inandırmış. Tek görevi bu dersin önemini bize kavratmaya çalışması. Acaba bu meslektaşıma okul yönetimi ücret mi veriyor diye düşünmüyor değilim. Ücret tahakkuk ettiriliyorsa o zaman görevini yapacaktır. Başka çaresi yok. Ücret kesilirse belki bu görevinden vazgeçer. Ya ücret ödenmiyorsa bu işi meccanen amatörce, hobi olarak yapıyorsa  işte o zaman yandık demektir.

Bugün boş dersimde bir başka meslektaşımla otururken hayretimden: "O, yok mu" dedim. "Yok galiba" dedi. Kendi halimizde işimize devam ederken meslektaşım kulağıma eğilerek: "Allah'tan başka şey isteseydin olmaz mıydı" dedi. Bir an için ne dediğini anlayamadım. Kafamı kaldırdığım zaman maalesef onun geldiğini gördüm. Felaket tellalıyım, ne yapayım dedim.

Bu durumdan kurtulmak için acaba şu adamın yaptığı yöntemi uygulasak faydası olur mu?

Yaşlı bir amca, cadde veya sokağa bakan evinin önünde sürekli gürültü yapan çocukları bu işten vazgeçirmek için bir yol takip eder. Amca çocukları çağırır. Çocuklar: Ben gürültüyü severim, bundan sonra evimin önünde yapacağınız gürültü karşılığında size her gün 5 lira para versem kabul eder misiniz, der. Hem gürültü yapacaklar, hem de karşılığında para alacaklar. Çocuklar teklifi kabul eder. Birkaç gün geçtikten sonra amca: Çocuklar! Durumum biraz kötüleşti, bundan sonra size ancak 3 lira verebileceğim, der. Hiç yoktan iyi diyen çocuklar yine gürültülerine devam ederler oyun oynarken. Amca her geçen gün çocuklara vereceği paranın miktarını biraz daha düşürür. En sonunda: "Çocuklar, artık bundan sonra size para veremeyeceğim, kusura bakmayın" deyince çocuklar: "Amca! Kusura bakma, biz bedava iş yapmayız. Bundan sonra burada oynamayacağız" diyerek oradan uzaklaşırlar. Böylece amca muradına ermiş.

Anlaşılan okul yönetimi de rahat çalışabilmek için bizi kobay olarak kullanıyor. Bu da öğretmenliğin bir cilvesi. Çekecek çilemiz varmış meğer. Ne yapalım?"

Senin derdin dert midir, benim derdimin yanında mı diyorsunuz yoksa? Bütün derdimiz bu olsun. 12/12/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde