Ana içeriğe atla

Kafamızdaki yanlış dini değerler

Önceleri melek olan şeytan, isyan ettiği için huzurdan kovulmuştur.” Cümlesi doğru mu-yanlış mı diye 7.sınıflara sınavda sordum. Ekseriyeti ‘doğru’ seçeneğini kodlamış. Derste de o kadar üzerinde durmuştum halbuki.
Sınavdan sonra incelesinler, yanlışlarını görsünler diye kağıtları dağıttım. Yukarıdaki cümleyi doğru şeklinde kodlamış çok sayıda öğrenci ya parmak kaldırdı, ya da yanıma gelerek cümleyi gösterdi: “Bu doğru değil miydi” diye. “Yavrum! Bu konuyu işlerken halk arasında şeytan önceleri melekti, kibrinden dolayı Adem’i kabul etmedi...şeklinde yanlış bir algı var. Bunun doğrusu şeytan yani İblis, melek değildir. O, cinlerdendir. Bakın meleklerin özelliğini anlatırken isyan etmezler, Allah’ın emrinden dışarı çıkmazlar, asla günah işlemezler...’ diye işledik” şeklinde açıklama yaptım. Çoğu ikna oldu. Bazısı ise: “Ama hocam, geçen sene ki hocamız bize melek dedi, ama hocam, babam böyle dedi, ama hocam ben bir kitapta böyle okumuştum” şeklinde yine gerekçeler sundular bana. “Allah hayrınızı versin sizin” dedim, başka bir konuya geçtim.
***
Fakültede okurken bir esnafın dükkanında oturuyorum. Karşımda da iki ihtiyar var. Biri diğerine Eyüp peygamberi anlatıyor: “Öyle sabırlı öyle sabırlıymış ki, yıllar yılı yatalak bir şekilde yatmış, vücudu kurtlanmış, üzerinden bir kurt düşünce yerden o kurdu alır: ‘Senin rızkın bendedir’ diyerek tekrar vücuduna koyarmış...dedi. O anlattıkça yanındaki ‘yah yah’ dedi. Anlatmasını bitirince bana başını kaldırdı: ‘Öyle değil mi yeğen?’ dedi. ‘Öyle değil amca, peygamberin uzun süre hasta yattığı doğru olmasına doğru. Ama kurtlandığı kurdu yerden alıp vücuduna koyması doğru değil. Zira vücudun kurtlanması o kişinin pis ve kirli olduğuna işaret eder. Bir peygamberin kurtlanması söz konusu olamaz. Haydi yatalaktı, yıkanamadı, kurtlandı diyelim. Hele düşen kurdu yerden alıp rızkın bendedir demesi söz konusu olamaz” dedim. Beni dinleyen amcanın morali bozuldu. Ama altta kalmadı. “Sen ne bileceksin, daha gençsin” diyerek ağzımın payını verdi.
***
Derste orucu bozan durumları anlatıyorum. Kitapta orucu bozan durumlarla ilgili “Bilerek yemek-içmek, sigara içmek” şeklinde kısa bir açıklama var. Başka bozan durumlar veya bozmayan durumlar neler olabilir diye Diyanet’in ilmihalini  karıştırdım. Bir kaç tane görüşünü kes-kopyala yaptım. Bir tanesi de: “Kusma kasten yapılmazsa oruç bozulmaz. Kasten yapılır da ağız dolusu kusarsa oruç bozulur.” Cümlesi idi. Bunu öğrencilerle paylaştım. Bir öğrencim hışımla: “Dediğin bu cümlelere katılmıyorum. Ben dün akşam babama sordum. Bana kusma orucu bozar dedi. Benim babam imam, üstelik hafız. Dedem de hoca” diyerek itiraz etti. “Kızım! Ben bu cümleyi aynen diyanetin ilmihalinden aldım. Kendi görüşüm değil. Diyanet bu konuda otoritedir. Hoca olmamız, hafız olmamız her şeyi doğru bileceğimiz anlamına gelmez” dedimse de kızı ikna edemedim.
***

Yukarıda üç tane örnek verdim başımdan geçen. Kafalarda oluşmuş, dilden dile anlatılan şeyler beyin ve zihinlere öyle işlemiş ki değiştirebilmen kesinlikle mümkün değil. Din alanında söylenen yanlışları düzeltmeye kalksa insanların ömrü yetmez. Bu demektir ki, din alanında işkembeyi kübradan konuşmamak gerek. Bin düşünüp bir konuşmalı. Halkın belleğinde sadece yanlışlar kalıyor. Din adına söz söyleyenler yoğurdu üfleyerek yemeli. Hele aslı astarı olmayan dini hikaye ve kıssa anlatmamak lazım. Vatandaş Nasrettin hocadan fıkra dinlese güler geçer. Din alanında bir hikaye anlatsan dini bir vazife gibi hüküm çıkarıyor. Bu demektir ki, halk dini alanda eksik bilgiye sahip olsun, gerekirse bilmesin, ama yanlış dini bilgi aktarmayalım. Çünkü virüs gibidir. Bulaştı mı temizleyemezsin. Her gördüğümüz, her duyduğumuz, her okuduğumuz bilgiyi iyice tartmadan konuşmayalım. Her kitapta yazanı doğru kabul etmeyelim. Önce akıl süzgecinden geçirelim. Her duyduğumuz bilgiyi doğru kabul etmeyelim. başka kişi ya da kaynaklardan araştıralım. 23/12/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde