Ana içeriğe atla

17-25 Aralık 2013 *

Türkiye, seksen öncesi tohumları atılan ve 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte neşvünema bulup aşağı yukarı tüm hükümetler tarafından bilerek veya bilmeyerek desteklenen din ve eğitim görünümlü  bir ihanet şebekesinin gücünü -yargı, emniyet, harbiye ve basın  başta olmak üzere her alanda kadrolaşmasını tamamladıktan sonra- 07 Şubat MİT krizi ile  gördü.

MİT krizinde istediğini elde edemeyen kuzu postuna girmiş bu maşa örgüt, devlet erkanının Mevlana törenleri için Konya'da olduğu bir esnada 17 Aralık günü yeni bir operasyona imza attı. İçlerinde 4 bakan, 3 bakan oğlunun da bulunduğu 61 kişi hakkında "yolsuzluk ve rüşvet soruşturması" başlattı. Polis, savcı ve hakimler başrolde idi. Düzenek hazırdı: Savcı iddia edecek, polis yakalayıp getirecek, hakim de yargılayacaktı. Basın ise operasyonun haklılığını ispatlamak için kamuoyunda bir "yolsuzluk" algısı oluşturmaya çalışacaktı.

Devlet kısa bir sendelemeden sonra toparlandı. Hükümete karşı yapılan bu yargı operasyonunu püskürttü. Olayda görev alan hakim, savcı ve emniyetçilerin görev yerleri değiştirildi.  Muhalefet ve medya mal bulmuş mağribi gibi adına yolsuzluk ve rüşvet denilen operasyonun gönüllü fedaisi oldu. Ardından tapeler geldi. Bakan ve başbakanın konuşmaları medyaya servis edildi. Yüce divan sesleri yükseldi. Ana muhalefet grup toplantısında tapelere yer verdi. Türkiye her güne geceden servis edilen yeni bir tape ile uyandı. Hırsızlık yapılırken ayakkabı kutuları kullanılmıştı. Halkın belleğinde ayakkabı kutuları kaldı. TV'lerin değişmez tartışma konusu da böylece belirlenmişti. Her olayda olduğu gibi hükümeti destekleyenler ve saldıranlar olarak görevler icra edildi ekranlarda.

Oluşturulan algıya göre yolsuzluk göze çarpıyordu. Ana muhalefette yıllar yılı siyaset yapmış, partisinin duayenlerinden olan emekli eski büyükelçi Şükrü ELEKDAĞ, katıldığı bir TV programında: "Bu, hükümete karşı yapılmış bir darbe" sözüyle olayın geri planını dillendirmişti. Hırsızlık var mıydı, yok muydu bilmiyorum. Ama ardından gelen 25 Aralık operasyonu ile birlikte Türkiye, "17-25 Aralık" adında yeni bir belirli gün ve haftaya daha sahip olmuştu:  Hükümetle, cemaat görünümlü yapının arasındaki pamuk ipliğine bağlı birliktelik koptu. Hükümet onları, onlar da hükümeti yok etmek için tüm kozlarını oynadı. Yapı ile mücadelede 17-25 Aralık milat kabul edildi. Gün geçmesin ki yapının bir hezeyanı ortaya çıkmasın. MİT tırlarına karşı yapılan operasyonlar izledi ardından.

Hükümet pansuman tedbirlerle olaya müdahale etmeye çalışırken dış destekli ihanet şebekesinin, son vuruşunu gerçekleştirmek için kanlı bir geceye hazırlandığını millet, 15 Temmuz 2016 gecesi şahit olacaktı. Maalesef bu son vuruş binlerce kişinin yaralanmasına ve 250 kişinin ölümüne sebep oldu. Türkiye yıllar öncesi terk ettiği OHAL'e yeniden geri döndü.

Devlet 15 Temmuz kanlı darbe girişimiyle birlikte düşmanlığı alenen ortaya çıkan siyasetten uzak(!), din ve eğitim gönüllüsü ihanet şebekesiyle mücadele etmek için savaş açtı. Yapının bir numaralı sorumluları devletten hep bir adım önde olduğu için devlet maalesef esas sorumluları yakalayamadı. Hepsi kendilerine destek çıkan uluslararası sömürgeci devletlerin şemsiyesi altına sığındı. Devlet yapıyı temizlemeye çalışıyor. Ne kadar temizleyebilir bilinmez. Çünkü düşman görünür değil. Takiyyeyi prensip edinmiş durumda. Ama şu var ki yapının kalıntıları içimizde barınsa da geçmişin hoşgörü görünümlü bu ihanet şebekesine artık bu ülkede ekmek yok. Çünkü bu maşa örgüte devletin ve milletin verdiği kredi tamamen tükenmiştir. Bundan sonra bu ülkeye hangi hükümet gelirse gelsin aklı olan hiçbir siyasi, bu maşa örgütle iş tutmaz artık. Bu yapının sorumlularında biraz edep, haya ve utanma kaldıysa milletin yüzüne de bakamayacaklar.

Bugün/bu hafta uluslararası güçlerin, adına “hizmet hareketi” dedikleri maşa bir örgütü, yani ayak takımını üzerimize saldığının yeni bir yıl dönümü. Allah bu milleti ülkemizde gözü olanlara karşı korusun, birliğimizi ve dirliğimizi bozmak isteyenlere fırsat vermesin.

Düşüncesi ne olursa olsun samimi olarak bu ülkenin gelişmesi için çalışan kim varsa hepsine bu ülkede ekmek var. Ama hainlere asla. Bu da böyle biline. 17/12/2016

* 24/12/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde