Ana içeriğe atla

Hiç kimse bize itibar elbisesi giydirmeyecek öğretmenim!

Dersime girmek için ayağa kalktığımda bugün yanıma bir bayan yaklaştı. Bana "Hocam bir saniye, adınız ne idi sizin" dedi. Adımı söyledim. Sonra size bir şey göstereceğim dedi. Naylon bir poşetin içerisini açtı. İçerisinden  bir merhem çıkardı. "Bu ilacın romatizma, diz ve bel ağrıları  ve bel fıtığı için kullanıldığını, bunun satışını yaptığını, Konya'da bu merhemin satış temsilcisi olduğunu, elinde fazla kalmadığını, daha önce kredi kartlarına çektiğini, artık kredi kartları ile satış yapmadığını, bu işi de kredi kartı borçlarını kapatmak için yaptığını, çok ucuza vereceğini...söyledi. Sattığı ilacın fiyatını da sormadan ihtiyacım yok, teşekkür ederim dedim. "Başka tanıdıklarınız için" dedi. Yakınlarımdan isteyen olursa sizinle irtibat kurarım deyim ayrıldım.
***
Baştan söyleyeyim: Kimsenin sattığı merhemde, kazanacağı parada gözüm yok, kimseyi de ayıplamıyorum. Belki de dediği gibi ihtiyaç sahibidir. İsteyen ticaret yapar, isteyen yapmaz. Ama bu işi işinin ehli  bir pazarlamacı yapsa nasıl olur? Fena olmaz sanırım. Memur görünümlü, öğretmen görünümlü kişiler yapmasa ne olur? Kıyamet mi kopar sanki?
***
Haydi bu işi yapıyorsun sayın öğretmenim! Madem sana müşteri lazım. Ben bu kurumda göreve başlayalı tamı tamına 2 ay oldu. Haydi yaz dönemiydi görmediniz. Bayramdan önce 7 gün o okulda birlikte mesleki çalışma yaptık. Haydi seminer döneminde il dışından seminer alan yabancılar vardı, beni tanıyamadınız. Okul açıldıktan sonra bugün 8.gün. Ben o okula 8 gündür gidip geliyorum. Derslere girip çıkıyorum. Öğretmenler odasında karşı karşıya geliyoruz. Bir defa başınızı kaldırıp "Hoş geldiniz, nereden geldiniz, branşınız ne idi" diye sorup bir aşınalığımız olsaydı, olmaz mıydı sayın hocam. Bu işi kaç yıldır yapıyorsunuz bilmiyorum ama gördüğüm kadarıyla hala acemiliğiniz devam ediyor. Benim bildiğim pazarlamacı kaz gelecek yerden tavuğu esirgemez. Önceden alt  yapısını oluşturur, alttan girer, üstten çıkar, satmaya çalışır. Biz de ihtiyacımız olmasa da en azından bir tane alırız. Kullanmasak da, yaptığın içimize sinmese de  hatır için yaparız bunu zaman zaman.  Görgü, dışarıdan gelen bir yabancıyı ilk gördüğünüzde hoş geldin demek ile başlar.

Siz yanıma yaklaşıp adımı sorduğunuzda ne yalan söyleyeyim aklıma ne geldi biliyor musun? Merak ediyorsan anlatayım: Okula geldiğim andan itibaren okulun idarecileri dahil bu okulda hoş geldin diyen meslektaşımın sayısı bir elin parmaklarını geçmedi. 80-100 kadar öğretmenin arasından 8-10 kadar kişi yaptı bu medenice hareketi. Siz bana yaklaşınca ne yalan söyleyeyim: Bir kaç gündür okulda bir yabancı görüyorum, galiba bu adam bir öğretmen. Kaç gün boyunca ayıp ettim. En azından bir hoş geldin diyeyim diyeceksin sandım. Ya da bir tanıdığımdan selam getirmiş olmalı diye düşündüm. Ama ne yazık ki böyle bir şey olmadı. İnsanlık denen şeyin maalesef mektebi yok, pazarda da satılmıyor. Eğitim yuvasında bile biz bunu öğrenemediysek nerede öğreneceğiz bir düşün istersen. Bana hoş geldin demediğin için bir eksiklik hissetmiyorum, diyenlerde de bir eksilme meydana gelmedi bilesin. Ama sana tavsiyem iyi satıcı olacaksan önce nezaket, kibarlığı elden bırakmayacaksın ve adabı muâşerat ve protokol kurallarını iyi bileceksin, satıcılıkta iletişim yollarını iyi kullanacaksın. Ayrıca bir tercihte bulunacaksın. Ya öğretmenlik ya da pazarlamacılık. Atalarımızın sözünü hiç duymadın mı? Bir koltukta iki karpuz gitmez diye. Yine tereciye tere satmak gibi olmasın ama "Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için
Shakespeare'e gönderdiğinde, ünlü yazarın cevabı:
- Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın.." olur. Siz de bir tercihte bulunun ya öğretmenlik yapın, ya da tüm ağrılara iyi gelecek ucuz ilacın pazarlamasını yapın. Hem milletin ağrıları dinerse hayır dualarını da alırsınız emin olun.

Ayrıca haddim değil ama. Bu kadar kredi kartı ya da kredi borcunu niye yaptın, yarın öğrencilere ayağını yorganına göre uzat diye nasıl söyleyeceksin. Bayan olarak bu işi yaptığınıza göre kocanızın da bir işi vardır mutlaka. Siz çift maaşla geçinemeyip ekstreden krem satışı yapıyorsanız bu ülkede işi olmayan, işi olup da asgari ücretle çalışan, maaşını düzenli alamayan,  evine tek maaş girenler ne yapacak sayın öğretmenim. Biraz empati yapalım lütfen! Yok ben daha fazla kazanmak için bu işi yapıyorum diyorsan insanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa ikinci vadiyi ister, onun gözünü ancak toprak doyururmuş öğretmenim!

Kusura bakma! Derdim sen değilsin. Senin gibi böyle ikinci iş yapan binlercesi var maalesef. Bu yapılanlar bizde itibar zedelenmesine sebebiyet verir. Dünyada hiç kimse, kimseye itibar elbisesi giydirmez. İnsanlar kendi itibarını kendi kazanır ve kendine yakışanı yapar.

Hoş bulduk öğretmenim! Sana iyi satışlar... Bol kazançlar. İnşallah bu satışın esas işini aksatmaz. 28/09/2016


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde