Ana içeriğe atla

Bu öğretmene dilekçe yazmayı öğreten nedir acaba?

18 Mart Şehitler Günü münasebetiyle bir kulüp öğretmenimiz* Çanakkale Savaşı ile ilgili  okulun tüm öğrencilerine 2 saati aşkın bir belgeselin izlenmesini sağladı. Okulun bir salonu olmadığından koridora sıralar çıkartılarak günün anlamına uygun güzel bir etkinlik oldu.

Program sona erdikten sonra öğretmenimizin yanına giderek öğretmenim, çok güzel bir program oldu. Sizi tebrik ederim. Bir ara bu etkinlikle ilgili şu gün şu saatte okulun koridorunda şu belgeselin tüm öğrencilere izlettirilmesi için  izin ve onayın verilmesi... şeklinde bir dilekçe yazalım ki işi onaya bağlayalım olmaz mı dedim. "Ben formalite, kağıt kürek işlerini sevmem hocam, isteme benden bunu" dedi. Hocam işi resmiyete girdirmemiz lazım, öğretmenler ders defterlerine 'Çanakkale ile ilgili program yapıldı yazdılar. Sonra bak uzman öğretmenlikte yapılan etkinliklere de puan veriyorlar. Yarın benden etkinlik yaptım şu kadar, belge olarak ekleyelim dersin bulunamaz haberin olsun dedim. "Tamam hocam bir ara yazar getiririm" dedi.

Etkinliği yapalı bir ay oldu, iki ay oldu, istediğim dilekçe bir türlü gelmedi. Yanımdan geçerken sayın hocam dilekçe verecektiniz, unuttunuz galiba. Lütfen yazıp getirir misin dedim. "Ben dilekçe yazmayı bilmiyorum ki" dedi. Hocam yanıma uğra birlikte yazalım, ben de yardımcı olayım dedim. Tamam dedi. Yine bir kaç ay uğramadı yanıma.

Lisede okumakta olan öğrencilerin dilekçe yazamadıklarına şahit olmuştum da lisansı bitirmiş, alanında yüksek lisansı okumuş ve doktora yapmakta olan bir öğretmenden "Dilekçe yazmayı bilmiyorum" dediğine ilk defa şahit olmuştum.

4 ay sonra medyada "Askerliğini er öğretmen ve yedek subay olarak yapanlara geriye dönük 500 TL ödeme yapılacak. Bu durumda olanların kurumlarına dilekçe ile başvurmaları" şeklinde bir haber yer aldı. Bizim ki şimdi ne yapacak bakalım, çünkü dilekçe yazmayı bilmiyor dedim içimden. Baktım ertesi günü elinde bir kağıt ile odama girdi. Hak ettiğim paramın ödenmesini istiyorum dedi. Ne parası hocam dedim. Uzattığı kağıdı aldım. Baktım bir dilekçe. "Falan tarihte falan yerde askerliğimi er öğretmen olarak yerine getirdim. Hakkım olan 500 TL'nin yapılarak hesabıma yatırılması" şeklinde bir dilekçe idi. Hocam dilekçeyi siz mi yazdınız dedim. Evet dedi. Tebrik ederim  dedim. "Dilekçeye niye teşekkür ediyorsunuz ki " dedi. Teşekkür edilmez mi hocam! Nihayet dilekçe yazmayı öğrenmişsiniz dedim. "Ne alaka" dedi. Jeton düşmedi tabii. Hafifçe gülümsedim. Hocam işleme koyuyorum, hayırlı olsun diyerek işime koyuldum.

Sahi 2-3 ay önce dilekçe yazamadığını söyleyen bu öğretmenimize dilekçe yazmayı öğreten etken neydi acaba? Şimdilerde üniversiteye öğretim görevlisi olarak girmiş. Oraya müracaat ederken de ben dilekçe yazmayı bilmiyorum dedi mi acaba? Ha benimki de merak doğrusu. Her ne sebep olursa olsun o arkadaşa dilekçe yazmayı öğreten Rabbime şükürler olsun...

* Bugün okuldan gelirken 10 yıl önce başıma gelen bu olay aklıma geldi. Oturup özene bezene yazdım, yayınla butonuna basarak çıktım evden. Yolda yazıya bir göz gezdirmek istedim. Yazımı 7 kişi okumuş fakat sayfa yeniden taslağa dönüşmüş ve üstelik yazının yarısı da silinmiş. Nasıl oldu bir türlü anlamadım. Yoksa dilekçe yazmayı bilmiyorum diyen, bilişim teknolojisini çok iyi bilen bu değerli kişi, uzaktan sayfama müdahale mi etti yoksa?

Öğretmenliğe ilk başladığım zamanlarda yıl sonu fişlerini dolma kalemle tek tek yazardım, silinti ve kazıntı olmayacaktı. Tam bitirdim derken sınıfın en problemli öğrencisinin notunda yanlışlık yapar, listeyi sil baştan yenilerdim. Bu da öyle mi oldu acaba? Maalesef yazıyı yeniden kaleme almak zorunda kaldım. 30/09/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde