Ana içeriğe atla

Bir başkadır benim memleketimin insanı

Çıkrıkçılar içindeki umum tuvalete girdim. Göründüğü kadarıyla epey müşterisi var. Kapıların önünde sıra bekleyenler var. Boş bir kapının önünde beklemeye koyuldum. Sırasını beklediğim kapı hafifçe oynadı. Galiba içeride kimse yok, kapı rüzgardan oynadı. Boşu boşuna beklemeyeyim diyerek kapıya hafifçe vurdum içeride kimse var mı diye. Kapıya keşke vurmasaydım. İçeriden 75 yaşlarında bir amca çıktı: Çok sıkıştın galiba? Allah Allah şuna bak ya" dedi. Cevabımı beklemeden homurdanarak yürüdü gitti.
***
Aydınlık Evler semtinden aracımla 60-70 hızla İstanbul Yoluna doğru hareket halindeyim. Yolun karşı tarafından gelmekte olan 70-80 yaşlarında 5-6 kişi ellerini kaldırdı "Dur" diye. Anormal bir durum var galiba. Belki kaza oldu, belki araç lazım diye düşünürken durdum. Durduğum yerde yaya geçidi varmış. Aracın içerisinden özür diler gibi elimi göğsüme koydum, kusura bakmayın diye elimi kaldırdım. Buyurun geçin dedim. Yaşlı amcaların hepsi geçmeye başladı. Bir tanesi; eliyle- koluyla bana işaret etmeye başladı. Elini yere doğru götürüp yaya geçidini gösteriyor, sonra baş parmağıyla işaret parmağını yuvarlak yapıp gözüne götürüyor. Ağzı da durmuyor. Tekrar elimi kaldırıp özür diliyorum. Ama nafile amca yine bildik hareketlerini yapmaya devam ediyor.
***
Derse girdim. Yerlere kağıt atılmış, duvarlarda yazı var. İşi temizliğe ve sınıf ortamını temiz kullanmaya getirdim. Ardından hangi birimiz evindeki masayı karalar ve oturduğu yere kağıt atar dedim. Sınıfın geneli atmayız dedi. Bir tanesi: Ben ders çalıştığım yere atıyorum dedi. Niye atıyorsun, kim temizleyecek deyince, temizleyen var: annem ve ablam cevabını verdi. Bu yaptığın doğru değil, önüne kül tablası koysan da onun içine bari atsan dedim. Kağıdı buruşturma işiyle kim uğraşacak dedi. Geriye kalan kısmında ders geçmek bilmedi ilk defa. Zil ile beraber kendimi attım dışarıya. Ertesi hafta katta nöbetçiyim. Teneffüste sınıfına girip adını öğrenmek istedim. Hangi çocuk dediler. Hani evinde yere kağıt atan çocuk vardı ya, o dedim. İsmini öğrendim ne işe yarayacaksa. Az sonra teneffüsünü yapıp gelen öğrenci yanıma geldi. Adımı sormuşsun niye diye. Hiç öğrenmek istedim dedim. Öğrenip de ne yapacaksınız dedi. Tanışmak istedim dedim. Tanışınca ne olacak dedi. Tanışmak iyidir dediysem de beni disipline verecek misin dedi. Hayır dedim. uzaklaştı gitti. Nereden de sordum adını. Niye temizlikten bahsetti isem. Çocuk atsın dursun evine. Hatta evi kağıttan çöp yığını hale gelse. Sonra gidip adını niye soruyorsun bre mübarek. O abla, o anne olduğu müddetçe anlayacağınız bu çocuk daha başka neler yapar kim bilir. Ben mi şimdilik şükür kurtuldum. 
*** 

İstanbul'da bir metrobüste bir yolcu ile şoför arasında tartışma yaşandığı, şoförün kafasına şemsiyeyle vurulduğu, aracın kontrolden yola girdiği,  çift katlı bir halk otobüsüne çarptığı, 3 aracı da altına aldığı, meydana gelen bu şemsiye kazasından 11 kişinin yaralı olarak kurtarıldığı belirtiliyor.  27/09/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde