Ana içeriğe atla

Kulağımıza küpe olsun!..*

Yarım asrı devirdim şu fani dünyada. Hayatın içinde her şeyi gördüm. Bana dünya nedir deseniz:  "Oyun ve eğlenceden" ibaret olan bu "imtihan" dünyasını menfaatperest insanoğlunun kaygı, tasa, dert, kan, gözyaşı, ölüm vb. işkenceye çevirerek hemcinslerine dar ettiği bir dünyadır derim.

15 Temmuz 2016 itibariyle yaşattıkları ise her şeyin tuzu- biberi oldu. Ölümlerden ölüm beğendirdi. Dünyayı iyice yaşanmaz kıldırdı bize. Dünya kuruldu kurulalı böylesini görmedi. Çekememezlik hastalığına yakalanarak yeryüzünde ilk kanı akıtan Kabil yapmadı bunların yaptığını. O; daha mertti, seni öldüreceğim demişti kardeşine. Öldürdükten sonra da hemen pişmanlık duymuştu yaptığına. Hz Adem'in otoritesini kabul etmeyerek üstünlük ve egemen olma nöbetine yakalanan İblis: Senin salih kullarını kandırıp yoldan çıkaracağım demişti Yaratanına karşı. Kıyamete kadar mühlet istemişti. Açıkça meydan okumuştu: Ben kötüyüm, benden çekinin, kendinizi koruyun diye. Eğip bükmedi hiç, saman altından su yürütmedi.

Günümüzde kendisini gizleyen; duruşu, oturuşu, konuşması ve davranışlarıyla insanlara güven veren bir tip daha çıktı ortaya. Kabil'den daha cani, İblis'ten daha sinsi. Kanlarımızda ve damarlarımızda dolaşan şeytana rahmet okutacak şekilde. Allah'la aldattı bizi. Sarığını, cübbesini giydi. Çıktı kürsüye. Allah, peygamber, Kur'an, hadis dedi. Barış, hoşgörü ve kardeşlik dedi. Hep ağladı. İki ceketim yok dedi, acındırdı kendisini. İnsanlığı kurtarmak lazım bu bataklıktan, bunun için eğitim, eğitim dedi. Kendim için bir şey istiyorsam namerdim, en büyük hayalim 'Kıtmîr' olmak dedi. Her farklı düşüncedeki devlet adamlarıyla iyi geçindi. Millete karşı farklı bir maske taktı. Biz o maskeye aşık olduk devletiyle, milletiyle. Malımızı-mülkümüzü, paramızı-pulumuzu verdik. Devasa binalar yaptı millet 'Allah rızası ve himmet' adı altında. Cennet böyle kazanılırdı zira. Yetmedi oğlumuzu- kızımızı da verdik iyi yetişsin diye. Çünkü eğitim, dini yaşantı bizim kırmızı çizgimizdi. Devlet de dine mesafeliydi zaten. Millet oluk oluk akıttı. Parayı ve serveti gören insanoğlu yerinde durur mu? Her sektörde varız artık diyerek devasa bir güç oldular.

Anadolu insanının tırnaklarıyla meydana getirdiği eğitim yuvaları para basmaya başladı bir süre sonra. Basında, medyada, ticaret sektöründe de kendilerini gösterdi. Para o kadar fazlaydı ki, dünyanın kanını emen sömürgeci bir devletin kendisine tahsis ettiği sırma köşklerde 17 yıldır ikamet ediyor hastalığını bahane ederek. Karargah merkezi orası artık. Oranın ekmeğini yiyor. Kim kimin ekmeğini yiyorsa bir müddet sonra onun kılıcını sallamaya başlar. Güven vererek kendisine emanet edilen Anadolu’nun zeki beyinleri devletin kilit noktalarına da yerleştirilmişti nasılsa. Üç yüz yılı aşkın bir şekilde Ashab-ı Kehf’in ayakları ucunda bekleyen kıtmirin vefası bir tarafa bırakılarak ihanet düğmesine basıldı. Hedefe ulaşmak için gerekirse taş üstünde taş kalmayacaktı. Çünkü efendileri kendilerine öyle emrediyordu. Bakmayın siz kendisine ‘Efendi’ dendiğine. Bunun ‘Efendi’ görünümlü durumu ise tam bir kölelikmiş, ‘Hizmet’ adını verdiği hareketi ise efendilerine hizmetmiş. Bir kölenin en büyük hayali, özgür olduktan sonra bir köle edinmekmiş. Bizde efendi, bir kurumda çalışan en alt birimdeki insanlara verilen unvandı. Kendisi ve adanmışları bu lakabı gururla taşıdılar hep. İsmiyle zikredenleri düşman bellediler. Kin, intikam ve başarma hırsı gözünü o kadar bürümüştü ki, kırk yıldır kazandığını  bir bir heba etti. Nasılsa cebinden tek kuruş koymamıştı. Mirasyedi idi zira.


Adam baştan beri, “Ben efendilerimin bendesi bir ‘Efendiyim’ demiş, biz yine anlayamamışız. Zira o, Nas süresinde geçen “Cinlerden ve insanlardan oluşan; insanların kalplerine vesvese veren -Şeytan’ın kardeşi- hannas” imiş. Şükürler olsun bu milletin verilmiş sadakası varmış. Geç de olsa bedel ödeyerek ihaneti anladı ve tek vücut oldu. Bundan sonra bizi “Allah’la aldatanlara karşı bu hareket kulağımıza küpe olsun. Tekrar girersek aynı delikten herkes bize: “Deli deli tepeli, kulakları küpeli” desin. 28/07/2016

30/07/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde