Bir padişahın sefer esnasında atının üzengisi bozulur. Eratın içerisinde tamirci aranır. Bir asker tamir eder. Padişahın hoşuna gider askerin ustalığı. Bir kese altınla ödüllendirir askeri.. Ardından askerin işine son verir. Adamları: "Oldu mu ya padişahım yaptığınız. Aynı anda ödül ve ceza verdiniz" derler. Padişah: "Oldu. Hem de çok iyi oldu. Çünkü üzenginin tamirini çok güzel yaptı. Demek ki bu konuda maharetli. Fakat bu bizim askerimiz. Görevi asıl askerliktir. Eğer bir insan bir başka işi kendi işinden daha iyi yaparsa esas kendi işini, asıl görevini ihmal eder. Bu yüzden askerlik görevine son verdim" der.
***
Ülker grubu bisküvi ile birlikte ün yapmış, kaliteyi yakalamıştı. Çalışanları Ülker'e gelerek: "Efendim! Kek, çikolata gibi alanlara da girelim" dediklerinde Ülker: "Gireriz girmeye. Hatta bisküvi gibi en alasını da yaparız. Fakat asıl işimiz olan bisküviyi unuturuz. Bu yüzden şimdilik bisküvi dışında bir başka alanda çalışmayalım, eforumuzu bir başka alanda tüketmeyelim" diyerek başka mamullere uzun süre girmez.
***
Hastanede aynı anda iki bebek dünyaya gelir: Biri bir Çingene ailesine ait, diğeri ise soylu ve itibarlı bir aileye. Zengin aile daha güzel görünen Çingene çocuğuyla kendi çocuklarını değiştirir. Aile çocuğu en iyi okullarda okutmak için çabalar, özel hocalar tutar, en iyi okullarda eğitim gördürür. Fakat çocukta beklenen başarı bir türlü gelmez. Çocuk fırsat buldukça sepet örmek için kendine meşgale bulur. Çünkü sepet örmede çok maharetlidir. Çingene ailesinin götürdüğü çocuk ise, önüne yapması için konan sepeti bir türlü örmez, hatta öremez. Ailesinin her türlü engellemesine rağmen çocuk okur, bürokraside iyi bir görev alır. Hikayede görüldüğü gibi her şey, herkes aslına çekiyor.
***
Kamu kurum ve kuruluşlarda işe adam almaktan ziyade adama iş bulunur. Çünkü işe uygun aday bulmaktan ziyade uhdemize verilen arpalıklara ahbap-çavuş ilişkisi içerisinde 'yakınlarımızı' doldururuz. Hiç emaneti ehline vermeyiz. Aldığımız eleman alındığı işte becerisini göstereceği yerde üzerine birinci derece vazife olmayan alanlarda maharetini gösterir. Başka işi yapa yapa esas yapacağı işi unutur, ya da ihmal eder.
***
Türkiye gibi yerlerde kamuda çalışanların büyük bir çoğunluğu sevdiği, istediği ve ilgi alanına giren bir işte çalışmaz. Zorla ya da zoraki girdiği işten emekleyerek emekli olur. Çünkü istemediğimiz bir evlilik yaparız. Esas maharet ve yeteneğimizi kamuda çalışırken ikinci işimizde gösteririz. İkinci işimiz bir müddet sonra asıl işimiz olur çıkar. Kamu görevimizi ise sosyal güvencemizin devamı için dostlar alışverişte görsün çerçevesinde yürütürüz. Çünkü kamuda yüksek performans aranmaz, düşük profil ile çalışılır, orası üretim yeri değildir. Kendi ikinci işimizde yorulur, birinci işimizde ise dinleniriz. Tıpkı bir piknik yeri gibidir kamu. İdare etme ve arazi olma yeridir orası. Asla sırtımız terlemez. Lafa geldiği zaman da mangalda kül bırakmayız: Boğazımızdan haram lokma daha geçmedi gibi iddialı sözler de söyleriz. Sözde dürüstlüğü de kimseye vermeyiz. "Benim gibi insan kamuda bu kadar paraya çalışmaz, değerim bilinmiyor" gibi sözlerle de kendimizi kandırdığımız gibi çevremize de "Bulunmaz Hint kumaşı" olduğumuz imajı vermeye çalışırız. Özel sektör, kamunun verdiği maaştan üç katı daha fazla versin asla özeli tercih etmeyiz. Genelde az maaşla kamuyu tercih ederiz. Çünkü garantili bir iştir bizim aradığımız. Oradan emekli oluruz. Sağ eli maharetli olana sol elini, sol eli maharetli olana da sağ elini kullanacak şekilde kamuda iş verilir. Yani salağa solak, solağa da salak iş veririz. Böylece yuvarlanıp gideriz. Sonuç: İliklerine kadar emdiğimiz kamu için: "Devlete 25 yıl hizmet ettim" der, yolumuza devam ederiz. Yolumuzu buluruz kısacası. yeter ki arayalım...
Ekmeğini yediğimiz çanağımıza pislemeyelim. Asıl işimizi layıkıyla yapalım. Tali işimizde boğulup kalmayalım. Namaz kılacağım derken orucu, oruç tutacağım derken namazı ihmal etmeyelim. Sap ile samanı karıştırmayalım. Her birini zamanında yerli yerinde yapalım. Malumunuz Ebrehe, Kabe'yi yıkmak için geldiği esnada aynı zamanda Mekkelilerin develerine de el koymuştu. Abdulmuttalip develerini istemeye gittiğinde Ebrehe: "Ben seni Kabe'yi yıkma diye ricaya geldin sandım. Halbuki sen, develerinin derdindesin" deyince Abdulmuttalip: "Ben develerin sahibiyim, develerimi istiyorum. Kabe'nin sahibi başkadır. O, Kabe'sini koruyacaktır" cevabı verir. Biz de uhdemize verilen esas işimize yoğunlaşalım. Çünkü o iş bize emanet olarak verilmiştir. Üzerimize birinci derece verilmeyen işlerle kendimizi avutmayalım...
Herkesin yeteneğine uygun, hakkaniyete uygun bir şekilde çalıştığı işte bir farkındalık oluşturacak şekilde değer/ler üretmesi temennisiyle...10/06/2016
***
Ülker grubu bisküvi ile birlikte ün yapmış, kaliteyi yakalamıştı. Çalışanları Ülker'e gelerek: "Efendim! Kek, çikolata gibi alanlara da girelim" dediklerinde Ülker: "Gireriz girmeye. Hatta bisküvi gibi en alasını da yaparız. Fakat asıl işimiz olan bisküviyi unuturuz. Bu yüzden şimdilik bisküvi dışında bir başka alanda çalışmayalım, eforumuzu bir başka alanda tüketmeyelim" diyerek başka mamullere uzun süre girmez.
***
Hastanede aynı anda iki bebek dünyaya gelir: Biri bir Çingene ailesine ait, diğeri ise soylu ve itibarlı bir aileye. Zengin aile daha güzel görünen Çingene çocuğuyla kendi çocuklarını değiştirir. Aile çocuğu en iyi okullarda okutmak için çabalar, özel hocalar tutar, en iyi okullarda eğitim gördürür. Fakat çocukta beklenen başarı bir türlü gelmez. Çocuk fırsat buldukça sepet örmek için kendine meşgale bulur. Çünkü sepet örmede çok maharetlidir. Çingene ailesinin götürdüğü çocuk ise, önüne yapması için konan sepeti bir türlü örmez, hatta öremez. Ailesinin her türlü engellemesine rağmen çocuk okur, bürokraside iyi bir görev alır. Hikayede görüldüğü gibi her şey, herkes aslına çekiyor.
***
Kamu kurum ve kuruluşlarda işe adam almaktan ziyade adama iş bulunur. Çünkü işe uygun aday bulmaktan ziyade uhdemize verilen arpalıklara ahbap-çavuş ilişkisi içerisinde 'yakınlarımızı' doldururuz. Hiç emaneti ehline vermeyiz. Aldığımız eleman alındığı işte becerisini göstereceği yerde üzerine birinci derece vazife olmayan alanlarda maharetini gösterir. Başka işi yapa yapa esas yapacağı işi unutur, ya da ihmal eder.
***
Türkiye gibi yerlerde kamuda çalışanların büyük bir çoğunluğu sevdiği, istediği ve ilgi alanına giren bir işte çalışmaz. Zorla ya da zoraki girdiği işten emekleyerek emekli olur. Çünkü istemediğimiz bir evlilik yaparız. Esas maharet ve yeteneğimizi kamuda çalışırken ikinci işimizde gösteririz. İkinci işimiz bir müddet sonra asıl işimiz olur çıkar. Kamu görevimizi ise sosyal güvencemizin devamı için dostlar alışverişte görsün çerçevesinde yürütürüz. Çünkü kamuda yüksek performans aranmaz, düşük profil ile çalışılır, orası üretim yeri değildir. Kendi ikinci işimizde yorulur, birinci işimizde ise dinleniriz. Tıpkı bir piknik yeri gibidir kamu. İdare etme ve arazi olma yeridir orası. Asla sırtımız terlemez. Lafa geldiği zaman da mangalda kül bırakmayız: Boğazımızdan haram lokma daha geçmedi gibi iddialı sözler de söyleriz. Sözde dürüstlüğü de kimseye vermeyiz. "Benim gibi insan kamuda bu kadar paraya çalışmaz, değerim bilinmiyor" gibi sözlerle de kendimizi kandırdığımız gibi çevremize de "Bulunmaz Hint kumaşı" olduğumuz imajı vermeye çalışırız. Özel sektör, kamunun verdiği maaştan üç katı daha fazla versin asla özeli tercih etmeyiz. Genelde az maaşla kamuyu tercih ederiz. Çünkü garantili bir iştir bizim aradığımız. Oradan emekli oluruz. Sağ eli maharetli olana sol elini, sol eli maharetli olana da sağ elini kullanacak şekilde kamuda iş verilir. Yani salağa solak, solağa da salak iş veririz. Böylece yuvarlanıp gideriz. Sonuç: İliklerine kadar emdiğimiz kamu için: "Devlete 25 yıl hizmet ettim" der, yolumuza devam ederiz. Yolumuzu buluruz kısacası. yeter ki arayalım...
Ekmeğini yediğimiz çanağımıza pislemeyelim. Asıl işimizi layıkıyla yapalım. Tali işimizde boğulup kalmayalım. Namaz kılacağım derken orucu, oruç tutacağım derken namazı ihmal etmeyelim. Sap ile samanı karıştırmayalım. Her birini zamanında yerli yerinde yapalım. Malumunuz Ebrehe, Kabe'yi yıkmak için geldiği esnada aynı zamanda Mekkelilerin develerine de el koymuştu. Abdulmuttalip develerini istemeye gittiğinde Ebrehe: "Ben seni Kabe'yi yıkma diye ricaya geldin sandım. Halbuki sen, develerinin derdindesin" deyince Abdulmuttalip: "Ben develerin sahibiyim, develerimi istiyorum. Kabe'nin sahibi başkadır. O, Kabe'sini koruyacaktır" cevabı verir. Biz de uhdemize verilen esas işimize yoğunlaşalım. Çünkü o iş bize emanet olarak verilmiştir. Üzerimize birinci derece verilmeyen işlerle kendimizi avutmayalım...
Herkesin yeteneğine uygun, hakkaniyete uygun bir şekilde çalıştığı işte bir farkındalık oluşturacak şekilde değer/ler üretmesi temennisiyle...10/06/2016
Yorumlar
Yorum Gönder