Ana içeriğe atla

Sorma şeker

"Dönüşte sen de avuçla! Yoksa bir daha vermem"

Bayram alışverişi için markette açılan şeker reyonuna uğradım. Bir de ne göreyim: Sütlü cam şeker. Konyalının deyimiyle sorma seker. Hem de jelatin ambalajlı. Sordukça ağzını tatlandıran bir şeker. Hemen geçmişe 1979 yılına süzülüp gittim:

Şimdiki Kule Sitenin olduğu yer otogardı. Özkaymak otobüsüne bindim Ankara'ya gitmek için. Zil ve anons sesiyle birlikte otobüslerin aynı anda hareket etmesi görülmeye değerdi: Düzen ve estetik harikaydı. Yanımda benimle birlikte sınava giden, orada tanıştığım Ramazan isimli hafız öğrenci ile yan yana oturdum. Konya dışına çıkıp Ankara yolunda seyir halindeyken muavin ikram servisi yapmaya başladı. İkram da yukarıda sözünü ettiğim sütlü, jelatinli cam (sorma) şekerdi.

Tüm yolcular teker teker şekerlerini aldı, sıra bize geldi. Ben de nezaketi elden bırakmayayım diye bir tane aldım. Yanımdaki yol arkadaşım ise kendisine tutulan şekeri avuçladı. Herhalde 10-15 kadar şekerin sahibi oldu. Aldığım şekeri sora sora 5-10 dakika sonra bitirdim. Yol arkadaşım ise şekerin birini bitiriyor, diğerini ağzına atıyordu. Kendisine ikram edilen şekeri ikram etmeyi de düşünmüyordu. İçimdeki çocuğu dışarı vuran bir cesaretle Ramazan'dan bir tane şeker istedim. Ramazansa önce bana baktı. Sonra cebine indirdiği şekerlere. Düşündü, taşındı. İsteksiz bir şekilde bir tanesini uzattı:
-"Bak şimdi sana bir tane vereceğim. Dönüşte mutlaka sen de şekeri avuçla, yoksa vermem bir daha" dedi.
-"Tamam Ramazan Allah razı olsun" diyerek şekeri ağzıma atıp yoluma devam ettim.
Dönüşte de maalesef avuçlayamadım.

Reyondaki gördüğüm şeker beni 1979'a götürdü ve hemen reyondaki görevliye:
-Kızım, şu sütlü cam şekerden verir misin?"
diyerek 79'daki özlemimi 36 yıl sonra geç de olsa giderdim. Yol arkadaşım Ramazan mı sanırım avuçladığını bitirmiştir... Bayramınız mübarek ola...16/07/2015


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde