Ana içeriğe atla

Kandıran mı Olmak istersin Yoksa Kandırılan mı?


Vücudumuzun diğer organları gibi dişlerimiz de Allah'ın bize bahşettiği en büyük nimetlerdendir. 28 olan diş sayısı yetişkin olduğumuzda 20’lik dişlerle birlikte 32’ye çıkmaktadır. Altlı üstlü sıra sıra dizilmişlerdir. Her birinin ayrı ayrı misyonu vardır. Azı, kesici ve köpek dişleri olarak isimlendirilir. Biri sancıdığı zaman tüm dişler ve vücudumuzun her bir tarafında o acıyı çekeriz. Kendimiz rahat edemediği gibi çevremize de huzur vermeyiz sancıdığı zaman.

Diş hekimlerini de bilirsiniz. Çoğumuzun korkulu rüyası. Diş sancısına dayanamayız. Son raddeye gelinceye kadar da dişçiye uğramayız. Bu yüzden sağlık açısından en ihmal ettiğimiz organlarımızdır dişlerimiz.

Bazılarımız onları kasap olarak değerlendirirse de diş hekimlerinin ortak özelliği bir dişi yaşatabildiği kadar yaşatmak. Kolay kolay çekmezler. Çürüyen dişlere önce dolgu yaparlar. Uzun süre dolguyla idâme ettiririz hayatımızı. Çürüme tabana yayılınca bu sefer kanal tedavisi uygularlar, üzerine kaplama vs. yaparlar. Son ana kadar dişi yaşatmak için mücadele ederler. Bütün bu vb. tedavi yollarını denedikten sonra son çare şeriatın kestiği parmak acımaz deyip dişi çekerler. Çekilen dişi de atmazlar. Diş hekimliğinde öğrenci olanlar öyle zannediyorum o dişler üzerinde inceleme yaparlar.

1989 yılında çürük diye dolgu yaptırdığım azı dişim 2007 yılında yeniden sancıma yapmaya başlayınca Kemal Elitemiz isimli bir diş hekimine gittim. Dişimi muayene ettikten sonra “Kanal tedavisi uygulayacağız. 35 yıllık hekimlik tecrübeme dayanarak söylüyorum bu diş olmaz ama deneyeceğim.” Dedi. Başladı kanal tedavisini uygulamaya. Tedavi bana zaman zaman sancı verse de Kemal Bey aynı zamanda tedavi ile birlikte oynayan dilimle de mücadele ediyordu. Bir ara “Ben hayatımda böyle büyük dil görmedim.” Dese de. Dişimin olmayacağını söylediğine mi üzüleyim, dilimin büyük olduğunu söylediğine mi güleyim, derken geçici dolgudan bir hafta sonra da gerçek dolguyu yaptı. 2007’ de tedavi uygulanan dişimi en sonunda 2015 yılında kaybettim. Allah rahmet eylesin.

Ben dişleri; aralarında iş bölümü olan, birbirinin eksikliğini tamamlayan iyi gününde ve kötü gününde birbirine destek olan kardeşler olarak değerlendiriyorum. Biri sancıdığında tüm kardeşler etkilenir. Sonradan kardeş olarak gelen 20’likler çok da hayır etmezler. Ama diğer dişler kenetlendikçe kenetlenir daima. Dişçiler ise bizim kıymetini hiç bilmediğimiz, hor kullandığımız dişlerimizi yaşatmak için var güçleriyle tedavi üstüne tedavi uygularlar.

Dişleri, bir ülkede yaşayan birbirine kenetlenmiş vatanın evlatları olarak görürüm. Dişin biri çürüyüp çekildi mi diş sisteminin dengesi bozulmaktadır. Çekilen dişin görevini diğer dişler daha fazla efor sarf ederek çözmeye çalışırlar. Dişler yok oldukça yiyen kimse yediğinden tat almamaya başlıyor. Diş doktorlarını da evladı iyalini her türlü tehlikeye karşı koruyan ebeveynlere benzetirim.

Nefsim, ”Kardeşim; diş, dişçi, kardeş, ebeveyn... ne iş, ne alaka?” demeye başladı bile. Biraz sabretse belki sonunu getiririm. Sonra 9 ay annen sana iyi sabretmiş gerçekten.

Ben kendimi bildim bileli bu ülkenin bir Doğu sorunu var. Geçmişten beri gelen her bir hükümet iyi niyetli bir şekilde Doğu ve terör sorununu çözmeye çalıştı. Her gelen de silaha silahla karşılık verdi.Tabir yerindeyse bataklığı kurutmaktansa sivrisinekle uğraşmaya devam etti. Ülke gelirinin büyük bir gideri terör ve askeri harcamalara harcandı.Terörle uğraşmak ve mücadele etmek aynı zamanda çok pahalıya geliyordu.Tıpkı diş tedavisinin de diğer sağlık harcamalarına göre daha pahalı olduğu gibi. Geçici başarılarla birlikte kesin zafer maalesef bir türlü gelmedi. Çözüleceği yerde daha da arttı. 30.000-40.000 gencimizi heba ettik. Hep analar ağlamaya devam etti. Ölen gençlerimiz geri gelmedi tıpkı çürüyüp çektirdiğimiz dişlerimizin geri gelmediği gibi. Devlet de aynı çatı altında birlikte yaşatmak için tıpkı dişleri yok etmemek için uğraşan doktorlar gibi didindi durdu. Ama ne kan durdu, ne de gözyaşı.

Son hükümet de çözmek için kolları sıvadı. Adına da “Çözüm süreci” dedi.Yıllarca didindi. Öncekilerden farklı bir metotla masada çözelim dedi. Her çözüme yaklaşıldığında dişlerin arasına düşman kalıntılar girdi kardeşler arasına. Diş aralarındaki yemek kalıntılarını çıkarmadan uyumak olmadığı gibi bu mesele için de “Gerekirse baldıran zehri içmeye” ant içilmişti. İki kardeş, aralarına giren ayrılık ve bozgunculara yine maalesef yenik düştü. Yıllardır akmayan kan yine akmaya başladı.

Sanal alemdeki bazı paylaşımlara bakıyorum. Bazı insanlar, ” Ben demedim miydi bu iş böyle çözülmez, şöyle çözülür diye, bunlar şundan anlar, bundan anlar, çok taviz verildi, terör bundan dolayı azdı, onlar sizi kandırdı, terör ve teröristle masaya oturulmaz...vs” demeye.

Bir eğitimci olarak 24 yıl Milli Eğitimin değişik kademelerinde öğretmen ve yönetici olarak çalıştım halen de çalışmaya devam ediyorum. Okulları en fazla uğraştıran öğrenciler, yaramaz öğrencilerdir. Okul idareleri, yaramaz öğrencileri kazanmak için nasihat, ödül, uyarı, ceza, aileyi çağırma, başka okula nakil vb tüm yolları dener. Çoğu zaman da görmezden gelir. Amaç öğrenciyi okula ve topluma kazandırmaktır. En son çare örgün eğitimin dışına çıkarmaktır.

Bu ülkenin tüm insanlarını da bir vücudun azalarına, dişlerine benzetmek gerekir. Dişler evli eşler gibi görünmektedir. Tıpkı Kürt-Türk evlilikleri gibi. Başka halklar ayrılır belki ama Türk-Kürt ayrılamaz, çünkü kız alıp vermişlerdir. Diş doktorunun da dişleri bir arada sağlıklı tutmak için çaba göstermesini takdir etmek gerekir. Barış ve kardeşliği tesis için her yol mutlaka denenmelidir. Kandıran olmaktansa kandırılan olmak daha iyidir. Şu hikayeyi hepimiz okumuşuzdur: ”Ünlü sporcu, alanında Dünya şampiyonu olmuştur. Büyük paha biçilmez ödülünü alıp adamlarıyla birlikte zafer turu atarken yanına yaşlı bir kadın yaklaşır. ”Efendim, çocuğum çok hasta ameliyat olacak, paramız da yok, yüklü bir paraya ihtiyacım var.” Deyince şampiyon aldığı tüm ödülü kadına verir. Adam yine zafer turu atmaya devam eder. Adamları ertesi gün şampiyona gelirler. ”Efendim, kadının çocuğu yokmuş, üstelik çocuğu da hasta değilmiş, onca parayı da boşu boşuna verdiniz. Kadın dolandırıcı imiş, kandırıldınız.” Deyince şampiyon: ” Bugün duyduğum en güzel haber bu, demek kadının çocuğu hasta değil miymiş” diye cevap verir.

Kardeşler kendi arasında tıpkı dişler gibi kenetlense, diş hekimlerinin korumacılığı gibi birbirini korusa kıyamet mi kopar. Zaten ahiret inancı olan kişi öldürmez. Ahirete inanmayan da 75 yıllık hayatını sona erdirmez.

Son söz, barış ve kardeşlik yolunda kandıran olmaktansa kanan olmak daha iyi değil mi?
O zaman bu neyin nesi, Allah aşkına! Olsa olsa akıl tutulması olur...
Nefsim yine durmadı:”Bu yazı bu kadar uzun mu anlatılır, sıktın artık” demeye başladı. Bre nefsim bizim terörümüz de uzun değil mi zaten?......  29/07/2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde