Ana içeriğe atla

Senin suçun benim rüyama girmek

-Üstad, arkadaşların hep bir yerlere geldiler. Sen niçin gelemedin?
-Ben de geldim aslında, ama tutunamadım.
-Niçin?
-Adamın rüyasına girmiş olmalıyım. Canımı zor kurtardım.
-Nasıl rüya? Ne demek bu?
-Uzun hikaye, boş ver.
-Anlat hele. Ben dinlemeyi severim. Fazla konuşmam biliyorsun.
-Hikaye sever misin?
-Kaliteli olursa bayılırım. Hele bir de düşündürürse.
-Osmanlı Döneminde arkadaşları iyi yerlerde makam sahibi olmuşlar: Her biri bir ilin kadısı. Sonunda kadıyü-l kudât makamına da yine kendi arkadaşlarından biri atanmış. Tüm kadıları atayan makam yani.
Beraber okuduğu arkadaşlarının makam sahibi olduğunu görünce baş makama çıkar. Bir görevde kendisine tevdi edilmesini ister. Kadı başı, boş yer yok der. Sonra yine gider falan ilin kadılığı boş, beni oraya ata diye. Orası sana göre değil, burası sana göre değil diye epey bir zaman oyalar. Yine bir gün gider Bağdat kadılığı boş, beni oraya ata diye istekte bulunur. Arkadaşı orası sana göre değil deyince, orası bana göre değil, burası bana göre değil. Ben ne zaman atanacağım diye serzenişte bulunur. Arkadaşı, dostum Bağdat Valisi ile anlaşamazsın. Cins, garip biri der demez. Mübarek ben herkesle geçinirim. Hatta valiyle bile deyince. Bağdat kadılığına ataması yapılır. Kadı'nın göreve başlamasıyla dönmesi bir olur.
-Niye dönmüş ki. Halbuki ne de çok istemişti Bağdat kadılığını.
-Arkadaşı baş kadı'nın yanına geri döner. Arkadaşı ne oldu, ben sana valiyle anlaşamazsın demedim mi der. Müstafi kadı anlatmaya başlar:
" Efendim sabah Bağdat'a göreve başlamak için gittiğimde yollarda idam sehpalarında asılmış insanlar gördüm. Geçtim makamıma oturdum. Az sonra vali geldi, idam sehpalarına ve idam edilmiş olanları gördün mü diye sordu. Gördüm dedim. Bana ne dersin bu konuda dedi. Ben de suçları vardır dedim. Vali bana, " Onların suçları benim rüyama girmeleridir, başka da suçları yok" deyince tası-tarağı toplayıp geri döndüm. Arkadaşı, ben sana valiyle geçinemezsin demedim mi diye sorar. Adam, "Efendim, ben herkesle, hatta valiyle de geçinirim. Ama adamın rüyasına girmeme gibi bir durumum yok. Bir gün adamın rüyasına girip kelleyi vermeme garantim yok. İşte bu yüzden geri geldim cevabı verir.
-Peki şimdi ne yapıyormuş?
-Kadılığı bırakıp Anadolunun bir köyünde yani taşrada küçük bir camide imamlık yapıyormuş. Rahatı da iyiymiş. Çünkü küçük bir yer. Büyük yerin derdi büyük olur. Bu yaştan sonra ağrımaz başımı ağrıtmayayım. Makam, mevki sizin olsun. Benim yeter ki huzurum olsun demiş.
-İlginçmiş gerçekten. Peki sen şimdi ne yapıyorsun?
-Ben de tıpkı müstafi kadı gibi taşrada küçük bir yerde görev yapıyorum.
-Sen de adamın rüyasına girmişsin.
Tam bir rüya bu. Rüyalar hayır getirsin inşaallah. İşin garibi gördüğü rüyadan dolayı adama " Niçin böyle rüya gördün" denemez. Demek ki kelle almanın bir yolu da rüyasına girmekmiş. Ta Osmanlı'dan beri kullanıldığına göre.
-Bize düşen vardır bunda da bir hayır demek...
-Son soru: Adam seni rüyasında görmüş mü?
-Kardeş rüya görüp görmediğini bilmiyorum. Rüyanın objektifliği yok biliyorsun. Adam görmeden de dedikodu kültürüyle, ya da iftirayla rüyama girdin dese inanmak zorundayız. Çünkü rüya bu. Rüyalara zincir vuramazsın. İnsanlar hele amirler de tıpkı diğer insanlar gibi rüya görme hakkına sahipler. Madem ki bu hak verildi. Adamlar tepe tepe bu hakkı kullanacaklar. 21/11/2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde