Ana içeriğe atla

İncinen gönüllere...*

-Seni etkileyen, sende unutulmaz yaralar açan, dil yarasından beter bir yaran oldu mu?
-Oldu maalesef
-Nedir o?
-Gönül yarası.
-Bu ne demek şimdi?
-İnsanın onuruyla oynanması, incitilmesi.
Kullanılıp kullanılıp atılması, kedinin fareye boğdurulması gibi bir şey.
-Bu ne zaman oldu?
-Bundan 16 ay önce bu ülkede bir milat yaşandı. Ahmet'e kızıldı. Hıncı Mehmet'den alındı. Kelle avcılığı yani.
-Şu bilmeceyi bırak. Sadede gel.
-Sana kokusu gelmedi anlaşılan.
-Hayır ben bir şey hissetmedim.
-Yoksa  "Bana dokunmayan bin yaşasın", 'bana ne' veya "Sükut altın" mı dedin?


Sağır sultanın duyduğu, b.k böceğinin bile rahatsız olduğu kokuyu hissetmedi isen bence burnunu göster. Bence suç burnunda değil, vicdanında. Yok yok kalbinde sorun var senin.
-Mübarek bu kadar şeyi söylediğine göre sen gerçekten incinmişsin. Sayınız çok mu bari?
-Çok mu da laf mı?
-Haydi şu meseleyi aç artık. Milat meselesi ne?
-Mesele insanın onuru meselesi. Ama açmayacağım. Şu fıkra ile bitireceğim bu konuyu:


Papazın biri Kilisede vaaz ederken insanlık hali sesli bir şekilde yellenir. Konya tabiriyle osurur. Cemaatinin bakışları arasında neredeyse yerin dibine geçer. Güç bela vaazını bitirir. Bir daha da vaaza çıkmaz. Kendi kendine : "Bu memleketi terk edeyim. İnsanlar unutunca geri dönerim" der ve ayrılır çok sevdiği memleketinden.


Yıllar yılı başka memleketlerde görev yapar. Sıla hasreti ağır basar 12 yıl sonra memleketine dönüş yapar. Girişte bir çocukla karşılaşır. Onunla konuşmak için yaklaşır.
-Hey çocuk adın ne?
-John, efendim.
-Kimin oğlusun?
-Bakkalın oğluyum.
-Kaç yaşındasın?
-Efendim ben papazın yellenmesinden 6 ay sonra doğmuşum. Halen 12 yaşındayım.
-Siz kimsiniz efendim?
-Ben... Ben...Ben...


Yellenmesinin milat kabul edildiği memleketine 12 yıl geçmesine rağmen boynu bükük bir şekilde girer.
-Hikaye ilginçmiş.
-İlginç olmaya ilginç ama papazın yaptığı gayri ihtiyari bir durum. Her birimizin başına gelebilir. Bizimkiler içine ettiler. Kokusu da zor çıkar. Daha da kötüsü iyilerin sessizliği.
-Yine anlamadım, yine anlamadım. Fakat 16 ay geçmiş hâlâ unutmadın mı?
-Unutulmaz. Çünkü aslan düştüğü yerden kalkar. Bana eşekten düşeni getirin. Beni en iyi eşekten düşen anlar olmaz mı? Sana tavsiyem inciten olma. Zira bir gün incinirsin.


* 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle incinen kalplere armağan olsun...
23/11/2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde