17 Aralık 2024 Salı

Evhamın Böylesi

Yaşını başını almış, emekliliği gelmiş biri öğle namazını kılmak için lavaboya gider, abdestini alır.
Sonra mescide giderek namazını kılar.
Namazını kılıp dışarı çıktıktan sonra secdeye gittiği zaman belinde serinlik hissettiği vesvesesi aklına damar.
Kendisini bir düşüncedir kaplar. Acaba belim açılmış olabilir mi? Öyle ya bel açılmış olmasa bu serinlik niye gelsindi.
Namazım bozuldu mu, kıldığım bu namaz oldu mu diye bir din hocasına sorar. Bozulmaz, Allah kabul etsin dese de bunu yeterli görmez. Çünkü evham alır başını gider. Bir başka din hocasına da sorar. O da aynı şekilde bozulmaz, iadesine gerek yok der.
Tamam o zaman dese de vesvese başının etini yer. Ya namazım olmadıysa der durur. Çünkü fetva veren din hocaları da yanılmış ve yanlış fetva vermiş olabilir diye düşünür.
Olmayacak böyle, ne olur ne olmaz deyip tekrar namaz kılmaya karar verir. Namazı iade etmekle de kalmaz. Abdest de almaya karar verir.
Abdesti niye aldı. Lavabo ihtiyacı geldi de o yüzden mi aldı ya da belim açıldıysa sadece namaz değil, abdestim de bozulmuş diye mi düşündü bilinmez.
Her neyse bu vesvese kendisine pahalıya patlar. Abdest alırken lavaboda bir de düşer.
Nasıl düşmüş demeyin. Ayağını yıkamak için lavaboya kaldırınca tek ayakla durmaya çalışırken düşmüş olabilir. Çünkü tek ayakla durmak abdestte herkesin işi değil.
Bereket herhangi bir yerinde bir yaralanma yok.
Sonrası mı? Abdestin ardından namazını iade eder.
Sonrasını bilmem. Acaba lavaboya düştüm diye namaz kılmadan önce elbisesini değiştirmiş olabilir mi? Çünkü lavaboda yerler ıslak olur. WC'den çıkan her bir yere basar. İyi ki necasetten taharet aklına gelmemiş. Şimdi söylesem, iki defa kıldığı öğle namazını bugün kaza ederdi.
Neyse işin o kısmını bilmiyorum.
Bildiğim, bel açılmış olabilir şüphesinden dolayı kıldığı namazın kendisine pahalıya patladığıdır.
Bir meslektaşın başına gelen bu kuruntulu hali duyunca, aklıma bir öğrenci geldi. O da banyoda iken iğne ucu kadar kuru yer kalmayıncaya kadar tüm bedeni yıkamak kuralı aklına gelince, vücudumda kuru yer kalmış olabilir şüphesiyle üç defa gusül abdesti almış bir defasında.
Olur mu olur. Çünkü vesvese bu. Geldi mi? Gitmez.
Siz siz olun vesvese, evham, kuruntu, şüphe her ne derseniz deyin, bunlardan uzak durun. Yoksa hem kendinize hem birlikte yaşadıklarınıza hayatı zindan edersiniz.

16 Aralık 2024 Pazartesi

Takkem de Takkem

Yan tarafta gördüğünüz iki takke de benim. Kışın soğuk havalarda giyerim.
Koyu olanı eskiden beri var. Nereden aldı isem, kafama giymenin dışında bir faydasını görmedim. Çünkü kafama geçirdiğim zaman beni soğuktan koruyacağı yerde, dışarıda ne kadar soğuk varsa içe çeken bir özelliği var. Kafamda da düzgün durmaz. Her giydiğimde kıvırdığım yerlerin yeri değişir. Pek işimi görmediyse de soğuk havalarda başına bir takke geçirseydin diyenlere tampon görevi görüyordu.
İşime yaramasa da dostlar alışverişte görsün türünden ve psikolojik olarak rahatlatıyordu.
Ben kışları böyle geçirirken zaman zaman soğuk havalarda takkesiz çıktığım oldu. Çünkü ne zamandır giyiyormuşum. Yıkanması gerekiyormuş. Yıkayacak zamanı buldun mübarek. Bu havada takke mi yıkanır demiş oldum. Bekledim ki keşke yıkamasaydım. Bir daha öyle yaparım demesini. Ne mümkün. Demez mi başına güzel bir takke daha al diye. Belli ki takkecilerle ortaklığı var benim evin.
Baktım olmayacak. Çünkü güllük güneşlik havalarda yıkanmayan takkem nedense zemheride yıkandı. Hem de kaç defa.
Yeni bir takke daha alayım da biri yıkandığı zaman diğerini giyeyim ki kellem üşümesin.
Ne zaman, nereden, kaça aldıysam, paraya kıyıp alttaki krem takkeyi almışım. Artık iki takkem olmuştu.
Ama bu son aldığım tam kafama oturdu. Giyerken de çıkarırken de düzeltmeye ihtiyaç duymadım. Kafama geçirince de kafam ne rüzgarı aldı ne de soğuğu. Kim örrdüyse sıkı örmüş. Aldığı parayı hak etmiş. O kadar sıcak tutuyor ki o soğuk havalarda kafam hava alsın diye zaman zaman çıkarmışlığım olur. Bir iyi yönü daha var. Kafama geçirince tarak kullanmaya da gerek yok. Çünkü ne kadar saç varsa saçlarımı bir güzel taramış oluyor, asfalt gibi.
Baktım iyi, işimi de görüyor. Kışın soğuklarını görünce koyu olanı değil, bu krem olanı kullandım. Çünkü çok memnunum kendisinden.
2024'ün soğukları kendisini gösterir göstermez pardösü ile birlikte bu krem takkeyi de giymeye başladım. Nereye çıktıysam kah başımda kah cebimde taşıdım. Hele sabah erken saatlerde işe giderken çok hora geçiyor diyebilirim.
Takkeden o kadar memnunum ki sanırım nazar değdim takkeme.
Bir çarşamba okuldan geldim. Oğlana haydi akşam yemeğini bu defa lokantaya gidelim dedim. Çıktık birlikte eve yakın işlek bir lokantaya gittik. Karnımızı doyurup geri eve geldik.
Ertesi gün çarşıya çıkacağım. Kaşkolü boynuma attım. Ceketi giyip pardösüyü üzerine geçirdim. Gözüm takkeyi aradı. Yoktu. Cepte olabilir mi dedim. Yoktu. Ceketin cebine baktım. Yok. Evin her bir yerini tek tek yokladım. Yoktu. Oğlana, evlat! Akşam lokantaya giderken başımda takke var mıydı dedim. Vardı galiba dedi. Demek ki lokantada kaldı o zaman dedim.
Yöneldim lokantaya. Kasadaki hanım kıza, dün akşam şu masada yemek yedik. Takkem burada kalmış olmalı dedim. Komilere sordu kadın. Gidip dediğim masaya ve koltuklara baktı. Yok dedi görevli. “Abla, unutulan eşyayı size veriyoruz. Şu dolapların gözüne bakar mısın” dedi. Kadın her bir dolaba baktı. Burada kalmamış dedi. Teşekkür edip ayrıldım.
Dışarı çıktım. Hava ayaz mı ayaz. Üşüyerek çarşıyı boyladım. Hem giderken hem dönerken ne kadar soğuk varsa aldım.
Eve girince baktığım yerlere bir daha bakarak takkeyi aradım. Lokantada yoksa evde de yoksa bu takke yer ayrılıp içine mi girdi o zaman? Acaba okulda dolabımın gözünde bırakmış olabilir miyim dedim. Ama okulda kaldığına hiç ihtimal vermedim.
Ertesi günü tekrar lokantaya gittim takkeyi aramaya. Çünkü içeride müşteri var. Üstünkörü baktılar. Müşteri boşalınca belki bakmış olabilirler ve takkeyi bulup kasaya getirmişlerdir belki dedim. “Beyefendi dün de geldiniz. Burada kalmadı” dedi hanımefendi kibarca. Nereden bilebilirdim bir önceki günkü kadın olduğunu. Makyaj yapınca aynı kadın gözümde değişik göründü.
Oradan tekrar çarşıya geçtim. Perşembeden sonra cuma günü de tüm soğuğu yedim.
İçimde bir üzüntü. Üşüdüğüm bir tarafa. Gördüğü işlev yönüyle takke benim için önemliydi. Manen olmasa da benim için maddi değeri başkaydı. Öyle ya ayazı bol bu Konya’da şimdi takke fiyatları bu mevsimde kaçadır. Hadi paraya kıyıp yeni takke aldım diyelim. Yeni aldığım takke bu krem takkenin yerini tutacak mıydı? Ya koyu renkli takke gibi yok hükmünde bir takke çıkarsa aldığım. Tüh ya bir lokanta sevdası başıma ne iş açtı dedim kendi kendime. Lokanta parasının üzerine yeni takke fiyatı da ekledim. Bu yemek bana baya tuzlu geldi.
Cumartesi çarşıya çıkarken ıskartaya çıkardığım koyu renkli takkeyi geçirdim başıma. Sağ olsun, yine bildiğiniz gibiydi. Tüm soğuğu sanki takke giymemişim gibi başıma çekti.
Çarşı, pazar dolaşsam da ağzımın tadı kalmamıştı. Dört gün boyunca cenaze gibi dolaştım. Aklımda hep takke vardı.
Pazar günü kaybettiğim ve geri gelmez dediğim takkenin üzerine pazartesi sendromu çöktü. Yesem de tadı yok, içsem de.
İçimde umutsuz vaka olarak okul kaldı. Acaba takke okulda kalmış olabilir miydi? Ama oğlan takke başındaydı dediğine göre takkenin okulda kalması yüzde bir ihtimal bile değil.
Pazartesi sendromu hâletiruhiyesi içinde okulun yolunu tuttum. Nöbet defterini imzaladıktan sonra İstiklal Marşı öncesi derse hazırlık için dolabı açtım. O da ne? Benim dört gün boyunca aradığım takke dolabımda değil miymiş. Bir sevinç bir sevinç. Tıpkı eşeğini kaybettikten sonra bulan Nasrettin Hocanın sevinci gibi bir sevinç idi bendeki. Anlatılmaz ancak yaşanır. Bu durumdan beni bir Nasrettin Hoca anlar. Sakın at mı, deve mi, altı üstü bir takke demeyin. Hiçbir sevinç, kaybedilen bir şeyi bulmanın verdiği sevinci veremez.
Takkemi bulduktan sonra kim tutar beni. Pazartesi sendromu dediğiniz nedir ki. Soğuk ve yağmurlu bir havada dışarıda nöbet de tutarsın. On saat derse de girersin.
Mutlu olmak ve sevinmek istiyorsanız, lütfen kaybedin. Önce kaybedin sonra bulun. Masrafı da yok. Bedava üstelik.
Allah kimseye onca gündem arasında yazacak konu sıkıntısı yaşatmasın.

Diyanet'in Miras Hutbesi

Diyanetin cuma hutbelerinde okunmak üzere seçtiği konuların her yıl birbirinin tekrarından ve belirli gün ve haftaları takip etmekten ibaret olduğunu bilmeyenimiz yoktur. O kadar geniş bir müktesebatın dar bir daire içinde dönmesi olacak şey değil.
Diyanet niçin aynı çember içinde döner durur? Öyle zannediyorum, birçok konu Diyanet için cıs hükmünde.
Fakat Diyanet'in 6 Aralık 2024 tarihli hutbesi, "Miras: Sınırlarını Allah’ın Belirlediği Hak" başlıklı bir konu idi. Doğrusu bu konu ve böyle bir konu seçilmesi beni şaşırttı. Çünkü Diyanet netameli konulara pek girmez. Bizi özellikle beni şaşırtsa da bu konuyu ele aldığı için Diyanet’i tebrik etmek lazım.
Bildiğim kadarıyla Diyanet miras konusunu hutbede ilk defa işledi. Hutbe baştan sona mirasa ayrılmıştı.
İçerik olarak eksik olsa da uygulamaya yönelik bir öneri sunmasa da güzel bir hutbe idi.
Hutbe metninde “Anne babanın ve yakınların miras olarak bıraktıklarından erkeklere pay vardır; yine anne babanın ve akrabanın miras olarak bıraktıklarından kadınlara da pay vardır. Allah, miras malının azından da çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak belirlemiştir. " demek suretiyle Nisa süresi 7.ayete, hadis olarak da “Miras malını hisse sahipleri arasında Allah’ın Kitabı’na göre taksim edin…” ve “Allah’tan korkun ve evlatlarınız arasında adaletli olun.” hadislerine yer verilmiş. Ayrıca" Yüce Rabbimizin mirasla ilgili belirlediği sınırları asla ihlal etmeyelim." demek suretiyle Kur'an'da belirlenen miras taksiminin hududullah (Allah'ın koyduğu sınırlar) olduğuna işaret edilmiş.
Hem konu hem de içeriği yönünden hutbe güzel olsa da Diyanet,” Hak sahiplerine paylarını verin, kız çocuklarını mirastan mahrum etmeyin, dağıtımda adaletten ayrılmayın” gibi genel ifadeler kullanarak bu önemli konuyu geçiştirdi.
Hududullaha riayet edin derken miras taksimini genel hatlarıyla ele alan ayete yer verirken nedense varislerden hangisinin hangi oranda mirastan pay alacağını bahseden ve tek tek özele inen Nisa 11.ayete hiç değinmedi.
Bir taraftan hududullah derken diğer taraftan “Bunlar Allah’ın hududur” ayet mealinin yer aldığı Nisa 11’deki taksimattan bahsetmemesini açıkçası garipsedim. Çünkü bugün miras konusunda vereseler arasında dananın kuyruğunun koptuğu yer bu ayettir. Pekala genel ifadelerden sonra dinin taksimatı niçin bu şekil yaptığını da izah etseydi, kafalardaki müphemlere ışık tutmuş olurdu. Açıkçası Diyanet dostlar alışverişte görsün türünden bu konuyu ele almış ama sadede gelmemiştir.
Sadet nedir derseniz, günümüz insanı eşit paylaşımı esas alan Medeni Hukuk ile dinin 11.ayetinde belirttiği kadının erkeğe oranla yarım miras alması arasında sıkışıp kalmıştır. Medeni Hukuka göre taksimatı yapsa olmuyor. Dinî paylaşım yapsa olmuyor. Çünkü vereseler arasında eşit paylaşımda bile sorun çıkarken dini paylaşımda hayli hayli sorun çıkmaktadır. Her ne kadar hutbede de bahsedildiği gibi vereseler rızaya dayalı taksimat yapabilir dese de işin içine para ve mal girince rızaya dayalı paylaşım yapanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Günümüz insanını bu ikilemde kurtaracak formül, bence “Evlatlarınız arasında adil olun” hadisidir. Aile bireylerinin üstlendiği sorumluluğa göre bir taksimi esas almak sorunu çözer gibi geliyor bana. Çünkü sosyal olaylar zamana, zemine göre değişir. İki erkek kardeş bile aynı sorumluluğu üstlenmiş olmayabilir. Kız çocuğu erkek kardeşlerinden daha fazla taşın altına elini koymuş olabilir. Bu yönüyle Medeni Hukuktaki taksimat da çok adil olmayabilir.
Hasılı günümüzde en iyi taksim rızaya dayalı taksim olsa da rıza yoksa aile bireylerinin üstlendiği sorumluluğa göre farklı farklı oranlar belirlenebilir.

15 Aralık 2024 Pazar

GSM Operatörlerini Nasıl Bilirsiniz?

GSM operatörleri bir, iki yıllık paket açıklıyor. Bir tanesine giriyorsun. Taahhüt süresi olduğu için memnun olmasan da operatörden ayrılamıyorsun. Şayet ayrılmaya kalkarsan yüklü para ödemek durumunda kalıyorsun.
Bu yazdıklarımı bilmeyenimiz yok.
Yine GSM operatörlerinin ellerindeki müşterisini tutmaktan ziyade yeni müşteri arayışına girdiklerini, halen devam eden müşterisini kampanyadan yararlandırmayarak güle güle dediklerini, başka operatörlerden gelecek olanlara cazip kampanyalar düzenlediklerini de biliyoruz. Müşteri, biz sizin eski müşteriniz. Bu kampanyanızdan biz de yararlanalım dese de faydası yok.
Bundandır ki çoğu kimse sürekli üç GSM operatörü arasında hat değiştirip duruyor.
Hakkını yemeyelim her operatör taahhüt sürenin bitimine doğru o değilden arıyor. Kullandığınız paketin yeni fiyatı şu. Biz sizi şu kadar indirimli fiyattan devam ettirmek istiyoruz diyor ama söylenen rakam uçuk kaçık olunca müşteri yeni arayışlara giriyor.
Bu sene GSM operatörleri, sanırım yeni müşteri kazanamaz oldular ki işi baştan sıkı tutuyor. Mevcudu bari tutalım istiyor. Bundandır ki daha taahhüdün bitmesine 6 aydan fazla bir süre olmasına rağmen arayıp "Bu kullandığınız pakete 5 GB İnternet fazla olacak şekilde şu yeni kampanyamızdan yararlanmanızı istiyoruz. Paketin normal ücreti 2 bin küsur. Size özel 1400 indirimle şu kadar ücret ödeyeceksiniz" türünden izahat yapıyor. Bir de "biliyorsunuz ücretler sürekli artıyor. Sizin sürenizin bitimine daha var ama bu paketler yeni yıldan sonra daha da artacak" diyor. Yani aklın varsa gir yoksa gününü götürdün dercesine aba altından sopa gösteriyor.
Anlamadığım, bir yıllık taahhüdün bitmesine daha 6 aydan fazla bir zaman olmasına rağmen bu arama niye?
Müsaade edin de vatandaş taahhüt edilen süresini tepe tepe kullansın.
Haydi aradılar diyelim. Sahtekar esnafın, satacağı ürünün fiyatını müşteriye çok yüksek söyleyip sonra anormal bir şekilde fiyat düşürmesi gibi bu GSM operatörleri de 2 bin küsurluk fiyatları 300-400'e indiriyor.
Bu GSM operatörlerinin hepsi mi böyle yoksa benim hattını kullandığım operatör mü böyle?
GSM operatörleri şunu bilsin ki fiyatı yüksek çekip sonra iyice düşüren esnafı bizim insanımız hiç sevmez. Zira onları sahtekar olarak görür. Genelde kurumsallaşmamış esnaf bunu yapar.
Bildiğim kadarıyla üç GSM operatöründen ikisi halihazırda devletin elinde. Merak ediyorum, bunlar da mı küçük ve kurumsallaşmamış esnafın yolundan gidiyor ya da biz bize benzeriz. Tencere kapak gibiyiz. Yok aslında birbirimizden farkımız mı diyorlar? Eğer böyle ise yandık demektir.
Bu durum sadece GSM'lerde değil, ev internetlerinde de böyle. 50 megabit hızınızı şu kadar farkla 75 megabite çıkaralım telefonu açılıyor. 50 megabit hıxınızdan memnun değilim. Önce 50 megabit taahhüdünüzü yerine getirin. Çünkü randıman alamıyorum. Sonra 75 megabite geçeyim diyorum. Efendim, bunun için çalışıyoruz diyor. İyi de İnterneti açmaya gelen servis elemanınız, "50 megabiti bu hat zor çeker. Yükseltelim denirse kabul etmeyin. Boşa para verirsiniz" sözünü nereye koyacağız? Bari elemanlarınıza sıkı sıkı tembih edin de bu şekil çelişkiye düşmeyin. 
Sanırım GSM ve ev İnternet sağlayıcıları bizimle dalga geçiyor. 

Alışverişleriniz Hep Toptan Olsun!

Dul bir kadının çok güzel bir kızı varmış.

Kıza herkes talip ancak annesi kızı için 50 milyar mihr istiyormuş, daha aşağı inmiyormuş.

Kıza aşık bir oğlan varmış. Çalışıp didinmiş. Ancak 3 milyar biriktirebilmiş.

Babası oğlanın bu durumuna bigane kalmaz. Getir bakalım şu parayı. Gidip kızı isteyelim der.

Oğlan parayı getirir ama umutsuzdur. Çünkü elde avuçta üç milyar var. 3 milyar bere, 50 milyar nere. Arada dağlar kadar fark var.

Kızın evine varırlar.

Baba kızın annesine, "Söyleyeceklerim bitmeden sözümü kesme. Kızını oğluma istiyorum. Aha bu da mihr olarak 1 milyar" der.

Kadının suratı asılır. Adam aldırmadan devam eder: "Seni de kendime istiyorum. Bu bir milyar da senin" deyince,

Kızın annesinin yüzüne bir tebessüm yerleşir ve

"Allah mübarek kılsın, hayırlı olsun" der. Böylece işlem tamamlanır.

Buna bir anlam veremeyen komşuları, “Hani 50 milyardan bir kuruş inmem diyordun” diyerek kadını sıkıştırırlar.

Kadın der ki:

"Toptan satışla perakende satış fiyatı her zaman değişir".

Yolda oğlu babasına sorar: “Kalan bir milyarı ne yaptın baba" diye.

Babası, "İkinci evliliğe razı olması için onu da anana verdim” cevabını verir.

Fıkra ya da hikaye bu kadar. Sakın ikinci evlilik caiz mi demeyin. Onu başkasının üzerine kuma gidecek kadın ile üzerine kuma gelecek kadına sormak lazım. İstenen 50 milyardan 1 milyara git olur mu demeyin. Adı üzerinde fıkra. Ayrıca Dul kadının dediği gibi tüm mesele, toptan satış ile perakende satıştan ibarettir. Öyle ya perakende daima yüksek olurken toptan da hep tenzilat olur.

Bu fıkrayı okuyunca Adıyaman’da 2000 öncesi çocuklarımı sünnet ettirmem aklıma geldi. Sadece oğlan babası değil, ben de böyle bir toptan sünnet yaptırmıştım da semeresini görmüştüm.

Şöyle ki:

Çocukları sünnet ediversin diye Kahta’da ün yapmış bir sünnetçi bulmuştum. Kaça sünnet yaptığını sordum. 2,5 milyona dedi. İndirim yapar mısın dedim. Hayır dedi. Bu fiyata tavdım. O değilden toptan olursa ne olur dedim. Toptan derken dedi. Üç çocuk var. Sünnet olacak dedim. O zaman beherini 2 milyondan yaparım dedi. 7,5 milyonu gözden çıkarmışken böylece 1,5 milyon cebimde kalmıştı.

Yine bu fıkra krizi iyi yönetmeye uygun bir fıkra olarak da anlatılabilir. Burada ilk baba krizi iyi yönetmiş. İkinci baba toptan indiriminden faydalanmış.

Etiket Hastalığımız

Bazen vermek istediğin mesajın anlaşılması için yerinde ve zamanında anlatılan bir kıssa cuk oturur ve fazla söze hacet olmaz. Çünkü kıssadan maksat hisse almaktır.

Ne yazık ki kutuplaşma, aşırı sevgi ve nefret, önyargı, bağnazlık ve fanatiklik, kıssalardan hisse alma dönemini geride bıraktı. Çünkü söylenen sözden ziyade kimin söylediğine bakar olduk.

Her ne kadar söylenen sözden ziyade söyleyene ve onun etiketine bakar olsak da sağduyusunu, basiretini ve ferasetini elden bırakmayanlar ve aklını kiraya vermeyenler için geldiğimiz noktayı ortaya koyan bir hikayeye burada yer vermek isterim:

Adamın biri yolda seyrederken bir kuyunun başında dinlenmekte olan ihtiyar bir bedeviye rastlar. Biraz su içmek ve dinlenmek için bedevinin yanına oturur. Selam kelamdan sonra bedevinin merkebinin sırtında duran yükün bir hayli ağır olduğu dikkatini çeker. Sırtına yüklenmiş aşırı ağırlıktan, hayvancağız neredeyse yere çökmek üzere olduğunu görür. Yükün ne olduğunu anlamak için ihtiyar bedeviye sorar:

“Bey amca, nedir bu hayvanın sırtına vurduğun yük? İhtiyar: O yükün bir tarafında ev ihtiyaçlarım olan gıdalar, diğer tarafta da onları dengeleyen toprak var” der.

Adam: “Peki amcacığım, o bir tarafa doldurduğun toprağı boşaltıp gıda maddelerini ikiye bölüp o şekil dengelesen daha iyi olmaz mı? Böyle yapınca hayvanın yükünü hafifletecek ve daha çabuk yol alacaksın. Yani yük yarı yarıya hafiflemiş olacak. Bu nedenle merkebin de rahatlayacak tabi.” şeklinde açıklama yaparak adama akıl verir.

İhtiyar bedevi: “İhtiyarlık işte bunu düşünememişim. Güzel ve doğru bir öneri. Öyle yapayım.” der.

Adam, ihtiyara önerdiğini gerçekleştirmek için biraz da yardım ettikten sonra “haydi uğurlar ola” deyip gitmek istediği istikamete doğru yürümeye başlar.

İhtiyar bedevi, adamın arkasından seslenir:

—Sen bir kabile başkanı mıydın?

—Hayır.

—Öyleyse bir din bilginisin demek?

—Yok. Ben ne kabile reisiyim ne de bir din bilgini. Halktan fakir biriyim deyince,

Morali bozulan ihtiyar bedevi, kendisine doğruyu öneren adama şöyle bağırır:

“Allah cezanı versin. Ben de seni bir şey sanmıştım. Bir halt değilsen bana nasıl yol yordam gösterme cüretinde bulunursun? Seni bir adam sandım ve merkebimin yükünü de bozup değiştirdim” diyerek az önce akıl verene veryansın eder. ve hayvancağızın yükünü tekrar eski haline çevirir.

Hikaye burada son bulur. Sakın bu hikaye bir bedevi ile fakir biri arasında geçmiş ve geçmişte olmuş diye düşünmeyelim. Asırlar geçse de ne saçma diyebileceğimiz bu yaklaşım tarzı günümüz bilişim ve teknoloji çağında da devam ediyor. Çoğu da tahsilli, makam ve mevki sahibi.
Gerçek şu ki insanların çoğunu fikirler değil, şahısların etiketi ilgilendiriyor. Halbuki söyleyene değil, söylenene bakmak gerek.

Not: Hikaye ve yer yer açıklamaları için Mehmet Cömert’e teşekkürler.

Hadise'den Hadise

Hadise adında bir sanatçımız var. Belçika doğumlu bir Sivaslı bir ailenin kızı imiş.
Nasıl müzik söyler bilmem. Merak edip hiç dinlemedim. Zira müziğinden ziyade giyim ve kuşamını gördüm. Farklı bir giyim stili var. Daha açık söylersem, kendi bilir ama çok açık giyinen biri. Sanatından ziyade giyim ve kuşamıyla dikkat çekmesinden dolayı pek tasvip ettiğim söylenemez.
Ben tasvip etmesem de Belçika ve Türkiye'de müzik alanında meşhurmuş.
Bir ara sanal alemde gezinirken ünlüler yılbaşı sahne rakamını açıkladılar diye bir haber önüme düşmüştü de bu işin piyasası neymiş diye merak edip sayfayı tıkladığımda, sanatçıların yılbaşı sahne fiyatları da bana çok uçuk gelmişti. İçlerinde en uçuk rakam da Hadise'ye ait idi.
Kimin nerede sahne alacağı, konser biletlerinin kaç para olduğu, sahne alan sanatçının kaç para aldığı hiç umurumda değil. Kimin ne kadar kazandığı ne kadar parası olduğu da. Hadise de nerede sahne alacak, sahne başına ne kadar kazanıyor, ne kadar gelir ve mülkü var, bunlar da ilgi alanıma girmez.
Bu konuyu daha doğrusu Hadise'yi konu edinmemin sebebi, yine sayfaları karıştırırken Hadise ile ilgili bir bilginin önüme düşmesi. Milliyet gazetesinin yer verdiği habere göre Hadise, "Ben saçımı boyatmak için Belçika'ya uçuyorum. Çünkü 17 yaşından beri benim saçlarımı boyayan en yakın arkadaşım Sevda. Onun dışında kimseye boyatmıyorum. Saçımı boyatmak için dünyanın öbür ucuna uçarım" dedi açıklamasına yer vermiş.
Bu haberi okuyunca, vay be, biz evimizin yakınındaki kuaför ve berbere giderken üşenirken Hadise uçağa atlayıp saç boyatmaya gidiyor.
Türkiye ile Belçika arasını merak edenler için söyleyeyim: 3300 km imiş. Gerçi bırakalım 3000 km'yi, kuaförü dünyanın öbür ucunda da olsa oraya da giderim açıklaması kararlılığını gösteriyor. Bu kararlıkta olan biri için mesafenin, yol meşakkatinin ve uçak masrafının bir anlamı olmasa gerek.
Gazete haberini dönüp dönüp okudum. Acaba satır aralarında "Ailem Belçika'da. Fırsat buldukça ailemin ve tanıdıklarımın ziyaretine giderim. Gittiğim zaman bu vesileyle kuaförüme de gider, saçlarımı boyatırım" şeklinde bir açıklama bulabilir miyim diye. Maalesef göremedim.
Kimin kazancını nereye, nasıl harcadığı da beni ilgilendirmez ama bu şekil para saçma, "Hay'dan gelen huya gider" sözünü aklıma getirdi. Her ne kadar bu söz "Allah'ın verdikleri yine Allah'a dönecektir" anlamına gelse de bu söz halk arasında, "Çabasız kazanılanların kolayca elden çıkabileceği" anlamında kullanılır.
Hadise ve diğer sanatçıların çabasız para kazandığı iddiasında değilim. Çoğu sesiyle ve endamıyla para kazanıyor. Her ne şekil kazanılırsa kazanılsın, herhalde bu para bu şekilde hoyratça harcanmasa gerek.
Hele ağır bir ekonomik buhrandan geçtiğimiz, çoğu insanın geçim sıkıntısı yaşadığı bu günümüzde, zenginin veya sanatçının uçağa atlayıp yurtdışına kuaföre gitmesi bu ülke adına acı verici. Maalesef bu ülkenin en büyük sıkıntısı sosyal adalet dengesinin olmaması. Zenginimiz çok zengin, fakirimiz de çok fakir. Sonradan görme zenginimiz nereye para savururum yaşantısı içinde iken fakirimiz geçim derdi için nereden kısarım hesabı yapıyor.
Ezcümle, zenginin parası züğürdün ağzını yorar hesabı, Hadise'nin parası senin elini yoruyor diyebilirsiniz. Hadise isterse parasını havaya saçsın. Kazancını istediği yerde istediği şekilde harcasın. Ama o kadar ihtiyaç sahibinin yaşadığı bu ülkede Hadise de para harcarken, Belçika'ya saç boyatmak için uçarken basına düşmeyecek şekilde bunu yapmalı. En azından bu ülkede bu kadar fakir var. Dikkat çekmemeliyim. Bu işimi dikkat çekmeyecek şekilde gizli yapmalıyım hassasiyetini gösterebilir. Gördüğüm kadarıyla böyle bir hassasiyeti ara ki bulasın.