23 Nisan 2024 Salı

Müteferriçliğimden Kesitler (1)

“Derdini, sıkıntısını gezerek atan kimse. Yürüyerek rahatlayan, dolaşarak sıkıntısından kurtulan kişiye” müteferriç denirmiş. Bu kelimeyi 2023’ün Ocak ayında duydum. Anlamını da bu vesileyle öğrenmiş oldum.

Adını ve anlamını bilmeden başladığım müteferriçlik, pandeminin Türkiye’de görüldüğü günlere (2020 Mart) dayanıyor. Yürüyerek dert ve sıkıntı ne kadar atılır bilmem ama bilinçsizce başladığım bu yürümenin; göbeğimin inmesine, ayaklarımın açılmasına ve vücudumun rahatlamasına faydalı olduğuna yüzde yüz inanıyorum. Hem bedenen hem zihnen dinçleştim. Hantallıktan kurtuldum.

2020’nin ramazan ayında iftar vaktini değerlendirmek amacıyla ikindiden sonra kendimi dışarı atarak 40 dakika yürüdüm ilk başlarda.

Marketlerde burnunu gösterip ağzını kapatan maskelilere, maske öyle değil, böyle takılır diyerek kurallara uygun maskemi takıp fotoğrafımı çekerek bu maskeli fotoğrafımı sosyal medyada paylaşmıştım. Paylaşımıma yorum yazanlara cevap verirken paylaştığım fotoğrafım gözüme ilişti. Göbek baya öndeydi. Göbeğim de kötü gözüküyor yazdım bir yorumcuya. O da evet dedi. Sen misin beni tasdikleyen deyip bu göbek eriyecek dedim. Ertesi gün tempolu ve uzun yürüyüşlere başladım.

Önce 1 saat, ardından 1.5 saat derken sonra 2, 3, 4, 5 saati buldu günlük yürümem. Bazı zamanlar beş saati de geçti.

Üç ay içinde göbeğimin eridiğini görünce yürümenin bir nimet olduğunu anladım ve o günden bugüne birkaç gün dışında fire vermeden yürüdüm. Fire verdiğim günün yürüyüşünü ertesi gün daha fazla yürüyerek telafi ettim.

Yürüyüş benim için artık bir görev ve hobi oldu. Yürümediğim zaman kendimde bir eksiklik hissettim.

Önceleri mahallemde yürüdüm. Parkurlarda döndüm durdum. Aşkan Mahallesinin girmediğim sokağı kalmadı. Alavardı Mahallesi, Köyceğiz, Tavus Baba gibi yerleri yol yaptım. Yürürken de çok tempolu yürüdüm. Genelde yokuşları tercih ettim. Yürüdükçe ayaklarım açıldı. Giderken gittiğim yolu dönüşte değiştirdim genelde.

Yürümek için havanın iyi olmasına bakmadım. Kar, kış, soğuk, rüzgâr dinlemedim. Sadece yağmurlu havalarda tripleks evin merdivenlerini inip çıkarak günlük yürüyüşümü yaptım. Hastanede refakatçi iken 8 katın merdivenlerine çıktım ve indim. Yürüyüşümü tamamladım.

Önceleri kaç kilo vermişim diye eczanelere giderek tartıldım. Sonra baktım olmayacak, bir baskül aldım. Yürüyüş öncesi kaç kiloyum diye tartıldım. Yürüyüş sonrası ne kadar vermişim diye tartıldım. Kilo verdiğimi gördükçe yürüme iştahım daha da arttı.

Bu kadar yürümekle diz kapaklarındaki sular biter, tamam, yürü de bu kadar abartma diyenler, göbeğimin indiğini görünce yürümekle iyi yapıyorsun demeye başladı.

Zamanla yarışmadığım, yanımda kimsenin olmadığı durumlarda, gideceğim her yere yürüyerek gittim. Bunda, insanların toplu taşımaya binmekten kaçındığı, kapalı ve insan yoğunluğunun çok olduğu ve insanların birbirinden kaçtığı, maske takma zorunluluğunun olduğu pandemi döneminin de payı büyük.

Yürüdükçe ayaklarım açıldı. Rampa yerlere bile çıkmakta zorlanmaz oldum. Bir ara dokuz dakikada birer km yapar oldum. Ayaklarım hariç, başımdan, belimden, tüm vücudumdan akmayan ter kalmadı. Dönüşte bir banyo, üzerine yemek ve çay tüm yorgunluğumu aldı.

Bana yürüyüşü sevdiren spor ayakkabım oldu. Yıllarca eskitemediği spor ayakkabım bu uğurda eskidi. Tavanları çatladı. Yeni bir spor ayakkabı aldım ama öncekinin yerini tutmadı. O değilden tamircime, spor ayakkabıların altını değiştiriyor musun dedim. Ben yapmam ama yapanlar var dedi. Başka tamircilere sordum. Yaparım deyince spor ayakkabıyı getirdim tamirciye. Koyacağı tabanı gösterdi. Rengi siyahtı. Benim ayakkabım açık renk. Bu tavan olmaz dedim. Sanayiden bulabilirsin beyaz alt tabanı dedi. Bir tanıdığıma telefon alarak beyaz taban bulurdum ve eskimiş sporun altını değiştirerek bu spor ayakkabısı benim için yürüyüşlerde yine vazgeçilmez oldu. Mübarek yormuyor hiç.

Yürüyüşün yanında bir altı ay kadar ekmek yemedim. Sadece kaşıkladım. Akşam yemeklerini mümkün olan en erken vakitte yedim. Akşam kırıntı türünden bir şeyler yemedim. Bazı özel günler hariç akşamları sadece çayla yetindim.

Dört yılı buldu yürüyüşüm. Son 2 yıldır yürüyüş temposunu ve yürüyüş mesafesini azaltsam da hala yürümeye devam ediyorum. Bir sonraki yazımda da aklımda kalan yürüyüş güzergahlarına yer vermek istiyorum.

22 Nisan 2024 Pazartesi

Sen misin Canı Künefe Çeken? (2)

Zile bastım. Kapı açıldı. Ooo diyecekler sandım. Gördüm ki normal günlerden bir gündü gelişim ev halkı için. Belki de hangi dağda kurt öldü ya da künefesizlikten iflahımız kesildi, nasıl yiyeceğiz diye düşünüldü. Belki de şok geçirdikleri için tepki verilmedi. Künefe künefe diye tutturan oğlan dışarı çıkacakmış. Zamanını buldun der gibiydi. 

Neyse oturduk yemek için. Oturunca eşofmanımda damlacıklar gördüm. Tek tük de samana benzer ince ince döküntüler. Damlacıklar yağmur damlaları, döküntüler de rüzgarın yerden savurduğu olmalı dedim ve zekama hayran kaldım. Öyle ya rüzgar eşliğinde yağmur vardı. Başka ne olacaktı. Yine de test için elimi dokundum damlacığa. Dokunduğumun yağmurla alakası yoktu. Elime bulaştı tatlı bulaşığı. 

Bir kalkış kalktım oturduğum yerden. Başka yerimde var mı derken gömlekte de vardı bulaşıklar. Adeta parlıyordu gömleğimde oluşan desenler. 

Sıcağı sıcağına yiyeceğim künefeyi bırakıp üzerimi değiştim ve ardından künefeyi bir beş dakikada bitirdik. Beş dakikalık zevk için gitmişti 330 ama olsun. Zevk için değerdi. Zaten zevk için yaşamıyor muyduk?

Ağzımda tadı, midemde künefe uykuya daldım. 

Öğleye doğru hem künefe tabağını verip hem depoziteyi alıp cebim para görsün. Sonra da çarşıya yönelmeyi istedim. Dolabı açıp pardösüyü giydim. Kaşkolü da boynuma attım. O da ne? Kaşkolde tatlı bulaşığı vardı. Bir hışım kaşkolü alıp banyodaki kirli sepetine attım. Bir gömlek, bir eşofman bir de atkıya sebep oldu bizim künefe sevdamız derken bir de baktım ki pardösünün sol tarafından elime bir şeyler bulaştı ve sertlik vardı. Gözümü çevirdim. Yukarıdan aşağıya sıvanmıştı künefenin yağı ve şekeri. Parlıyordu adeta. Üstelik pardösünün içi de künefe yemiş. Şuraya da süreyim desem bu kadarını beceremezdim. Adeta künefe yağı ve şekeri banyosu yapmış benim elbiselerim. Bundan demek ki tabakta niye şerbetini olmadığı. Böylece künefeden sadece ailem değil, giydiğim elbiselerim de nasibini almıştı. Öyle ya biri yiyip diğerleri bakarsa olmazdı. Bu vesileyle esas bayramı elbiselerim yaptı. Üç kişiye yeten; eşofman, gömlek, atkı ve pardösü olmak üzere yedi kişi yedik üç kişilik künefeyi... Diğerleri neyse de pardösüye bari bulaşmasaydı şu benim künefe sevdam. Hem kışı çıkarmadı daha. Üstelik geçen sene pardösüyü temizlemesi için kuru temizlemeciye verdiğim katmerli parayı unutmadım daha. Özel yıkama olunca para böyle oluyormuş. Eyvah ki eyvah. Bir daha eve künefe getirirsem iki olsun dedim. Ne vardı da eve getirmiştim. Ha gidip künefecide yeseydik olmaz mıydı? Bu künefe çok pahalıya patladı bana. Ama olan oldu. Son pişmanlık ise fayda etmez zaten.

Gözüm ıslak mendili aradı. Aldım yanıma. Pardösünün temiz tarafını kanepeye serdim. Çıkardığım ıslak mendillerle sanki halıya çay dökülmüş gibi sildim durdum. Hızımı alamayıp üzerinden birkaç kez daha geçtim. Pardösü anam ya dedikçe onu yerken düşünecektin dedim. Nerede bir bulaşık gözüme ilişmişse sildim. Oğlana da, evlat iyi ki annen evde yok. Akşamdan yıkanmadan çıkmaz künefenin bulaşığı, kaskatı olur bulaşan yer demişti. Burada olsa hiç sildirmez, kışın ortasında kuru temizlemecide alırım soluğu. Aman haberi olmasın dedim. Yoksa kış günü birkaç gün pardösüsüz kalacağıma mı yanayım, bu kış iki defa kuru temizlemeciye para ödeyeceğime mi yanayım. Aman ha aman dedim, sıkı sıkıya tembihledim. 

Kaç ıslak mendil kullandım bilmiyorum. Oldu tertemiz deyinceye kadar kullandım. Ardından sildiğim yerler hafif nemli bir şekilde pardösüyü giydim. Elime künefe tabağını alıp çıktım. Teslimatı yapıp  depoziteyi nakit aldım. 

Oradan çarşıya yöneldim. Pardösünün ıslak yerleri kurudukça sertleşmeye başladı. Düğmeyi açıp kapadıkça bu sertliği daha fazla hissettim. Pardösünün sağı yün gibi. Sağı ise sem sert. Bu kadarına da pes doğrusu. Başıma dert alayım diye uğraşsam bu kadarı başıma gelmezdi. Hemen Cafer'in Çilesi filmindeki Cafer'in çilesi gözümün önüne geldi. Kaderim kaderim desem de kendimin ördüğü bir kaderimdi bu. 

Bir ay daha giydim pardösüyü. Sol taraftaki sertlik eskisi gibi olmasa da her giyişimde bu sertliği hissettim ve gözümün önüne o akşamki künefe maceram geldi. İstemeden bir kabus yaşamışım ve bu kabus hala peşimi bırakmadı. Bereket kendi pardösümü kendim giyerim. Bir gün hanım, bu sefer ben tutayım diye pardösüyü eline alsa işte o zaman yandım demektir. Şükür ki kış bitti ve pardösü kuru temizlemeciye gitmek için dolapta bekliyor. Yakındır ne zaman vereceksin temizlemeciye denmesi. 

Aylar geçti. Künefenin tadı hala damağımda demeyeceğim. Çünkü tadı akşamdan bitti. Sabahında ise adeta zehre dönüştü. O gündür bugündür, künefeye ödediğim paranın acısı geçti ve unuttum. Kimse bir künefe olsa da yesek demiyor. Ki dense nasıl bir tepki vereceğimi elan kestiremiyorum. Gel gör ki bu zaman olmuş, neydi o künefe maceram öyle diyorum ve hiç unutmuyorum. Künefe midir yoksa sünepe mi bir türlü peşimi bırakmadı. 

Siz siz olun, künefeden uzak durun. 

İlla künefe ve ben. Ben künefesiz yapamam diyorsanız, lütfen bu iştahınızı künefecide giderin. 

Sakın ola sakın, eve getirmeyin! Nokta. 

Sen misin Canı Künefe Çeken? (1)

Aile efradım ekonomik kriz dinlemedi. Tutturdular ille de künefe diye. Ne de olsa arkalarında anaları var. Bir böyle... beş böyle. Baktım olmayacak. Künefesiz giderlerse kendimi affedemezdim. Geri kalan ömrümü de vara onlara bir künefe yedirseydim diye nedametle geçiremezdim.

O zaman yapacağım tek şey, sonu pişmanlık olacak bir aile faciasına yol açmadan bu künefe meselesini halletmeliydim. Bunun için akrep beni sokmadan elim cebime gidip gelmeliydi.

İyi de nasıl ve nerede yiyecektik? O değilden sordum nerede var bu künefeci diye. Neredeyse hep bir ağızdan evimize beş dakika mesafede cadde üzerindeki künefeciyi söylediler. Bilmem ne zade imiş adı da. Meşhurmuş üstelik. 

Bir zaman sonra caddeye çıktım. Gör gör, buradayız dercesine künefeci gözümün önünde belirdi. Burnumun ucundaymış meğer. 

Künefecinin yerini öğrenmiştim. Geriye gelmek kaldı buraya. Bir de künefe fiyatlarını öğrenmek. Benim için de en önemlisi bu idi. İçeri girip sormak olmazdı. Bunu da öğrenmek zor olmadı. Google amcaya sordum. Üç aşağı beş yukarı fiyatlar hakkında bilgi sahibi oldum. 

Gir artık içeriye dediğinizi duyar gibiyim. Bu işler gir demekle olmuyor. Bu aşamadan sonra bu fiyatlara kendimi alıştırmam gerekir. Değilse hazım sorunu baş gösterir bende. Mezar taşıma künefeden gitti yazılsın istemem.

Fiyatı hazmetmek kolay olmadı. Epey bir zamanımı aldı desem abartıdan öte bir şey olur. Tam kendimi bu işe hazır edince harekete geçeyim artık dedim. Ama bir sorunum daha belirdi kafamda. Acaba künefeyi künefecide mi yemeliydik, eve mi götürmeliydim?

Cep-akrep, fiyat ve künefeci yerini hallettikten sonra son sorun kolaydı. Yaptırıp eve götürmeliydim. Böylece sürpriz olmalıydı. Nasılsa yakındı künefeci. Sıcak yendiğine göre beş dakikada soğumazdı. 

Bir akşam yemeğinden sonra kimseye haber vermeden sessizce çıktım evden.

Girdim künefeciye. İçerisi, künefeci severlerle dopdolu idi. Güya bir de açlıktan bahseder birileri. Karşıladı beni gençten biri. Künefe siparişi vereceğim dedim. Uzattı önüme harita metot ebadında menü kitapçığını. Bir künefe siparişi verecektim ama künefenin de envaiçeşidi varmış. Hangisini seçeyim demedim. Gözüm, künefe çeşitlerinin altında yazan fiyatlara gitti. En uygunu da klasik çeşitmiş. 2-3 kişilik olanı 330 lira imiş. 100 lira da depozite alıyorlarmış. Bakır tabağı geri getirince iade ediyorlarmış. Siparişi verdim. Künefe hazırlanırken kasaya gidip kartı uzattım. Ödemeyi kartla yapınca bedava gibi geldi bana. Üstelik tabağı geri getirince üzerine de yüz lira vereceklerdi.

Az bekledikten sonra künefe hazır hale getirildi. Üzerinde firmanın ismi yazılı özel kartonun içine kondu künefe tepsisi ve eğmeden götürün dedi ambalaja koyan. Hiç eğer miydim? 

Sol elime alıp çıktım dükkandan. Eğmeden bükmeden, özene bezene götürüyorum. Eğer miyim hiç. Ne de olsa servet ödedim. Yine de korkuyorum eğmekten. Ne edersin ki korkunun ecele faydası yok.

Ben yürüdüm. Künefe de bana eşlik etti. Bir de rüzgarla beraber atıştıran yağmur ve soğuk. Tam ben bu işi kıvırıyorum. Ev halkı da bu sürprize çok sevinecek dedim. Üzerine zevkten gider deyip sol elimi hafifçe göğsüme dayadım. Sağ elimi cebime attım. Sonra gömleğin cebinden adını söylemeyeceğim şeyi çıkardım. Güç bela işimi hallettikten sonra yola koyuldum. Bir hızla eve geldim. (Devam edecek) 

20 Nisan 2024 Cumartesi

Okulların Yeni Rengi

Üzerime ne giysem, bana ne yakışır demem. Daha doğrusu neyin yakıştığından anlamam. Bulduğumu giyerim. Yeni bir şeyler alayım da demem. Modası da geçse eskimediği ve daralmadığı müddetçe rengi ağarsa bile üzerime yeni bir şey almam. Evim şunları yıllardır giyersin. İle karşı üzerine yeni bir şeyler al ısrarlarına, son raddeye gelinceye kadar direnirim. Baktım ısrar bezdirir noktaya gelince, olmayacak böyle deyip mağazaların yolunu tutarım. Giderken ya yanımda biri olur. Hangisi bana yakışır, söyle, onu alayım deyim ya da tezgahtardan yardım isterim. Hangisini dersen onu alacağım derim. Yanımda götürdüğümün ya da tezgahtarın göz zevki var mı yok mu bilmem. Belki de benden kurtulmak istedikleri için olsa gerek. Şu sana yakışır derler. Beğendiklerini gözüm kapalı alırım. Eve gelince şu beğendiğin renge bak derler ama olsun. En azından aldım. Al al faslı bitmiş olur. 
Kimsenin giydiğine, giydiğinin kendisine yakışıp yakışmadığına da bakmam. Üzerinde elbise var o kadar benim için. 
Bakma zevkim var ama seyir ve seyrettiğimden zevk alma duygum da yok. 
Estetikten zaten hiç anlamam. 
Yeme ve tat zevkim de yok. Sadece aç olayım ve sevdiğim yemek olsun. Bu göz ve bu mide bende olduğu müddetçe yemeye hayır demem. Siler süpürürüm. Midem doysa yeter artık dese daha da yiyeceğim yemek kalsa ya Rabbi keşke midemi büyük yaratsaydın deme noktasına gelirim. 
Renk körü olmasam da bazı ana renkler dışında renkleri de bilmem. Bazısını da karıştırdığım olur. 
Her kula nasip olmaz bunca özelliğim say say bitmez anlayacağınız. 
Bu demek değildir ki gördüğüm her renk ve görüntü benim için aynı. Zira renk renktir. Her renk güzeldir. Yeter ki yerinde ve kıvamında yapılsın. 
Zevklerle, renkler tartışılmasa da bu demek değildir ki zevk ve renk hiç dikkatimi çekmez ve haklarında hiç değerlendirmede bulunmam. Zira bu benim işim. 
Mesela son bir yıldır boyanmış ne kadar eski okul varsa, tercih edilen renk dikkatimi çekmiştir. Fark etti iseniz, yeni boyanan okullar hep yeşile boyanmış. 

Siz yeşile boyanmış bu okulların rengini nasıl buldunuz bilmiyorum. Belki çok beğendiniz belki de renk renktir. Tüm renkler güzeldir. Önemli olan renkten ziyade okulların boyalı olması bile dediniz. Belki de okulların bu rengi hiç dikkatinizi çekmedi belki de evimi boyatsam ben de bu renkten boyatırım dediniz. 

Bana gelince ne zaman bu renge boyanmış bir okul binası görsem, bu renk bana çok itici geldi. Hep niye böyle bir renk tercih edilmiş. Daha önceki rengi daha güzeldi diyorum.

Gerçekten yeni boyanan okul binaları için niçin bu renk tercih edilmiş olabilir? Daha doğrusu tercih mi yoksa zorunluluk mu? Bu renk konusunda benim bilmediğim bir emir veya genelge mi var? 

Sebebini bilmesem de aman bana ne demeyeceğim. İçimdeki merak duygusunu yenmek için bu renk tercihinin sebebini irdeleyeceğim. 

Milli Eğitim Bakanlığı bir okullar yeşil renge boyanacak diye bir mevzuat değişikliği mi yaptı? Mevzuat çıkarmasa da toplantılarda il müdürlerine bu rengi tercih edin ricasında bulunmuş olabilir mi? 

İl müdürlerinin bir tasarrufu olabilir mi bu renk? 

Okul müdürleri, toplantılarda okulları hepten yeşile boyayalım demiş olabilir mi? 

Okulların bu renge boyanmasını isteyen sponsor olabilir mi? İlle de yeşil olsun demiş olabilir mi? 

Bu renk, fiyat yönünden en uygun ve ucuz olanı olabilir mi? 

Okulların boyanması için ihaleye girildi de ihaleyi kazanan firma elimde bol miktarda sadece yeşil renk var. Bu renkle boyayacağım demiş olabilir mi? 

Bu renk elde kaldı da bari okullara harcayalım demiş olabilirler mi? 

İslam'daki haki renk yeşil deyip okullar bu yüzden bu renge boyanmış olabilir mi? (Her ne kadar yeşil dense de mavi renk İslam'da ki haki renktir) 

Sebep her ne ise okullara giydirilen bu yeşil renk hiç hoş durmuyor. Çok itici vesselam. 

19 Nisan 2024 Cuma

Çeyreğimizi Getirin!

Zamanın behrinde iki çocuğumun düğününe bir arkadaş, teşrif etmiş. Hediye olarak da her birine birer çeyrek getirmişti. Gel zaman git zaman düğün yapma sırası o arkadaştaydı. Davet etti gideceğim. Giderken de bir çeyrek değil, iki çeyrek götüreceğim. Çünkü garibimin tek çocuğu var. Piyasanın durumu malum. Çeyreğin de.

Uzatmayacağım. Çünkü bu durumu “Yandığımın Resmidir” başlıklı yazımla mizahi bir tarzda yazı konusu edindim.

https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2024/04/yandgmn-resmidir.html 

Bu yazımın altına, yazılarımın çoğunun altına yazdığı yorumlarla yazıma katkıda bulunan ve yorumlarıyla ufkumu açan Ra55 rumuzlu takipçim, başından geçen bir anekdotunu yorum olarak yazmış. İbretlik olduğu için bu yorumunu aynen alıyorum:

Maalesef çeyrek altın ile ilgili durumlar böyle. Sayın hocam çocuğunuza yaptığınız düğün davetiyesinin altına, NOT: Takı getirilmemesi rica olunur!" yazdırsaydınız, düğününüze takı getirmezlerdi ve siz de şimdi rahat ederdiniz.

Ancak, düğünlere götürülen her şey (altın, para, döviz, eşya, alet, edevat vs.) hediye babından olup, asla karşılığı beklenmez.

Ama gelin görün ki iş öyle değil. Biri sizin düğününüze çok ucuz olduğu için o zaman bir iki çeyrek alıp gelmiş, ama şimdi çeyrek öyle ucuz değil, ne yapacağız?

Eğer, siz o düğüne gitmeyin ve getirenin getirdiği çeyreği de götürmezseniz; fazla sürmüyor, bir hafta sonra telefon ile aranıyorsunuz ve "sende altınım vardı, getir" diyorlar.

Oğlumun düğününe davet etmediğim halde, bir arkadaşım, lüzumsuzluk yapmış, düğüne gelmiş, bir de gelirken ucuz olduğu için çeyrek getirmiş.

Aradan yıllar geçti, arkadaşım da beni düğüne davet etti. O ara ağabeyimin oğlunun düğünü ile aynı güne çakıştı ve düğüne gidemedim.

Bir hafta sonra telefon ederek düğüne getirdiği hediye çeyreği istediler.

O zaman daha çeyrek bu kadar pahalı değildi. Hemen bir çeyrek aldık ve eşim götürdü evlerine teslim etti geldi.

Son birkaç yıldır, artırdığımız para ile her ay bir çeyrek aldık. Çünkü, düğünlerine çeyrek götüreceğimiz sırada bekleyenler var.

Götürmezsek, hemen telefona sarılıp istiyorlar.
Ben en son çeyreği 4.125,00 TL’den almıştım. Demek 4.600,00 TL. oldu bile.

Sayın hocam Allah yar ve yardımcın olsun. Keşke çeyrekler ucuz iken, her ay bir tane alıp bir köşeye atsaydın. Şimdi rahat ederdin.

Selam ve saygılarımla.”

Mesele anlaşıldı sanırım. Bu yüzden hiç yorum yazmayacağım. Selam ve muhabbet bizden kardeşim.

Meğerse Sübyan Mektepleri Kapanmamış!

31 Mart mahalli seçimlerinin ardından seçmenin iradesiyle bazı belediyeler el değiştirdi. Bunlardan bir tanesi de Bursa Büyükşehir Belediyesi.

Seçimin ardından Bursa Belediyesine yönelik bir iddia sosyal medyada yer aldı. Dakika bir, gol bir türünden, tepki çeken bir icraata imza atmıştı Belediye bu iddia ile. 

Belediyenin bu tasarrufu sosyal medyada paylaşıldı durdu. Paylaşanlar arasında mürekkep yalamış kimseler çoğunlukta idi. Yani cahil, cühela kesimden değildi. 

Okudum bu paylaşımı. Ama içime sinmedi bu haber. 

Güya Belediye halk eğitim sübyan kurslarını kapatıp öğreticilerinin de işine son vermişti. Verdiğiniz dersi görün şeklinde yorum da yazılmıştı bu habere. 

Birkaç tanesine, halk eğitimler belediyeye değil, milli eğitime bağlı. Açılıp kapanmasına MEM karar verir. Belediye karışamaz. Denetimini bile MEM yapar. Haber asparagas olmalı yorumunu yazdım. Bazıları bu yorumum üzerine paylaşımını sildi. Bazıları hiç oralı olmadı. Paylaşımını da silmedi. 

Gariplik şurada idi: Belediye Başkanı ne zaman mazbatasını aldı, ne ara koltuğuna oturup ilk icraat olarak bismillah deyip bu işe el attı? Başka işi yok muymuş? Sonra ne zamandan beri belediyeler halk eğitimin kurslarına karışır, burnunu sokar oldu dedim.

Hatta üşenmeyip bu konuya dair bir yazı yazdım. Sübyan mekteplerinin tarihçesinden başladım. Sübyan değil, sıbyan dedim. Günümüzde böyle bir okul ve kurs türü yok. Olsa olsa 4-6 yaş Kur'an kursu olabilir. Buraların açılıp kapanması, denetimi ve öğretici görevlendirmesi de Diyanetin uhdesinde dedim. Halk eğitime bağlı ise buralara da MEM bakar dedim.

Sosyal medyada yayılan bu haber Bursa Belediyesinin de kulağına gitmiş, haberden rahatsız olmuş olmalı ki bir basın açıklamasıyla kamuoyunu bilgilendirmiş. Kamuoyuna duyuru başlığıyla, halk eğitim kurslarının sorumluluğunun hangi kanun ile hangi kuruma bağlı olduğuna atıf yapılmış, yazılıp çizilenlerin aslı astarı yok, açıklamasına kısa ve öz yer verilmiş. Açıklamayı fotoğraf şeklinde sayfama da aldım.

Haberin aslının olmadığına sevindim. 

Sansasyona sebebiyet veren bu haberin, Belediyenin görev, yetki ve sorumluluk alanında olmadığı, resmi kurum statüsünde olan Belediye tarafından açıklandıktan sonra sosyal medyaya bir göz attım. Gözüm, daha önce "Belediyenin sübyan kurslarını kapattığı" haberini araştırıp incelemeden mal bulmuş mağribi gibi sayfasında paylaşanları aradı. Heyhat bir ölü sessizliği vardı muhteremlerin sayfasında. İstedim ki "Bursa Belediyesine ait şöyle bir haber paylaşmıştım. Paylaştığım haberin aslı ve astarının olmadığı, ilgili kurum tarafından açıklandı. Bu açıklamaya yer veriyorum. Araştırıp incelemeden böyle bir haberi paylaştığım için üzgün olduğumu bildiririm. Bu konuya dair daha önceki paylaşımımı da kaldırıyorum" şeklinde bir açıklamaya yer versinler. Böyle bir açıklama yazmasalar da en azından önceki algıya dayalı paylaşımı silebilirlerdi. Maalesef göremedim. Hatta Belediyeyi itham eden video bile çekilmiş. Video bile yerinde duruyordu hâlâ. 

Halbuki etik olan, yaptığımız paylaşımın yanlış olduğu ortaya çıkınca o haberi bir nevi tekzip etmemiz gerek. Bunu da sayfamızda yapmalıyız. 

Hasılı trollerin cirit attığı ve algı üretmeye yönelik bu tür paylaşımlarla sosyal medya kullanıcılarımızın bazıları iyi bir sınav vermiyor. Belli ki bir el tarafından, doğru olmadığı halde üretilmiş bu tür haberler gözü dönmüş birilerinin işine gelmiş. "Bunlar var ya bunlar. Bunlardan zaten beklenir" denip paylaşılmış.

Ezcümle, gözümüzü ve gönlümüzü; kin, intikam, tahammülsüzlük ve hazımsızlık bürümesin. İnsaf insaf insaf...

18 Nisan 2024 Perşembe

Hemhal Olmak İstemez misiniz?

Cümlenin hepsini söylemeyecek, cümlenin tümünün söylenmesini de beklemeyecek. Leb demeden leblebiyi anlayacak.

Şipşak yani canı tez olacak. Ağır canlı olmayacak. Hız, pratik adına ne varsa ortaya koyacak. 

Espri yapabilecek ve espriden anlayacak. Anlatılan espriden sonra eee demeyecek. Bön bön bakmayacak. Kıssadan doğru çıkarımda bulunacak. İzah istemeyecek. Anlayamadığına saçma demeyecek.

Hep konuşmayacak. Dinlemesini de bilecek. Yerinde ve kıvamında içi dolu konuşacak

İşten kaçmayacak. Mazeret ve gerekçe üretmeyecek. Kırk dereden su getirmeyecek. Kaçak güreşmeyecek. Taşın altına elini koyacak. İşine kendini verecek. İşinde titiz olacak.

Kıvrak bir zekaya sahip olacak. 

İmadan, gizemden anlayacak. İmadan çıkarımda bulunacak. Bakışından anlam çıkaracak. 

Aradığın zaman yanında olacak. 

Yola çıktığın zaman yoldaş olacak. Gerekirse çiğ tavuk yiyecek.

Görgü, nezaket ve zarafet üzerinde buluşacak. Gelişi pozitif enerji verecek, gidişi üzecek. 

Geldiği ve bulunduğu yerde aranan olacak ve katkı sağlayacak. Yük olmayacak, yük alacak. 

Doğal konuşacak, sahici davranacak. Konuşmasında rolden eser olmayacak.

Birlikteliğine değer verecek. Karşılığında da değer görecek. 

Anlayışlı, izan, basiret ve feraset sahibi olacak. 

Gönül almayı ve gönle girmeyi bilecek.

Menfaatçi olmayacak.

Empati yapabilecek.

Yüzünden moralinin bozuk olduğunu anlayacak.

Hassasiyetlerine saygı duyacak.

Seni olduğun gibi kabul edecek.

Önyargılı olmayacak.

Gelişmelere açık olacak.

Farklı fikirlere saygı duyacak, bağnaz olmayacak...

Yola çıkılmaz mı böylesiyle değil mi?