23 Aralık 2023 Cumartesi

Senden Kötüsü Olmaz

Bir erkek devenin erkek mi, dişi mi olduğunu ayırt edemeyen, 

Erkek deveye dişi deve diyen, 

Devenin cinsiyetini bilse de sevdiğinin her yaptığında bir hikmet arayan, 

Okuyup araştırmayan, 

İnsan psikolojisini bilmeyen, bilse de güce yaslanmasından dolayı farklı düşünenlere tepeden bakan, 

Kendine Müslüman, 

Bir doğru kendi ve şakşakçılığını yaptığı yolu doğru kabul eden, 

Gücü yetse farklı fikir, düşünce ve görüşe hayat hakkı tanımayacak, bağnaz mı bağnaz kişiler nazarında kötü ve istenmeyen biri olmak için;

Onlar gibi düşünmeyeceksin.

Yaptıkları yanlış ve hataları yüzlerine vuracaksın. 

Onların istediği gibi paylaşım yapmayacaksın. 

Onların istediği gibi yazmayacaksın. 

Yaptıklarına eleştiri getireceksin. 

Onların dini görüşleri gibi düşünmeyeceksin.

Onların savunduğu partilere oy vermeyeceksin. 

Onların yanlışlarını göreceksin.

Bu kadar da olmaz diyeceksin...

Kısaca damarlarına damarlarına basacaksın. Kaşınızın üzerinde gözünüz var diyeceksin. Onların dümen suyuna girmeyeceksin, körler ve sağırlar olarak birbirinizi ağırlamayacaksınız.

Bu durumda;

Senden kötüsü olmaz.

Burun kıvırırlar.

Mahallenin istenmeyen adam ilan edilirsin.

Yoldan çıkmış, satılmış biri olursun.

Başkalarına şirin görünen ilan edilirsin.

Ellerinde imkan olsa nefesini kesecekler.

Seni yokluğa terk ederler.

Senden İyisi Olmaz

Bir erkek devenin erkek mi, dişi mi olduğunu ayırt edemeyen, 

Erkek deveye dişi deve diyen, 

Devenin cinsiyetini bilse de sevdiğinin her yaptığında bir hikmet arayan, 

Okuyup araştırmayan, 

İnsan psikolojisini bilmeyen, bilse de güce yaslanmasından dolayı farklı düşünenlere tepeden bakan, 

Kendine Müslüman, 

Bir doğru kendi ve şakşakçılığını yaptığı yolu doğru kabul eden, 

Gücü yetse farklı fikir, düşünce ve görüşe hayat hakkı tanımayacak, bağnaz mı bağnaz kişileri memnun etmek için;

Onlar gibi düşüneceksin. 

Onlar gibi savunacaksın. 

Onlar gibi dini anlayışa sahip olacaksın. 

Onların oy verdiği siyasi partiye oy vereceksin. 

Onları memnun edecek paylaşım yapacaksın. 

Onların istediği şekilde yazacaksın. 

Onların rakip ve düşman bellediklerini kötüleyeceksin.

Onların sevdiklerini asla eleştirmeyeceksin.

Onların yaptığı hata ve yanlışları görmeyeceksin. 

İçine sinmeyen konularda kafanı kuma gömeceksin...

Kısaca onların dümen suyuna girersen bu durumda;

Senden iyisi yok.

Onların adamı olursun.

İltifat üzerine iltifat alırsın.

Onların gözünde mücahit ve dava adamısın artık.

Nazarlarında adam gibi adam olursun.

Körler ve sağırlar olarak birbirinizi ağırlar durursunuz ve hiç kafan ağrımaz. Aksine huzurlu ve mutlu olursun.

Hediye Puanı Harcamak Benim İşim

Parafparam varmış Halbank'ın Paraf kartında. Kaç senedir hesabımda bu hediye vardı bilmiyorum.

Paraf'tan hediye biriktirmek bir mesele. Harcamak ise ayrı bir mesele.

Hatırladığım kadarıyla daha önceki hediye puanları harcamak için araya araya bir petrol bulup gaz almıştım. Bir 29 lira kalmıştı. Yıllar yıllar geçti bu hediye puanın üzerinden. Zaten bu kartı da kullanmıyorum harcamalarımda. Yine de cebimde taşıyorum. Bir ara mecbur kalıp kullanmamdan dolayı bir 50 lira daha hediye puan verdi. Bu son hediye süreli idi yanlış hatırlamıyorsam. Yine böyle süreli bir hediye puan vermişti. Süresi içinde harcamadığım için uçup gitmişti.

Toplamda 79 lira ile alışveriş mümkün değilse de içimden bu hediye puanı harcamak geldi. Puan duruyor mu diye baktım. Duruyordu.

İyi de bu parayı nerede harcamalıydım? Bir iki sene önce bir petrolde geçerliydi. Sürdüm arabayı oraya. Gaz doldurdum. Üzerine de benzin almak suretiyle bin liralık yakıt aldım. Ödeme için içeri girdim. Paraf hediye puan geçerli mi soruma, anlaşmamız yok cevabını aldım.

Bir markete daha sordum. Hayır cevabına, bu kartın nerede geçerli olduğunu ara ki bulasın deyince Bim'lerde geçerli dedi. 

Bir başka gün Bim'e girdim. Terekleri düzelten görevliye, hediye puanı sordum. Bazı kartlar gösteriyor, bazısı göstermiyor. En iyisi kasadaki arkadaş bir baksın dedi. Kasaya yöneldim. Kartı uzatıp, kızım şu kartta hediye puan görünüyor mu, bakar mısın dedim. Hangi bankanın olduğunu öğrenince, alıyoruz dedi karta bakmadan. 

Ne alayım, şunu mu, bunu mu derken birkaç kalem aldım. Kasaya yanaştım. Alışverişim 160 lira tuttu. 79 lirasını hediye puandan çeker misin dedim. Girdi. Hesapta görünmüyor dedi. Mecburen 160 lira bayılmış oldum. 

İnternete girip bu kartın hediye puanı nerelerde geçerli araştırması yaptım. Adını, sanını duymadığım, duydum ise de çevremde olmayan firmaların içerisinde Migros'u gördüm. Migros'la pek alışverişim olmazdı. Hele 50 adet pet bardağı Migros'tan 109 liraya aldıktan sonra bir daha uğramadığım Migros'a yöneldim. 

Birkaç gün sonra Migros'a girdim. Ne alacağımı bilmeden marketin cadde, sokak ve reyonlarını turladım. Çoğu üründe cuma indirimi vardı. Nereden baksan yarı yarıya bir indirim söz konusuydu. Bir üründe indirim varsa bayılırdım. Yalnız indirimli ürünlerden az buçuk fiyat aralığını diğer marketlerden bildiğim ürünlere göre bu indirimli ürünlerin fiyatı uçuk kaçıktı. Dolaşa dolaşa sonunda muz almada karar kıldım. Ne de olsa muz diğer ürünlere oranla hayat pahalılığından pek etkilenmeyip bir fiyat istikrarı olan üründü.

Koydum poşete biraz muz. Sağa sola bakındım. Tartı yoktu. Tartı kasada imiş. Yöneldim kasaya. 82 lira tuttu muz. Elim terazi dense yeridir. Kartı uzatıp 79 lirasını hediye puandan çekin dedim. Hediye de göründü ekranda. Bu sefer de şifre izin vermedi hediyeyi çekmeye. Çünkü şifren yanlış dedi. Üç defa denedim. Şifreniz hatalı dedi. Halbuki şifremin yanlış olması mümkün değildi. Çünkü kaç defa aynı şifreyi girmiştim daha önce. Şifrem bloke oldu. 82 liralık ödemeyi başka bir karttan çektirdim. Hasılı hediye puanı yine harcayamadım. Sanki bir el bu parayı kullanma diyordu.

Şu ana kadar 79 liralık hediye puanı harcamak için 242 lira harcamışım ama olsun.

Çıkışta İnternet bankacılığına girerek yeni şifre oluşturdum. Şifreyi değiştirdim ama kartı kullanabilmek için bir Halkbank ATM'de kartı kullanmam gerekiyormuş. Bulunduğum yerde ara ki bu ATM'yi bulasın. 

Bir başka gün üşenmedim bir ATM buldum. Kartı kullandım. 

Gördüğünüz gibi her şey 79 lirayı kullanmak için. Pes etmek yok yani. 

Bugün A101'e girdim. Girmeden önce hediye puanın durup durmadığını kontrol ettim. Kullandırmadıysa da yerinde duruyordu.

Görevliye malum kartın hediye puanını alıp almadıklarını sordum. Alıyorlarmış meğer.

Alacağımı aldım. 782 lira tuttu aldığım ürün. 79'unu şu karttan çeker misin dedim.

Bir bakalım. Bazısının hediye puanını gösteriyor, bazısını göstermiyor dedi. Kartı post makinesine koydu. Nihayet benim 79 lira göründü. Şifreyi girerek sonunda 79 lirayı onca uğraşın ardından kullanabildim. Buna inadın zaferi derler.

Halihazırda sıfır bakiye Parafparam var.

Paraf kartta paranız var da harcayamıyorsanız, kime başvuracağınızı biliyorsunuz. Zira burada tecrübe konuşuyor. Bana biraz pahalıya ve meşakkate mal oldu ama değdi.

Enkazın Tozuyla Yaşamak

Evimin karşısında üç katlı eski bir bina vardı. Eski demişsem, 30-40 bilemedin elli yıllık bir apartman. 

İçinde sanırım Suriyeliler kalıyordu. 

Bir gün bir sese uyandık. Binanın pencerelerini söküyorlardı.

Birkaç gün sonrasında, çatının kiremitleri de sökülüp aşağıya atılmaya başlandı. 

Belli ki bir insan ömrü kadar bile olmayan bu eski bina yıkılacak.

Bir gün yine gürültüye uyandık. Ortalığı toz, duman kaplamıştı. Belli ki beklenen gün geldi ve bina yıkılıyor. Tüm mahalle bu toz dumandan nasibini aldı. Araba ve evin camları toza belendi. Dışarıda göz gözü görmüyor. Deyin ki hava sisli, görüş mesafesi sıfır. Bir hızla panjurları kapatıp ardından arabayı parktan çekip istasyondaki parka götürdüm. Arabam da tozdan fazlasıyla nasibini almış. 

Panjurların kapatılmasıyla birlikte güpegündüz hava oluverdi gece. Işık nezaretinde kahvaltımızı yaparken az sonra koca bina olduğu yere çöküverdi. Binanın enkazıyla birlikte ortalığı kaplayan daha büyük toz duman, anlatılmaz ancak yaşanır.

Enkazla birlikte koca mahallenin tozla kaplandığını görünce şunları düşündüm:

Bir insan ömrü kadar bile olmayan binalarımız eski ve çürük diye yıkılıyor. Çürüklüğümüz, kokuşmuşluğumuz yaptığımız binalardan kendini gösteriyor.

Başka? Ömrümde belki de ilk binanın yıkılışını gördüm. Bir binanın tozu dumana katmasına şahit oldum. Ya deprem bölgesinde depreme maruz kalan, oturduğu binanın enkazında kalıp can verenler? Böyle ölüm zor ve istenmeyen olsa da ölüp kurtuldular. Artık acı çekmezler.

Ya enkazda ölmeyenler, yaralı kurtulanlar, evi ağır, orta ve hafif hasarlı olanlar? İşte bunlar için acı ve dert bitmez. Buradakiler sağ kurtulduklarına mı sevinsinler yoksa evsiz barksız kaldıklarına ve her şeyi kaybettiklerine mi üzülsünler. Buldukları yere başlarını soktular diyelim. Ya sürekli artçı deprem bunları yaşarken öldürmez mi?

Bunu da geçelim? Depremle beraber yıkılan ve enkaza dönen binalardan ortalığı kaplayan toz, dumana ne demeli? Diyelim ki bu da anlıktı. Ya sonrası? Burada kaldıkları müddetçe yıkılması tespit edilen ağır binaların peyderpey yıkılması sonucunda ortalığı kaplayan toz dumana ne demeli? Çünkü o kadar binayı aynı anda yıkmak birkaç günlük bir iş değil. Bina yıkmakla iş bitmiyor. Bir de yıkılan o binanın molozunu taşımak yine toz ve duman demektir. Belki de her yeni yıkılan binayla birlikte toz ve dumanla yaşamaya alışmak zorundalar. Sürekli tozu teneffüs edecekler, toz soluyacaklar.

Düşündüm de deprem bölgesinde deprem sonrası yaşamak çok zor olsa gerek. Zira onlar benim ömrümde bir defa yaşadığımı her gün yaşıyorlar. 

Gelelim bizim muhitteki enkaza dönen binaya. Binanın yıkılmasının ardından bir güzel yağmur yağdı. Benim araba yeniden yıkanmış gibi tertemiz oldu. Yalnız yağmurun ardından enkazı çekmeye ara verdiler. Bekliyorum enkaz kurumadan taşısınlar. Çünkü yağmurun ıslattığı molozu kaldırmak tozu en aza indirger. Ara verdiklerine göre mülk sahibi, bu ıslakta molozu taşırsam, komşularımı rahatsız edemem. Moloz iyice kurusun ki görsünler gününü diye düşünüyor olmalı. 

4444

4444 sayısını duyar duymaz bizde ne gibi bir çağrışım yapar?

Öyle zannediyorum, ilk aklınıza gelen, hasta ve dertlilerin dertlerine şifa bulmak ve sıkıntılardan kurtulmak amacıyla okudukları ya da çok kişinin yardımıyla okuttukları “Salatı tefriciye” veya “Salatı nariye” adı verilen duadır. Kur’an’da ve hadislerde yer almayan bu dua kültürümüzde yer almakta. Okunduğu takdirde dert ve hastalıklardan kurtulma ümit edilmektedir. Ne kadar fayda sağladığı bilinmese de toplumumuzda okunmaya devam eder.

Arapçası okunan duanın Türkçe anlamı şudur: “Allah’ım! Bizim Efendimiz Muhammed’e (sav) kusursuz bir salât ve rahmet, mükemmel bir selâm ve selâmet vermeni diliyoruz. O Peygamber ki, onun hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar ve belalar onun hürmetine açılıp dağılır, hacet ve ihtiyaçlar onun hürmetine yerine getirilir. Maksatlara O’nun hürmetine ulaşılır, güzel sonuçlar O’nun hürmetine elde edilir. O’nun şerefli yüzü hürmetine bulutlardaki yağmur istenilir, Allah’ım, onun ehli beytine, ashabına da her göz kırpacak kadar zamanda (her an, saniye) her nefes alacak zamanda sana malum olan varlıklar sayısınca salât et.

Küçüklüğümde yağmurun yağmadığı bir zamanda, yağmur yağması için bu duanın okunduğunu hatırlıyorum. Büyük caminin içinde, caminin arka taraflarında uygun bir yere 4444 adet çakıl toplanıp konmuş. Büyükler, kaç tane okudunuz ise buradan o kadar çakıl alın, yanındaki kaba koyun demişti. Biz de evde, yolda, çarşı ve pazarda okur, okuduğumuzun sayısını tutar, camiye gelince okuduğumuz adet kadar çakılı alıp gösterilen yere atardık. Böyle böyle bitirmiştik. Ardından yağmur yağdı mı hatırlamıyorum.

4444 başka hangi çağrışım yapar? İnternete 4444 sayısını girdim. Karşıma, “4444 sayılı kanun ile gelir vergisi kanunu, kurumlar vergisi kanunu, emlak vergisi kanunu, belediye gelirleri kanunu ve harçlar kanununda yapılan değişiklikler” çıktı. Kısaca bu kanunla vatandaşın cebine giren bir şey yok. Aksine cepten kurumlara para akışı var.

Nümeroloji’de de sayıların bir anlamı varmış. “Okültizm’in bir dalı olup, evrenin sayısal bir kurgu içerdiğini, evrendeki hiçbir şeyin rastlantıya dayanmadığını, her şeyin sayısal bir düzen içinde meydana geldiğini varsayar ve sayılarla ilgili çeşitli analitik ve sentetik çalışmalarla, evrendeki ve olaylardaki gizli yasa ve ilkeleri keşfetmeyi amaçlar.” (Vikipedi)

İlk, orta ve lise zorunlu eğitim için 444 rakamları kullanılırken buna bir 4 daha ilave edilirse yani üniversite de mecburi eğitim kapsamına alınırsa, 4444 ile ifade edilen bir eğitim sistemimiz olur. Yetkililer bunu niye düşünmezler, anlamadım gitti.

4444 rakam ve sayısından, farklı anlamlar çıkarılan anlayışlar gördüm İnternette. Oku oku bitmez. Her okuduğunuza feleğiniz şaşar.

Sizin için ne anlam ifade eder bilmem ama ben de kendimce bir anlam çıkardım 4444’ten. 2015 yılının Kasım ayında edindiğim dilinkemigiyok.blogspot.com adresimde, her telden yazıp yayınladığım yazı toplamım bu yazım ile birlikte 4444 oldu.

8 yıl zarfında yıllara göre yazdığım yazı toplamı:

2015 yılında, 210

2016 yılında, 603

2017 yılında, 670

2018 yılında, 611

2019 yılında, 671

2020 yılında, 370

2021 yılında, 264

2022 yılında, 302

2023 yılında, 740

Etti mi 4444 yazı.

Etmedi maalesef. Topladım 4441 yapıyor. Ama yayımlanan yazı toplamı 4444 diyor. Gel de çık bu işin içinden. Sanırım daha önce yayımlayıp sonra sildiğim yazıları da sayıyor ya da blogun sayfalar kısmında yazdığım 5 yazıyı toplama dahil etmiyor. Ben toplayayım diyorum. Bu sefer 4449 olması gerek. Yine tutmadı 4444 rakamı. Of... Nereden girdim bu hesap işine. Ama neyse. Sanki merak eden var.

Bu kadar yazıyı nasıl yazdın derseniz, bilin ki Salatı tefriciye okumaktan daha kolay bana göre.

Bir Faninin 24 Saati

Daha şafak atmadan, ezan okunmadan ayaktaydı. Kalkar kalkmaz soluğu tuvalette alırdı. Kah taharet kah istibra derken tuvalette oyalanırdı. Abdest alması da uzun sürerdi. Yıkadığı yeri bir daha yıkar, her yıkamada da kuru yer kalmayacak diye abdest organlarını ovalardı. Dudaklar da boş durmazdı. Okur dururdu bildiği duaları içinden.

Abdestin ardından giyinir. Sabah namazının sünnetini kılar, yola çıkar. Camiye varır. Ne imam gelmiştir ne de cemaat. Kilitli camiyi açar. Beklemeye koyulur. 

Nice sonra tek tük cemaat gelmeye başlar. Ardından da imam. Bazı zamanlar imam bile gelmez. 

Camiye ilk giren olduğu gibi camiden en son çıkan cemaat olur.

Namazlarını daima ilk safta kılar. 

Hızlı hızlı gelip kıldığı sabah namazından sonra işe gidecekmiş gibi evine hızlıca döner. 

Eve geldiği zaman evde tüm yatanların kalkması, kimsenin üzerine güneşin doğmaması gerekir. Haliyle kahvaltı da hazır olmalıdır. 

Kahvaltıdan sonra tuvalet ve yeni bir abdest alınır. Seccade olarak post serilir. Kıldıkça kılardı.

Ardından köşesine çekilir. Bir güzel uyku çeker. Ara ara uyanır, vakit ne vakit oldu diyerek köstekli saatine bakar. 

Az oyalandıktan sonra kalkıp tuvaletine gider. Sonra holden bozma mutfağa geçer. Yiyecek bir şey var mı diye bakınır. Sonunda ekmeğin bulunduğu kabı açar. Bulduğu ekmeği kuru kuruya mideye indirir. Ardından odaya geçer. Biraz daha oyalanır. 

Öğle namazına hazırlık yapması gerek. Tuvalet ve abdestin ardından caminin yolunu tutar. Daha camiye kimse gelmemiştir. Caminin önündeki bankta bir başına oturur. Gelip geçeni seyreder. Cemaat gelmeye başlayınca caminin kilitli kapısını açarak en ön safa geçer oturur. Elinde tespih ağzında dua her kapı açılışında geriye döner bakar. 

İkindi, akşam, yatsı tüm namazlara hazırlık ve cemaatle kılma; yaz, kış, sıcak, soğuk böyle devam eder.

Peygamberimizin zaman zaman terk ettiği ikindi ve yatsı namazlarının sünnetleri bile sektirmeden kılardı.

Namaza kendini verdi mi top atsan duymazdı. Okuduğu süre ve duaları da yanındaki duyacak şekilde okurdu.

Namaz kılmayanlara buğzederdi. Sabah namazı vakti ışığı yanmayan evlere serzenişi hiç eksik olmazdı.

Çevresinde imajı; iyi namaz kılardı, hiç namazını geçirmezdi. Direk cennetlikti. Bu şekilde nam salmış tı.

Hayatı namaz, uyku, yeme ve içme ile geçse de geçim yönünden endi kendine yeten biri değildi. Namaza verdiği önemi rızkını temine vermedi. İş bulduysa yaz dönemleri biraz inşaatlarda amele olarak çalıştı. Haliyle koca horantayı bu kadar çalışmayla geçindirmesi mümkün değildi. Kimseden bir şey istemedi ama başkasının desteğiyle ömrünü geçirdi. Doğru dürüst ne kendisi gün gördü ne de çocukları. Bir sosyal güvencesi olmadan ömrünü tamamladı. Allah rahmet eylesin.

Keşke namaza verdiği önemi iş teminine ve evini geçindirmeye de verseydi çok daha iyi olurdu. Ki namaz, çalışmaya ve evini geçindirmeye, iş ve rızık peşinde koşmak da namaz kılmaya mani değildi. Pekala iş ve ibadet bir arada ve hayatın içinde devam edebilirdi. Niceleri bunu becermiştir. 

Ki İslam da din ve dünya işlerini dengede götürmeyi önerir ve her konuda ifrat ve tefriti yasaklar. 

 

21 Aralık 2023 Perşembe

Yazmak Okumaktır, Okumak da Yazmaktır

İlk yazmaya sosyal medyada başladım. Aklıma eseni yazmışım. Yazılarımı takip eden Mustafa Yıldırım isimli mesai arkadaşım, "Hocam, falan yazarı tanıyor musun dedi. (Sorduğu kişiyi hatırlamıyorum.) Tanımıyorum dedim. Kimdir dedim. Yazı stilin ona çok benziyor dedi. Böyle sosyal medyada yazmaktansa sana bir blog açalım. Orada yaz. Hem yazıların bir yerde toplu olur dedi. Nasıl yapacağız dedim. Sen bir isim söyle, ben hallederim dedi. Dilin kemiği yok olsun dedim. Gitti. Az sonra geri geldi. Adına bir blog açtım dedi. Sen yazıyı gönder, ben yayımlayayım dedi. Bir böyle iki böyle. Bir gün hocam, sana yazı göndererek rahatsız ediyorum. Sen bana şu bloğu ver. Nasıl kullanacağımı göster. Bundan sonrasını ben hallederim dedim. Gösterdi. O gündür bugündür elimde bir oyuncağım var. Minnettarım kendisine.

Bloğu bana teslim etmeden önce sosyal medyada yazdığım ne kadar konu varsa geriye dönük tarayıp bloguma aktarıverdi. Sağ olsun.

İyi ki akıl edip bana böyle bir blog açıverdi. Blog benim bir meşguliyetim oldu. Hem elim hem kolum hem beynim hem hafızam hem oyuncağım hem dert ortağım hem sırdaşım hem günlüğüm oldu. 

2015 yılından beri yazarım. Aşağı yukarı her konuda bazı konularda defalarca dilim döndüğünce yazmışımdır. 

Kalem oynatmadığım belki birkaç konu kalmıştır.

Yazmaya başlarken dert edindiğim her konuda yazmaya kendi kendime söz vermiştim. 

An itibariyle bu yazıyla birlikte 4.442 yazım olmuş. Bazı günler 6-7 yazı birden yazmışlığım oldu. Yürümeye başladığım pandemi dönemiyle birlikte günlük yazı ortalamamda epey bir efor düşüklüğü oldu ama yazma yerine yürüyüşü tercih ettim. Yine de yürüyüşten arta kalan zamanda yazmaya çalıştım. 

Yazılarımı kahir ekseriyetle cep telefonuyla, son birkaç yıldır tamamen cep telefonu marifetiyle yazdım ve yazıyorum.

Yazı yazmak için bir oda bir sessizlik ortamı aramadım. Otobüs ve dolmuşta yolculuk yaparken, bir esnaf çay ocağında bir başıma olduğum zamanlarda gürültünün içinde benim işim yazı yazmak oldu. 

Yazılarımın bir kısmı mahalli gazetelerde yayımlandı. Hala da yayımlanmaya devam ediyor. Bir kısmını sosyal medyada paylaşıyorum.

Yazıp çizdiğimi gören bazılarından tasvip görmekle beraber sayıları az da olsa bazıları, "Niye yazıyorsun? Yazdığından para kazanıyor musun? Gazetelerde yazdığından ödeme yapıyorlar mı? Eline, koluna yazık. Sana ne faydası var? Yazıp duruyorsun ama bir faydası oluyor mu? Eline ne geçiyor? Baksana yazdıkların dikkate alınmıyor" demeyi ihmal etmedi. 

Yazılarının hiç etkisi ve katkısı olmasa da dikkate alınmasa da istedim ki yazılarım tarihe şahitlik yapsın. Dert edindiklerim bana şahit olsun.

Böyle diyenlere ne desem boş. En iyisi bu tiplere kalem üstadı Gökhan Özcan’ın kaleminden cevap vereyim:

Yazmak, esasen insanın kendi kendisiyle konuşmasıdır.

Kalem duramaz, bunu kayda geçirir.

Kağıt duramaz, kayda geçeni başka insanlara götürür.

Yazı yazandan çıkıp başkalarına ulaştığında zaten söz çoktan söylenmiş ve işitilmiştir.

Peki okuyan? O, olmuş olanın misafiridir.

Kalemi devreden çıkarırsanız şunu görürsünüz: Her yazan aynı zamanda okuyandır, her okuyan aynı zamanda yazan...

Anlam, elden ele dolaşan ve her ele kendi nasibi kadarını bırakan bir rızıktır.” Gökhan ÖZCAN