25 Kasım 2023 Cumartesi

Bu Pasaport Başıma İş Açmasa Bari

Pek istemesem de ayaklarım öbür dünyaya doğru giderken 60'ına merdiven dayadığımda, ilk pasaportum oldu. Hem de yeşilinden. Namı diğer hususi.
Bu dünyadan giderken öbür aleme dair hazırlık yapmam, o dünyaya dair pasaport almam gerekirken, daha kefenimi bile almamışken pasaport aldım. 
Güya yurtdışına çıkarsam diye tüm bu hazırlık. 
Ufukta yurtdışı var mı? Halihazırda ufukta öyle bir şey görünmüyor. 
Türkiye'nin çoğu illerini görmemiş, daha uçağa binmemiş biri olarak, yabancı dile dair tüm bildiğim, what is your name iken, yol yolak bilmeyen biri olarak yurtdışına çıkabilir miyim, çıkarsam geri dönebilir miyim, bunu hiç bilmiyorum. Hepsinden geçtim. Yurtdışına gitmek para demektir. Bu ise semtime pek uğramaz. Uğrasa da yurtdışı, önceliklerim arasında değildir.
Neyse, gidemesem de dursun şimdilik bir tarafta. Zaten bu pasaport işine de oğlan dolayısıyla kalkıştık. Bize yaramasa da belki oğlana yarar. 
Pasaport için üç kişi adına yatırdığım pasaport defter bedeli toplamı 1503,00 TL, fotoğraf bedeli olarak da 330,00 TL harcamış oldum. Temenni ederim ki yaptığım masraf bu kadarla sınırlı kalır. Yarın pasaportumuz var, herkes gidiyor, bir umreye de biz gidelim denirse, bilin ki yandım. Sonrasında 13 yıldır çıkmayan hac da çıkarsa, yanmam da kurtarmaz beni. Ölmüşüm demektir. Herhalde ihramda giyeceğim izar ve tida benim kefenim olur. Çünkü bu devirde hacca gitmek tam zengin işi oldu. Bordro mahkumunun harcı değil. Çıktı bir kere, borç bulup gidelim, bir şekilde ödenir denirse, bilirim ki bu borcu ödemeye ömrüm kifayet etmez. Öyle zannediyorum, bu borç çocuklara miras kalır. 
Hasılı, bu yeşil pasaportun, içkinin şişede durduğu gibi durmasına bakmayın. Daha ortada fol yok, yumurta yokken beni şimdiden yakmaya başladı. 
Not: Perşembe günü istenen evrakları götürerek il nüfus müdürlüğünde beklemeden işlemlerimizi yaptırdık. İşlemin üçüncü günü cumartesi tatilinde kahvaltı yaparken evimize pasaportlarımız PTT kargo ile teslim edildi. Bu hızı için devletin bu iki kurumuna şapka çıkarıyorum. Benim acelem olmasa da tebrikler. 

Yeter ki Ayran İçmeye Gör!

Oğlan acıkmış. Nereden ne yiyeyim derken ekmek arası dürümde karar kıldı. Bir dönerci ararken bir etli ekmek lokantası gözümüze ilişti. Dürüm yerine etli ekmek yer misin teklifime, olur dedi.

Biz dışarıda beklerken o siparişini verdi. Biz dışarıda o içeride beklemeye koyulduk. Epey bir bekledikten sonra kapıdan paketle belirdi.

Niye içeride yemedin dedim. Okulda yerim dedi. 

Bindik arabaya gidiyoruz. Oğlanı okuluna bırakıp eve geçeceğiz. 

Etli ekmeğin parası babasından çıkmasına rağmen oğlan dertli idi. Etli ekmekten değildi derdi. Bir ayran 15 lira olur mu dedi.

Madem fiyatını beğenmedin. Almasaydın dedim. İstemiş bulundum. Geriye de kalsın diyemedim dedi. 

Oğlanı okuluna bıraktıktan sonra eve geçtim. Arabayı bırakıp önce yürüyüşümü yaptım. Ardından bir çay ocağına oturup iki yazı eşliğinde çay ihtiyacımı giderdim.

Oradan kalktım bir markete girdim. Alacaklarımı aldıktan sonra bir de ayran fiyatlarına bakayım dedim. 4,75 lira idi ayranın beheri. Diğer marketlerde markasına göre bilemedin 5-6 lira olsun. 

Geçen hafta, perakende mandıracılık yapan bir yerden peynir alırken bir müşteri geldi mandıraya. Ayranın kolisini sordu. Tanesi 4,5 lira olur dedi. Şurada lokantacıyım. 4 olmaz mı dedi. Elemanına 4 kurtarır mı diye sordu. Kurtarır dedi. Adam bir koli ayranı alıp giderken, siz kaçtan alıyorsunuz, 3'e mi dedi. Mandıra sahibi cevap vermedi. Hasılı mandıracının ketumluğundan ayranı toptancıdan kaça aldığını öğrenemedim. 

Nicedir ürünlere gelen zamdan, hayat pahalılığından geçtim. Fakat aynı ürünün market ve diğer firmalardaki fiyat uçurumu başlı başına bir sorun. 4,00 lira nere, 15 lira nere. Ayranı 4'e satan mandıra da kazanıyor, 4,75'e satan market de kazanıyor, 15'e satan lokanta da. Bu kadar fark, olacak şey değil. Lokantacının sattığı fiyat fahişin de ötesi kazık mı kazık. Millet etli ekmek fiyatına yoğunlaşırken lokantacı ayrandan vuruyor. Tek kelimeyle ayıptır, günahtır, vebaldir. 

Bundan sonra bu lokantanın semtinden geçer miyim. Kazara geçersem de ayran içer miyim. Ne de olsa ayran içip ayrı düştük. Bu da benim ve oğlumun kulağına küpe olsun. 

İnanın, orta yerde mesele 15 lira değil. Bu pahalılıkta, paranın pul olduğu bir devirde 15 liranın lafı bile olmaz, yazı konusu bile edilmez. Diğer lokantalarda durum nasıldır bilmiyorum ama bu esnafın yaptığı tek kelimeyle fırsatçılıktır. Dört liraya satıp kar edenlerin yanında bu esnafın yaptığı düpedüz fuhşiyattır.

Üzüntüm, bir ayranın on beş lira olması değil. Ona kalırsa aynı gün üç pasaport çıkarttım. Pasaport defterine 1503 lira para verdim. 330 liraya fotoğraf çektirdim. Daha önce 370 liraya aldığım 25 kiloluk tam buğday ununa geçen hafta zam gelmiş. 385 lira da una verdim. Ettiğim masraf ve gelen zam, bir lokantacının bir ayranı on beş liraya satması kadar koymadı.

Siz siz olun, her lokantadan ayran içmeye kalkmayın. 

24 Kasım 2023 Cuma

Semt Pazarlarının Hali Pürmelali

Kapalı bir semt pazarı sonrası pazar yerinden görüntüler. Pazar yerini bu şekil bırakan bırakıyor, biz ne yapıyoruz demiyor. Pazar yerini bu şekil bırakana kimse bir şey demiyor.
Pazar dağıldıktan sonra belediye görevlileri sahaya girip saatlerce temizlik yapıyor.
Pazarı bu hale getirmek, savaş alanına döndürmek, tezgahı bozup giderken pazarcı esnafının döküntü namına ne varsa, bulunduğu yere boşaltıp gitmesi; aslan yattığı yerden belli olur, temizlik imandandır, temizlik imanın yarısıdır sözlerini çok iyi bilen bu insanımıza bu görüntüler yakışmıyor.
Böylesi pazar yeri sadece bu semt pazarına ait değil, şehrin hangi mahallesine giderseniz, pazar sonrası aynı manzaraları görmek mümkün. Artık bu şehirde pazar yerlerini böyle bırakmak bir kültür oldu. Esnaf kirletecek, belediye temizleyecek. Merak ediyorum, bizim kendimize temizlik anlayışımız ne işe yarar.
Gördüğüm kadarıyla pazar yerinin bu görüntüsü insanımızı da rahatsız etmiyor. Rahatsız oluyorsa da  bir yetkiliye gidip bu derdi dile getirmiyor. Dile getiren varsa da belki yetkililer tedbir almıyor. Hoş, kimsenin bir şey demesine gerek yok. Yetkililer bu manzarayı görmüyorlar mı?
Teşbihte hata olmasın, bu pazar yerine sabahtan akşama dört ayaklı hayvanat konsa, pazar yeri akşama bu kadar kirletilmez. Burada savaş olsa, savaştan geriye bu kadar enkaz ve moloz kalmaz.
Merak ediyorum, çok mu zor; belediyenin, valiliğin, pazarcılar odasının pazar yerine dair kurallar koyup tedbir alması.
Pekala pazarcı esnafına çöp poşeti zorunluluğu getirilebilir veya çöp poşeti dağıtılabilir. 
Pazarcının atıklarını çöpe koyup ağzını bağlayıp çöp konteynerine götürüp bırakması sağlanabilir.
Her pazarının yeri belli ve bu yer için işgaliye ödediğine göre pazar yerini kirli bırakan esnafa ceza verilebilir. Tekrarında cezası artırılabilir. Üçüncü tekrarında pazardan yer verilmeyebilir. 
Her pazarcı akşam giderken işgal edilen yerin temiz olup olmadığını zabıta kontrol edebilir.
İnanın çok zor değil bunu yapmak. Yeter ki bu konuyu dert edinelim. Belediye-valilik ve pazarcılar odası isterse, bu işin üstesinden gelebilir. Yetkililerimiz yeter ki dert edinsin.


Yolunuz Kafeye Düşmeye Görsün!

Bazen eş dostla bir araya gelip muhabbet etmek için buluştuğumuzda, oturma yeri olarak esnaf çay ocaklarını seçeriz. Çayları hem taze hem güzel hem de açık, demli, normal nasıl çay istersek, ona göre çaylarımız gelir. Çayın görüntüsü ve kokusu al beni iç der. 

Bazen içtikçe içeriz. Bazen içesimiz gelmese bile muhabbete yeni arkadaş dahil olunca, birlikte içelim diye ona eşlik ettiğimiz olur. 

Muhabbet koyulaştıkça çaylarımız da tazelenir. Hem çaya doyarız hem de muhabbete. Bu vesileyle hasret de gidermiş oluruz. 

Bazen çay içesimiz gelmez. Bir iki bardak içtikten sonra oturmaya devam ederiz. Çay ocağı sahibi bir şey içer misiniz demez. Ne zamandır çay içmiyorlar, ne zaman kalkacaklar diye gözümüzün içine bakmaz. 

Çoğu esnaf, içtiğimiz çayın hesabını da tutmaz. Onun yerine kaç çay içtiğimizi biz tutarız. 

Çay ocaklarının çay fiyatları da asgari seviyede. Genelinde 5 lira. Bugün bu paraya hiçbir şey alınmaz ve içilmez.

Çay içmek için kafeleri tercih etmem. Bazen zorunlu olarak oturup çay içtiğimiz olur.

Geçenlerde bir arkadaşla öğle 1 sularında bir kafeye girdik. Koca kafede bizden başka kimse de yoktu. 

Garson kızımız birinci hamur kağıda basılmış, kitap gibi birer menü koydu önümüze. Az geri çekildi. Sipariş vermemizi beklemeye koyuldu. İçeceğimiz çay olsa da o değilden sayfaları karıştırdık. 

Ardından iki çay dedik. Bu arada menüdeki diğer çeşitlere ve fiyatlarına bakmadım. Gözüm çayın fiyatına gitti. 25 lira idi esnaf çay ocağında beş lira olan çay. Burada içtiğim bir bardak çay fiyatına esnaf çay ocağında beş bardak birden içerim. Ama düştük bir kere. 

Öyle zannediyorum, kafeye girmek 5 lira, önümüze menü listesinin konması 5 lira, garson kızın kenarda beklemesi 5 lira, çayların getirilmesi 5 lira. Etti mi 20 lira. Demek ki çayın kendisi de 5 lira olduğuna göre bir bardak çayın maliyeti burada da 5 lira. İşin içinde menü kitapçığının matbaada basılması, kafenin kirası ve garson bedeli yok. 

Neyse siparişimiz çok geçmeden geldi. Buran buram kokusunu almadığım çayın rengi, çay ocağındaki tavşan kanının yerine, tabir yerindeyse imamın abdest suyu gibiydi. Bir yudum aldım. Midene yazık, içme beni der gibiydi. Fiyatı görünce moralimi bozan çayı ağzıma alınca ağzımın tadı da kaçtı. Elin mahkum içeceksin. 

Biraz oturduktan sonra burası söğüt gölgesi değil, birer çay daha içelim deyip iki çay daha içtik. 

Çayın tadı olmasa da sohbet koyulaştı. Gözüm bir ara sağa sola kaydı. Boş masaların çoğu dolmuş. Biz fark etmemişiz. 

Bir başka garson kızımız masamıza kolonya ile geldi. Bize kolonya tuttu. 

Arkadaşa, birer çay daha içelim mi dedim. Yok dedi. Başka bir şey, ona da yok dedi. Dedim, bu kızımızın kolonya tutması ya kalkın ya bir şey için anlamına geliyor olmalı. Masalar da doldu. İstersen birer daha içelim dedim. Kalsın, kalkalım dedi. Kalktık. Hasılı esnaf çay ocaklarında görmediğimiz kolonya tutması dışında, dört çaya 100 lira ödedik. Bu arada bu yüz lira ile esnaf çay ocağında kolonya ikramı olmadan tamtamına 20 çay içebiliyormuşuz. 

Kafe tecrübesinden birkaç gün sonra başka bir arkadaşla yine çay ocağında buluştuk. İkişerden dört çay içtik. Israr ettim. Başka da içmedi. Bak hele dört çay içtik ama daha kafedeki bir çayın fiyatına ulaşamadık. Gel biraz içelim, bendensin dedim. Kafi dedi. 

Bu anekdottan sonra çayı nereden içeceğinizi anlamış olmalısınız. Yok, kafenin havası başka derseniz, ne diyeyim, sizin tercihiniz ama kendi düşen ağlamaz. Bu arada havanız batsın. Paranıza acımaz sanız, ağzınızın tadını bozmayın derim. Bir de havanız ve havası varsın derim. Başka da bir şey demem.

23 Kasım 2023 Perşembe

İyi Müslüman Olmanın Yolu *

Kişi iyi Müslüman olduğunda iyi insan olmaz.

Kişi iyi Müslüman olduğunda örnek insan olmaz. 

Kişi iyi insan olduğunda ancak iyi Müslüman olur. 

Kişi iyi insan olduğunda ancak örnek Müslüman olur.

İnsanlığı kalite olanın Müslümanlığı da kalite olur. 

Kişi Müslüman olunca vicdan sahibi olmaz. Vicdan sahibi insan iyi bir Müslüman olur. 

Kişi Müslüman olunca ahlaklı olmaz. Ahlaklı insan ancak ahlaklı Müslüman olur. 

Kısaca iyi, örnek, kalite, vicdanlı ve ahlaklı Müslüman olmanın yolu; kişinin iyi, örnek, kalite, vicdanlı ve ahlaklı insan olmasından geçer. 

Bu tezi ispatlamak için Hz. Muhammed'i ele alalım. Hz Muhammed denince emin lakabı akla gelir. Yani güvenilir kişi. Hz. Muhammed bu lakabı, içinde yaşadığı şirk toplumunun lideri Ebu Cehil ve şürekasından aldı. Yani düşmanları tarafından bu ünvan peygamber olmadan önce verildi. 

Hz Muhammed'in, haksızlığa karşı durmak, Mekke'nin dışından gelenlerin can ve mal emniyetini korumak için Mekke müşriklerinin ileri gelenleriyle birlikte imza koyduğu Hılfül Fudül (Erdemler Topluluğu veya Fazilet Anlaşması), peygamberlik öncesi 20-25'li yaşlara ait. 

Mekkelilerin kıymetli eşyalarını Hz Muhammed'e bırakma geleneği, peygamberlik öncesi döneminde başlar.

Hz Muhammed'in Kabe hakemliği 35 yaşlarına tekabül ediyor.

Emin lakabı, Fazilet Anlaşması, kıymetli eşyalarını bırakmaları ve Kabe hakemliği, Hz. Muhammed'in peygamberlik öncesi dönemlerine ait. Bu demektir ki peygamber peygamberlikten sonra güven vermeye, emanete riayet etmeye, adil olmaya başlamadı. Öncesinde ahlaklı idi, örnek bir kişilikti. Kısaca peygamber, bugünkü tabirle daha Müslüman olmadan iyi, güzel, örnek, kalite, ahlaklı, vicdanlı ve güven veren bir insandı. Bunların üzerine gelen peygamberlik aliyyülala olmuştur.

Hz Muhammed üzerinden verdiğim bu örnekleri yazımın girişinde yazdıklarımla ilinti kurarsak, bir insanın ahlaklı iyi bir Müslüman olmasının yolunun, Müslüman olmadan, önce insan olmasına bağlı olduğunu söyleyebiliriz. 

Hz Ömer’in Müslümanlığı böyledir. Çünkü o Müslüman olmadan önce de kalite idi. Aynı kalitesini Müslüman olduktan sonra da sürdürdü.

Bugün Müslüman olmadığı halde her türlü güzel ahlakı üzerinde gösteren kişilerin sayısı az değil. Bu tiplerin en büyük eksikliği Müslüman olmamalarıdır.

Bugün Gazze’de işlenen insanlık dramına tepki gösterenler sadece Müslümanlar değil. İçlerinde Yahudi ve Hristiyan olanların da sayısı az değil.

Tüm bu örneklerden şu sonuca varabiliriz. Kişiler Müslüman olmadan önce ilk önce insan olmalıdır. İnsanlığı olmayanın Müslümanlığı da berbat olur. İnsanlığı olmayanın Müslümanlığından hayır da gelmez.

Bu demektir ki Müslüman olmadığı halde insanlığı, ahlakı ve birçok değeri üzerinde gördüğümüz kişiler, doğuştan her insanda var olan fıtratı bozulmamış, mayası temiz kişilerdir. Mayası bozulmadığı müddetçe iyi insan olabiliyor ve iyi insan kalabiliyor.

*11/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Her Şeyin Ortası

Din kişinin ruhi yönünün ihtiyaçlarını gideren, kişiyi manevi yönden tatmin eden, insanı iyi ve güzel şeylere sevk eden, insanda o güzel şeyleri görmek isteyen kurallar bütünü olarak hayatın bir parçasıdır.

Din, yemeğin içine atılan tuz gibidir. Yemeğe fazla tuz atarsan, yemeği kendine zehir edersin. Hiç atmazsan, tatsız ve tuzsuz bir yemek olur. Mükellef bir yemek için tuz tam kıvamında olmalıdır. Ne az ne çok.

Din de böyledir. Hayatının merkezine dini alır, hayatın her safhasına din gözüyle bakar, oturur kalkar insanları cennet ve cehenneme götürür, şu caizdir bu değildir, şu görüş sahibi sapıktır, mürtettir, şuraya ve şuna oy vermek caizdir hatta farzdır, şuna veya şuraya oy vermek caiz değil dersen, insanları hep dini yönden değerlendirmeye tabi tutarsan, dinle yatar, dinle kalkarsan, her hareketi din kıstasıyla ölçersen, o din; yemeğin içindeki fazla tuz gibi hayatı zindan eder, insanda tat tuz bırakmaz.

Din sadece nüfus cüzdanında kalır, hayatın belli etaplarında hiç dine yer verilmez ise bu da yemeğe hiç tuz atmamaya benzer. Nasıl ki tuzsuz yemek tatsız, zevksiz ve yavan olursa, yaşanan hayatın da bir anlamı olmaz. 

Kısaca din yemeğe lezzetini veren kararında bir tuz olmalı. Ne az ne de çok. Tam kıvamında olmalı. 

Tuz örneğinin dışında bir başka örnek üzerinden gidelim. Mesela ilacı ele alalım. Hem ruhen hem bedenen insan zaman zaman hasta olur. Tedavisi muayene olup önerilen ilacı kullanmaktır. Önerilen ilaç doktorun önerdiği gibi dozajında kullanılırsa, hasta vücut iyileşir. Önerilen ilaç hiç kullanılmaz veya kullanılsa da düzenli kullanılmaz ise hasta iyileşmez. Hasta önerilen dozdan fazla kullanırsa, bu ilaç kişiyi tedavi etmediği gibi kişiyi komaya sokar ya da doz aşımının yan etkisi fazla olur. Dini de ilaca benzetirsek, ilaç dozajında alındığı zaman bu din işe yarar. Aşırısı ise kişi için felaket demektir. 

Bu iki örneği özetlersek, yemeğe kıvamında tuz atmayan aşçı, ilacı tam dozajında vermeyen doktor sorgulanmalıdır.

Yemek tuz ve diğer baharatıyla enfes olmasına rağmen o yemeği yemesini bilmeyen sorgulanmalıdır.

Doktor hastalığı teşhis etti, ilacı tam dozajında önerdi. İlacı önerilen dozajda almayan hasta sorgulanmalıdır. Çünkü fazla alınan ilaç kişiyi uyuşturduğu gibi kıvamında önerilmeyen, yaşanmayan din de kişiyi uyuşturur.

Kısaca din dahil hayatın her alanında ifrat ve tefrit zararlı olandır. Çünkü ifrat ve tefrit aşırılıktır. Her şeyin normali tam ortasıdır. Orta ise ne az ne çoktur. O şeyin kıvamıdır.

Dine En Büyük Zararı

Dine en büyük zararı din düşmanları vermez. Bir dine düşmanlık edene karşı o dine inananlar;

Kenetlenirler,  

Tedbirlerini alırlar ve 

Mücadele ederler. 

Dinlerini yaşamaktan dolayı ne kadar baskı görürlerse, o baskı onların değerlerinin kıymetini daha da artırır. 

Kısaca isteseler de istemeseler de dine zarar vermek isteyenler o dine zarar veremezler. Hatta fayda sağlarlar.

Dine en büyük zararı;

Dinin istediği gibi örnek olamayan inananları verir. 

O dinin satışını yapanlar, dinden beslenenler, dini kullananlar, dini emellerine alet edenler verir.

Müslüman olmadığı halde Müslüman görünenler verir. 

Ağzı ayet, hadis, din, iman, ahlak olup söz ve eylem çelişkisi yaşayanlar verir. 

Dince kutsal sayılanları ağzından düşürmeyip haksızlık yapanlar, mağduriyet oluşturanlar, insanlara zulmedenler verir. 

Dini kullanıp sonra buzdolabına kaldıranlar verir. 

Derviş görünümlü kişiler verir. 

Dindar kimlikleriyle insanları ayrıştıranlar, kutuplaştıranlar verir.

Referansı hep din olduğu halde durmadan U dönüşü yapanlar verir. 

Bu çağda yaşadığı halde bu çağda yaşamayanlar verir. 

Zamanın ruhunu yakalayamayanlar verir. 

Dini görüşleri tek doğru kabul ederek bunu  topluma ve insanlara dayatanlar verir. 

Ayakları yere basmayan dini anlatım sahipleri verir. 

Toplumun gidişatını göremeyen ve toplum psikolojisini anlayamayanlar verir. 

Dini konularda boş, lüzumsuz konuşanlar, bunun sonuca gitmeyen tartışmasını yapanlar verir.

Dini temsil edenlerin bozuk ve kaba üslupları ve tepeden bakışları, güzel üslup kullanmayanları verir.

Dini konuda farklı düşünenleri linç edenler, onları dışlayanlar ve ötekileştirenler verir.

Dini konularda farklı düşünce sahiplerini mürtet, sapık ithamı yapanlar verir.

Dine mesafeli insanlara güven vermeyenler verir.

Dine mesafeli insanlarla insani ilişkiler kurmayanlar, onlarla bir araya gelme ortamı bırakmayanlar verir.

Dine dair savunmacı ve saldırgan anlayış verir.

Bazı gerçekler ayan beyan ortaya çıkmasına rağmen ipe un serenler, gerekçe ve bahane üretenler verir...

Kısaca dine en büyük zararı o dine inananları verir.