25 Kasım 2023 Cumartesi
Bu Pasaport Başıma İş Açmasa Bari
Yeter ki Ayran İçmeye Gör!
Oğlan acıkmış. Nereden
ne yiyeyim derken ekmek arası dürümde karar kıldı. Bir dönerci ararken bir etli
ekmek lokantası gözümüze ilişti. Dürüm yerine etli ekmek yer misin teklifime,
olur dedi.
Biz dışarıda beklerken o
siparişini verdi. Biz dışarıda o içeride beklemeye koyulduk. Epey bir
bekledikten sonra kapıdan paketle belirdi.
Niye içeride yemedin
dedim. Okulda yerim dedi.
Bindik arabaya
gidiyoruz. Oğlanı okuluna bırakıp eve geçeceğiz.
Etli ekmeğin parası
babasından çıkmasına rağmen oğlan dertli idi. Etli ekmekten değildi derdi. Bir
ayran 15 lira olur mu dedi.
Madem fiyatını
beğenmedin. Almasaydın dedim. İstemiş bulundum. Geriye de kalsın diyemedim
dedi.
Oğlanı okuluna
bıraktıktan sonra eve geçtim. Arabayı bırakıp önce yürüyüşümü yaptım. Ardından
bir çay ocağına oturup iki yazı eşliğinde çay ihtiyacımı giderdim.
Oradan kalktım bir
markete girdim. Alacaklarımı aldıktan sonra bir de ayran fiyatlarına bakayım
dedim. 4,75 lira idi ayranın beheri. Diğer marketlerde markasına göre bilemedin
5-6 lira olsun.
Geçen hafta, perakende
mandıracılık yapan bir yerden peynir alırken bir müşteri geldi mandıraya.
Ayranın kolisini sordu. Tanesi 4,5 lira olur dedi. Şurada lokantacıyım. 4 olmaz
mı dedi. Elemanına 4 kurtarır mı diye sordu. Kurtarır dedi. Adam bir koli
ayranı alıp giderken, siz kaçtan alıyorsunuz, 3'e mi dedi. Mandıra sahibi cevap
vermedi. Hasılı mandıracının ketumluğundan ayranı toptancıdan kaça aldığını
öğrenemedim.
Nicedir ürünlere gelen
zamdan, hayat pahalılığından geçtim. Fakat aynı ürünün market ve diğer
firmalardaki fiyat uçurumu başlı başına bir sorun. 4,00 lira nere, 15 lira
nere. Ayranı 4'e satan mandıra da kazanıyor, 4,75'e satan market de kazanıyor,
15'e satan lokanta da. Bu kadar fark, olacak şey değil. Lokantacının sattığı
fiyat fahişin de ötesi kazık mı kazık. Millet etli ekmek fiyatına yoğunlaşırken
lokantacı ayrandan vuruyor. Tek kelimeyle ayıptır, günahtır, vebaldir.
Bundan sonra bu lokantanın
semtinden geçer miyim. Kazara geçersem de ayran içer miyim. Ne de olsa ayran içip
ayrı düştük. Bu da benim ve oğlumun kulağına küpe olsun.
İnanın, orta yerde mesele
15 lira değil. Bu pahalılıkta, paranın pul olduğu bir devirde 15 liranın lafı bile
olmaz, yazı konusu bile edilmez. Diğer lokantalarda durum nasıldır bilmiyorum ama
bu esnafın yaptığı tek kelimeyle fırsatçılıktır. Dört liraya satıp kar edenlerin
yanında bu esnafın yaptığı düpedüz fuhşiyattır.
Üzüntüm, bir ayranın on beş lira olması değil. Ona kalırsa aynı gün üç pasaport çıkarttım. Pasaport defterine 1503 lira para verdim. 330 liraya fotoğraf çektirdim. Daha önce 370 liraya aldığım 25 kiloluk tam buğday ununa geçen hafta zam gelmiş. 385 lira da una verdim. Ettiğim masraf ve gelen zam, bir lokantacının bir ayranı on beş liraya satması kadar koymadı.
Siz siz olun, her lokantadan ayran içmeye kalkmayın.
24 Kasım 2023 Cuma
Semt Pazarlarının Hali Pürmelali
Kapalı bir semt pazarı sonrası pazar yerinden görüntüler. Pazar yerini bu şekil bırakan bırakıyor, biz ne yapıyoruz demiyor. Pazar yerini bu şekil bırakana kimse bir şey demiyor.
Gördüğüm kadarıyla pazar yerinin bu görüntüsü insanımızı da rahatsız etmiyor. Rahatsız oluyorsa da bir yetkiliye gidip bu derdi dile getirmiyor. Dile getiren varsa da belki yetkililer tedbir almıyor. Hoş, kimsenin bir şey demesine gerek yok. Yetkililer bu manzarayı görmüyorlar mı?
Teşbihte hata olmasın, bu pazar yerine sabahtan akşama dört ayaklı hayvanat konsa, pazar yeri akşama bu kadar kirletilmez. Burada savaş olsa, savaştan geriye bu kadar enkaz ve moloz kalmaz.
Yolunuz Kafeye Düşmeye Görsün!
Bazen eş dostla bir araya gelip muhabbet etmek için
buluştuğumuzda, oturma yeri olarak esnaf çay ocaklarını seçeriz. Çayları hem
taze hem güzel hem de açık, demli, normal nasıl çay istersek, ona göre
çaylarımız gelir. Çayın görüntüsü ve kokusu al beni iç der.
Bazen içtikçe içeriz. Bazen
içesimiz gelmese bile muhabbete yeni arkadaş dahil olunca, birlikte içelim diye
ona eşlik ettiğimiz olur.
Muhabbet koyulaştıkça çaylarımız da
tazelenir. Hem çaya doyarız hem de muhabbete. Bu vesileyle hasret de gidermiş
oluruz.
Bazen çay içesimiz gelmez. Bir iki
bardak içtikten sonra oturmaya devam ederiz. Çay ocağı sahibi bir şey içer
misiniz demez. Ne zamandır çay içmiyorlar, ne zaman kalkacaklar diye gözümüzün
içine bakmaz.
Çoğu esnaf, içtiğimiz çayın
hesabını da tutmaz. Onun yerine kaç çay içtiğimizi biz tutarız.
Çay ocaklarının çay fiyatları da
asgari seviyede. Genelinde 5 lira. Bugün bu paraya hiçbir şey alınmaz ve içilmez.
Çay içmek için kafeleri tercih
etmem. Bazen zorunlu olarak oturup çay içtiğimiz olur.
Geçenlerde bir arkadaşla öğle 1 sularında bir kafeye
girdik. Koca kafede bizden başka kimse de yoktu.
Garson kızımız birinci hamur kağıda
basılmış, kitap gibi birer menü koydu önümüze. Az geri çekildi. Sipariş
vermemizi beklemeye koyuldu. İçeceğimiz çay olsa da o değilden sayfaları
karıştırdık.
Ardından iki çay dedik. Bu arada
menüdeki diğer çeşitlere ve fiyatlarına bakmadım. Gözüm çayın fiyatına gitti.
25 lira idi esnaf çay ocağında beş lira olan çay. Burada içtiğim bir bardak çay
fiyatına esnaf çay ocağında beş bardak birden içerim. Ama düştük bir
kere.
Öyle zannediyorum, kafeye girmek 5
lira, önümüze menü listesinin konması 5 lira, garson kızın kenarda beklemesi 5
lira, çayların getirilmesi 5 lira. Etti mi 20 lira. Demek ki çayın kendisi de 5
lira olduğuna göre bir bardak çayın maliyeti burada da 5 lira. İşin içinde menü
kitapçığının matbaada basılması, kafenin kirası ve garson bedeli yok.
Neyse siparişimiz çok geçmeden
geldi. Buran buram kokusunu almadığım çayın rengi, çay ocağındaki tavşan
kanının yerine, tabir yerindeyse imamın abdest suyu gibiydi. Bir yudum aldım.
Midene yazık, içme beni der gibiydi. Fiyatı görünce moralimi bozan çayı ağzıma
alınca ağzımın tadı da kaçtı. Elin mahkum içeceksin.
Biraz oturduktan sonra burası söğüt
gölgesi değil, birer çay daha içelim deyip iki çay daha içtik.
Çayın tadı olmasa da sohbet
koyulaştı. Gözüm bir ara sağa sola kaydı. Boş masaların çoğu dolmuş. Biz fark
etmemişiz.
Bir başka garson kızımız masamıza
kolonya ile geldi. Bize kolonya tuttu.
Arkadaşa, birer çay daha içelim mi
dedim. Yok dedi. Başka bir şey, ona da yok dedi. Dedim, bu kızımızın kolonya
tutması ya kalkın ya bir şey için anlamına geliyor olmalı. Masalar da doldu.
İstersen birer daha içelim dedim. Kalsın, kalkalım dedi. Kalktık. Hasılı esnaf
çay ocaklarında görmediğimiz kolonya tutması dışında, dört çaya 100 lira
ödedik. Bu arada bu yüz lira ile esnaf çay ocağında kolonya ikramı olmadan tamtamına
20 çay içebiliyormuşuz.
Kafe tecrübesinden birkaç gün sonra
başka bir arkadaşla yine çay ocağında buluştuk. İkişerden dört çay içtik. Israr
ettim. Başka da içmedi. Bak hele dört çay içtik ama daha kafedeki bir çayın
fiyatına ulaşamadık. Gel biraz içelim, bendensin dedim. Kafi dedi.
Bu anekdottan sonra çayı nereden içeceğinizi anlamış olmalısınız. Yok, kafenin havası başka derseniz, ne diyeyim, sizin tercihiniz ama kendi düşen ağlamaz. Bu arada havanız batsın. Paranıza acımaz sanız, ağzınızın tadını bozmayın derim. Bir de havanız ve havası varsın derim. Başka da bir şey demem.
23 Kasım 2023 Perşembe
İyi Müslüman Olmanın Yolu *
Kişi iyi Müslüman olduğunda iyi insan olmaz.
Kişi iyi Müslüman olduğunda örnek
insan olmaz.
Kişi iyi insan olduğunda ancak iyi
Müslüman olur.
Kişi iyi insan olduğunda ancak örnek
Müslüman olur.
İnsanlığı kalite olanın
Müslümanlığı da kalite olur.
Kişi Müslüman olunca vicdan sahibi
olmaz. Vicdan sahibi insan iyi bir Müslüman olur.
Kişi Müslüman olunca ahlaklı olmaz.
Ahlaklı insan ancak ahlaklı Müslüman olur.
Kısaca iyi, örnek, kalite, vicdanlı
ve ahlaklı Müslüman olmanın yolu; kişinin iyi, örnek, kalite, vicdanlı ve
ahlaklı insan olmasından geçer.
Bu tezi ispatlamak için Hz.
Muhammed'i ele alalım. Hz Muhammed denince emin lakabı akla gelir. Yani
güvenilir kişi. Hz. Muhammed bu lakabı, içinde yaşadığı şirk toplumunun lideri
Ebu Cehil ve şürekasından aldı. Yani düşmanları tarafından bu ünvan peygamber olmadan
önce verildi.
Hz Muhammed'in, haksızlığa karşı durmak, Mekke'nin dışından
gelenlerin can ve mal emniyetini korumak için Mekke müşriklerinin ileri
gelenleriyle birlikte imza koyduğu Hılfül Fudül (Erdemler Topluluğu veya
Fazilet Anlaşması), peygamberlik öncesi 20-25'li yaşlara ait.
Mekkelilerin kıymetli eşyalarını Hz
Muhammed'e bırakma geleneği, peygamberlik öncesi döneminde başlar.
Hz Muhammed'in Kabe hakemliği 35
yaşlarına tekabül ediyor.
Emin lakabı, Fazilet Anlaşması,
kıymetli eşyalarını bırakmaları ve Kabe hakemliği, Hz. Muhammed'in peygamberlik
öncesi dönemlerine ait. Bu demektir ki peygamber peygamberlikten sonra güven
vermeye, emanete riayet etmeye, adil olmaya başlamadı. Öncesinde ahlaklı idi,
örnek bir kişilikti. Kısaca peygamber, bugünkü tabirle daha Müslüman olmadan
iyi, güzel, örnek, kalite, ahlaklı, vicdanlı ve güven veren bir insandı.
Bunların üzerine gelen peygamberlik aliyyülala olmuştur.
Hz Muhammed üzerinden verdiğim bu
örnekleri yazımın girişinde yazdıklarımla ilinti kurarsak, bir insanın ahlaklı
iyi bir Müslüman olmasının yolunun, Müslüman olmadan, önce insan olmasına bağlı
olduğunu söyleyebiliriz.
Hz Ömer’in Müslümanlığı böyledir. Çünkü o Müslüman olmadan önce
de kalite idi. Aynı kalitesini Müslüman olduktan sonra da sürdürdü.
Bugün Müslüman olmadığı halde her türlü güzel ahlakı üzerinde
gösteren kişilerin sayısı az değil. Bu tiplerin en büyük eksikliği Müslüman olmamalarıdır.
Bugün Gazze’de işlenen insanlık dramına tepki gösterenler sadece
Müslümanlar değil. İçlerinde Yahudi ve Hristiyan olanların da sayısı az değil.
Tüm bu örneklerden şu sonuca varabiliriz. Kişiler Müslüman olmadan
önce ilk önce insan olmalıdır. İnsanlığı olmayanın Müslümanlığı da berbat olur.
İnsanlığı olmayanın Müslümanlığından hayır da gelmez.
Bu demektir ki Müslüman olmadığı halde insanlığı, ahlakı ve
birçok değeri üzerinde gördüğümüz kişiler, doğuştan her insanda var olan fıtratı
bozulmamış, mayası temiz kişilerdir. Mayası bozulmadığı müddetçe iyi insan olabiliyor
ve iyi insan kalabiliyor.
*11/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır
Her Şeyin Ortası
Din kişinin ruhi yönünün ihtiyaçlarını gideren, kişiyi
manevi yönden tatmin eden, insanı iyi ve güzel şeylere sevk eden, insanda o
güzel şeyleri görmek isteyen kurallar bütünü olarak hayatın bir parçasıdır.
Din, yemeğin içine atılan tuz gibidir. Yemeğe fazla tuz
atarsan, yemeği kendine zehir edersin. Hiç atmazsan, tatsız ve tuzsuz bir yemek
olur. Mükellef bir yemek için tuz tam kıvamında olmalıdır. Ne az ne çok.
Din de böyledir. Hayatının merkezine dini alır, hayatın her
safhasına din gözüyle bakar, oturur kalkar insanları cennet ve cehenneme
götürür, şu caizdir bu değildir, şu görüş sahibi sapıktır, mürtettir, şuraya ve
şuna oy vermek caizdir hatta farzdır, şuna veya şuraya oy vermek caiz değil
dersen, insanları hep dini yönden değerlendirmeye tabi tutarsan, dinle yatar,
dinle kalkarsan, her hareketi din kıstasıyla ölçersen, o din; yemeğin içindeki
fazla tuz gibi hayatı zindan eder, insanda tat tuz bırakmaz.
Din sadece nüfus cüzdanında kalır, hayatın belli
etaplarında hiç dine yer verilmez ise bu da yemeğe hiç tuz atmamaya benzer.
Nasıl ki tuzsuz yemek tatsız, zevksiz ve yavan olursa, yaşanan hayatın da bir
anlamı olmaz.
Kısaca din yemeğe lezzetini veren kararında bir tuz olmalı.
Ne az ne de çok. Tam kıvamında olmalı.
Tuz örneğinin dışında bir başka örnek üzerinden gidelim.
Mesela ilacı ele alalım. Hem ruhen hem bedenen insan zaman zaman hasta olur.
Tedavisi muayene olup önerilen ilacı kullanmaktır. Önerilen ilaç doktorun
önerdiği gibi dozajında kullanılırsa, hasta vücut iyileşir. Önerilen ilaç hiç
kullanılmaz veya kullanılsa da düzenli kullanılmaz ise hasta iyileşmez. Hasta
önerilen dozdan fazla kullanırsa, bu ilaç kişiyi tedavi etmediği gibi kişiyi
komaya sokar ya da doz aşımının yan etkisi fazla olur. Dini de ilaca benzetirsek,
ilaç dozajında alındığı zaman bu din işe yarar. Aşırısı ise kişi için felaket
demektir.
Bu iki örneği özetlersek, yemeğe kıvamında tuz atmayan aşçı,
ilacı tam dozajında vermeyen doktor sorgulanmalıdır.
Yemek tuz ve diğer baharatıyla enfes olmasına rağmen o yemeği
yemesini bilmeyen sorgulanmalıdır.
Doktor hastalığı teşhis etti, ilacı tam dozajında önerdi. İlacı
önerilen dozajda almayan hasta sorgulanmalıdır. Çünkü fazla alınan ilaç kişiyi uyuşturduğu
gibi kıvamında önerilmeyen, yaşanmayan din de kişiyi uyuşturur.
Kısaca din dahil hayatın her alanında ifrat ve tefrit zararlı olandır. Çünkü ifrat ve tefrit aşırılıktır. Her şeyin normali tam ortasıdır. Orta ise ne az ne çoktur. O şeyin kıvamıdır.
Dine En Büyük Zararı
Dine en büyük zararı
din düşmanları vermez. Bir dine düşmanlık edene karşı o dine inananlar;
Kenetlenirler,
Tedbirlerini alırlar
ve
Mücadele
ederler.
Dinlerini yaşamaktan
dolayı ne kadar baskı görürlerse, o baskı onların değerlerinin kıymetini daha
da artırır.
Kısaca isteseler de
istemeseler de dine zarar vermek isteyenler o dine zarar veremezler. Hatta fayda
sağlarlar.
Dine en büyük
zararı;
Dinin istediği gibi
örnek olamayan inananları verir.
O dinin satışını
yapanlar, dinden beslenenler, dini kullananlar, dini emellerine alet edenler
verir.
Müslüman olmadığı
halde Müslüman görünenler verir.
Ağzı ayet, hadis,
din, iman, ahlak olup söz ve eylem çelişkisi yaşayanlar verir.
Dince kutsal
sayılanları ağzından düşürmeyip haksızlık yapanlar, mağduriyet oluşturanlar,
insanlara zulmedenler verir.
Dini kullanıp sonra
buzdolabına kaldıranlar verir.
Derviş görünümlü
kişiler verir.
Dindar kimlikleriyle
insanları ayrıştıranlar, kutuplaştıranlar verir.
Referansı hep din olduğu
halde durmadan U dönüşü yapanlar verir.
Bu çağda yaşadığı
halde bu çağda yaşamayanlar verir.
Zamanın ruhunu
yakalayamayanlar verir.
Dini görüşleri tek
doğru kabul ederek bunu topluma ve insanlara dayatanlar verir.
Ayakları yere
basmayan dini anlatım sahipleri verir.
Toplumun gidişatını
göremeyen ve toplum psikolojisini anlayamayanlar verir.
Dini
konularda boş, lüzumsuz konuşanlar, bunun sonuca gitmeyen tartışmasını yapanlar
verir.
Dini
temsil edenlerin bozuk ve kaba üslupları ve tepeden bakışları, güzel üslup kullanmayanları
verir.
Dini
konuda farklı düşünenleri linç edenler, onları dışlayanlar ve ötekileştirenler verir.
Dini
konularda farklı düşünce sahiplerini mürtet, sapık ithamı yapanlar verir.
Dine
mesafeli insanlara güven vermeyenler verir.
Dine
mesafeli insanlarla insani ilişkiler kurmayanlar, onlarla bir araya gelme ortamı
bırakmayanlar verir.
Dine
dair savunmacı ve saldırgan anlayış verir.
Bazı
gerçekler ayan beyan ortaya çıkmasına rağmen ipe un serenler, gerekçe ve bahane
üretenler verir...
Kısaca dine en büyük zararı o dine inananları verir.