14 Ağustos 2023 Pazartesi

Vantilatörüm ve Ben (1)

Hayatta hiç klimam olmadı. Çalıştığım yerlerde klima olduysa da serinlemek için ne yazın ne de kışın ısınmak için çalıştırdım. Benim için elektrik yakıyordu hepsi. Elektriğin ise şakası yoktu. Çünkü pahalıydı. 

Bazıları soğuk olduğu için çalışma yerine ısıtıcı getirse de ben böyle bir şey yapmadım. Odayı nasıl bulduysam, öyle kullandım. Kalorifer arızaya geçse dahi böyle bir şeye yeltenmedim. Elektrik gider diye evimde kullanmadığım ısıtıcıyı çalışma ortamında da kullanmadım.

Adana'dan sonra gördüğüm ilk klima, son katta oturan komşunun klimasıydı. O evinde serinlerken bense dışarı çıkarken klimadan üzerime damlayan su ile serinlerdim. Klimadan çıkan suyu ağlayan insanın gözyaşına benzetirdim. Klimasından bu şekil müstefit olduğum komşum hakkını helal etsin.

Hoş, klimam olmasa da olur. Sahilde olsam neyse. Yaşadığım şehirde klimaya ihtiyaç yoktu bana göre. 

Klimaya ihtiyaç hissetmesem de bir vantilatörümüz bari olsun. Çok sıcaklarda biraz çalıştırırız yönlendirmesine, ilk zamanlar karşı çıksam da gidip aldım bir tane ayaklısından. (Tüm alışverişleri böyledir. Önce olmaz derim, direnirim. Ardından gider alırım.) Tam ne zaman aldım bilmiyorum ama bir 15 yıldır kullanıyoruz. Evin bir nevi emektarı oldu. Eski olduğuna bakmayın. Fazla kullanılmadığından mıdır daha yepyeni ve çalışır vaziyette. Zaten fazla da kullanmadık. Aşırı sıcaklarda çocuklar zaman zaman kullandı.

Pek kullanmasak da biz taşındıkça evden eve bu vantilatör de taşındı durdu. Son taşınmamızda gazi oldu. Ayağından yaralandı. Daha doğrusu taşıma garantili, evden eve taşıma şirketinin Suriyeli olmayan öp öz Türk elemanı ayağını kopardı. (Anlaştığım taşıma şirketi diğerlerinden pahalı taşıdı. Pahalı olma gerekçesini de bizde Suriyeli çalışan yok. Diğerlerinde hep Suriyeli. Bizim çalışanlar hep Türk. Biz özene bezene taşırız demişti.) Hem de bunu gözümün önünde yaptı. Kamyonun en üstüne koydukları vantilatörü uzanıp almak için bir iki zıpladı. Tutamadı. Üçüncü de ayağından yakaladı. Kendine doğru çekti. Gelmedi. Takılan yerden kurtarmak için bir ayağından aşağıya doğru eğmeye çalıştı. Ayak eline geldi ama vantilatör gelmedi. Eline gelen ayağı bir kenara koydu, diğer eşyalara yöneldi. Eşyaları ala ala nice sonra vantilatörü alma noktasına geldi. Vantilatörü aldı, kopardığı ayağı da yerden. Takmayı denedi birkaç kez. Beceremedi. “Bunun ayağı çıktı. Alın bunu sonra takarsınız” dedi, elimize uzattı. Sağ olsun bu iyiliği kim yapar.

Elime alıp bakınca, kırıldığını gördüm. Adamdan, kardeş, kırdım, kusura bakmayın demesini bekledim. Demedi. Ben de bir şey demedim. Alıp evin bir kenarına koydum.

Ayağı kırık olduğundan geçen yıl kullanamadık. Bu yıl küresel ısınmadan mıdır son yıllarda eyyamı bahur adı verilen sıcaklar tüm Türkiye'de olduğu gibi ilimizde de sıcaklığını fazlaca hissettirir oldu. Gündüzleri neredeyse dışarı çıkılamıyor. Evde sıcaklık hissettikçe vantilatörün ayağı kırık olmasaydı, biraz çalıştırsaydık dedik durduk. Olmayacak böyle şuna bir baktıralım, sanırım kaynak gerek dedik. Bu işten anlayanlardan biri buna kaynak olmaz, plastik bu dedi. Dikkatli bakınca ayak profilden, ayak bağlayıcı ara parçası ise plastik. Plastik kısmı tamamen koparak borunun içinde kalmış. Bu ancak yapışır dedi. Yapıştırdık. Yük binince yapışkan işe yaramadı. Hırdavatçıya gittim. Şuna uygun kuvvetli bir yapıştırıcı ver ya da ayak bağlayıcı satılırsa alalım dedim. Vantilatör işi yapan birine gönderdi. Aradığım parça yokmuş onlarda. Servisine gideyim dedim. Bulamazsın dedi. O zaman ne yapalım dedim. Şu yapıştırıcı bunu yapıştırır dedi. Alıp eve geldim. Tarif üzere yapıştırdım. Üç saat geçtikten sonra vantilatörün üst kısmını geçirdim. Yük binince ayak düştü. Çarşıya git gel, yapıştırıcıya para ver, yapıştırma işiyle uğraş. Uğraşın sonunda tüm emekler boşa gitsin. (Devam edeceğim) 

Yersiz Endişe

Ekonominin gidişatıyla ilgili Hazine Bakanı,

''Dolar yükselince endişelenmeli miyiz?'' sorusuna, 

"Dolarla mı maaş alıyorsunuz?”

“ Dolar borcunuz mu var?”

“ Dolarla bir işiniz var mı?" şeklinde cevap vermiş.

Düşündüm. Bakan haklı. Bu ülkede kim dolarla maaş alıyor ki...

Haliyle bu cevap gönlümüze su serpti. 

Dolarla maaş almadığımıza ve dolarla da borçlanmadığımıza göre doların TL karşısında yükselişi yersiz bir endişe. Çünkü petrol istasyonuna bile gitsek kimse bize "Burada TL geçmez. Git, dolar getir" demiyor.

Aynı şey altın için de geçerli. Altın yükseliyormuş. Bize ne? Hangi birimiz altınla maaş alıyor, altın borcu var? O yüzden istediği kadar yükselsin. 

Hasılı, Bakanın açıklamaları beni ikna etti. Siz de vakit kaybetmeden ikna olsanız, çok iyi olur. Çünkü iyimserlik varken endişe içerisine girmek akıllara ziyan.

Öyle ya yazık değil mi sağlığımıza. Sağlık elden gittikten sonra vara dolar yükselseydi de sağlığımız yerinde olsaydı deriz de iş işten geçmiş olur.

Kim bilir, belki bu yersiz endişeler yüzünden döviz TL karşısında yükselişe geçiyor. O yüzden bırakalım bu felaket tellallığını da. İşimize bakalım. 14.08.2020

Evden Eve/İlden İle Taşıma

Eskiden taşınmalarda eş dost bir araya gelir. Taşınacak olan kimsenin ev eşyasına el verilir. Eşya arabaya yüklenir ya da arabadan eve taşınırdı. Güçlü ve kuvvetliler ağır olanları, biraz zayıf ve yaşlı olanlar hafifleri taşırdı. Komşu, eş dost çay-yemek, soğukluk vs. getirir, ikramını yapardı. İş bitince hep birlikte taşınan ile helalleşilir, uğurlanırdı. Yeni gelene ise hoş geldiniz, hayırlı olsun denirdi. Eş dost ile ortaklaşa, imece usulü yapılan bu taşınmalarda ücret verilmediği gibi teklif dahi yapılmazdı. Taşıyan da ücret beklentisi içlerine girmezdi. Teklifi bile hakaret sayılırdı. Allah razı olsun denir. Herkes işine giderdi. 

Bu şekil taşınma şimdilerde kalmadı. Her alanda olduğu gibi bu taşınma işinde de sektörler oluştu ve paralar dönüyor. İlden ile, evden eve taşımalar yaygın. Bundandır ki taşınmalarda kimse eşe-dosta haber vermiyor. Bir taşınma şirketiyle anlaşıyor. Veriyor parasını. Taşınıyor. 

*

Hayatım göçebe gibi taşınmakla geçti. Eskiden ben başkasının nasıl taşınmasına yardım etmişsem, başkası da bana yardım etti. Taşınma işlerini böyle hallettim. Zamanın ruhu gereği son birkaç taşınmamı evden eve nakliye aracılığıyla hallettim.

İlk taşınmayı ilden ile nakliye aracılığıyla yaptım. Ne beklediğim günde geldiler ne de saatinde. Beşinci kattan indirilecek denmesine rağmen üç elemanla gelmişler taşımaya. Asansörleri de yoktu. Saatlerce süren taşımaya ailecek giriştik. Güya taşımacıya vermiştik. Onlar parasını aldı, biz ise meccanen çalışmış olduk. Güya elimizi sıcak sudan soğuk suya değmeyecektik.

Eşya yüklendikten sonra biz Konya'ya hareket ettik. Araç da arkamızdan gelecekti. Bugün yarın derken hacı yolu bekler gibi bekledik kamyonun gelmesini. O gün Adana'da kalmışlar. Niye kaldılar, başka ne iş yaptılar, bilen yok.

Zemin kata güç bela girdirdiler eşyayı. İki tane çekyat vardı. Yüzüne bakılacak hali kalmamış. Çivi falan çakmışlar. O da olmamış. Ne bunların hali dedim. Böyleydi zaten dediler. Böyle ise diyecek bir şey yok. Taşındığımıza şükrettik.

*

Oturduğum evde epey eskimiş olmalıyım ki 2016 yılında başka bir eve çıkmaya karar verdim. Taşınmak zordu ama nasılsa evden eve taşımacılık var. Elini dokunmadan taşıyorlar. Onlar kendileri toplayıp paketliyorlar. Duyan böyle söylüyor.

Bir firma ile anlaştım. Taşınma günü gelmeden ve taşımacılara pek iş bırakmadan koli ayarlayıp her şeyi paketledim.

Taşımacılar bir evden alıp diğer eve geçince ara verdirip yemek ikram ettim.

Bitmeye yakın şu kalkmıyor, bu girmiyor demeye başladılar. Anladım ki birçok alanda temayül hale gelen bahşiş taşımaya da girmiş. Firmaya ödediğimiz taşıma ücretinin yanında bir de bu taşıyanlara bahşiş verdim. İlaveten şunu da alın, bunu da alın demek suretiyle kullanmadığım ayakkabı, elbise de verdim.

Evde eve taşıma işinde her şeyi anladım. Diğer alanlarda olduğu gibi bahşiş işine bir türlü aklım yatmadı. Bu işte çalışanlar taşıma başına para alıyorlar. Yani bu işi meccanen yapmıyorlar. Firmanın bu bahşiş işinden haberi var. Alıyorlar deyip geçiştiriyor işi.

*

2016 yılında oturduğum bu evden 2021 yılında çıkmaya karar verdim. Bir taşıma şirketi ile anlaştım. Yine her taşımada olduğu gibi kırılacak, dökülecek ne varsa paketledim. Bu şekil taşınacakların çoğunu kendi arabalarımızla taşıdık. Taşımacılara kaba eşyalar kaldı. Bir de kitaplar. Kitapları kolileyip aşağıya indirttim. Bağışlayacağım okul gelip oradan aldı.

Şirket elemanları taşırken arada dolaşan ev halkı hiçbir şey yapmasak da onlar kadar yoruluyoruz.

Elemanların yaptıkları bir nevi hamallık. Zor mu elbette zor. Ama taşımada çok özen gösterdiklerini söyleyemem. Örnek vermem gerekirse, yeni evime taşınırken arabadan eşyaları alıp asansöre veren kişi, eşyaların en üstüne koydukları vantilatörü almak için birkaç zıpladı. Sonunda ayağından yakaladı. Asıldı, gelmedi. Sonunda kendine doğru çekti ve vantilatörün ayağını kırdı gözümüzün önünde. Asansöre koymadan bize uzattı. Ayağı çıktı. Sonra takarsınız dedi. Elimize aldık. Takılacak gibi değildi. Çünkü kırılmıştı. Kırmışsın demedim. Olur deyip aldım elime. Keşke böyle diyeceğine, arkadaş, bu mereti ben kırdım. İş kazası. Eşyalarınız sigortalı olduğu için bunu firma öder ya da firma ödemez, bunu ben ödeyeceğim veya yaptırayım deseydi ya da kusura bakmayın kırdım dese, canın sağ olsun der, ödeme talebinde bulunmazdım. Tüm bunları demediği gibi gözümü içine baka baka, alın çıktı. Sonra takarsınız demesi insanın zoruna gidiyor. Neyin ahlakını yaşıyoruz, bilemedim gitti.

Adet olduğu üzere bir güzel karınlarını doyurdum. Üzerine de üzerimize farz olan bahşişlerini verip gönderdim. Siz siz olun, taşınma esnasında sadece evden eve nakliye şirketine vereceğiniz paranın hesabını yapmayın. Yemek artı bahşiş, artı kırılan eşya olursa onu da hesaba katın. Taşındığınız eve alacağınız eşyayı saymaya gerek yok sanırım.

Hasılı taşınıyor musun? Derdin var ve yandın demektir. Benden söylemesi. 

Yazım uzadı. Şu ayağı çıkan vantilatörün akıbetini başka yazımda konu edineyim.

13 Ağustos 2023 Pazar

Bir Trolün Dünyası

2022 yılında oturduğum evden bir başka eve taşınırken kitaplığı kolilemeye başladım gecenin bir vakti. İki kişinin elleşerek kaldırmakta zorlandığı büyük 9-10 koli kitap oldu. Bir koliye de ayırdığım kitapları koydum. İki büyük koliye de yaramaz dediğim kitap, kırtasiye vb. doldurdum. Bol miktarda ajanda vardı. Kimi geçmişte kullanılmış, kimine el sürülmemiş. Öylesine içine bakıp yazılı olanları ve yazılı olmayanları ayırdım. Yazılı olmayanları bağışlayacağım okul kolisine koydum. Öğrencilere verip günlük ya da karalama olarak kullansınlar diye. Yazılı olan ajandalara göz attım. Önemli bir not var mı diye. Gece gece uyku semesi ne kadar bakabildiysem artık.

Ajandaların biri 2014 yılına ait. Boş bir sayfaya yazdığım not dikkatimi çekti. O yıl büyük oğlanın evliliği için bir iki beyaz eşyacıya uğramıştım. Bir tanesinin verdiği teklifi not almışım. Aradan 8 yıl geçmiş. Benim için bir hatıra olmuştu artık. Fotoğraflayıp cep telefonumdaki fotoğraf arşivime eklenmiş oldu.

Aldığım nota göre 2014 yılı haziran ayında beğendiğimiz çamaşır makinesi 1.170 lira. Fırın 900 lira. Buzdolabı 1.340 lira. Bulaşık makinesi 990 lira imiş.

Evi taşıdım. Ayırdığım 9-10 koli kitabı bir okula bağışladım. Eve yerleştikten sonra 2014 yılına ait beyaz eşya ve fiyatlarını yukarıdaki gibi sosyal medyada paylaştım. Paylaşımın üstüne de "2014 yılında mahdum evleneceğinde seçip aldığımız beyaz eşyalar" yazdım. Başka da bir şey demedim. Beyaz eşya o yıl şu kadarmış, bu yıl şu fiyat şeklinde bir karşılaştırma yapmadım. Nereden nereye. Bu pahalılık ne böyle demedim. Ki halihazırda bir ihtiyacım olmadığı için beyaz eşya fiyatlarını da bilmiyorum. O zaman niçin paylaştım? Geçmişin bir anısıydı benim için. Başka da bir amacım yoktu. 

Benim bir amacım, gizli bir ajandam olmasa da sosyal medyayı mesken edinmiş, ağzı küfürlü, her paylaşımı siyasi içerik olan, yaptığı trollükten başka bir şey olmayan, her paylaşımı kendinden bir şey katmadan birileri tarafından hazırlanıp servis edilen algı oluşturmaya dayalı asparagas olan, savunduğu siyasi yapıya yapılan her eleştiriye cevaplar yazan kişi benim anıma kafayı taktı. Çünkü ona göre benim bu paylaşımım onun savunduğu partiyi eleştirmek demekti. Durur mu hiç yerinde. "Bu paylaşım bir eleştiri. Nasıl paylaşırmışım. Bir de iyi şeyleri görmeliymişim." türünden yorumlar yazdı. Böyle bir kastım yok. Benim için geçmiş bir anıyı paylaşmaktan ibaret. Kendince niyet okumak yanlış dedim ise de "Yok yok yok. Burada düpedüz bir fiyat karşılaştırması var. Pahalılıktan dert yanıyormuşum. Biraz da şükretmeyi bilmeliymişim" dedi durdu. Hasılı kendine savunma ve saldırma görevi veren bu zatı ikna etmek mümkün olmadı. Çünkü suçluluk psikolojisini yaşayanların sağlıklı düşünüp cevap vermesi mümkün değil. Güya karşılaştırma yapmıyorsam da paylaşımım o manaya geliyormuş. Ne bilirdim, geçmiş bir anının bu şekil paylaşımının suç olduğunu. Aman siz siz olun, böyle niyet okuyuculara ve suç bastırmaya çalışanlara karşı dikkatli olun. Paylaşacağınız her anıyı bir daha düşünün. Mesela bugünlerde havalar çok sıcak ya. Sakın ola ne bu sıcaklar. Daha önce hiç görmedik demeyin.

Neyse ilgili kişi şimdilerde trollüğü bıraktı. Seçimden sonra son paylaşımını yaptı. Etrafın menfaatçilerle dolu olduğunu yazdı, siyasetten soğuduğunu, çok yanlışların yapılmakta olduğunu, bu yüzden siyaseti bıraktığını yazdı ve kenara çekildi. Bu arada kendi eleştirdiğinde sorun yok. Ne oldu hayırdır dedim ise de kem küm etti. Şimdilerde sosyal medyada görünmüyor. O yüzden rahat bir şekilde geçmiş anılarınızı paylaşabilirsiniz. Kim bilir belki mahalli seçimler öncesi mücadele ve dava için tekrar huzursuz etmek için arzı endam eder.

Eskilerin Dünyası

Evimin yakınında yol üzerinde işlek bir market var. Şehrin değişik yerlerinde şubeleri olan mahalli zincir market. Zaman zaman alışveriş için bu markete giderim.

Bu marketi diğer marketlerden ayıran özelliği, alışverişinin zorluğu. Zira çetin mi çetin. Alacağını alıp çıkamıyorsun bir türlü. Düzenini kim yapmışsa, aralardan bir kişi ancak bir alışveriş arabasıyla zoraki geçebilir. Karşılıklı iki kişi karşılaşsa, ikisi birden yan yana dönerek geçebilir. Önlerinde araba varsa birinin centilmenlik yapıp geri geri gitmesi gerekir. Mümkün değil iki arabanın yan yana geçebilmesi.

İki kapısı var. Hem giriş hem çıkış olarak kullanılmakta. Her ikisinde iki kasiyer var. Bir kapıdaki kasa çoğu zaman kapalı olur. Tek kasiyerin önünde uzun sıra olur. Kazara ilerideki ürünlerden alacağın olursa yanlarından geçemezsin. Ancak müsaade istersen, ilerideki bir boşluğa kadar geçerse öyle geçebilirsin. Sırada durdukları yerin sağında ve solunda ürünler var. Buralardan bir ürün almak zorunda kalırsan, boşalmayınca alamazsın. Alışveriş arabasıyla hiç geçemezsin. Hoş, alışveriş arabası arasan da bulamazsın. Birkaç tane var. Onu da elemanları sahiplenmiş. Oradan oraya eşya taşıyorlar. Alışverişte kullanılmak üzere içine doğru dürüst eşya koyamayacağın değişik sepetler konmuş. Alıp kullanmaya kalkarsan ne yerde durur ne de sürülür.

Marketin ön yüzünde dışarıda market reyonu var. Buranın dizaynı da içeriden farklı değil. Aralarda market arabasını gezdiremezsin. Ya çoğu yerde takılır ya geçmez ya da karşıdan biri gelirse işini bitirmeden geri geri çıkmak zorundasın. Hoş araba yokken bile sebze seçmenin yanından geçemezsin. Ya boşaltacak ya da sürtünerek geçeceksin. Bir defasında savaştan sağ çıkmış gazi misali sebze ve meyveyi poşete koyup tartı işlerinde yardımcı olan personelin yanına geldiğimde, kızım, sağa sola çarpmadan gelene bedava mı ürünler dedim. Çünkü geçmek, seçmek, poşetlemek mesele. Bu ne darlık. Şu araları biraz açsanız olmaz mı dedim. Ne yapayım amca. Sahipleri böyle istiyor dedi. Belli ki sahiplerinin ne görüntü  zevki var ne de kolay alışverişi sağlama niyeti.

Market küçüktür. Ürün çeşidi çoktur demeyin. Bu marketin geniş diğer şubelerini de bilirim. Oralar da aynı. Aynı mantalite aynı mantık öbürlerinde de aynı. Acemi de değiller. Çünkü bu işi yıllardır yapıyorlar. Ne halleri varsa görsünler diyeceğim ama bir gün sahipleriyle müşerref olursam, böylesi dizaynın sebebini soracağım.

Neyse, akşamüstü girdim bu marketin bir kapısından. Aradığım ürünü araya araya öbür kapıya doğru yaklaştım. On kişilik bir kuyruk vardı kasada. Yine her zaman olduğu gibi diğer kasa kapalıydı. Arkamdan biri yüksek sesle bağırarak geliyordu. “Diğer kasayı niye açmıyorsunuz. Bu milleti bekletmekten zevk mi alıyorsunuz. Açın haydi. Elemanınız yok mu sizin” dedi durdu. Yemek molasında. Hemen çağırıyorum cevabı geldi.

Benim şimdilik kasada işim olmasa da acaba aradığım ürün kapının diğer köşesinde olabilir mi diye bekleşenlerin yanından zoraki geçmeye çalıştım. Ben müsaade istedikçe kadını, erkeği özür diledi. Aslında faullü duruşları yoktu. Beklerken sere serpe yayılmamışlardı. Dedim ya marketin dizaynı böyle.

Aradığımı bulamadım. Tekrar geri döneyim istedim. Bu sefer kasada bir tartışma başladığına şahit oldum. Kasanın en önünde, aldığı ürünleri geçirip ödemesini yapmakla meşgul orta yaşlı bir hanımefendi, herkesin duyacağı şekilde bir şeyler söylemiş olmalı ki cevap beş sıra arkasındaki daha yaşlı bir kadından gelmiş. Kadınların tartışması sesler yükselmeden devam etti. Çoğu erkekler gibi değildi. “Teyzeciğim ben pes ettim. Sustum tamam. Mücadele etmiyorum artık” dedi. Arkadaki yaşlı olan ise “Sen benim kızım yaşındasın. Biz geçmişi de gördük. Siz geçmişi görmediğiniz için böyle konuşursunuz. Biz geçmişi iyi biliriz” dedi. Kadın tekrar sustum, özür dilerim dedi. Arkadaki “kendince çalışıp çabalıyor, mücadele ediyor. Kolay mı sanırsın. Takdir etmek lazım” dedi. Öyle ya takdir varken bu tekdir niye. Mevcuda şükretmek ve rıza göstermek gerek yaşlı kadına göre. 

Aradaki tartışmayı tam anlayamasam da tahmin edebiliyorum. Belli ki önceki daha genç olanı fiyatlardan dert yanmış. Yanındakiler duyacak şekilde kendi kendine konuşmuş. Arkadaki kaçın kurası. Ne de olsa görmüş geçirmiş biri. Dertlenmeyi dert edinip geçmişi de bilirim demek suretiyle savunmaya geçivermiş. Belli ki öndeki olup bitene anlam veremiyor. Arkadaki ise ne var bunda. Sen bir de geçmişi gör demek suretiyle bugünü geçmişle kıyaslıyor. Biri bugünü yaşıyor, diğeri ise geçmişte yaşamaya devam ediyor. Aslında dünü bırakıp güne dair bir şeyler söylemek lazım.

İşsizlik Oranını En Doğru Tespit Etmenin Yolu

TÜİK'in açıkladığı işsizlik oranına inanıyor musun?

İnanmayıp da ne yapacaksın? Eldeki veri bu. Hem sonra doğrusunu öğrenip de ne yapacaksın? İşsizlere iş mi vereceksin?

Vereceğimden değil de benimki merak işte. Sen hiç merak etmiyor musun?

Merak etmeye gerek kalmadan merakımı gideriyorum.

Nasıl?

Boş ver benim nasıl tespit ettiğimi. Sen en iyisi GSM operatörlerine git. Hem merakını giderirsin hem de bu konuda en doğru bilgiye ulaşırsın.

GSM operatörleri ne alaka. İşsizlik oranlarından bahsediyorum.

Ben de onu diyorum.

İşsizlik oranlarını GSM operatörleri de mi tutuyor?

Tutmuyor efendim ama bir düğmeye bassalar, Türkiye'deki işsizlik oranını en sağlıklı bir şekilde ortaya koyarlar.

Nasıl yapacaklar bunu?

Çok kolay efendim. Türkiye'de kaç operatör varsa bunların genel merkezine ulaşacaksın.

Ulaştım diyelim.

Onlardan, haftada bir hiç sektirmeden cuma mesajı gönderenlerin sayısını alacaksın.

İşsizlerin sayısını diyecektin galiba.

Hayır efendim. Cuma mesajı gönderenlerin sayısını isteyeceksin.

Bağlantı kuramadım.

Cuma mesajı gönderenlerin sayısı eşittir Türkiye'deki işsiz sayısı.

İlginç.

İlginç ama bu konuda en sağlıklı bilgi bu.

İyi ama işi olduğu halde bu mesajı gönderenler de var.

Onları da işsizler arasında say gitsin. 13.08.2022

12 Ağustos 2023 Cumartesi

Cuma Tatil Olmalı mı? *

04.08.2023 tarihli Cuma hutbesinin konusu, CUMA: HAFTALIK BAYRAM GÜNÜMÜZ başlıklı yazı idi. Cumaya gidenler bu hutbeyi dinledi. Namazını kılan işine gücüne dağıldı.

Bu hutbenin ardından bir cuma daha geçti ama taraflar arasında bu hutbenin yankıları devam ediyor. Bir kesimin tepkisini diğer kesimin göğsünü okşayan hutbenin son paragrafında geçen şu cümleler idi. “İş yerlerimizdeki mesai saatlerini, okullarımızdaki ders programlarını Cuma namazının vaktine göre düzenleyelim”. Bir kesim, iş yeri ve okulların cuma namazına göre ayarlanması isteğinin bir ileri aşamasının cuma gününün tatili olacaktır demek suretiyle tepkilerini dile getirirken diğer kesim ise “Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın yanındayız! Başkanın cuma günleri öğrencilerin ve çalışanların namaz vecibelerini yerine getirebilmeleri için çalışma ve ders saatlerinin düzenlenmesine yönelik teklifini destekliyoruz. Bu konuda verilen tepkileri doğru bulmuyoruz." paylaşımıyla sosyal medyada Sayın Erbaş'a destek veriyor. 

Böyle bir tartışmaya şaşırmadım. Çünkü bu ülke için vakayı adiyedendir bu tür tartışmalar. 

Tepki gösterenlere gelelim. Bu ülkede cuma günleri tatil olmaz. Tatil olsa da kıyamet kopmaz. Zaten daha önce cuma günleri tatil idi. Dünyayla entegre olmak amacıyla cuma günü tatili kaldırılmıştır. Şu aşamada ve daha sonra cuma gününün tatil olmasına ihtiyaç var mı? Yok. Cuma günü çalışmak, okumak cuma namazına mani midir? Değil. Zaten cuma ayetinin devamında "Namaz kılınınca yeryüzüne dağılın. Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın" demek suretiyle Allah cuma gününün tatil edilmesini, yatılmasını istemiyor. Bilakis çalışmayı teşvik ediyor. Çalışan ve okuyanlar için cuma namazı planlaması, cumaya gidecekler için bir kolaylıktır. Böyle bir planlama laikliğe falan aykırı olmaz. Devletin kuralları da çiğnenmiş olmaz.

Cuma namazı planlamasını yanında cuma günlerinin tatil olmasını isteyen bir kesim yok mu? Var. Bunlar "Nasıl ki cumartesi Yahudilerin, pazar Hıristiyanların bayramı ve ibadet günü ise bugünler bundan dolayı tatil oluyorsa, cuma da Müslümanların bayramıdır ve cuma namazı vardır. Bugün tatil olsun, rahatça cuma namazı kılınsın" diyor. Cuma planlamasına tepki gösterenlerin endişesi bu tür söylemlerden kaynaklanmaktadır. “CUMA: HAFTALIK BAYRAM GÜNÜMÜZ” başlığı da tatil havasını içinde barındırıyor. Çünkü bizde bayram demek tatil demektir. Bayram günü çalışılır mı? Uzanıp yatacağız anlaşılır.

Çalışan ve öğrenciler için cuma planlaması teklifine destek verenlere gelince, sanırsın ki bu insanlar bu ülkede yaşamıyor. Çünkü okullar, cumaya gitmek isteyenler ibadetini yapabilsin diye öğretmenlerin ders programını nicedir ona göre planlıyorlar. O gün kadın öğretmenlere ders veriyorlar. Erkek öğretmenlere ya o gün ders vermiyor ya cuma saatine gelen ders saatini boşaltıyor ya da cuma saatine göre sabah dört saat işleniyorsa, yerine göre beş saate çıkarıyor, beş işliyorsa dörde indiriyor. Ders saati bile olsa cumaya gitmek isteyen öğrenci ve öğretmen rahatça cumasına gidiyor. Yanlış hatırlamıyorsam, yetkili konfederasyon ile hükümet arasında yapılan maaş ve özlük hakları görüşmesinde; memur, öğretmen ve personele cuma kolaylığının sağlanması maddesi uzlaşılan maddelerden biri. Yine bildiğim kadarıyla cuma namazı kolaylığı için okullara yazı gönderildi. Memur ve işçi hakeza cumasına gidiyor. Kısaca çalışan ve öğrenciler için cuma namazına gitme kolaylığı nicedir sağlanıyor. Cuma kılmak isteyenler için ülkenin hiçbir yerinde ve kurumunda bir zorluk çıkarıldığını düşünmüyorum. Durum bu iken yani sözlü veya fiili olarak bir cuma engeli yok iken hutbede, böyle bir planlama yapılmasının istenmesi manidar. Manidar olduğu kadar gereksiz bir tekliftir. Bu teklif namaz kılan birine namazını kıl veya namaz kılmasına izin veren birine buna izin ver demek gibidir.

Kısaca bu ülkede kimseye cuma zorluğu çıkarılmıyor. Ülkenin böyle bir sorunu yok. Olmayan sorun üzerine konuşmak abesle iştigaldir. Erbaş, zait teklifte bulunacağına, “Bu ülkenin üretim sorunu var. Üretmiyoruz, tüketiyoruz durmadan. Üretime gereken önemi verelim, gereksiz harcama yapmayalım. Cuma ile işi, namaz ile işi karıştırmayalım. İkisini birlikte yürütelim. İkisi birbirine mani değildir. İşte namazımızı kıldık. Şimdi üretme zamanı. Haydi herkes işinin başına, deseydi namazdan sonra rızkınız için dağılın ayetine uygun hareket etmiş olurdu.

*18/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.