23 Temmuz 2023 Pazar

Yaşa da Göreyim!

Kiralık ev bulunmuyor

Bulunsa da yanına varılmıyor

Oturuyorsan kaç katı isteniyor

Bu durumda kirada otur da göreyim. 


Kiralar kazanç kapısı oldu

Bir kira asgari ücreti geçti

Bu devirde evi olmayanlar 

Kirada otursun da göreyim. 


Yüksek kiraya % 25 sınır getirilmiş

Ev sahipleri bu oranı geçemezmiş

Bu kurala uymaya kalkacak olursan

Ev sahibiyle papaz olma da göreyim. 


Çocuğu gelir ev sahibinin Avrupa'dan

Çocuğunu evlendirmeye kalkar kısa yoldan

Ya kendi oturmaya kalkar ya da çıkarır satışa

Bu durumda bu evde otur da göreyim. 


Emekli maaşın 7.500 ise

Ek gelirin de yoksa

Evin de kira ise

Bir ev kirala da göreyim


Hasılı kiralık evde oturuyorsan 

Gelirin bir yirmiyi geçmiyorsa

Bu zamlar artmaya devam ettikçe

Ağız tadıyla yaşa da göreyim.


Yüce! Şiir yazdım diye sevinme

Ben de oldum bir şair deme

Dünya kuruldu kurulalı

Böyle şiir ne gördü ne de okudu. 

Sen misin Ayağımı Yerden Kessin Diyen? (2)

2005 yılında ilk göz ağrım olan 88 model 131 Şahin yok pahasına sattıktan sonra bir arkadaşım, pazarlamacı değilsen, zamanla yarışmıyorsan, araba alma. Gideceğin yere taksi çağır, daha ucuza gelir demesine rağmen 2011 yılında 2000 model Nissan Primera markalı ikinci bir araç aldım.

O günden bugüne 12 yıl geçmiş. Bu araba eskidi, yeni model al denmesine rağmen aynı arabaya binmeye devam ediyorum. Zaten fazla arabaya binen biri değilim. Bu zaman zarfında bu arabaya üç oğlan bindi. Ben de ara ara. Toplamda 15-20 bin km yapmışızdır.

Arabaya fazla binmesem de bunun yerine toplu taşıma ve yürümeyi tercih etmeme rağmen araba evin önünde hep hazır durdu. Yıllık bakımlarını yaptırdım. Yağını, suyunu değiştirdim. Her sanayiye gidişimde bir çuval para verdim. İlk aldığımda yazlık ve kışlık lastiklerini yenilemiştim. Her sene yazlık ve kışlık değiştirip yaz ve kış şartlarına hazır hale getirdim. İki sene önce dört mevsim lastik aldım.

Yıllık MTV’yi hiç sektirmeden ödedim.

İki yılda bir vizeye götürdüm. Egzoz muayenesini yaptırdım. İki, üç seferdir genel muayeneden ağır kusur dolayısıyla geçemedi. Her ağır kusur için muayene istasyonunun ortaklarına yani sanayiye gittim. Cebime sıkışanları verip geldim.

Yıllık zorunlu trafik sigortasını yaptırmaya devam ediyorum. Bu kadar sigorta yaptırmama rağmen bu sigortadan bir defa faydalansam, tutanak tutsam, gidip yaptırsam, hiç gam yemeyeceğim. Ne zaman arabama vurmuşlarsa, işi resmiyete bindirmeden kaportacıya para bayıldım. Sağ olsunlar, duran park halindeki aracıma vurup kaçmada insanımız baya mahir. Bir defa oğlan tutanak tutturmuş. Suçlu karşı taraf. Kaportacım, boş ver hocam resmiyeti. Bir el emeği ver, yapıvereyim dedi. Tamam iyi bildin deyip yaptırdım.

Arabanın yıllık bakımı, ustanın şu şu değişecek önerileriyle tamirini yaptırdığım bu arabaya, kaç yıllardır peşi sıra gelen zamlara rağmen yakıt alıp ara ara biniyorum. Vergi, sigorta, muayene deyip hayatıma böyle devam ederken bu sene MTV’ye ek vergi çıktı. Bir zamanlar LPG’li olduğu için dört katı MTV ödediğim gibi 2023 yılının ekini de ödeyeceğim. Ek vergiyle kalsa yine iyi. Bu sefer de yüzde 18 olan yakıt KDV’si yüzde yirmiye çıkarıldı. Yetsin gayri, bir araba aldık diye bu kadar binilmez. Güya ayağımızı yerden kessin diye bizim arabaya bineceğimiz yerde araba üzerinden bizim üzerimize biniliyor. Şimdi de ÖTV’ye dört lira zam yapıldı.

Velhasıl, rahatlık ve ayağımı yerden kessin diye aldığım bu araca ben mi bindim, bu araç mı, bilemedim gitti. Zira binmeden birileri bu araç üzerinden üzerime binmeye pardon bindirmeye devam ediyor. Hele bindirmek için şubatta depremin gerekçe gösterilmesi yok mu? İnsanın zoruna giden de bu. Sanki deprem olmasa, bu vergiler gelmeyecek. Gelin onu benim külahıma anlatın. Vergiyi katmerli almaya devam edin de dini ad ettiğiniz gibi depremi de ad etmeyin. Tamam büyük bir deprem. Yardımsız, vergisiz devlet bunun altından kalkamaz. Vergi konsun konmaya ama bu konuda samimi olmak lazım. Bu vergiler şubat depreminin üzerinden bir hafta, on gün geçtikten, depremin maliyeti ortaya çıkarıldıktan sonra bu vergiler ve daha fazlası konsa kim, ne diyebilirdi. Ama depremin üzerinden seçim geçmiş, beş ay geçmiş, beyefendilerin aklına deprem gelmiş. Yesinler sizin aklınızı. Tamam, ne alacaksanız alın da aklımızla oynamayın, dalga geçmeyin.

İşin özü, bu araba bana lüks ve çok masraflı. Herkesin aklına, şu ya da bu şekilde kah yakıta zam kah ÖTV’ye zam kah KDV’ye zam kah ek MTV demek suretiyle bu arabadan para almak geliyor. Tilki misiniz mübarekler. Aklınıza başka bir şey gelmiyor mu? Biliyorsunuz tilki de tüm planını tavuğu/horozu haklamak üzere yaparmış. Sizinki de o hesap.

Hasılı, zamanında bir mutfak masrafı kadar masrafı çıkar. Aman araba alma. Bunun lastiği, tamiri, arızası, bakımı, vergisi, sigortası var. Sakın sadece yakıtına aldanma. Çağır taksiyi. Gideceğin yere ticari taksiyle git diyen dostlar haklı çıktı. Tüm uyarılarına rağmen onları dinlemememin ceremesini çekiyorum şimdi. Yeter ki ayağımı yerden kessin diye benim ve söz dinlemeyen benim. Bu durumda bana kendi düşen ağlamaz demek düşer. Oh olsun, zira çok istedim bunu.

Rahatsız Olan Öteye Gitsin

Yanlış anlamazsan bir şey soracağım.

Lütfen. 

Yıkanmaz mısın hiç?

Zamanı gelince yıkanırım. 

Zaman derken? 

Duruma göre bazen günde bazen günaşırı.

İyi de kokuyorsun. Rahatsız edecek şekilde hem de

Ne yapabilirim ki?

Daha fazla yıkanmalısın. 

Yıkan demek kolay. 

Niye ki ben çok severim yıkanmayı. 

Ben de severim ama şu aşamadan sonra yıkanmak bedel ister. Zira lüks oldu artık. 

Anlamadım. 

Şu faturaya bak. Ne demek istediğimi anlarsın. Tamıtamına 461,5 lira. Bu da üç kişilik bir aileye gelen. Kalabalık aile ne yapacak bu durumda?

Çok gelmiş. Ne düşünüyorsun bundan sonra?

Daha az yıkanmayı. Süresi gelmeden yıkanmamayı.

Mesela? 

Haftada bir yıkanmak gibi. 

Bu sıcaklarda kokarsın. Kokundan yanına varılmaz. Kokmakla kalmaz, kaşınır durursun. 

Seni kokudan rahatsız oluyor diye ocağıma kendi ellerimle incir diktiremem.

İyi de nasıl bir araya gelip çay içebileceğiz?

Kolayı var. Çayları karşı masalarda içeriz. Yani mesafeli otururuz, olur biter. Böylece kokumdan rahatsız olmazsın. Hem uzak mesafe iyidir. Daha olmadı, burnunu tıkarsın. Daha olmadı aylık fatura bedelimi sen ödersin, yan yana otururuz.

Olur mu öyle?

Hep olur mu diyeceğine, bir öneri de sen söyle. 

Kendimden geçtim. Kokundan başkası da rahatsız olur. Hem kendin de rahatsız olursun. 

O benim meselem değil. Hoş ben zaten koku almıyorum. Rahatsız olan öteye gitsin. 

Ama bu çok bencilce değil mi? Kendine Müslüman olmak gibi bir şey.

Bu konuda şu zatı örnek almaya karar verdim.

Kimmiş o?

Şehirlerarası otobüs yolculuklarında sigaranın serbest olduğu fi tarihinde biri ara ara sigara içiyormuş. Her sigara içişinde de dumanından rahatsız olan küçük çocuklar öksürmeye başlayınca, annelerden biri, beyefendi, sadece siz sigara içiyorsunuz. Bundan çocuklar rahatsız. Bak, öksürüyorlar. İçmeseniz de çocuklarımız rahatsız olmasa demişler. Adam ne dese beğenirsiniz. Rahatsız olan aşağıya insin demiş. Daha önce ara ara sigara içen bu adam arka arkaya sigara yakarak yol boyunca tüttürmeye devam etmiş.

Son sözün bu mu?

Bir iyilik daha yapabilirim. Ara ara ıslak mendil ile koltuk altlarımı silerim. Ötesini de kimse beklemesin benden. 

Hayırsız Evladın Özellikleri

Ailenin, kız çocuklarının ardından gelen, sevgisini fazlasıyla gösterdiği özel evladıdır. Sonsuz krediye sahiptir. 

Ailenin hatta sülalenin yüzlü çocuğudur. Bunun için saçlar süpürge edilir. Var yok bu çocuğun önüne serilir. Bir dediği iki edilmez.

Bu çocuğun yetişmesi için ellerinden gelen arda konmaz.

Çocuk için doğru dürüst kural konmaz. 

Yanlış ve hataları görülmez. Kırdığı yumurtalara sonsuz tolerans gösterilir.  

Çocuk da kendisine olan aşırı sevginin ve verilen kredinin farkındadır. Bu sevgiyi karşılıksız bırakmaz. 

Gününü gün eder. Her türlü maceraya atılır. Ailem bir şey der mi demez. Çünkü o ne yaparsa, en iyisini yapar, her şey ona yakışır. Zira var mı o evlat gibisi. Üstelik anlamadığı yok. Her şeyden de anlar. En azından bildiğini ve anladığını söyler durur.

Para harcamada üstüne yoktur. Nasılsa arkasında dağ gibi ailesi var. 

Harcamada hesap kitap tutmaz ve bilmez. Harcadığından dolayı kimse ona hesap sormaz, parayı nereye harcadın demez. O da mirasyedi evlat gibi parayı har vurur harman savurur.

Başkasına bonkörlük yapmada da üstüne yoktur. Varsa da verir yoksa da. Nasılsa baba parası. Taş atıp da elimi yorulacak.

Cebindeki para suyunu çekmeye başlayınca evde kenarda, köşede ne varsa habersizce iç etmeye başlar.

Aileden para koparmak için yalan söylemeye de başlar. İkna edici yönü olduğu için içine sinmese de aile “Oğlumuz değil mi? Zaten onun için kazanmıyor muyuz? Vardır bir bildiği” diyerek vermeye devam eder.

Evi bitirdikten sonra başta aile yakınları olmak üzere sağa sola borç takar.

Olmadı, kredi çeker.

Kredi kredisi kalmayınca tefeciden alma yoluna gider.

Birinden alarak diğerine borcunu kapatmaya çalışır. Olmadı, bugün yarın diyerek öteler.

Borçların da asgarisini ödemeye çalışır.

Er veya geç bir gün borçları döndüremez noktaya gelir. Hazıra, bol keseden harcayana ve mirasyediye para dayanır mı?

Borçlular oğlanı devre dışı bırakarak evin kapısını çalar.

Aile, oğullarının bıraktığı devasa borcu görünce şok geçirir. Ama iş işten geçmiştir. Bu borç ailenin borcudur. Ödenecek. Zevk ü sefayı oğlan sürse de ceremesini aile bireyleri çekecek. Bu yüzden tüm aile seferber olur, elde avuçta ne varsa satar savar. Borcu kapatmaya çalışır. Ama devasa borç kapatılır mı? Sonunda o varlıklı ve kendi kendine yeten aile kendi kendine yetmediği gibi geri kalan ömrünü de oğlanın borcunu ödemek için adar.

Hülasa, aile bu borcu zorlanarak zamana yayarak ödemeye çalışır. Kendileri sıkıntı çeker ama oğullarından hiç rahatsız değiller. Oğlum, nereye harcadın, ne ara yaptın bu borcu demezler. Çünkü borca rağmen sevgilerinde hiç azalma olmaz. Hatta sevgileri artarak devam eder. Bu sevgisi gören hayırsız evlat, keşke daha fazla borç taksaydım pişmanlığından başka da bir pişmanlık duymaz.

22 Temmuz 2023 Cumartesi

Sen misin Ayağımı Yerden Kessin Diyen? (1)

Fakültede öğrenci iken evlenmiştim. Okulu üç çocuğumla bitirdim. Dört ay vekaleten görev yaptıktan sonra görev yapmak üzere diyar diyar dolaştım.

Uzun süre yerleşik hayatım olmadığı için adeta göçebe gibiydim. Kışları görev yerimde yazları "Gel, ne olursan ol, yine gel" denen memlekette geçirdim.

Arabam olmadığı için gidip döneceğim yerlere hep otobüslerle gittim. Enflasyonu bol bir dönem olan 90'lı yıllarda otobüs fiyatları da şimdiki gibi katmerli idi. Çocuklar küçükken onlara bilet almazdım. Beş kişi iki koltukta idik. İkisi kucağımızda, biri ortamızda. Uyuyanı koltuğun altına yatırırdık. Uzun yolculukları bu şekil sıkış mıkış geçirirdik. Bununla kalsa iyi. Bir de garaja giderken, garaja indikten sonra eve gitmek için elimizde valizler, dolmuşlara binerdik. Zaman zaman da arabası olan eş dost bizi garajlara kadar götürür, garajdan alırdı. 

Arabasızlık zordu vesselam. Hem rahat yolculuk yapmak için hem de eşe dosta yük olmamak için eski meski, modelli modeli, ayağımı yerden kesecek bir arabam olmalıydı. Ama nasıl olsun. Enflasyonlu hayatta ev kira, göçebe olduğumuz için gel git yol parası, mutfak masrafı, çoluk çocuğun giyim kuşamı kıtı kıtına yetiyordu. Çoğu zaman yetmiyor, bazı alacaklarımızı ötelerdik.

Evlenirken de Konya usulü 12 yastık bir Demirci halısı ile gurbete gidince evin ihtiyaçları da eksik olmuyordu. Bir beyaz eşya alınca taksitleri bitmeden diğerine geçemezdim. Şimdiki düğünler gibi bir ev kurmak ve ev eşyası almak için kaç yıllar gerekiyordu. Evin bir eşyasını giderince mutluluğuma diyecek olmazdı. Hasılı zor günlerdi tıpkı şimdiki gibi.

Ayağımı yerden kesecek araba almak hayal olsa da belki bir gün lazım olur diye daha önce eşeğe binmeyen biri olarak kırkından sonra B sınıfı bir ehliyet de aldım. Kim bilir belki de hiç kullanmayacaktım.

Hoş, bir araba alabilsem de çoluk çocuk yolculuk esnasında rahat etsem, istediğim yerde mola versem, gideceğim yere geze geze gitsem, her şeyden öte valiz taşımaktan kurtulsam, indi bindi ile uğraşmasam, pikniklere, eş dost ziyaretlerine gitsem, hastalık esnasında binip hastanenin yolunu tutsam, hiçbirini yapmasam da acil durumlar için evimin önüne bir dört teker olmalı dediğim zaman “Araba rahatlık ama masraflı. Bir mutfak masrafı kadar da arabaya masraf gerek. Araba dediğin yakıtı doldur binden ibaret değil. Bunun bakımı var, lastikleri var, vergisi algısı bitmez. Araba almak yerine gideceğin yere taksi çağır, ondan karlı olur” dense de kulak asmadım. Bir arabam olmalıydı ama nasıl?

Ne kadar zor olsa da kötü günler için üç beş kuruş ayırdığım olmuş olmalı ki artırdığıma zamanın meşhur yabancı parası doçe mark aldım. Damlaya damlaya göl kadar olmasa da biraz param olmuştu. Bir arkadaşa söyledim bana bir araba bul diye. Ne kadar paran var dedi. 2 milyon deklerim dedim. Bu paraya ancak 131 Şahin alırız iyisinden dedi. Aradı buldu, gidip arabayı alıp geldik. Yanlış hatırlamıyorsam, 88 model Şahine o gün verdiğim 2 milyon, 6660 marka tekabül ediyordu. Yıl da 1999-2000 yılı olsa gerek.

Zamanın hükümeti benim araba almamı bekliyor olmalı ki gazlı arabalardan 3 katı (4 katı da olabilir) MTV aldı. İptal edileceğini bile bile uysal vatandaşlık gereği yatırdım. Üzerine yatırmayanlar nezdinde keriz oldum.

Ardından 2001 krizi geldi. Mark fırladı. TL’miz adet olduğu üzere bir kez daha pul oldu. Lastikler paflaştığı için dört lastiği yeniledim. Yeni lastikleri doğru dürüst kullanmadan 2005 yılında ilk göz ağrım olan bu arabayı satmak zorunda kaldım. Aldığım fiyatın iki katına yani dört milyona sattım ama bu paranın 6660 mark etmeyeceğini hepimiz biliriz. Üç bin mark bile yapmazdı. (Devam Edecek) 

20 Temmuz 2023 Perşembe

Baldan Tatlı Sirkenin Şimşek Hızıyla Alınması

Yıl 2005-2006 öğretim yılı. İngilizce öğretmenim yanıma geldi. "Hocam MEB’in bastırdığı ders kitabı iyi değil. Yayınevi, 130 lira olan bu kitabı bizim okula özel; tüm öğrenciler aldığı takdirde 90 liraya verecek. Ne dersin, aldıralım mı?" dedi. Hocam illa bu kitap olacaksa bak elinde bir kitap var. Öğrencilere fotokopi yap, ver dedimse de kitabın dışarıdan geldiğini, fotokopi ile çoğaltmanın yasak olduğunu söyledi. Hangi kitapçılarda satıldığını sordum. "Hocam tek kitapçıda satılıyor, falan yayınevi dedi. Ben bir görüşeyim dedim ayrıldım.

Çocuğum da 9. sınıf öğrencisi. Ondan da aynı kitabı istemiş öğretmeni. Bir öğretmen kendi çocuğu için aynı kitapçıdan  60 liraya almış aynı kitabı.  Girdim kitapçıya. Fiyatına 125 lira dedi. Ardımdan giren birisine 130 TL dendi. Kitapçı az tenhalaşınca bir arkadaş 60'a almış sizden. Bana da bu fiyata verin dedim. "Olmaz" dediler. Az sonra hangi okulda çalıştığımı sordular. ... Anadolu Lisesinde dedim. "O okuldaki göreviniz nedir" dedi. Müdürüyüm deyince "Hocam niye söylemiyorsun müdür olduğunu. Al kitabı senden para isteyen mi var" dedi. Parasız olmaz. Bana bir fiyat söyleyin. ... falan öğretmenin çocuğu için aldığı 60 TL'den bana da verin dedim. "Hocam anlatamadık galiba. Sizden para istemeyiz." dedi. Para konusunda ısrar edince "At hocam şuraya, ne verirsen ver." dedi. Bana miktar söyler misiniz dedim. "Biz senden para istemiyoruz ama vereceksen 50 TL ver" dediler. Ardından da haftaya da Almanca kitabı gelecek. Sizin gelmenize gerek yok. Çocuğunuz adınızı söylesin, parasız verelim" dediler. Çıkarken siz bu kitapları bize bedelsiz veriyorsunuz. Siz nereden kazanacaksınız dedim. "Hocam sizin öğrencilere de vereceğiz biz oradan kazanırız. Merak etme" cevabını aldım. Vedalaşıp ayrıldım.

Okulumun öğretmenine geldim. "Hocam yayınevinin pazarladığı kitabı almıyoruz. Al sana fotokopi makinesi. Çekebildiğin kadar çek. Cezası varsa ben çekerim ceremesini" dedim. Sağ olsun öğretmenimiz de anlayışla karşıladı. Meseleyi bu şekilde kapattık.

Kapattık da. Kapattık demekle bitmiyor. Daha Almanca kitabı da lazım. Çocuğuma Almanca kitabı alacağım. Bedava verecek olan yayınevine gitmeyip piyasada da başka satan olmayınca ikinci eli bulabilir miyim diye Rampalı Çarşı'ya gittim. Bir kitapçıdan ikinci elini, her yeri karalanmış bir şekilde bir adet buldum. Fiyatını sordum. 30 lira dedi. Emin misin dedim. "Elbette eminim" dedi. Kitabın yenisinin fiyatını biliyor musun dedim. "Hayır" dedi. Yenisi 20 TL deyince "Öyle mi? O zaman sen 10 TL ver dedi. Parayı verip çıktım.

Başımdan geçen bu anekdotu devletin ders kitaplarını ücretsiz vermesine, ücretsiz verilen şeylerin ise kıymetinin bilinmediğine işaret çekmek için 21.03.2016 tarihinde yazıp bloğumda paylaşmıştım. O zamandan bu zamana ders kitapları ücretsiz verilmeye devam ediyor. O günün Bakanının, bu kitapları iade karşılığında vereceğiz açıklaması da havada kaldı. Devlet her yıl yeni basıp ücretsiz vermeye devam ediyor.

Bu anekdotumu sıkıntı, problem ve krizin de ötesinde ekonomimizin bir buhran hali yaşadığı günümüze getirmek istiyorum. Malumunuz ekonomi çok kötü ve döndürülemez olmasına, üzerine bir de büyük deprem yaşamamıza rağmen seçimden önce vatandaş ne istedi ise adeta verildi. Veren verdi, isteyen istedi. Kimse bunu nereden vereceksin demedi. Alan da veren de bunun getirisinin yanında yıkıcı götürüsünün olacağını bilmesine rağmen ülkemizde bir seçim ekonomisi yaşandı. Yaşadığımız bu sürecin, karakışı ötelenmiş geçici ve sahte bir bahar olduğunu temmuz ayıyla birlikte görmeye başladık. Şimdi ahu figan ediyoruz. Çünkü üzerimize büyük bir yük bindi. Üzerimize bu yükü boca etmek için sorumlular biz bunun acısını aheste aheste alırız demedi. Seçimin üzerinden bir ay geçer geçmez ek vergiler, vergi artırımı, zamlar, ÖTV’ler, ek MTV şimşek hızıyla yağmaya başladı.

Tüm bunların olacağı seçim ekonomisi uygulanırken belliydi. Maalesef karşılığı olmadan vermenin, önü ve arkası düşünülmeden, iyi bir hesap kitap yapmadan seçim kazanma uğruna yağdırmanın er veya geç acı sonuçları olacaktır ve biz bu acı sonun daha başındayız. Öyle zannediyorum, bu acının büyüğü mahalli seçimlerin ardından gelecektir. Olan oldu da olan orta ve dar gelirliye olacaktır.

Anekdotumla bağlantı kurarsak, her şeyin bir bedeli vardır. Ben çocuğuma o İngilizce kitabını bedava alsaydım, ceremesini ben çekmeyecektim ama okulumun tüm 9.sınıf öğrencileri çekecekti. Firma ne derse, tamam diyecektim. Pekala benden çıkmayacak der, bu kitabı bedava alabilirdim. Üstelik beleşi, bedavaya çok severim. Çünkü benim için bir şeyi bedava elde etmek, sonunu düşünmeden tıpkı bedava sirke, baldan tatlıdır sözü gibidir.

Hasılı, yaşadığımız tufan seçim öncesi bedavadan içtiğimiz sirkelerdir.

TDK Türkçeyle Oynuyor

NTV'de yer alan habere göre TDK 12. baskıyla birlikte pek çok sözcüğün yazımını değiştirdi. İşte o sözcüklerin bazılarının yeni halleri:

              Eski   /Yeni

Doğubeyazıt / Doğubayazıt 

Horon vurmak / Horon tepmek

Çiğ börek  / çi börek 

Yeşilzeytin  / yeşil zeytin

Unvan / Ünvan 

Marmara Ereğlisi / Marmaraereğlisi

Sultan efendi / Sultanefendi

Yakan top / yakantop

Kümeden düşmek / küme düşmek 

Pilili / Pileli 

Kayyum / kayyım

Yeşilsoğan / Yeşil soğan

Yeşilbiber / yeşil biber 

Hasıraltı / hasır altı 

Akça armudu / akçaarmut

Boy bos  / boy pos

Bazı sözcükleri özellikle birleşik kelimelerdeki bu güncelleme haberini okuyunca pes, Türkçeyi koruma ve geliştirme görevi olan bu TDK ne yapmaya çalışıyor dedim. Gören de Türkçe yeni bir dil, TDK de bu dili yeni öğretmeye ve yerleştirmeye çalışıyor sanır. Tamam, yanlış kullanılan kelimeleri değiştirsin. Ama örneklerde görüldüğü üzere kah birleştirmiş kah ayırmış. Buna niye gerek duydu, anlaşılır gibi değil. Bu birleşik kelimeler ilk defa tedavüle sürülse, birden fazla kullanımı ortaya çıksa, bunlardan en yaygın kullanılanı TDK tercih etse, buna da tamam dersin.

Gördüğüm kadarıyla TDK bu dili kendisi yeni öğreniyor. TDK’nin durumu bu ise yazımını bugüne kadar yanlış yapan vatandaşa hiç sözümüz olmaz. Zira TDK böyle yaparsa, vatandaş neler yapmaz.

Güncellenen birleşik kelimelere göz atıyorum. Bu kelimelerin çoğunda TDK, gündelik hayatta vatandaşın kullanımının aksini yani kullanılmayanı tercih etmiş. Doğruyu bulmuş ama çok geç kalmış. Gerçekten halk horon tepmek derken TDK’nin horon vurmak demesinin ve bu dediğinin karşılığının olmaması garip değil mi? Çiğ börek kelimesindeki yumuşak g’yi kaldırması bir kuraldan ziyade halkın konuşma dilindeki kullanımına benziyor. Bu da ister istemez TDK halk ağzına mı kayıyor şeklinde düşünmemize zemin hazırlıyor. Hangi akla hizmetle yeşil zeytini, yeşil soğanı ve yeşil biberi bugüne kadar birleşik kabul etti de bugün hidayete erdi. Unvan ise bugüne kadar yazımı ve telaffuzu zor bir kelime iken halkın kullandığı ünvan şeklinde güncellenmesi de bir aşama ve olması gerekendir. Küme düşmek varken kümeden düşmek tercihi hangi aklın ürünüdür? Bu halkın kendini bildi bileli pileli dediği kelimeyi bugüne kadar pilili şeklinde kabul etmek akla ziyan. Aynı şekilde çocuğun bile boy pos dediğini bugüne kadar boy bos dayatması anlaşılır gibi değil. Ayrı yazılan Marmara Ereğlisi’ni Marmaraereğlisi şeklinde güncellemekle neyi murat ediyor?

TDK bu kafa ile giderse, bugün ayırdıklarını yarın bileştirmeyeceğinin, bugün birleştirdiklerini yarın ayırmayacağının bir garantisi yok. Öyle zannediyorum ki TDK Türkçemizi katlediyor. Kedinin fareyle oynadığı gibi Türkçemizle oynuyor. Bu durumda ne ihsanını isterim ne de gölgesini.