Ana içeriğe atla

Sen misin Ayağımı Yerden Kessin Diyen? (2)

2005 yılında ilk göz ağrım olan 88 model 131 Şahin yok pahasına sattıktan sonra bir arkadaşım, pazarlamacı değilsen, zamanla yarışmıyorsan, araba alma. Gideceğin yere taksi çağır, daha ucuza gelir demesine rağmen 2011 yılında 2000 model Nissan Primera markalı ikinci bir araç aldım.

O günden bugüne 12 yıl geçmiş. Bu araba eskidi, yeni model al denmesine rağmen aynı arabaya binmeye devam ediyorum. Zaten fazla arabaya binen biri değilim. Bu zaman zarfında bu arabaya üç oğlan bindi. Ben de ara ara. Toplamda 15-20 bin km yapmışızdır.

Arabaya fazla binmesem de bunun yerine toplu taşıma ve yürümeyi tercih etmeme rağmen araba evin önünde hep hazır durdu. Yıllık bakımlarını yaptırdım. Yağını, suyunu değiştirdim. Her sanayiye gidişimde bir çuval para verdim. İlk aldığımda yazlık ve kışlık lastiklerini yenilemiştim. Her sene yazlık ve kışlık değiştirip yaz ve kış şartlarına hazır hale getirdim. İki sene önce dört mevsim lastik aldım.

Yıllık MTV’yi hiç sektirmeden ödedim.

İki yılda bir vizeye götürdüm. Egzoz muayenesini yaptırdım. İki, üç seferdir genel muayeneden ağır kusur dolayısıyla geçemedi. Her ağır kusur için muayene istasyonunun ortaklarına yani sanayiye gittim. Cebime sıkışanları verip geldim.

Yıllık zorunlu trafik sigortasını yaptırmaya devam ediyorum. Bu kadar sigorta yaptırmama rağmen bu sigortadan bir defa faydalansam, tutanak tutsam, gidip yaptırsam, hiç gam yemeyeceğim. Ne zaman arabama vurmuşlarsa, işi resmiyete bindirmeden kaportacıya para bayıldım. Sağ olsunlar, duran park halindeki aracıma vurup kaçmada insanımız baya mahir. Bir defa oğlan tutanak tutturmuş. Suçlu karşı taraf. Kaportacım, boş ver hocam resmiyeti. Bir el emeği ver, yapıvereyim dedi. Tamam iyi bildin deyip yaptırdım.

Arabanın yıllık bakımı, ustanın şu şu değişecek önerileriyle tamirini yaptırdığım bu arabaya, kaç yıllardır peşi sıra gelen zamlara rağmen yakıt alıp ara ara biniyorum. Vergi, sigorta, muayene deyip hayatıma böyle devam ederken bu sene MTV’ye ek vergi çıktı. Bir zamanlar LPG’li olduğu için dört katı MTV ödediğim gibi 2023 yılının ekini de ödeyeceğim. Ek vergiyle kalsa yine iyi. Bu sefer de yüzde 18 olan yakıt KDV’si yüzde yirmiye çıkarıldı. Yetsin gayri, bir araba aldık diye bu kadar binilmez. Güya ayağımızı yerden kessin diye bizim arabaya bineceğimiz yerde araba üzerinden bizim üzerimize biniliyor. Şimdi de ÖTV’ye dört lira zam yapıldı.

Velhasıl, rahatlık ve ayağımı yerden kessin diye aldığım bu araca ben mi bindim, bu araç mı, bilemedim gitti. Zira binmeden birileri bu araç üzerinden üzerime binmeye pardon bindirmeye devam ediyor. Hele bindirmek için şubatta depremin gerekçe gösterilmesi yok mu? İnsanın zoruna giden de bu. Sanki deprem olmasa, bu vergiler gelmeyecek. Gelin onu benim külahıma anlatın. Vergiyi katmerli almaya devam edin de dini ad ettiğiniz gibi depremi de ad etmeyin. Tamam büyük bir deprem. Yardımsız, vergisiz devlet bunun altından kalkamaz. Vergi konsun konmaya ama bu konuda samimi olmak lazım. Bu vergiler şubat depreminin üzerinden bir hafta, on gün geçtikten, depremin maliyeti ortaya çıkarıldıktan sonra bu vergiler ve daha fazlası konsa kim, ne diyebilirdi. Ama depremin üzerinden seçim geçmiş, beş ay geçmiş, beyefendilerin aklına deprem gelmiş. Yesinler sizin aklınızı. Tamam, ne alacaksanız alın da aklımızla oynamayın, dalga geçmeyin.

İşin özü, bu araba bana lüks ve çok masraflı. Herkesin aklına, şu ya da bu şekilde kah yakıta zam kah ÖTV’ye zam kah KDV’ye zam kah ek MTV demek suretiyle bu arabadan para almak geliyor. Tilki misiniz mübarekler. Aklınıza başka bir şey gelmiyor mu? Biliyorsunuz tilki de tüm planını tavuğu/horozu haklamak üzere yaparmış. Sizinki de o hesap.

Hasılı, zamanında bir mutfak masrafı kadar masrafı çıkar. Aman araba alma. Bunun lastiği, tamiri, arızası, bakımı, vergisi, sigortası var. Sakın sadece yakıtına aldanma. Çağır taksiyi. Gideceğin yere ticari taksiyle git diyen dostlar haklı çıktı. Tüm uyarılarına rağmen onları dinlemememin ceremesini çekiyorum şimdi. Yeter ki ayağımı yerden kessin diye benim ve söz dinlemeyen benim. Bu durumda bana kendi düşen ağlamaz demek düşer. Oh olsun, zira çok istedim bunu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde