29 Ocak 2023 Pazar

Koduk

Ben giderim, o gider. Ben dururum, o durur. Bilin bakalım, bu ne?

Bilemediniz. Zira cevap, gölge değil. Resimdeki köpek efendim. Zaman zaman gölgem öne, arkaya, yana kaydı. Bazen de kayboldu. Köpek gölgem gibi beni takip etti. Böylelerine bizde koduk derler. Bu kelimeyi duydunuz mu ya da kullanıyor musunuz bilmiyorum. 

Bu köpek öğle arası yürüyüş yaparken hiç havlamadan sinsice arkama yaklaştı. Hoşt dedim, geri geri kaçar gibi yaptı.

Sonra peşim sıra yine geldi. Ben gittim o gitti. Ben durdum o durdu. Tekrar hoşt dedim. Hayvan severler kusura bakmasın, gerisin geriye dönüp gider gibi yaptı. Sonra peşime yine takıldı.

Baktım zararsız. Sesimi çıkarmaz oldum. Zaten nafile. Yanımdan ayrılacağı yok. Bırakıverdim kendi haline.

Kah arkamdan geldi kah benimle aynı hizada yürüdü kah önüme geçti. Bazen de tarlaların içinden dolaştı, tekrar peşime takıldı.

Ben kendisini sevmesem de o beni sevdi gayri. Belli ki beni tanımıyor. Tanısa sevmezdi zaten.

Hasılı muhteşem bir ikili olduk ve öğle arasını birlikte geçirdik. Birlikte 6 binden fazla adım attık.

Cuma için abdest almak üzere daireye girince kayboldu.

Ya birlikteliğimiz buraya kadar dedi ya da sen camiye gideceksin. Benim namazda gözüm yok. Zira beynamazın birisiyim dedi.

Namaz sonrası bir daha görmedim. Acaba köylü, git şunu takip et, ne yapacak bir bak mı dedi.

Baktı ki kendi halimde yürüyorum. Zararsız, bundan bir cacık olmaz deyip çekti gitti.

Cuma namazına geldiğimde imam da hayvan haklarından bahsetti. Acaba köpeğe hoşt dediğim için böyle bir hutbe mi seçildi? Bana manidar geldi.

Bu arada ilçenin köpeği, yaklaşık bir saat benimle dolaştı. Hiç havlamadı. Sinsice yaklaşsa da sinsiliğini görmedim. Onun sinsiliği de benim sinsiliğe benziyor. Olur olmaz havlayarak da kendini yormadı.

Hasılı Aşkan Mahallesinin, bahçede bağlı veya duvar gerisinde salık köpekleri gibi değildi.

Aşkan'ın köpeklerini bir görseniz, yoldan geçerken, geçme buradan, ne işin var burada dercesine avazı çıktığınca bağırıyor. Hele iki ayağını duvara tırmandırıp ah bir çıkabilsem, ben sana gününü gösteririm dercesine arka arkaya havlamaları, havlama sesini duyan diğer köpeklerin de tempo tutup havlamaya eşlik etmeleri yok mu? Sanki yedik yollarını.

Efendileri de bizim köpek görevini iyi yapıyor, baksana her gelenden haberdar ve kimseyi geçirmiyor diye seviniyor olmalı. 29.01.2021

Kubbede Hoş Seda Bırakanlar

Ne kadar mükemmel olmaya çalışsak da her birimizin eksiklikleri ve zaafları çoktur. Bazı eksiklikleri izin olduğunu kabul etsek de çoğunu kabul etmeyiz. 

Bazı insanlar vardır ki mükemmele yakın kişilikleri vardır. Bu tipler özel kişilerdir. Böyleleriyle çalışmayı da Allah herkese nasip etmez. Ki bu tiplerin sayısı da fazla değil zaten. Bunlar:

İş yoğunluğu fazla olsa da morali bozuk olsa da bir şeye kızsa da ne ağzını bozarlar ne efendiliklerini. Duruşuyla, konuşmasıyla, zarafetleriyle, hal ve hareketleriyle, görgü ve nezaket kurallarını üzerlerinde görmek mümkün. Görgünün en güzelini örnek olarak sunarlar. Bu görgülerine ancak şapka çıkarılır.

İşlerini ibadet aşkı içerisinde yerine getirirler. Kaçak göçek çalışmak, arazi olmak nedir bilmezler. İş için yaratılmışlar sanki. İşini yarın bırakacak olsalar da aman, bana ne, işte geldim, gidiyorum, bundan sonra kim yaparsa yapsın demeden giderken bile işlerini en iyi şekilde ifa ederler. Ayrılınca da eksiklikleri hep hissedilir. Çünkü böylelerinin yerini kimse dolduramaz. 

Çalışırken heyecanlarını hiç kaybetmezler. Aynı zamanda çok pratikler.

En küçük bir iyiliği karşılıksız bırakmazlar. Ağızlarından teşekkür etmek eksik olmaz.

İşlerinde dakik mi dakikler. Kafalarında oluşturdukları planı bir saatin işleyişi gibi yerine getirirler. Bir yere gidip geleceklerse beş dakika demişse, bu dakika altı olmaz.

Bir iş yaparken diğer işlerini ihmal etmezler. Bir işe yoğunlaşınca top atsan duymayan tiplerden değiller. Bir bakmışsın, koşup yanına gelivermişler.

Bir ara uygun bir zamanda şu işi yapıver, şimdilik acelesi yok desen bile o iş yarına kalmaz. Aynı anda yapılır o iş. Yapılan iş de baştan savma olmaz.

İş beğenmemezlik yapmazlar. Yeter ki iş olsun.

Konuşurken avukat gibi düzgün konuşurlar, harf ve kelimeleri yutmazlar. Ne eksik ne fazla konuşurlar. Bu konuda özel ders mi alıyorlar yoksa kendilerini yetiştirmişler midir ya da Allah vergisi mi?

Konuşmaları, hal ve hareketleri sahte değil, hep içtendir. Dinleyen birini buldular mı konuşurlar, konuşulanı da can kulağıyla dinlerler.

Muhatabı kim olursa olsun, kibirlenmeden değer verip saygı gösterirler, ilgi ve alakada kusur işlemezler.

Hep yeni şeyler ve bir şeyler öğrenme merakları vardır. Buldukları kitabı okurlar. Bunlara kitap kurdu dense yeridir. Belki de görgünün tüm örnekleri okudukları kitapların eseridir.

Tüm bilgilerine rağmen tevazuu elden bırakmazlar.

Kitap okuma gibi insan okumayı da çok iyi bilirler. Oturuşundan, bakışından, konuşmasından, kimin ne olduğunu bilecek kadar insan sarrafıdırlar.

Dedikodu, gıybet ve laf taşıma nedir bilmezler.

Anlayışları mükemmel. Üstü kapalı konuşmadan ve imadan kısaca leb demeden leblebiyi anlarlar. Her kıssadan ve dokundurmadan kendilerine pay çıkarırlar.

Oturması, kalkması, iş ahlakı, iş verimi, giyimi, kuşamı vs. her yönüyle muhataplarına daima pozitif enerji verirler. 

Bunlardan iyi bir baba iyi bir anne iyi bir eş iyi bir arkadaş iyi bir yol arkadaşı iyi bir komşu iyi bir meslektaş olur. Kim bu tiplerle karşılaşmışsa, bilsin ki yaşamıştır.

Ayrılıp giderlerken de içinde bir burukluk hissedersin. Hep kalsalardı dersin.

Kubbede hoş bir seda bırakan bu tipler, değer bilenler nezdinde unutulmazlar ve hayırla yad edilenler arasında yerlerini alırlar.

Allah böylelerinin sayısını çoğaltsın. İşsizlerse işlerin en güzelini versin.

28 Ocak 2023 Cumartesi

Güçlü Liderler Hangi Toplumların Eseridir?

Bir toplumu yöneten ve yönetilenler diye ikiye ayırmak mümkün. Bu da gereklidir. Çünkü bir toplumda herkes yönetici olursa, o toplumda kaos meydana gelir. O yüzden birileri yönetecek, birileri de yönetilecek.

Ülkeyi yöneten yönetici zayıf da olabilir, güçlü de. Yönetici -biz buna lider diyelim- toplum zayıf ise lider güçlü olur, toplum güçlü ise lider zayıf olur. 

Güçsüz liderleri zayıf toplumlar istemez. Çünkü bunlara lazım olan kendilerini zayıflıktan ve her türlü dertten kurtaracak güçlü liderliktir. Zayıf toplumlarda lider karizmadır, doğuştan getirir bu özelliğini. Mehdi gibi bir şeydir bu toplumlarda lider.

Güçlü toplumlarda güçlü yöneticiye ihtiyaç yok. Çünkü demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla bu toplumlarda oturmuştur ve işler. Buralarda kurallar güçlüdür. Her şey yerli yerindedir. Seçilen lider bu kurallarla onları yani ülkeyi yönetir. Demokrasisi gelişmiş ülkeler böyledir. Zayıf liderden dolayı da ülkeye hizmette bir eksiklik söz konusu olmaz. 

Bugün demokrasinin beşiği dediğimiz Batı ülkeleri böyledir. Çoğu Batı ülkesi koalisyonlarla yönetilir. Zaman zaman hükümet kurmada zorlanırlar. Hükümetin kurulması gecikmesine rağmen işleyişte bir aksama olmaz.

Doğu toplumlarında ise ya demokrasi yoktur. Birileri gelir darbe yapar. Ülkeyi bir başka darbeci gelinceye kadar uzun yıllar yönetir ya da kurum ve kuralları tam işlemediği için seçimle güçlü liderler gelir. Güçlü olduğu için de yıllar yılı seçilir.

Batı, demokrasisini tüm yönleriyle geliştirerek ülkeyi güçlü lidere emanet etmiyor. Çünkü Hitler ve Mussolini gibi maceraya giren güçlü liderlerden ağızları yanmış, büyük bedeller ödemişlerdir. Geldikleri nokta itibariyle liderden ziyade işleyişi güçlendirmişlerdir. Lider ister güçlü ister zayıf olsun bu işleyişe tabidir. Bu yüzden Batı ülkelerinde seçimlere katılım azdır. Çünkü hangisi gelirse gelsin, işleyişe göre ülkeyi yönetecektir. Kimsenin hayatı olumlu ya da olumsuz yönden etkilenmeyecektir. Doğu toplumlarında ise seçime katılım yüksektir. Çünkü Doğu toplumlarında liderle beraber yönetim anlayışı da değişir. Kurum ve kurallardan ziyade liderin dediği olur. Kurallar gerekirse liderin istediği şekilde değiştirilir. 

Güçlü toplumlarda siyasetçi veya bir bürokrat hakkında bir iddia ortaya çıkar çıkmaz siyasetçi veya bürokrat istifa yolunu seçer. Bu da toplumun gücünü göstermektedir.

Doğu toplumlarında ise siyasetçi hakkında ne kadar iddia ortaya çıkarsa çıksın, istifa aklının ucundan geçmez. Tüm bu olup bitenlere  toplumun sesi de çıkmaz. Güçlü lider onu korur, korumak istemezse ya görevden alır ya da istifa ettirir. İstifa zayıf toplumlarda  kolay kolay düşünülmez ve uygulanmaz. Çünkü istifa etmesi gerekenin toplumdan bir çekincesi yoktur. O sadece liderine karşı sorumludur.

Zayıf toplumlarda sadece ülkeyi yöneten liderler güçlü değildir. İktidarı yönetmeye talip olan liderler de güçlü figürdür. Tabela partisinin lideri de olsa bu böyledir. Örneklerini de görüyoruz.

Bu durumda hangi tür bir ülkede yaşamak isterdiniz? Zayıf toplumun, güçlü liderin olduğu bir ülkede mi yoksa güçlü toplum, lideri zayıf olan ülkede mi? Buna vereceğimiz cevap da gelişmişlik oranımızla paralellik arz edeceğini düşünüyorum.

Altılı Masaya Öneriler

Nafile turlara devam edin. Toplantı üzerine toplantı yapın. Her toplantı sonrasında güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz şeklinde açıklama yapın. 

Olur ya meydanlara çıkarsanız, vazgeçilmez tek vaadiniz güçlü parlamenter sistemi olsun. Ekonomiden önce bu gelir. Gerekirse millet açlıktan ölür. Bu sorunu çözmeden başka bir sorun çözülmeyecek deyin. Gerekirse bu sorunu beş yıla yayın.

Bir aday belirlemeyin. Seçime, ittifakın içerinde adayımız belli değil anlamına gelebilecek soru işaretiyle gidin. Mesela kutunun üzerinde altı soru işareti olabilir. Seçimi kazanırsak, adayımızın ismini söyleyeceğiz deyin. Seçmen kime verdiğini bilmeden oyunu kullansın. Kazanamazsanız adayınızı hiç açıklamayın. Hatta yoktu deyin. Kazanırsanız, işte oy verip kazandırdığınız altı kişi deyin. 

Kazanacak gibi davranın ama seçim kazanma gibi bir isteğiniz olmasın. 

Öyle şeyler söyleyin ki size oy vermeye niyetlenenleri uzaklaştırın. Bunun için her kafadan bir laf çıksın. Gerçi bunu söylemeye gerek yok. Çünkü bu işi çok iyi yapıyorsunuz.

Hedefiniz; muhalefet geldik, muhalefet gideceğiz olsun. Herkes işini yapsın. İktidar bize haram olsun deyin.

Vatandaş döner şaşar size oy verirse, altılı eş başkan yöntemiyle sırayla cumhurbaşkanlığı yapın. Eş başkanlığa razı olmazsanız, altınız birden cumhurbaşkanı olun.

Hepiniz Beştepe’ye yerleşin. Beştepe yeterli gelmezse Beştepe’ye bir beş saray daha dikin. İtibarınızdan hiç ödün vermeyin. Akşam sabah birbirinize oturmaya gidin. Sabah 10 çayı, akşam 5 çayı gibi.

Cumhurbaşkanlığı yaparken en ufak bir sorunu çözmek için bu konunun çözümü şu günkü toplantıda ele alınacaktır deyin. Çözüm için o günü bekleyin. Tüm kararları oy birliğiyle alın. Oy birliği olmazsa bir sonraki toplantıya bırakın. Sorun kaçacak değil ya.

Devleti temsil için yurt dışına gitmeniz gerektiğinde hepiniz birden altı ayrı uçakla gidin. O devletler hepinizi aynı anda karşılasın. Hanginiz cumhurbaşkanı derlerse, beğenmediniz mi altımız birden bir cumhurbaşkanıyız deyin. Parlamenter sistemi oylamaya götürürken yeni sistemin adını da altılı cumhurbaşkanlığı sistemi olarak değiştirin.

Bakanlıkları kendi aranızda paylaştıktan sonra her bakanın 5 yardımcısı olacak şekilde her birinizden bir temsilci olacak şekilde yardımcı atayın. Burada hayata geçirdiğiniz sistemi tüm bürokrasiye de uygulayın. Bir daire başkanlığına beş daire başkanı gibi. Böylece her yerde eliniz olsun.

Her akşam televizyona çıkıp güçlendirilmiş parlamenter sistem hakkında açıklama yapacaksanız, altınız birden kanala çıkın. Eşit konuşma yapın orada. Böyle olmaz derseniz, kanalları paylaşabilir, altı ayrı kanala çıkabilirsiniz. Her konuşmadan sonra çıkan sorunları görüşmek üzere acil toplantı tertip edin.

Tüm bunları yaparken sorun çözücü gibi görünün ama sorunun merkezi olduğunuzu da unutmayın.

27 Ocak 2023 Cuma

Görgüde Rol Modelin Etkisi

1."Bir toplum içinde var olan ve uyulması gereken saygı ve incelik kuralları, terbiye", 

2."Bir kimsenin, karşılaştığı ve kişiliği üzerinde olumlu etki yapan deneysel bilgi, deneyim", 

3."Görmüş olma durumu", şeklinde "terbiye, deneyim ve tanıklık" anlamına gelen üç anlamı var görgünün. 

Kısaca eski tabirle adabımuaşeret, şimdilerde nezaket ve görgü kuralları diyoruz biz bu görgüye. Ahlak kuralları da diyebiliriz. 

Herkesin görmek istediği ve görgüsüzlüklerden dert yandığı günümüzde görgü nasıl kazanılır? Görgü öğretim ve eğitim yoluyla verilebilir mi? Bu soruya evet veya hayır cevabı verebiliriz. Niçin evet veya hayır dediğimizi gerekçelerini de söyleyebiliriz. Hatta bu sorulara görgü nerede öğrenilir? Evde aile ortamında mı, sokakta akranlarımızdan mı, okulda arkadaşlarımızdan, öğretmenlerimizden ya da derslerden mi öğreniriz, sorularını da sorabilirim.

Bilimsel bir tespit ve değerlendirme olmadan görgü üzerine duygu ve düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Görgü şurada, burada, şöyle davranılarak öğrenilir veya öğretilir diye bir iddiada bulunmayacağım. Zira görgü çok başka bir şey. Bilginin insanda bütünleşerek sosyal hayata yansımasıdır. Bizde bilgi var. Üstelik bilginin kaynağı da çeşitlendi. Bilgi sadece aile ve okulda değil, sanal alemde de pekala bilgi elde edilebilir. 

Hepimiz görgü denen olguyu muhatabımız ve hayatın her alanında görmek isteriz ama çoğu zaman bu istek görgüsüzlük, terbiyesizlik ve kabalık olarak karşımıza çıkıyor. Bu demektir ki bilgi ve öğrenme tek başına görgü demek değil. Yukarıda verdiğim tanımlardan hareketle görgü için verilen üçüncü tanım olan "Görmüş olma durumu" yani eyleme, söze tanık olma, şahitlik etme durumu, öyle zannediyorum görgünün ilk şartıdır. Zira görme, bilmeye göre bir adım öndedir. Göre göre gördüğümüz şey, kelimenin ikinci tanımından da anlaşılacağı üzere bizim için bir deneyim ve tecrübe oluyor. Görerek tanıklık ettiklerimizi tecrübe ettiğimizde, kelimenin ilk anlamı olan uyulması gereken saygı ve incelik kurallarını ortaya çıkarıyor. Demek ki tanıklık, tecrübe, terbiye şeklinde ifade edebiliriz görgüyü. Çünkü görüyoruz, gördüğümüzü tecrübe ediyoruz, görüp tecrübe edindiklerimizi de bir toplumda uyulması gereken kurallar bütününe dönüştürüyoruz. 

Görgü için bu formüle ettiğimiz yeterli mi? Değil. Yeterli olsaydı görüp tecrübe eden hepimiz görgülü olurduk. O zaman bunların içini doldurmak gerek. 

Görgü ağaç yaş iken eğilir misali, küçükken evde, kreşte, anasınıfında ve ilkokulda başlar. Zira çocuklar ana karnında iken seslere aşina. Doğduktan sonra da ses ve gördüklerini hafızasına kopyalar. Ne işitti ne gördüyse, zamanı gelince hafızasından alır ve kullanır. Kulağı hep ince ve nazik ses işiten, gözü güzel şeyleri gören, nezaket ve görgüsünü küçük yaşta iken göstermeye başlar. Bu açıdan çocuklara rol model olmak önemlidir. Zira çocuk rol model olarak aldığını hayata uygular. Ev ortamında hep kaba söz duyan bir çocuk, okul ortamında görgü adına öğrendiği ne varsa nazik olmak istese de olamaz. Çünkü belleğine yerleşen kabalık en ufak sinir ve kızgınlık anında nezakete baskın gelir. O yüzden aile ortamında hep iyi, güzel şeyler öğrenen biri her yerde görgünün örneklerini sunar ama aile ortamında kaba davranışlar sergilenmişse, bu kabalık dışarıya da yansır. 

Küçük yaşta uygulamalı olarak öğrenilmeyen görgü sonradan öğrenilse de bunun görgüye pek katkısı olmaz. Çünkü sakin zamanda görgünün en güzel örnekleri verilirken zor durumda kaldığı zaman kişi bir bakmışsın, aslına rücu ediveriyor. Bu da bir çuval inciri berbat etmek demektir. O yüzden çocuğun yetiştiği aile ortamı görgüde birinci önceliktir ve olmazsa olmazdır. Bunun için anne babalara, ağabey ve ablalara büyük iş düşüyor. Çok bir şey yapmayacaklar. Sadece güzel rol model olacaklar. Bunlar görgülü olursa bilin ki çocuk da görgülü olacaktır. 

Son olarak şunu söyleyeyim. Görgülü olmak için istek ve arzu da önemlidir. Aynı zamanda meyil de. Kişi istemez ve meyletmezse, o görgü uçar gider. 

Müteşebbis Ruhum

Bir 48 bin liram olsa, param var diye bir balıkçı lokantasına gitmez, bu parayı lokantada 4 kişi ile yiyerek meteliğe kurşun atmazdım.

Ne yapardım?

Misafirlerimi evimde ağırlar, balıkçıdan aldığım balığı evde pişirerek onlara ikram ederdim.

Kalan para ile bir yer kiralar, kasa kasa envaiçeşit balık alır, balıkçılık yapar, paraya para demez, 48 bin lirayı kaç 48 bin lira yapardım.

Elinden tutan mı var, git aç diyebilirsiniz.

Hakkınız var. Konuşuncaya kadar gider açardım.

Ne edersiniz ki gözü kör olası 48 bin liram yok.

Bir diğer konu, balıkçı dükkanı açarsam, tüm günüm balık temizlemekle geçince, haliyle sosyal medyaya yeterince giremeyecek ve sizinle sanaldan da olsa hasbihal edemeyeceğim. Beni düşündüren de bu.

Nasıl beğendiniz mi bendeki müteşebbis ruhunu? Gördüğünüz gibi tek eksiğim parasızlık.

Varsın, tüm eksiklik bu olsun. İstediğin para olsun, kafa senden, sermayen bizden derseniz, kendi düşen ağlamaz derim.

Gelin açalım bir balıkçı dükkanı. Yanına da bir balıkçı lokantası. Paraya para demeyelim. Burada bir tutunduktan sonra ülkenin diğer taraflarında bu işi zincir haline bile dönüştürebiliriz.

Ben bu müteşebbis ruhumla bedenimi de vererek çalışırken siz de misafir gibi gelip balığınızı yiyeceksiniz. Bilin ki parası daha önce ödendiği için tekrar ödeme yapmayacaksınız. Yani siz sermayedarlarıma beleş.

Kim gelecek müşteri demeyin. Kaynar içerisi. İğne atsan yere düşmez. Belki de randevulu çalışacağız. Çünkü evinde balık pişirmekten üşenen, balık kokusundan rahatsız olan ama balık yemeyi seven sadece evini kokutmak istemeyen hanımefendilerin uğrak yeri olacak burası. Yani paranız haybeye gitmeyecek.

Haydin bakalım, pamuk eller cebe.

Not: Bu müteşebbis ruhum, 4 kişinin balıkçı lokantasında yediği ve 48 bin liraya mal olduğu söylenen rivayet üzerine ortaya çıkmıştır. 27 Ocak 2022

Huzuru Yok Eden Serüvenimiz

Bu yazımda, kime ait olduğunu tespit edemediğim bir alıntıya yer vermek istiyorum. Alıntı biraz uzun ama bir solukta okuyacaksınız. Belki de başlarını okuyup bu benim hikayem deyip gerisini okumayacaksınız. Çünkü hikaye çoğumuz tanıdık gelir. Zira çoğumuz bu  delikten kaç defa girdik, bu cendereden geçtik. Kaçımız aradığı huzuru buldu, kaçımız kaybetti. İşte burası muamma. Eşya, ev, araba, mal, mülkün huzur vermediğini belki de hepsini elde ettikten sonra fark ettik ama bu fark ediş geç oldu ve çok pahalıya mal oldu. Öyle ya nerede görülmüştü bu serüvenin huzur getirdiği. Ancak götürmüştür. Şimdi sizi hikayenizle baş başa bırakıyorum: 

“Evlenmeye karar verdik. Anlaştık. Eşya, düğün masrafı, düğün salonu, şaşalı bir düğün falan olmasın dedik.

Üç odalı bir eve girdik. Sadece temel ihtiyaçlar aldık. Buzdolabı, ütü, ocak, halı, perde vb.

mobilya yoktu. Bir iki tane sandalye almıştık. Yatak odası, oturma odası, yemek odası, misafir salon takımı, gümüşlük gibi mobilya almamıştık.

Kocam işten direk eve geliyordu. Kazancımız yetiyordu.

Az bir masraf ile düğün yaptığımız için borcumuz yok gibiydi.

Beş altı ay böyle geçti. Ama evimize hayırlı olsuna, ziyarete, yemeğe gelen herkes bizi küçük görmeye başladı. Mobilyasız olmaz dediler. Yerde yemek istemeyen oldu. Dizim ağrıyor deyip bir daha gelmeyen oldu.

Her gelen alın alın diyordu. Alın demeleri kolaydı. Ama neyle alacaktık?

Eşim de bunları duyuyor ve görüyordu. Ama kazancımız yetmez diye yanaşmıyordu.

Sonra ne olduysa ben dayanamadım artık. Ona illa mobilya takımı aldırdım.

O da borca girdi.

Artık eve iki saat geç geliyordu. Mesaiye kalıyordu.

Olsun sabrettik. Beş altı ay sonra borcumuz bitti. Mobilya güzeldi.

Hayırlı olsun diyorlardı. Eh bizim de hoşumuza gitti.

Birkaç ay sonra bu sefer de mutfak masası istedim. Kocam onu da aldı. Yani aldırdım. Niyetim dedikodu olmasındı aslında.

Kocam daha da geç kalmaya başladı.

Zira iki saat fazladan kalmaya alışmıştı.

Bunun da borcu bitti. İlk yemeklerimizi yedik.

Yatak odası almaya karar verdik.

Herkes şöyle olsun, böyle olsun derken pahalı bir yatak odası takımı aldık. Pahalı bir şeydi.

Kocam artık eskisinden üç dört saat daha geç gelmeye başladı. Bunun borcu bir yıldan fazla sürdü.

Artık kocam eskisi gibi eve gelmiyordu.

Çok çalışmaya alışmış, ona göre de iş yoğunluğu olmuştu.

Ben ise çok ileride fark edecektim ki mobilyaya aşık olmaya başlamıştım.

Evin diğer tüm eksiklerini aldırttım.

Tabi üç dört yıl geçmiş, artık ilk zamanlarda aldığımız eşyalar eskimeye başladı.

Bu sefer evimize gelenler, bunu hala kullanıyor musun, hala aynı koltuk mu gibi sözler söylüyorlardı.

Evde yürüyecek yer yoktu.

Çocuğumuz, mobilyalardan evin içinde yürüyemez olmuştu.

Sonra evin dar olabileceğini düşündük.

Bu sefer daha geniş bir eve kiraya çıktık.

Kira artmıştı. Ama olsun, eşyalarımız sığıyordu.

Ev ararken kendimize değil, eşyalarımıza ev arıyorduk.

Aradığımız, diğer değişle eşyalarımızın aradığı evi bulmuştuk.

Fakat perde uymuyor, halılar küçük kalıyordu.

Bu sefer sıra bunlara geldi.

Kısaca aldık da aldık.

Tabi yeni bir şey olsun, aldığımız mobilya tanıdıklarımızda olmasın diye çok arıyorduk.

Zaman israfı, para israfı cabası...

Bitti mi? Yok.

Araba serüveni başladı. Yıllarca yemedik arabaya yedirdi. İçmedik arabaya içirdik.

Sonra mahalle baskısı ve başka nedenlerden dolayı ev almaya karar verdik. İşte bundan sonra evimizde ne tat ne huzur kaldı.

On yıllarca sürecek bir borca imza attıktan sonra kocam gece yarısı eve gelmeye başladı.

İlk zamanlar onu bekliyordum.

Sonra dayanamayıp yatmaya başladım.

Ancak sabah olunca onun geldiğini fark ediyordum.

Kendi evimize geçtik. Ama tadımız, tuzumuz, sevgimiz kalmamıştı.

Robot gibi bir hayatımız vardı.

Aylarca hafta sonları dahil kocamı evde görmedim.

Hep çalıştı. Çalıştı. Çalıştı.

Hafta sonlarımız da elimizden gitti.

Ama fark edememiştim.

Ben, kocam eskisi gibi benimle ilgilenmiyor zannediyordum.

Ama bilmiyordum ki aslında benimle ilgilenecek zamanı kalmamıştı.

Tüm zamanını benim mobilyalarım, halılarım, arabam, perdem, evim ve bitmek bilmeyen hırsıma harcamıştı.

Benimle değil, isteklerimle ilgileniyordu.

Uzun hikaye...

Ne mi oldu sonra?

Kocam artık evi umursamaz oldu.

İş yerinde kalmalar falan...

Şüphelenmeye başladım.

Aldatıyor muydu diye düşündüm.

Eve geldiğinde elbiselerini karıştırıyor, kadın saçı arıyor, telefonunu alıp kurcalıyordum. Ama bir şey bulamadım. Üzerine gittim. Zorladım.

Sonunda ağladı.

İşten uzun zamandır çıkarıldığını, taksitleri ödemek için günlük, geçici işlerde çalıştığını, evin taksitlerini ödeyemediğini söyledi.

Bir kaç defa intihar etmeye teşebbüs ettiğini ama ailesinin sefil olmaması için bundan vazgeçtiğini söyledi.

Beraber ağladık. Ağlamakla borç ödenmiyordu.

İcra mektubu geldi.

Taksitleri epey geciktirdik.

Banka evi icra yoluyla aldı.

Bizi çıkarttı.

Eşyalarımızın bir kısmını sattık.

Diğer borcu arabayı satarak ödedik.

Sonra üç odalı evimize geri döndük.

Yıllarca sıkıntıdan sonra eski evimize geri döndük.

Dersimizi aldık.

Aman ha size gelip de akıl verip para vermeyenlere aldanmayın.

Onu al, bunu al diyen çok olacak.

Ama bir kuruş para vermezler.

Kazancınıza göre evde, kazancınıza göre arabada ve kazancınıza göre eşyada gözünüz olsun"