19 Ekim 2021 Salı

Paramız Pul Olmasın mı Diyorsunuz? *

Korkarım, bu gidişle bu millet yetkiyi bana verecek. Hem de adaylık, sandık ve rakip olmadan. Geç başa, al şu ülkenin mührünü, tüm yetki sende. Yeter ki bu ülkeyi sıkıntılardan kurtar diyecek.

Halktaki bu irade ve kararlılığı gören Erdoğan, madem öyle, buyurun boyunuzun ölçüsünü ve ne haliniz varsa görün deyip kenara çekilecek. Erdoğan'ın çekildiğini gören karşı cephe, Erdoğan bile çekildiğine göre biz buna hiç rakip olamayız, pes deyip evlerinin yolunu tutacak.

Verin yetkiyi bana, görün gününüzü demeden, miting meydanlarında koşturmadan, TV ekranlarında görünmeden, kısaca terlemeden ülkenin tüm yetkisi şimdi bana verildi mi? Bakın siz ondan sonrasını. Millet; hayret, ibret, tedirginlik ve heyecan artık ne varsa, nefeslerini tutarak bakalım ne yapacak deyip beni izlemeye koyulacak.

Ve ben ya Allah ya bismillah deyip kolları sıvayarak işe girişeceğim. Girişirken tüm sorunlara birden eğilip işleri ağzıma yüzüme bulaştırmayacağım. Bir öncelik sırası belirleyeceğim. Önce milletin belini büken ekonomiye el atacağım.

İlk işim, uçan rüzgardan etkilenen, öksürükle komaya giren, döviz karşısında eridikçe eriyen, gavur parasıyla beş para etmeyen Türk Lirasından kurtulmak olacaktır. Yerine, paramızı pul eden parayı getireceğim. Bu, dolar olur ya da EURO. Tepki çekmeyecek miyim? Birileri paramıza dokundurmayız eylemleri yapacak. Varsın yapsınlar. Buna hiç pabuç bırakmayacağım.

Varacağım bu eylemcilerin yanına. Açın cüzdanınızı diyeceğim. Cüzdandan çıkan dövizleri diğer eylemciler de görsün diye yere saçacağım. Sonra bunlar ne lan diyeceğim. Onlar; şey… dolar, Euro efendim diyecekler. Ben ne yapıyorum, fiiliyattakini yani cebindekini resmiyete döküyorum. Böylece paranız değerini koruduğu gibi döviz almak için döviz bürolarına da gitmeyeceksiniz. Her gün her saat her saniye döviz ne oldu diye gözünüz döviz kurlarına gitmeyecek, TV’de dizi seyrederken ekranın sağ alt köşesinde dolar şu kadar, EURO bu kadar oldu demeyeceksiniz. Çünkü bunlara ihtiyaç kalmayacak. Dizinizi, dizinize vurmadan bir güzel seyredeceksiniz. Akaryakıt istasyonları döviz kurundan kaynaklı fiyat ayarlaması yapmayacak. Siz de istasyona giderken benzin/mazot/LPG şu kadar olmuş diye fiyatlara bakmayacaksınız. Esnaf/ işletmeler, dolar şu kadar oldu, girdi fiyatları bu kadar oldu, tedarikte sıkıntı çekiyoruz deyip ürünlerine zam yapmayacak. Piyasa zamlardan etkilenmeyecek. Kimse Avrupa’da şu kadar, bu kadar kıyaslaması yapmayacak, bittik demeyecek.

Gördüğünüz gibi paramızı dolar/EURO’ya döndürünce en azından kur farkı kalkacak. Hayat normale dönecek. Piyasadaki rahatlamayı gören eylemciler, zamanında boşu boşuna eylem yapmışız. En iyisi bu, bundan iyisi can sağlığı. Bu adam can simidi gibi imdadımıza yetişti. Şimdiye kadar neredeydi böyle diyecek ve yanıma tıpış tıpış, utana sıkıla gelecek ve emrindeyiz ağabey diyecek.

Para sorununu böyle çözdüğümü gören maşeri vicdan, bu adam bu işi yani en zor işi böyle çözdü ya… diğerleri bunun için çocuk oyuncağı diyecek, ardındayız, öl de ölelim diyerek ardımda saf tutacak. Ondan sonra görsün dış güçler bizi…

*23/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Makamların Yuttukları *

Kayseri'de iki yıl aynı sınıfta okuduğum Sivaslı bir arkadaşım aradı 10-15 yıl önce. Hal hatır derken kimlerle görüşüyorsun dedi. Birkaç kişinin ismini saydım. Tokatlı bir arkadaşın da adını söyledim. Numarasını bir ver. Bir de ben görüşeyim dedi. Numarayı verdikten sonra aradığında kendini tanıtma. Ankara'dan aradığını, Tokat'taki başarılarını takdir ettiklerini, size Ankara'dan bir yöneticilik vermek istediğini söyle. Bakalım ne diyecek dedim ve görüşmeyi sonlandırdık.

Bir iki hafta sonra Tokatlı arkadaşı aradım. Telefonu açar açmaz "Bu sensin değil mi, tabii ya. Nasıl düşünemedim. Bunu senden başkası yapamaz." dedi. Ne oldu, hayırdır dedim. Başladı anlatmaya: Beni Ankara'dan aradı biri. Çalışmalarımla Tokat'ta göz doldurduğumu, beni Ankara'da bir makamda yönetici olarak değerlendirmek istediklerini söyledi. Ben de kendisine benim sınav puanım yok. Yönetici olmak için sınav puanı gerekiyor. Bu durumda ben yönetici olamam. Çünkü şartlarım tutmuyor, dedim. Sınav bizim için çocuk oyuncağı. Sen yeter ki he dedi. Ben de tamam o zaman. Mademki bu iş sınavsız da oluyor. O zaman beni Tokat'ta bir okulda değerlendirseniz olmaz mı dedim. Olur tabi. Sen yeter ki müdürlüğü boş bir okul söyle dedi. Ben de falan falan okullar boş. Bunlardan birine atayın dedim. Karşımdaki gülmeye başladı. Meğerse kendisini Ankara'dan bir bürokrat olarak tanıtan bizim Sivaslı E.... imiş. Beni işletti. Ama bunu yaptığınıza sevindim. Böyle yapmakla bendeki makam sevgisi ve hırsı ortaya çıkmış oldu. İçimdeki zaaf ortaya çıktı. Hemen atladım. Amma da seviyormuşum makamı. Allah beni af etsin, dedi. 

Anekdotun sahibi harbi bir arkadaş. Ne ise odur. Kendisine yaptığımız şakayı kaldırdığı gibi bir özeleştiri yaparak içindeki makam sevgisi ve beklentisinin olduğunu açıkça ifade etti. Bu arkadaşın samimi itirafını yapamayan çok aramızda. 

Yazımın bundan sonraki kısmını adını vermeden bu meslek grubunun para ve makamla imtihanına ayıracağım. Elbette her meslek grubu içinde para hırsı ve makam beklentisi içerisinde olanlar var ama bir meslek grubu var ki para ve makam konusunda bu meslek grubunun eline hiçbir meslek grubu su dökemez. 

Bir zamanlar okullarda ders yükü en az olan, doğru dürüst maaş karşılığını dolduramayan genellikle tek maaşla çalışan ve yönetici görevlerinden uzakta olan bu kesimin serüveni, istisnalar hariç bilgisayar formatörlüğü ile başladı. Her ne kadar bilişim laboratuvarı olan okullarda öncelikli olarak bu görev bilişim teknolojileri öğretmenlerine ait ise de her okulda bu branşta öğretmen olmadığı için bu meslek grubu okullarda bilgisayar formatörlüğüne müracaat etti. Yeter ki bilgisayarı açıp kapamayı bilsin. Karşılığında da 18 saat ek ders ücreti aldılar. Bir nevi idari görev gibi olan bu görevde biraz tecrübelenince bu kesim, vekaleten yöneticiliğe terfi etti. Okul müdürlüğü ve yardımcılığı, il-ilçe şube müdürlüğü ve milli eğitim müdürlüğü, öğretmenevi müdürlüğü vs. Yani nerede boş bir makam varsa bunlar öncelikli olarak vekil tayin edildi.

Vekaletler bu kesimi kesmedi. Zira ne de olsa geçici bir görev. Bu idari tecrübelerini mutlaka bir yerlerde değerlendirmeleri gerekirdi. Çünkü o kadar tecrübe boşa gidecekti. Bu da düşünüldü. 2014 yılında çıkarılan bir torba kanunla, okullarda dört yılını dolduran müdür ve müdür yardımcılarının görevlerinin “asli görev” olmadığı icat edildi. Onlar önce asli görevleri olan öğretmenliğe döndürüldü. Sonra bunların başarılı olup olmadığını geriye dönük puanlatıldı. Bu puanlama işi de çoğunlukla bu meslek grubundan olanlara ihale edildi. Onlara dendi ki eleyin, şunları. Boşaltın koltukları. Yerine öncelikli olarak sizin branşınızdan olmak üzere biz istediğimizi dolduralım. Bakalım bu işi yapabilecek misiniz? Şayet bu işi yaparsanız, halihazırda vekaleten atandığınız bu göreve sizi asaleten atayacağım müjdesi verildi. Allah var, bu işi de iyi yaptılar. Neredeyse elemedikleri müdür ve yardımcı kalmadı. Kalitenin tesadüf olmadığı görüldü.

Şimdi geldi okullardaki boşalan koltukları doldurmaya. Nasıl doldurulacaktı? Bunun da yolu bulundu. Mülakatla alım kararı verildi. Mülakata, elenen yöneticilerden fazla müracaat oldu. Hiç idarecilik yapmayanlar bile koştu ben müdür ya da yardımcı olacağım diye. Oluşturulan mülakat komisyonu karpuz seçer gibi müdür ve yardımcı seçti. Seçilenler içerisinde aslan payını yine bu kesim aldı. Şimdi çoğu okullarda bu meslek grubundan idarecilerin ağırlığı var. Bu kesimden doldurulamayan yerlere de başka meslek grupları adam yokluğundan yönetici olarak takviye edildi.

Hasılı, bu meslek grubu; bilgisayar formatorlüğü, vekaleten ve asaleten idarecilik görevinin ardından kabuğuna sığmaz oldu. Bugün nereye, hangi yönetim kadrosuna bakarsanız bu meslek grubundan yöneticiler görürsünüz: Kah okul müdürü kah yardımcı kah il-ilçe milli eğitim müdürü kah şube müdürü kah öğretmenevi müdürü kah STK ve sendika başkanı vs. Bu kesim yöneticiliğe doydu dense yeridir.

Sözün özü, bu kesimin imtihanı da bu: Para ve makam. Kaçı imtihanı yüzünün akıyla geçti kaçı da makamı eline yüzüne bulaştırdı. Bu da bir araştırma konusu. Ama görünen bir gerçek var ki bu kesimin -çoğunluğunun- bilinçaltında para var, makam var. Sanki analarından makam için doğmuşlar. Merak ediyorum, içlerindeki bu makam hırsını geçmişte bu kadar nasıl öteleyebildiler?

*18/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

18 Ekim 2021 Pazartesi

Yolcular Kaptanla Yol Ayrımında *

Ömrü kaptanlık yapmakla geçen tecrübeli bir kaptan; düşün peşime, binin aracıma. Sizi gideceğiniz yere götüreyim, uzun bir yolculuk yaptırayım. Araba nasıl sürülürmüş, bir görün. Var mı benden iyi süren? Yeter ki bu koltuğa beni oturtun, bana bu yetkiyi verin. Size konfor vadediyorum. Bendeki bu kaptanlık, her insana nasip olmayacak şekilde bir Allah vergisi. Bana bu yetkiyi vermezseniz, emaneti ehline vermemiş olursunuz. Bunun bedelini de ağır ödersiniz hele falana verirseniz bitersiniz, dedi.

Kaptanı can kulağıyla dinleyen yolcular, başka kaptanların vaatlerini de dinlerler. Kaptanlar kendilerini ifade ettikten sonra yolcuların önüne sandık konur. Yapılan oylamada ilk konuşan ve iyi konuşanın vaatleri çoğunluk tarafından benimsenir. Diğerleri yeterince ikna edici bulunmaz. Sonunda şoför koltuğuna, çoğunluğun oyunu alan oturtulur. Oy versin veya vermesin, yolculuk yapacaklar aracın koltuklarına bir bir otururlar. Yolcuların çoğunluğu, bu şoför iyi şoför, var mı bizim şoför gibisi derken kimisi acaba yapabilir mi diyerek temkinli yaklaşır. Bu şoför yapamaz, bunun foyası arabayı sürerken ortaya çıkar ama elimiz mahkum. Çünkü çoğunluk bunu seçti. Başka da alternatif yok der. 

Yolcular tamam olunca kaptan arabayı çalıştırdı. Araç ilerledikçe şoföre güvenenlerin yüzü güldü. Hah şöyle ya. Adam gerçekten şoförmüş, var mı bizim kaptan gibisi dediler. Temkinli yaklaşanlar ve muhalif olanlar, böyle süreceğini kestiremedik. Oy vermedik ama fena da sürmüyor dedi.

Az gittiler, uz gittiler. Bir on saat yolculuk yaptılar. Huzurlu bir yolculuktur bu. Konfor dersen vardı, huzur vardı. Çünkü tüm emniyet tedbirleri alınmıştı. Şoförün kendisine güveni olduğu kadar yolculara da güven verdi. Çünkü şoför tüm trafik kurallarına harfiyen riayet etti. Bu arada kaptanın yardımcıları da on numaraydı. İyi araba sürmesinde kendisine hep destek oldu. 

Gel zaman git zaman, bir kaptan seçimi daha geldi çattı. Usta şoför, önceki şoförlüklerimi gördünüz. Sizi hiç mahcup etmedim. Üstelik önceki sürüşlerim çırak ve kalfalık dönemimdi. Bundan sonra benim için ustalık dönemi başlıyor. Verin oyunuzu, sizi ihya edeyim dedi. Yolcular da çıraklığı ve kalfalığı böyle ise kim bilir ustalık dönemi nasıl olur dedi ve oy çokluğuyla kaptanı yeniden seçti.

Kaptan zirveyi kimseye kaptırmadan yoluna devam ediyor ama daha iyi olacak dediği ustalık dönemiyle birlikte değişmeye başlar. Çünkü bu kadar oyu tek başıma ben alıyorum diyerek başına buyruk hareket etmeye ve yol arkadaşlarıyla istişareyi bırakır. Güç zehirlenmesi yaşar. Birlikte yola çıktıklarının en ufak bir öneri ve eleştirilerine tahammül etmez, onları yanında ayak bağı olarak görür. Ardından kendi yükünü alan ve her daim yanında olan yol arkadaşlarını nankör ilan ederek teker teker araçtan indirir ve araçtan indiniz, bir daha bu araca binemezsiniz der, yerlerine yenilerini yardımcı olarak alır. Nasılsa yardımcı ve yolcu sıkıntısı yok. Yolda aracına binmek isteyen niceleri var ve yolda bulduklarını aracına alır.

Kaptan yanına aldıklarıyla girdiği seçimleri eskisi gibi açık ara olmasa da kazanmaya devam ediyor ama aracı eskisi gibi sürmüyor, yolculara eskisi gibi davranmıyor, kırıp geçiriyor. Kaza yaptı yapacak. Çünkü yorgun. Yolculardan canımızı tehlikeye atacaksın, yavaş sür, kurallara uy, hız limitini aşma, bak duvara toslayacaksın homurtuları cılız da olsa çıkmaya başlıyor ama sen misin böyle diyen. Kaptanı sevenler yüksek sesle; nankörler, ne varmış araba sürüşünde. Bunu değiştirip de falan kaptan gelirse görürsünüz gününüzü. Adam uyumadan gece gündüz sizi götürüyor. Size iyilik de yaramaz. Söyler misiniz, eskiden böyle süren var mıydı? Çünkü böyle süren gelmedi. Karışmayın kaptana. Zira kaptan ne yaptığını biliyor. Bizim görevimiz onu eleştirmek değil, koltuklarda yolculuğa devam etmek deyip homurtuları bastırıyor. Bunu gören yolcular yolculuğa devam ediyorlar ama içleri rahat değil. Aman dikkat et demeye bile çekiniyorlar.

Ve kaptanın risklerle dolu uzun maratonu düşe kalka, yalpalaya yalpalaya devam ediyor ama yolcuların tedirginliği had safhada. Canlarının tehlikede olduğuna inanıyorlar ve yarınlarını göremiyorlar. Böyle giderse en iyi kaptan bizim kaptan diyen yolcular dahi giderse gitsin, yerine kim gelirse gelsin deme noktasına gelecek. İşin garibi yolcuların ekseriyetinin gördüğü bu tehlikeyi kaptan ve sevenleri ne görüyor ne kabulleniyor ne de bu seslere kulak veriyor.

*13/11/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Angela Merkel *

Fizik eğitimi görmüş, Kuantum kimyası üzerine doktora yapmış 1954 Hamburg doğumlu Angela Merkel, 35 yaşına gelince siyasete atılmış. Siyasi kariyerinde Doğu Alman hükümet sözcülüğü yaptıktan sonra Hristiyan Demokrat Partisine katılmış, Helmut Kohl hükümetinde Kadın ve Gençlik bakanlığı yapmış olan Merkel, 2000 yılında partisinin ilk kadın genel başkanı, 2005 yılında da 51 yaşında iken Almanya’nın hem en genç hem de ilk kadın başbakanı seçilir.

Dünyanın en büyük dördüncü ekonomisine sahip Almanya’ya 16 yıl liderlik yapan Merkel hem ülkesinde hem de Avrupa Birliğinde sözü geçen ve ağırlığı olan biri olarak dikkat çekti. Adı hep soğukkanlı ve istikrar ile anıldı. Hem partisinde hem de ülkesinde zirvede iken 2018 yılında aldığı bir kararla genel başkanlığa ve başbakanlığa yeniden aday olmayacağını duyurdu ve sözünde durdu. Ülkesinde 26 Eylülde yapılan seçimlerde aday olmadı. Hükümet kurulur kurulmaz koltuğu devredecek olan Merkel, şimdilerde veda turları yapıyor. Anlayacağımız, Merkel zirvede iken siyaseti bırakıyor, koltuğu kendiliğinden terk ederek bulunmaz Hint kumaşı olmadığını göstermiş oluyor.

Gördüğüm kadarıyla Merkel, birçok siyasiye göre daha fazla başbakanlık yapmış ve yapılan seçimlerde aday olsaydı, tekrar başbakan olabilecek iken zirvede ve 67 yaşında iken koltuğu elinin tersiyle iterek kenara çekilmeyi bildi. Buna tadında, kıvamında ve kimseyi bezdirmeden görevi devretti denebilir. Öyle zannediyorum, adı unutulmayan ender kişiler arasında yer alacak.

Yazımda, Merkel’in hayatına ve siyasi geçmişine kısaca değindim. İstedim ki Merkel’in başarılarla dolu siyasi hayatı ve zirvede iken siyaseti bırakması, bizim siyasilerimize de örnek olsun. Bunu kaç kişi yapabilir, özellikle ülkemiz siyasetinde bunun karşılığı yok. Çünkü bizde ister iktidar ister muhalefet olsun, ister başarılı bir siyasetçi ister başarısız bir siyasetçi olsun, siyaset bırakılmaz. Siyaset onu bırakır. Bu da mezara kadar devam eder ve siyasilerimizin cenazesi Meclis önünde yapılan törenle kaldırılır. Bizde partiler genellikle siyasi liderlerle doğar ve onunla ölür. Siyasilerimiz hasta bile olsa, partisinin oyu düşse, yürürken zorlansa, kimse çekil git demez. Dense de buna kulak verilmez. Ölümüne o koltukta oturmaya devam edilir. Zorunlu yapılması gereken kongre ve kurultaylarda karşısına kimse aday çıkamaz. Çıksa da delegeler mevcut liderden yana tavır alır ve liderlik kimseye kaptırılmaz. Çünkü liderlik ve parti, parti kurucusunun tapulu malı gibidir. Türkiye’nin siyasi geçmişine bakıldığında merdiven çıkamadığı için seçim arabalarına asansör yapılan siyasilerimiz bile var. Bugün hastalığından dolayı Meclis çalışmalarına katılamadığı için evinde yatan ama hala vekilliği devam eden siyasimiz var.

Yazımı nihayete erdirirken tekrar ediyorum. Merkel’in;

-başarılı geçmişi,

-zirvede iken makam ve koltuktan vazgeçebilmesi,

-soğukkanlılığı,

-Az, öz, yerinde, zamanında ve kıvamında konuşması,

-istikrar abidesi oluşu vs. ülkemiz siyasetçilerine özellikle zirvede olanlara örnek olsun. Siyasetçilerimiz unutmasınlar ki Türk siyasetinde ölümsüz olmanın yolu, ölünceye kadar siyaset yapmak değildir. Ölümsüz olmanın yolu, her işte olduğu gibi siyaseti de tadında bırakmaktır. Hele zirvede iken benden bu kadar deyip köşesine çekilmek, kubbede hoş bir seda bırakmaktır.

Bunu ülkemizde görür müyüz? Ümitsiz değilim ama bu ülkede zor. Çünkü siyasiler için siyaseti bırakmak ölmekten beterdir. Ha siyaseti bırakmışlar ha ölmüşler…

Ne diyelim, darısı bizim ülkemizin başına…

*30/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

17 Ekim 2021 Pazar

Kutuplaştırmalar Meyvesini Vermeye Başlamış *

Üç dört yıl birlikte çalıştığım, çalışırken oturup muhabbet ettiğim, ülke gündemine dair fırsat buldukça fikir alışverişinde bulunduğum eski eskimez bir arkadaşla "Hafta sonu birlikte bir çay içelim" diye kavilleştik. 

Pazar günü telefonla aradım kendisini. Müsaidim, dedi. Evliya Çelebi Parkındaki Kafem'de buluştuk. 

Özlemişim muhabbetini. Ağırlıklı olarak ben konuşmuş olsam da bir o konuştu bir ben. Sağdan soldan derken geçmiş günleri yâd ettik. Söz döndü dolaştı ülke gündemine, ülkenin gidişatına ve ülkedeki kutuplaşma ve ayrımcılığa. 

Çaylarımızı yudumlarken babasının başından geçen bir olayı anlatarak üzüntüsünü dile getirdi. Olayın ardından kaç gün geçmesine ve bu olay kendi başına gelmemesine rağmen olayın etkisinden kurtulamadığı, konuşmasına da yansımış. Ne olacak abi böyle dedi. Kısaca bu olaya değinmek isterim.

Olay Erzincan'ın bir köyünde geçer. Arkadaş da Erzincanlı ama hanım köylü olmuş ve Konya'ya yerleşmiş. Konya'ya yerleşse de her yaz ve fırsat buldukça sılayırahim görevini ifa eder gelir. Babası Erzincan'ın bir ilçesinde mukim. Yetmişini geçmiş bu amca, birkaç günlüğüne köyüne gider. Çocukluk günlerini yad eder. Bu arada cami ve cemaatten de kalmaz. 

Sayılı günler çabuk biter. Cemaatle kıldığı bir namaz sonrası ilçeye dönmek ister. Cemaatten arabası olan biri de ilçeye gidecek. İlçeye gidecekler binsin, der. Camiden çıkan beş altı kişi araca biner. Amca da binmek ister. Araçta yer olmasına rağmen araç sahibi, "Seni götürmem" der. Niye der amca. Çünkü sen AK Partili değilsin der ve amcayı almadan basar gider. 

Bu duruma babası kadar üzülen arkadaş, bir ikinci üzüntüsünü daha dile getirdi. "Bu olay vahim olmaya vahim ama daha vahimi, birlikte yan yana saf tutarak aynı kıbleye baş koymuş cemaatin bu olaya tepki göstermemesi; onu almıyorsan, aracına biz de binmiyoruz dememesi. Beni üzen de bu dedi. 

Bu anekdota ne diyeceğimi şaşırdım. Bakakaldım. Bu kadar da olmaz dedim. Bu üzücü olay bireysel bir olay. Partinin resmi organlarının tasvip edebileceği bir olay değildir. Çünkü hiçbir parti, bize oy vermeyenleri arabanıza almayın, demez. Yalnız bu olay bir işgüzarın kendince işlediği bireysel bir halt ise de bu olayı basit bir olay olarak görmemek lazım. Bu bireysel olayın genişlemesine endişe ediyorum. Çünkü Türkiye'nin bu konudaki sicili pek temiz değildir. 1950'li yıllarda Anadolu'da bazı camilerin Halk ve Demokrat Partili diye ikiye ayrıldığını büyüklerden dinlemişliğim var. Yine bir zamanlar Avrupa’da Süleymancıların, Milli Görüşçülerin vs. cemaatlerin her birinin camisinin ayrı olduğunu gidip gelenler söylerdi. Şimdi de var mı bilmiyorum. Temenni ediyorum ki bu ayrılık devam etmiyordur. 

Erzincan'daki olaya yeniden dönersek, bu bireysel olayda siyasilerin katkısının daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Çünkü siyasiler, seçmenlerini konsolide etme uğruna kutuplaştırmayı körüklerler, rakiplerini ötekileştirirler; sorumlu bir dil kullanmaya özen göstermezlerse, tabandaki halk, bugün dolmuşuna almaz, yarın camiye sokmaz, ertesi gün camileri ayırır. Maalesef geçmiş örneklere bakarsak Türkiye'nin siyasi geçmişi bu tür olaylara teşnedir. 

Siyasiler unutmasınlar ki bu ülke siyasilerin emellerine alet edilemez. Yine siyasilerimiz ve hepimiz bilelim ki bu ülkede herkes hür iradesiyle her partiye oy verir. Kimse de bu tercihinden dolayı kınanamaz, ötekileştirilemez. 

*20/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yara ve Yara Bandı Deyip Geçmeyin

Gördüğünüz yara bandı ile sarılı el, benim el. 19 Eylülde anılmayacak olsam da pazar pazar gazi oldum.

Nasıl oldu derseniz, cevap alamazsınız. Zira ben de nasıl olduğunu bilmiyorum. Kanepede uzun otururken gelen bir telefonla doğruldum. Konuşmanın ardından elimle göz göze geldim. Baktım kanamış. Acı ve sızı da hissetmedim. Anama göstermeden lavaboya gidip yıkadım. (Anama gösteremezdim. Acısa, gam yemeyeceğim. Ne ara ne iş yaptın da kanattın? Büyüdün ama hala elgamalığın devam ediyor derdi belki. Pazar pazar kaldıramazdım bunu.)

Neyse deri baya kalkmış. Suyu görünce kan coştu. Tekrar yıkadım ve kağıt mendil ile kuruladım. Üzerinde kağıt mendili bastırarak kanın kesilmesini sağladım. Kanama kesildi. Bir yere dokununca bu tekrar kanar. Bu kanamadan da haberim olmayınca elimdeki kanı bir yerlere bulaştırırım. Ondan sonra al başına belayı dedim ve bugünler için bulundurduğum, üç tanesini pazardan bilmem kaç liraya aldığım yara bandı aklıma geldi. Hemen bir abdest aldım ve yara bandını bu şekil yapıştırdım. (Abdesti özellikle söylüyorum. Şimdi bu yazıyı okuyunca abdest almadan bant yapıştırdığın için abdestin olmaz dersiniz. Bunu da çekemem.)

Bu yazıyı buraya kadar ibret ve hayretle okudunuz. Bu da yazılmaz dediniz. Haklısınız. Ne yapayım. Şöyle hastanede hasta yatağına veya sedyeye kafa-göz sarılı bir şekilde uzanmış bir ortam olmadı. Eldeki malzeme bu.

Bu arada sağ elim sarılı olduğu halde bu görüntüyü sol ve tek elimle kendim çektim. Bu halimle de cep telefonundan yazabiliyorum. Bu maharetimin de burada kayda geçmesini isterim. Bu arada selfiede çekebiliyorum.

Tamam, anladık. Bu anekdotunla sosyal medya turumuzu zehir ettin. Bağla artık şu hikayeyi. Ne diyeceksen de, dediniz. Acele etmeyin, hikayenin en alıcı ve acı yönü burada. Çünkü kan kesilmiştir. Yara bandını çıkaracağım ama cesaret edemiyorum. Zira beni bir düşüncedir aldı. Nasıl ki akacak kan deriyi kaldırarak damardan geldi ve ben buna engel olamadı isem, bilirim ki bandı kaldırırken bant, kılları koparırcasına acıtacak. Korkunun ecele faydası olmadığı gibi bant kıllarını çektikçe, ben anam anam diyeceğim. Bant ise anan ya diyecek. Of, çekilir mi bu acı. Gel de dayan.

Sahi siz olsanız, bu bandı nasıl çıkarırsınız?

*

Akşam eve oğlan geldi. Yaraya bir bakayım diyerek bandı çıkarmaya kalktı. Asla, ben kendim çıkarırım. Acıtacaksam ben kendi kendimi acıtırım dedim. Tüylerimi çeke çeke çıkardım. Oh be, dünya varmış. Korktuğum kadar da değilmiş dedim. Bu arada kan da durmuştu zaten. Yeniden bant yapıştırmaya gerek yok dedim. 

Oğlan çayı içti gitti. Ben de yatayım dedim, yatağa uzandım. Sağa dön, sola dön derken tam uyku moduna geçerken can havliyle yataktan doğruldum. Acaba elim tekrar kanamış olabilir miydi? Işığı yaktım. Bir ne göreyim. Korktuğum başıma gelmiş. Elim kanamakla kalmamış, kanı çarşafa da sürmüşüm. Sonra demeyin. Sonrası tufan. Hanım kızdı tabi. Vay efendim, eline tekrar niye bant yapıştırmadın gibi şeyler. Durur muyum odada. Attım kendimi lavaboya. Kanı durdurduktan sonra yeni bir yara bandı daha yapıştırdım elime. Ne zaman çıkarırım, yaram ne zaman iyileşir, çıkarırken bant kıllarımı çekermiş...bunları düşünmüyorum artık.

Odaya geldim tekrar. Baktım kana belenmiş çarşaf kenara atılmış, yerine temizi serilmiş. Çarşafa yeniden kan bulaştırma riskini bant yapıştırarak izale ettim ama bu arada uyku da gitti. Uyu da göreyim.  Nasıl uyuyabilirim ki. Zira bir düşüncedir aldı beni. Daha yeni serilmiş çarşaf makineye atılıp yeniden yıkanılacak. Bu da kaç aydır ocağıma incir diken su fiyatlarına ilave olacak demektir.

Hasılı, bir el, bu el kanamış, küçük bir yara bu kadar da büyütülmez demeyin. Beterin beteri var. Sağlığınızın kıymetini bilin. Gördüğünüz gibi küçük bir kanama başıma ne işler açtı. Üzerine o kadar da azar işittim.

14 Ekim 2021 Perşembe

Bazı Taşra Kaymakamlarını Nasıl Bilirsiniz? *

Türkiye'de irili ufaklı ilçeler var. Öyle küçük ilçeler var ki bırakın ilçe, köy bile sayılmaz. Zamanında üç beş oy uğruna nice köy ve kasaba bu şekilde siyasiler tarafından ilçe yapıldı. Bu da siyasilerin bu ülkenin menfaatini ne kadar düşündüklerinin tipik bir örneğidir.

Bir yerin ilçe yapılmasına karşı değilim. Uygun yerleşim yerleri ilçe yapılabilir. Bunun için çok nüfuslu köy ve beldelere bakılır: Buralar her yönüyle büyüme ve gelişmeye müsait mi? İl merkezine gidecek köy ve beldelerin transit geçiş yapabileceği bir yerde mi? Burası ilçe olduğu takdirde buraya bağlanacak yerleşim yeri sayısı ne kadardır? İl merkezine ve diğer komşu ilçelere mesafesi ne kadardır? Bu ve benzeri hususların iyice araştırılması yapıldıktan sonra o yerin ilçe olmasına karar verilmeli. Vatandaşın “Biz ilçe olmak istiyoruz” şeklinde isteklerine de pek kulak asmamak lazım.

Büyükşehir yasası ile birlikte büyükşehirlerdeki beldeler kaldırılmış olmasına rağmen nedense aynı kural küçük ilçeler için işletilmedi. Bence nüfusu yerinde sayan, her geçen gün göç veren, birbirine çok yakın, ilçe demeye bin şahit lazım ilçeler ne yapılıp edilip mahalleye dönüştürülmelidir.

Burada bir yerin ilçe olması iyi olur, hizmet vatandaşın ayağına gelir diyebiliriz. Bence böyle ilçelerin devlete faydadan ziyade zararı vardır. Çünkü bir yeri ilçe yaptım demekle iş bitmiyor. Devlet oraya başta kaymakamlık ve belediye olmak üzere gerekli gereksiz diğer birimleri de getirmek ve buralara yönetici atamak ve bu birimlerde çalışacak insan kaynağı istihdam etmesi gerekir. Doğru dürüst iş yükü olmayan diğer daireleri bir kenara bırakıyorum. Müsaadenizle kaymakamlıkları ele almak istiyorum.

Kaymakam kolay yetişmiyor. Öyle KPSS’den şu puanı aldın, haydi seni falan yere atadım demekle olmuyor. Şartları çoktur. Bir kimsenin kaymakam olabilmesi için belli bölümlerden mezun olması, 5 yıl kamu görevinde çalışması, ilgili sınavdan 70 puan alması, değişik yerlerde 4 ayrı mülakattan geçmesi ve değişik yerlerde 3 yıl staj yapması gerekir. Tüm aşamaları başarıyla geçtikten sonra içişleri bakanının teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile kaymakam olarak atanır. Görüldüğü gibi kaymakam seçmek ve yetiştirmek zor.

İlçeye benzemeyen ama ilçe yapılmış küçük yerleşim yerlerine atanan kaymakamlar atandıkları yerde göreve başladıkları zaman öyle zannediyorum, ne umduk ne bulduk dercesine önce bir şok geçiriyorlardır. Çünkü ilçenin mülki amiri olarak atanan kaymakamın ne doğru dürüst hizmet binası var ne lojmanı var ne doğru dürüst çalışanı var ne sosyal hayatı var ne ziyaret edeceği yer var ne de gidip gelebileceği yer var. Çoğu da evli değildir bunların. Bu tip yerlere genelde acemi kaymakamlar gelmektedir. Kaymakamlar acemiliklerini bu ilçelerde atarlar. Tüm bu acemilikleri de daire amirleri çeker. Hele bir de kapris varsa -ki eksik olmaz- böylelerinin yanına varılmaz. Bu durumda daire amirleri girsin ağlasın, çıksın ağlasın. Daire amirlerine böyle kaymakamlarla uğraşmak mı yoksa deveye hendek atlatmak mı deseniz, deveyi tercih ederler. Çünkü kaprisi olan acemi kaymakam demek onlar için strestir, sıkıntıdır, derttir, ayakbağıdır.

Tüm dertleri ve günleri daire amirleri ile uğraşmak olan bu kaymakamların vatandaşla arası nasıldır? Şeker gibidir. Çünkü kaymakamlar vatandaşa dönük çalışırlar. Mevzubahis olan vatandaş ise birer iyilik meleğidir hepsi. Daire amirine ve diğer memurlara göstermediği ilgi, alaka ve güler yüzü vatandaşa gösterirler. Herhangi bir sebeple makama çıkan vatandaş kapıda bekletilmez. İş daire amirine gelince beklesin, ne için gelmiş, sonra gelsin denir ve vatandaşa gösterilen iltifatın zerresi daire amirine gösterilmez.

Kaymakamların memur ve daire amirlerine nasıl muamele ettiğine dair burada bir anekdota yer vereceğim. Lisenin biri, çıkaracağı okul dergisi için kaymakamla röportaj yapmak ister. Kaymakamlıktan daha önce randevu alınır.  Daha önce hazırlanan soruları sorması için okul müdürü okulundan üç öğrenci seçer. Giderken yolda “Çocuklar bu soruların dışında kaymakama doğaçlama başka sorular da sorabilirsiniz” der. Bundan cesaret alan öğrenci, röportaj arasında kaymakama “Vatandaşla aranız nasıl” sorusunu yöneltir. “Vatandaşla aramız çok iyi. Bakın kapıya. Bu kapı daima açık olur. Buraya gelen vatandaş kapıyı çalmadan içeri girebilir. Yalnız bu durum sadece vatandaş için. Daire amirleri ve diğer memurlar aynı şekilde giremez. Zira onlara karşı resmiyim” cevabını verir kaymakam.

Sanırım bu anekdot, kaymakamların daire amirlerine ve memurlarına nasıl muamele ettiğine güzel bir örnektir. Diğer yazımda da taşrada görev yapan bazı kaymakamların neler yaptıklarına dair örneklere yer vermek isterim.  

*06/05/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.