21 Haziran 2018 Perşembe

Yapanın Yanına Kar Kaldığı Dünya


Başka ülkeleri bilmem, bizim ülkemizde hemen hemen her seçim öncesi değişik adlar verilse de vatandaşa af gelir. Kah imar affı, kah vergi borçlarını yapılandırma, borçların faizlerini silme, kah taksitlendirme, kah trafik cezalarının ana parasını yatırma vb aflar gelir. Örneklerini verdiğim bir kısım bu aflara dikkat edersek görevini yapmayan, kurallara uymayan kişilere af var, onları koruyup kollama var. Farkındaysanız zamanında borcunu ödeyen, vergisini veren, evini-barkını belediyesinden izin almak suretiyle yapan, aracını trafik kurallarına göre süren, ceza aldığı zaman zamanında yatıran vatandaş yok bu aflarda.

Benim bu aflardan anladığım günümüz devletleri, en azından kendi devletim kanun ve kural tanımayanları koruma görevi yapıyor. Vatandaş olarak zamanında yapması gerekenleri yapmayan kişileri koruyup kolluyor. Sanki dürüst vatandaşa, “Sende kural tanımasaydın, bugün seni de gözetirdim, bir daha sen de böyle yap. Vergini zamanında yatırma, evini kaçak yap, otobandan para ödemeden kaç…senin de yanında olurum” demek istiyor. Çünkü bunun Türkçesi bu.

Toplumsal barış veya vatandaşa kolaylık olsun diye yapılan bu tür aflar bırakın toplumsal barışı sağlamayı, dürüst vatandaşı kaybetmeye namzettir. Bu, devletin şanına, adalet anlayışına terstir, kötüyü korumaktır. Zamanında görevini yapmayan bir devlet anlayışını göstermektedir. Verenden alan, vermeyenden almayan devlettir bu. Devletin bu yaptığını görünce “Kimsenin yaptığı yanına kar kalmaz” sözünün havada kaldığını görüyorum ben. Maalesef kim ne yapmışsa yanına kar kaldığı gibi ödüllendiriyor. Sanırım bu söz “Sen bu dünyada ne yaparsan yap, istersen bunu kar say, öbür dünyada görürsün gününü” anlamında öbür dünya için söylenir. Adaleti olmayan bu dünyada gördüğüm, bu dünyada yapanın  yanına kar kaldığı şeklinde…

Siyasilerimiz seçimlere giderken verecekleri affı versin, bir defa da kurallara uyan, ceza almayan, vergisini zamanında veren, devlete borcu olmayan vatandaşlar için bir şeyler yapsalar onların alınlarından öpeceğim, helal olsun size diyeceğim. Bir tanesi çıkıp dese ki “Vergi borcu olmayan vatandaşa şu kadar ödül veriyorum, onlara önümüzdeki yıl ödeyecekleri vergiden yüzde şu kadar indirim yapıyorum…” dese işte benim devletim, işte benim siyasim, işte bizim adalet anlayışımız diyeceğim. Maalesef bugüne kadar böyle bir şey ne duydum, ne işittim, ne de olacağa benziyor.

Gönlümdeki devlet; devleti kandırmayan, devlete karşı yükümlülüklerini yerine getiren iyi vatandaşı koruması, nefesini kural tanımazların ensesinde hissettirmesidir. Böyle yapmazsa insanların adalete olan güvenleri sarsılır. Devleti veya devleti yöneten siyasilerimizde bu duyarlılığı görür müyüz bir gün? Ancak balık kavağa çıkarsa belki… Biz yine “Adaletin bu mu dünya?” demeye devam edeceğiz bu gidiş ve bu anlayışımızla...


20 Haziran 2018 Çarşamba

Dünya Mülteciler Günü mü yoksa Utanç Günü mü?


Belirli gün ve haftaların sayısını bilmiyorum. Zira her güne mahsus bir gün var. Bazı gün ve haftaların kutlanmasını ve anılmasını anlıyorum.  Bazılarının ismini duyunca böyle de gün mü olur diyesi geliyor insanın. En azından ben öyle diyorum. Mesela Dünya Mülteciler Günü. Bugün haberleri izlerken kulağıma çaldı böyle bir gün. Cehaletime verin. 2001 yılından beri her yıl 20 Haziran gününün Dünya Mülteciler Günü olarak anılmakta olduğunu bu vesileyle öğrenmiş oldum. Az bir araştırmayla daha ne günlerimiz olduğunu -şayet siz de benim gibi bilmiyorsanız- öğrenmiş olursunuz. Neyse konum tüm günler değil. Gelelim mülteciler gününe…

“Dünyadaki mültecilerin durumunu, problemlerini kamuoyuyla paylaşmak ve bu konuda bir bilinç oluşturmak için 20 Haziran gününün Dünya Mülteciler Günü olarak belirlenmiş. Zira BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verilerine göre dünyada mülteci sayısı 65,3 milyona ulaşmış. Rakama bakıp hizaya gelelim. Birçok ülkenin nüfusundan daha fazla bir nüfus dünyanın değişik ülkelerinde memleketlerinden uzak mülteci durumunda.

Merak ediyorum bugüne mülteciler günü mü denmeli, yoksa utanç günü mü? Bence utanç günü daha uygun, eğer böyle bir gün olacak ve anılacaksa. Sonra neyin bilinci oluşturulacak böyle bir gün vesilesiyle? Kiminle paylaşılacak mültecilerin durumu? 65 milyon insanı mülteci durumuna düşüren egemen güçler “Biz savaş vb nedenlerle bu kadar kişiyi mülteci durumuna düşürdük, daha fazlasına gücümüz yetmedi. Haydi böyle bir durumu anın” demektir bu. Eğer bir bilinç oluşacaksa bu savaşları çıkartanların, ülkeleri kaos ve iç savaşa sürükleyen egemen güçlerde böyle bir bilinç oluşturmak lazım. Çünkü halkların ne suçu var? Sonra halk bilinçlenince ne olacak? Halkların elince mültecilerin durumunu çözmek için sihirli değnek yok: Ne imkanları var, ne de güçleri! Bu işi çözecekse yine dünyayı modern kavimler göçü haline getiren süper devletler çözecek.

Ne ala dünyada yaşıyoruz. Önce ülkelerde savaş çıkartıp insanları mülteci haline getiriyor, ardından onları anmak için gün ihdas ediyoruz. İsterseniz diğer bazı gün ve haftalara da bir göz atalım. İnanın bugünden farklı değil.

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Gününü ele alalım. Bugün de mülteciler günü gibi. Önce insanlara eziyet ve işkence yapıyoruz. Sonra günlerini icat ediyoruz. Tütün ve sigarayı piyasaya sürüyor, insanları bağımlı hale getiriyoruz. Sonra gelsin 31 Mayıs Dünya Sigarasız Günü. 4 Ekim’de de Dünya Hayvanları Koruma Günü olarak anılıyor. Örnekleri çoğaltabiliriz. Verdiğim birkaç örnekten anlaşılacağı gibi her türlü eziyet ve kötülüğün elebaşı insanın kendisi. Önce kendi eliyle sorun üretiyor. Sonra ihdas ettiği günler dolayısıyla laf olsun diye anma programları yapıyor, beyanatlar veriyor.

Bir an için diyelim ki bugünler vasıtasıyla kötülük ve işkence yapan insanoğlu hatalarıyla yüzleşiyor, pişmanlık duyuyor. Eğer böyle bir niyet varsa buna eyvallah derim. Ama gördüğüm kadarıyla kendi ellerimizle ürettiğimiz problemleri çözmekten ziyade sadece anıyoruz. Eğer devletler samimi ise 2001’den beri Dünya Mültecileri anlıyormuş. Bugüne kadar kaç tane mülteciyi memleketine geri gönderdik? Maalesef gönderilmediği gibi her yıl mülteci durumuna düşen insanların sayısı kartopu gibi artıyor. O yüzden bugüne bırakalım Mülteciler Günü değil de Utanç Günü denmeli…


Ya "Doğduğun Güne Lanet Olsun" Denirse

—Dikkatimi çekti, hangi gün doğduğunu bilmiyorum, sosyal medyada da görmedim. Doğduğun gün belli değil mi yoksa? Ya da kutlanmasına karşı mısın?
—Güne gün yazdırdığını söylüyor babam. Ama yıldan emin değilim.
—Önemli olan gün değil mi? Kutla gitsin!
Sade bir kutlama benimki. Çok dışa açılmıyorum.
—Kiminle kutluyorsun, aile içinde mi?
—(Geçici) dostlar arasında diyelim.
—Yani?
—Maaş aldığım banka, kullandığım GSM operatörüm, kredi kartını kullandığım banka, alışveriş yaptığım firmalar, bir de Bakan kutlar.
—Bakan?
—Milli Eğitim Bakanı. Sağ olsun hiç sektirmez.
—Başka?
—Başka yok.
—Sosyal medyada da yoksun.
—Evet yokum. Yani gizli.
—Niçin gizliyorsun?
—İhtiyaç görmedim. Zira sayfamdaki arkadaşlara "Falanın bugün doğum günü. Haydi kutla" diyerek emri vaki yapıyor.
—Olsun, ne zararı var. Hatırlatıyor işte!
—Olsun olmaya. Ya doğum günümü gören "Lanet olsun doğduğun güne, lanet olsun seni tanıdığım güne!" şeklinde bir temenni pardon bedduada bulunursa...
—İyi valla! Şu aklına gelene bak! Kim yapar bunu?
—Sen yeter ki cins adam ara toplumda, şekil A da görüldüğü gibi.
—Allah hayrını versin senin!
—Cümlemizin.


19 Haziran 2018 Salı

Acı Soğan Cebimi de Acıttı

Sebze fiyatları zirve yapmış, ben soğan ve domates almaya gittim. Soğanın fiyatını görünce telefona sarılıp evi aradım, soğan hiç mi kalmadı diye. "Yok" cevabı alınca çaresiz poşete davrandım. Elin mahkum, mecburen alacaksın. Çünkü yemek onsuz pişmiyormuş. Bereket indirimli hali imiş bu! Ya bir de indirimsiz fiyatı? Aklıma bile getirmek istemiyorum.

Kilosu 5.49 olan soğanı görünce doğrusu şok geçirmedim. Çünkü sosyal medyada bir iki gündür soğan ve patatesin fiyatlarının yüksekliğinden bahsediliyordu. Gerçi biraz abartıyorlar dedim. Ama değilmiş. Sağ olsun onlar önledi kısa bir şok geçirmemi. İyi ki böyle oldu. Yoksa soğan yüzünden gitti denme durumum da vardı.

Fiyatı anormal olan sadece soğan mı, diğerleri nasıl diye bir göz attım. Sivri biber 5.99, domates 6,5 lira. Patateste etiket yoktu. Çalışana sordum, 5 lira dedi.

Bayramdan birkaç gün önce soğan ve patatesin üç kilosu 5 lira civarında iken ne oldu da fiyatlar bu şekilde uçmuş. Bir anormallik var ama ne? Ya da nereden, kimden kaynaklanıyor. Doğrusu işin iç yüzünü bilmiyorum. Bildiğim tek şey fiyatı uçuk olan soğan ve domatesin benim evimde bittiğidir. Yine bildiğim bir şey var, 5-6 yıldır patates ve soğanın fiyatı hep bir istikrar abidesi idi. Altın indi-çıktı; çıktı-indi. Nedense bu iki sebzenin fiyatı market, pazar ve manavda standart ürünlerimizdendi. İşin garibi serbest piyasa ve rekabet hiç olmadı bu iki üründe. Tekel malı gibiydi sanki! 

Bir ay öncesinde patates ve soğan elde kaldı haberleri okumuştum. Ne oldu da elde kalan bu ürünler dövizden beter yükseldi bu şekil. İhracat mı var? Duymadım. Çürüdü mü? Sanmam. Dolu mu vurdu? Hayır. Çiftçi bu yıl az mı ekti? Değil. Bayram dolayısıyla hal vb yerler kapalı da ondan mı? Sanmam. O zaman ne?

Anormalin anormali bir durum var orta yerde. İnşallah çiftçi kazanmıştır diyeceğim. Ama bu hiç olmaz bizim ülkemizde. Çünkü çiftçiden veya üreticinden yok bahasına alınan ürün tüketiciye gelinceye kadar ateş bahası oldu bugüne kadar. Aklıma gelen tek şey bu sektörde bir tekelciliğin olması. Fiyatı belirleyen, malı piyasaya sürmeyip stoklayan ve istediği fiyatı dayatan ve paraya para demeyen de bu. Eğer böyleyse kazandığı burnundan fitil fitil gelsin, gözünü toprak doyursun.

Umarım patates ve soğandaki bu astronomik yükseliş ve fahiş fiyat geçicidir. Yoksa işimiz kül.

Bu arada evinde soğan ve patatesi olanlar veya yemek yapmada soğan kullanmayanlar çok şanslı. Keşke yemek pişirecek kadar evimde birkaç soğanım olsaydı ben de o şanslı kişilerden biri olacaktım. Hasılı yemesi acı olan soğan, bugün cebimi de acıttı.

Sağ Olsun, Sevap Kazanmamızı İster Hep!

Konya'da yaşayanlar bilir, 11 Haziran günü akşam saatlerinde yağan yağmur sel baskınlarına sebebiyet verdiği gibi önüne kattığı araçları sürükledi, bodrum katları su bastı, kanalizasyon borularından geri tepen sular rögarlardan dışarıya verdi. Resimde gördüğünüz duvar da sel baskınından nasibini aldı ve göçtü. Yanındaki araba az bir hasarla kurtuldu. Bayram öncesi olan bu olayın akabinde hane sahibi bir usta bularak duvarı yeniden yaptırdı. Eksik olmasın. Ki sorumluluk da bunu gerektiriyor. Nedense yıkıntı kalıntıları ve bahçesinden aşağıya dökülen topraklar gördüğünüz gibi öylece kaldı.

Usta, duvarı ördükten sonra molozu toprağını bir tarafa, taşlarını da bir tarafa istifleyerek bırakıp gitti. Sanırım ustaya, "Senin görevin sadece duvarı örmektir, molozlarına karışmak değil" demiş
olmalı. Ya da "Buradaki döküntüleri götür git dedi, usta kabul etmedi veya bayram öncesi molozu taşıtacak bir araç bulamadı.  Yoksa hane sahibi, "Bu sel baskını her zaman olmaz. Bu millet balık hafızalı. Çabuk unutur. En iyisi selin yıkıntısı burada kalmalı ki gelip geçen görsün ve ibret alsın" şeklinde düşünmüş olmasın. Ya da "Benden bu kadar, gerisini de buradan gelip geçenler bir el atsın, hepsini ben mi yaptıracağım" dedi. Ki buradan caddeye geçiş var nasılsa. Nasılsa görecekler, "Yahu bu molozların yeri burası değil, haydin taşın altına elimizi uzatalım, bunda da bizim bir katkımız olsun, biz de biraz sevap kazanalım" diyeceklerdir şeklinde düşünmüş olmalı. Millet eşek ya. Bunu yapacaktır zahir. Bu paylaşımcılık yönüne ancak şapka çıkarılır. Keşke herkes onun gibi paylaşımcı olsa bu dünyada... Daha önce budadığı ağacın dallarını da duvar kenarına aynı şekilde istiflemişti. Kendisine haber vermeden çöpe götürüp atmıştım. Umarım kızmamıştır.

Hane sahibi haklı. Hepsini o yapacak değil ya. Alacağı sevabı aldı, biraz da buradan gelip geçenler faydalansın o sevaptan. Çünkü sadece bu dünyalık için yaşanmaz. Ne de olsa bu dünyanın bir de ötesi var. Yok ahireti düşünerek sevap almak istemez ve sadece dünyalık düşünürlerse bir yolunu bulup eşek gibi yapacaklar. Çünkü göre göre "Bu böyle olmayacak" diyecekler. Sonra kendisi o merdiveni kullanarak caddeye çıkmıyor üstelik. Zaten çıksa da kendisi yeni bir ev alarak çekti gitti. Kiracısı ne yaparsa yapsın.

Hoş kiracısının öyle bir derdi yok. Herkes bakıyor onlar da bakıyor. Şu teknoloji biraz daha ilerlese de bakma ile bu işlerin de olabileceğini bize göstermiş olsaydı keşke! Bakarsınız teknoloji denen kolaylık buna da bir çözüm bulur. Yeter ki biz beklemesini, molozların yanından geçerken bakmaya devam edelim. Bu işler sabır ister, mide ister ayrıca. 

Duvarı yıkılan ve sorumluluğu gereği duvarını yaptıran hane sahibinin bu yaptığı, duvarın yanından geçenler için hem bir jest, hem de bir nimettir. Ya yaptırmasaydı ne olacaktı. Duvar yıkık bir şekilde tehlike saçmaya devam edecek ve görüntüsü de hoş olmayacaktı. Kimse eline küreği alıp iş elbisesini giymesini beklemesin. Ki o ilmin zirvesine doğru çıkmaya devam edecek. Ayrıca bu işlere ayıracak zamanı yok. nasılsa bıkıp usanan, bu böyle olmayacak, iş başa düştü, sen yeter ki eşek ol, mutlaka bir semer vurulur diyen çıkacaktır.

18 Haziran 2018 Pazartesi

Muhsin Yazıcıoğlu'nun Duyarlılığını Bugün Bazıları da Gösterebilmiş Olsaydı... ***


Yanlış hatırlamıyorsam 95 milletvekili genel seçimleri idi. Partilerin birlikte seçime girmesi yasak olduğu için yüzde on barajından dolayı BBP, ANAP listelerinden seçime katılmıştı. BBP, içlerinde Muhsin Yazıcıoğlu’nun da olduğu 8 milletvekiliyle Meclisteki yerini almıştı. Refah partisi, birinci parti olmasına rağmen önce ANA-YOL koalisyonu denendi. Hükümet düşünce DYP milletvekillerinin bir kısmının karşı çıkmasına rağmen 1996 yılında Refah-Yol koalisyonu kuruldu.  Hatta DYP’den bazı vekiller partilerinin koalisyonuna güvenoyu vermedi.   Hem güvenoyu, hem de önemli yasaların çıkarılmasında BBP, koalisyonun büyük ortağı Refah’a yakınlığından dolayı koalisyona kerhen destek verdi.

Niçin mi destek verdi? “Hükümete güvenoyu vermeyin, şayet verirseniz darbe olur” şeklinde aba altından sopa gösterilmesine rağmen Yazıcıoğlu, “Kuracağınız hükümet ile milletin menfaatini gözetin ve milletin iradesini asla çiğnetmeyin. Bu minvalde yürürseniz biz sizin arkanızda oluruz“ diyerek hükümete en zor zamanında desteğini vermişti. Ne zaman hükümet Mecliste zorda kalsa bu desteğini hiç esirgememişti. Koalisyona desteğini verirken “Müslüman’ı arkadan vurdu dedirtmem” demişti bir konuşmasında.

Rahmetli Yazıcıoğlu, milliyetçi çizgisinin yanında İslami hassasiyeti olan biri idi. Tam bir memleket sevdalısı idi aynı zamanda. Çok bedel ödemesine rağmen karşılığını tam alamadan menfur bir cinayete kurban giderek aramızdan ayrıldı. Allah rahmet eylesin kendisine.

Niyetim geçmiş koalisyonları anlatmak değil. O zaman sadede geleyim. BBP’nin gösterdiği bu duyarlılığı, 96 koalisyonunun büyük ortağı olan parti yetkililerinde göremiyoruz. Üstelik BBP’nin, Refah Partisine yakınlığından daha yakın olmalarına rağmen zor zamanlarında ona destek olacağı, onunla ittifak kuracağı yerde bugün yoluna başka isimle devam eden o parti; duygu, düşünce ve fikir birlikteliği olmayan bir partiyle ittifak kurmuş durumda. Ne yaparlar ne ederler bilmiyorum. Zira çok da önemsemiyorum. Ama milletin büyük bir çoğunluğu bulundukları ittifakı garipsemiştir. Gittikleri yol, yol değil demiştir. Zira kem alat ile kemalat olmaz. Kendilerini eleştirenlere de “Efendim! Biz 74’de Ecevit ile koalisyon kurmuştuk, çok büyük hizmetler yapmıştık, ne var bunda? Bunu ilk defa yapmıyoruz” şeklinde cevap veriyorlar. İnşallah yanılan ben olurum, ama keşke Yazıcıoğlu’nun en zor zamanda Refah Partisine verdiği açık çeki bugün bunlar da verebilseydi. Maalesef yapamadılar. Üstelik, “Gelin birlikte seçime girelim” teklifine rağmen. Güya yaptıkları bu ittifaka da ilkeler etrafında birleştik diyorlar. Nasıl ilke ise görüntüleri bir araya gelemeyecek, renk ve desen benzerliği bile olmayan yamalı bohça gibi. Merak ettiğim teklif edilen ittifak ile bugün yer aldıkları ittifakı karşılaştırsalar hangisiyle ortak noktaları daha çoktur? Ya da vatandaşa sorsalar vatandaş onları nereye koyardı?

Sanki Yazıcıoğlu, Refah-Yol’a destek verirken o günün koalisyonunun yaptığı her şeyi tasvip ettiği için mi güvenoyu verdi? Beğenmediği yönler olmasına rağmen ülkeyi hükümet krizine düçar etmedi, kerhen de olsa desteğini verdi. Ha ne olurdu, bunlar da teklifi çevirmeyip ittifakın içinde yer alsalardı... Üstelik yakışırdı da. Ki olması gereken bu idi. Maalesef bu duygu ve düşüncelerimi kendilerine söyleyemiyorum. Çünkü çok hırçınlar! Nedendir bilinmez. Ne diyelim Rabbim hakkımızda hayırlısını versin, bizlere feraset versin. Pazar günü yapılacak seçimlerin ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.



*** 21/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Sonuçları Herkes Hazmetmeli *

Başta siyasiler olmak üzere herkes aylarca konuştu. Şimdi konuşma sırası seçmende. Çünkü bu pazar önümüze sandıklar konuyor. Milyonlar oyunu kullanacak. Herkes heyecanla sandıkların açılmasını beklemeye koyulacak. Seçim günü 17.00 itibariyle yurt içi ve yurt dışı sonuçlara kilitlenecek. YSK tarafından sonuçlar açıklandıkça heyecan doruğa çıkacak, yorum ve değerlendirmeler yapılacak. Sonuçta adaylardan biri cumhurbaşkanı seçilecek, diğerleri kaybedecek. Referandumla 600 kişiye çıkarılan Meclis aritmetiği değişecek. Kimi beklediğini alacak, kimi de umduğunu bulamayacak. Doğal olan da bu. Çünkü adı üzerinde bir seçimdir. Kazananı olacak, kaybedeni de.

Milletimizin ferasetine güveniyorum. Çünkü yanlışta isabet etmez. En doğru paylaşımı sandıkta yapacaktır. Seçim sonuçları umduğu gibi çıkmayanların “Seçim adil şartlarda olmadı, sandık güvenliği yoktu, seçmene baskı yapıldı, aba altından sopa gösterildi, bizi televizyonlar vermedi/televizyonlar bizimle ilgili yanlı haber yaptı, oylar mühürsüzdü, sandık başkanları böyleydi, oylar sandık alanının dışına çıkarıldı, millet oyunu sattı, falan sandıktan silme şu partiye oy çıktı, seçmen sindirildi, seçimde şaibe var, yeniden seçime gidelim…” şeklinde yenilgisine mazeret üretmesini istemiyorum. Sonuç beklediğimiz gibi olmasa da "Demek ki hayır olan bu imiş, zira millet böyle takdir etti" denmesidir. Ardından kazananı tebrik etmesidir. Yani seçim sonuçlarını tüm sonuçlarıyla hazmetmesi gerekir. Seçim sonuçlarına bin bir türlü zorlama kılıf bulmak suretiyle vatandaşın kafasını karıştırmaya, seçime şaibe karıştırmaya kimsenin hakkı yoktur. Zira bu milletin mazeret üretmeye karnı toktur.

Seçim sonuçlarına göre kazanan da kaybeden de tüm yönleriyle sonuçları iyice analiz etmelidir. Bir sonraki seçim için kendini revize etmelidir.

Cumhurbaşkanı hangisi seçilirse seçilsin, Meclis aritmetiği ne şekilde oluşursa oluşsun sorumlulara düşen bir beş yıl verimli bir çalışma yapmalarıdır. Meclisi kilitlemeye, toplumu germeye, yeniden seçime gidelimi dillendirmeye kimsenin hakkı yoktur. Cumhurbaşkanı seçilen “Seçimi kazandım, yetki bende, ben istediğimi yaparım” diyerek havalara girmemeli, içinden çıktığı partinin değil, tüm milletin başkanı olacak şekilde ülkeyi yönetmelidir. Meclis çoğunluğunu eline geçiren de “Nasılsa çoğunluk bizde, biz cumhurbaşkanının elini-kolunu bağlarız. O bizim istediğimizi yapmak zorunda” gibi ayrı telden çalmamalı. Cumhurbaşkanı ile Meclis arasında istişareye dayalı bir işbirliği olmalıdır. El birliğiyle biriken sorunlara el atmalılar. Sorunları çözmek için pansuman tedbirlerden ziyade sonuç alıcı karar almalılar. Memleketin kalkınması neyi gerektiriyorsa onu yapmalılar. Gerekirse vatandaşa acı reçete sunmalılar.  Sakın ola ki biz istediğimizi yaparız, vatandaşı da ikna ederiz, demeye kalkmasın kimse. Bu millet konuşulana değil icraata bakar. Ülke yönetiminde kim ipe un serer, toplumu gerer ve sistemi kilitlemeye kalkarsa bu millet, yeni bir sandıkta böylelerini sandığa gömer. Siyasi tarihimiz bunun örnekleriyle doludur.


Seçimin ve seçim sonuçlarının tüm yönleriyle bu ülkeye hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

* 23/06/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.