Aldanma ve aldatmamanın yolu herkesin üzerindeki istismar elbisesini çıkarmasıdır...
Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler.
Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır.
Ve ona sorar: “Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?”
***
Derviş kendini savunur:
“Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.”
***
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve: “Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun?” der.
***
Kuş kendini savunur:
“Efendim, ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez diye düşündüm, kaçmadım.”
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister.
“Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder.
Kuş o anda, ‘Efendim, sakın öyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır.
“Neden?” diye sorar Hz. Süleyman.
Kuş sebebini şöyle açıklar:
“Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın.. Çıkartın ki benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.”
* Mehmet TEZKAN'ın 11/08/2016 tarihli Milliyet gazetesindeki "FETÖ'DE 17/25 KRİTERİ" başlıklı yazısından alıntıdır. 12/08/2016
12 Ağustos 2016 Cuma
Dini ve dini cemaatleri ne yapalım? *
Bedenin yeme, içme gibi ihtiyacı olduğu gibi ruhun da
gıdaya ihtiyacı vardır. Bedenin gıdası normal yeme ve içmedir. İyi, temiz,
faydalı ve helal yiyecekler sağlıklı beslenmenin vazgeçilmezlerindendir.
Midenin de bir istiap haddi vardır. Aşırı gidenlerde hazımsızlık, obezite vb
hastalıklar kendini gösterir. Ruhun gıdası da dindir. Tarih boyunca insan
inanmaya gereksinim duymuştur. İnsanın ve insanlığın dine ihtiyacı olduğu
konusunda herkes hemfikirdir. Uğruna savaşlar yapılabilen bir değerdir.
Ruhumuzu da tıpkı bedenin beslenmesi gibi sağlıklı beslemek
gerekir. Dini bilgileri ehlinden ve doğru kitaplardan özümseyerek almak
gerekiyor. İnsana dünyada ve ahirette huzur vermek için Allah'ın gönderdiği
ilahi kurallar bütünü olan din; sağlıklı yerden ve ehlinden, yeterince alınmaz
ise iki tarafı keskin bıçak gibi olur, ya toplumları uyuşturan bir afyon, ya
istismarcıların elinde kullandıkları bir bomba, ya da sapık -izmlerin kaynağı
olur. Hastalandığımız
zaman nasıl ki uygun doktora gidiyor, onun verdiği ilaçları ölçüye göre
kullanıp iyileşiyoruz. Dozu yanlış kullanmak başka hastalıklara sebebiyet
verebilir. Dini doğru kaynak ve emin ellerden öğrenmez isek sağlıklı bir ruh
hali ortaya çıkmaz. Dini boşluk aynı zamanda sapık cereyanları da ortaya
çıkarabilmektedir. Bir ara Satanizm bataklığına düşen gençlerimizin sayısı da
az değildi.
Dinin farklı yorumlandığı ve yanlış yollarda kullanıldığı
yerlerin başında dini cemaatler gelmektedir.
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte legalliği kalmayan cemaatlerin
neşvünema buldukları yerler merdiven altları olmuştur. Resmiyette yok ama
fiiliyatta hep var olagelmişlerdir. Değişik vakıf, dernek adı altında
varlıklarını sürdürmüşlerdir. Resmen yok kabul edildikleri için cemaatlerin
neredeyse hiç denetimleri de yapılmamıştır. Devletin din ve dini eğitime soğuk bakması, mevcut cemaatlere ve yeni çıkan
gruplara gün doğmasına sebebiyet vermiştir. Çünkü yeme, içme gibi ihtiyaç olan
dini hayat da devam edecekti. Toplumsal bir vakıa olan meselelerin "Yasakladım"
demekle yok olmayacağının bilinmesi gerekiyordu. Devlet uzun yıllar başını kuma
gömerek yoluna devam etti maalesef. Bunun sonucunda vatandaş merdiven altı din
eğitimine yöneldi. Siyasiler de oy deposu olarak gördü buralarda neşet eden yapıları.
Çünkü binlerce kişiye ulaşmanın yolu tek kişiden, yani cemaatin liderinden
geçiyordu. Cemaatin başı milyonları kendisine bağlamış, siyasiler de o kişiden
destek bekledi hep. Oy kaygısıyla kimse onlara dokunmadı. Yanlışları görülmedi.
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın dendi. Merdiven altı başlayan dini hayat
sivil toplum kuruluşu olarak değişik vakıf ve dernekler adı altında organize
olup tüzel kişilik kazandı. Gazete ve dergileri oldu. Eğitim ve öğretim
kurumları ortaya çıktı. Holdingler kurarak ekonominin içerisinde bir güç oldu.
Bürokraside yer edinmek için de fazla zaman kaybetmediler. Merdiven altında
başlayan hayatları insanın olduğu her yerde kendini gösterdi. Oy deposu olarak
görülen cemaatler de siyasilerin zaaflarından yararlanarak siyaset ve bürokraside
de boy göstermeye başladı.
Burada kastım tüm cemaatler kötüdür iddiasında değilim.
Genel itibariyle insanların kullanıldıkları yerler maalesef buralardır.
İçlerinde uzun yıllardır çizgisini hiç değiştirmeden insan eğitimine önem veren
cemaatler de vardır. Fakat genel itibariyle -istisnalar hariç- cemaatlerde
sorgulama olmadığından, vardır bir hikmeti mantalitesi yaygın olduğundan
cemaat liderinin ya da cemaatte söz sahibi olan üst tabakanın alttaki
bağlılarını yanlış yerlere sürükleyebilme riski hep olmuştur ve olmaya da devam
edecektir. Sonucunda da hep din yara almıştır ve alacaktır.
Cemaatler hata ve yanlış yapıyorlar diye kaldırmak-kapatmak
çözüm değildir. Çünkü bunlar toplumsal bir vakıadır. 15 Temmuz itibariyle
geçmişte cemaat diye bilinen bir yapının cinnet hali herkesin özellikle
cemaatlerin sorgulama yapmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Cemaat
yöneticileri, cemaat müntesipleri, cemaate girecek olanlar, devleti yönetenlerin
hepsi bundan sonra yoğurdu üfleyerek yemesi lazım. Bu son olay hepimizin
kulağına küpe olsun. Diyanet İşleri Başkanlığında kendine cemaat vb adı veren
grupların yetkilileri bir araya gelerek çözüm yolu bulmaları gerekir. Gerekirse
gizli ajandası olmayan cemaatlere STK olarak resmi bir hüviyet
kazandırılabilir. Her şeyden önce cemaatlerin merdiven altlarından çıkmalarına
imkan verilmelidir. Cemaatlerin çalışabileceği alanlar ve kitleleri
belirlenebilir. Amacı, hedefi, para kaynağı, gelir-gider durumu
tespit edilebilir. Cemaat çalışmaları kapalı kapılar ardında olmadan herkesin
rahatça gidip gelebileceği, kimin ne yaptığının şeffaf bir şekilde
izlenebileceği gibi hususlar belirlenebilir. Tüm cemaatler yaptıklarıyla,
harcamalarıyla hesap verebilir ve denetlenebilir olmalıdır. Kendi
belirledikleri hedefin dışına çıkan cemaatler tüzel kişilikten mahrum
edilebilir. Onlara değişik yaptırımlar uygulanabilir. Cemaatler, yaptıkları
faaliyetleri yıllık plan çerçevesinde hazırlayabilir, planlarının dışına
çıkamayacak şekilde sınırlandırılabilir. Planları, faaliyetleri ve yılsonu raporları
devletin belirlediği yapı tarafından inceleme, onaydan geçirilmelidir.
Cemaatlerin anlattıkları din ve din konuları içerik yönünden yine denetimden
geçirilmelidir. Genel kabul görmeyen ve dine aykırı düşüncelerin anlatılmasının
önüne geçilmelidir. Her bir cemaatin resmi binasının girişine: “Dikkat!
Aklını kullanmayanlar, dinlediklerini akıl süzgecinden geçirmeyenler ve
sorgulamayanlar bu kapıdan içeri giremez” yazısının yazılması şart
koşulmalıdır.
Devlet cemaatlerle ilgili çalışmalar yaparken aynı zamanda
dinin devlet gözetiminde, okullarda; doğru kaynağından, ehlince, yeterince
verilmesi için planlama yapmalıdır. 12/08/2016
* 09/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 09/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
6 Ağustos 2016 Cumartesi
Hatalarımızla yüzleşebilmek *
Dünyada
bana bir insan söyleyin ki hiç hata-yanlış yapmamış olsun. Benim bildiğim
kadarıyla hatası olmayan mükemmel bir insan yeryüzüne gelmemiştir. Çünkü
yaratılışı itibariyle insanoğlu hata ve yanlış yapabilecek şekilde
yaratılmıştır. Kitabı Mübin’de ilk peygamber
Adem (as) olmak üzere Allah, peygamberlerin hatalarına işaret etmektedir. Kelam
ilminde bizim 'zelle' diye ifade ettiğimiz hatalardan hiçbir peygamber beri
olamamıştır. Her şeyiyle dört dörtlük olmak neredeyse insanın fıtratına
aykırıdır. Hatta Fatır Süresinde bir ayette mealen Allah: "Yeryüzünde her bir canlı suç işlediği zaman
Allah onu yok etseydi yeryüzünde canlı kimse kalmazdı" buyurmaktadır.
İlk insan ve ilk peygamber dendiği zaman akla;
Adem ve Havva'nın tövbesi, özür dilemesi ve öz eleştirileri gelir hemen.
Hal böyle iken biri kalkar da ben hayatımda hiç hata yapmadım derse boyundan
büyük laf etmiş olur.
Kur'an,
iki tipten bahseder: Âdem ve İblis.
İblisin iğvasıyla, yasaklanan ağacın meyveden yiyen Adem ve Havva'nın
tövbesinden-özründen; yine Adem'in otoritesine boyun eğmesi istenen İblis'in:
"Ben ondan üstünüm, asla boyun eğmem" demesini işler. Burada Âdem ile
Havva: "Ya Rabbi, bizim ne suçumuz var, İblis bize vesvese verdi, biz ne
yapabiliriz ki" diyebilirlerdi tıpkı İblisin mazeret öne sürdüğü gibi.
Burada insanın- Âdem'in
suçunu itiraf etmesi, İblis'in ise mazeret uydurması işlenmektedir. İblise
bahane ürettiren ise onun kibri-gururu, büyüklenmesi idi.
Eksik
olan insanın hata yapması da insani bir durumdur. Asıl olan hatada ısrarcı olmamaktır,
özür dilemektir. Öz eleştiri ve itiraf yapabilmektir. Özür dilemek erdemlice
bir harekettir. Her adam özür dileyemez. Özür dileyemeyen kişinin gururu muhasebe yapmasının önüne geçer.
İnsanlar nezdinde küçülürüm endişesi taşır. Halbuki özür muhataplarının gönlünü
fetheder.
İnsan
hata yapabildiği gibi devletler de hata yapar. Birçok devlet; planlarını,
programlarını, stratejilerini sürekli revize eder. Hata yaptığını anladığı zaman
gerekirse 360 derece dönüş yapar. Siz hiç TC hükümetlerini yönetip de yapılan
bir tasarruf sonucunda özür dileyen
siyasiler gördünüz mü? Ülkeyi ne yetmiş sente muhtaç edenden…ne beş Nisan
kararlarıyla ekonomik krize sürükleyenden…,ne de fırlattığı kitapçıkla
ekonomiyi felç edenden… maalesef hiçbirinden görmedik. Halbuki son olaylar 40
yıldır yapılan hatalar zincirinin ortaya
çıkardığı bir durumdur.
Birçoğumuz
"Ben hayatta hiç hata yapmadım, geçmişimden asla pişmanlık duymam, tekrar
geçmişe dönsem aynı hareketleri yaparım..." gibi iddialı sözler söyler. Böylelerine
bazı hareketlerinin yanlış olduğunu hatırlattığımız zaman "Efendim, o
şöyle oldu, o meselede falanın hatası vardı..." gibi savunmacı özelliğimiz
hemen devreye girer. Asla kendimize toz kondurmaz, burnumuzdan kıl aldırmayız.
Böyle tiplerin 'Geri vitesi olmaz,' burunlarının dikine giderler. Egoları asla
muhasebe yaptırmaz. Özür dileyeni de küçümser böyleleri. Allah insanla beraber
hatayı, hatayla birlikte de tövbeyi var etmiştir. Hatta hutbelerde okunan
“Ettâibü minezzenbi…şeklindeki Hadisi
Şerife göre “Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir” denmektedir.
Her birimiz hata yaparız. Önemli olan "Bir delikten ikinci defa
ısırılmamaktır," tövbenin bir daha geri dönmeyecek şekilde yapılan 'Nasuh
tövbe' olmasıdır.
Hatasından
dolayı özür dileyebilmek her kişinin harcı değildir. Hatalarıyla ancak öz
güveni yüksek insanlar yüzleşirler. Hatalarıyla yüzleşemeyenler hep bir mazeretin,
bir gerekçenin, bir savunmanın arkasına sığınırlar. Bu da sahada kalması
gereken topu taca atmak demektir. Ne
olur hep hatalarımızla yüzleşelim ki, geleceğe güvenle bakabilelim...
06/08/2016
* 10/08/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 10/08/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
4 Ağustos 2016 Perşembe
Üç yumuşak karnımız *
Son
olaylar bize gösterdi ki, eğitim-öğretim, din alanı ve kadrolaşma bir başkasına ihale edilmeyecek
kadar önemli üç alandır. Devletin oldum olası dine soğuk bakması nedeniyle
insanımız bu ihtiyacı gidermek için merdiven altı diyebileceğim cemaatlere
yöneldi. Devlet yoluyla yapılan eğitim ve öğretimin içinin boşaltılması
sebebiyle halkımız eksikliği telafi etmek için dershane, etüt merkezi gibi
alternatif yollara para döktü. Sonunda din cemaatlere, eğitim de özel
sektördeki para avcılarına ve gizli ajandası olanlara ihale edilir oldu. Ayrıca her iktidarın ajandasında ise kadrolaşma var. Kısaca; Eğitim-öğretim, din
eğitim-öğretimi ve kadrolaşma bizim üç yumuşak karnımızdır.
Niyetim
sorumlu aramak değil. Ama bir sorumlu arayacaksak dine soğuk yapan yapı,
okulları sadece diploma veren kurumlar haline getiren ve tek tip kadrolaşan zihniyetler baş sorumludur.
15 Temmuz menfur olayı sebebiyle devlet ve millet tüm paydaşlarıyla birlikte
hiç olmadığı kadar birlik mesajları vermektedir. Devlet her alanda yeniden yapılanmaya gitmektedir. Temennim odur ki, bu
yeniden imar, inşa ve tamir sürecinde içimizdeki hain şebeke boşaltılırken kurumlarımız belli bir kesime ihale edilmez. Devlet
ne çektiyse bu ihalelerden çekmiştir. Devlet yapılanmasında ehliyet, liyakat
çerçevesinde bu toplumun tüm kesimlerine yer verilmelidir. Objektif kriterlere göre yapılacak sınav
sonucunda başarılı olanların ciddi bir şekilde güvenlik araştırılması yapılarak
devlette görev almasının önü açılmalıdır. Bir kurumun belli bir zihniyete ihale
edilmesi yeni ihanetleri beraberinde getirir. Toplumun tüm katmanlarından
alınacak görevlilerin organize olup devleti ele geçirmesi, ihanet şebekeleri
adına çalışması mümkün olamaz. Toplumsal barışın, birlik ve beraberliğin
sağlandığı bu atmosferde bu duruma hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var. Devlete
gelen bir zihniyet ahbap-çavuş ilişkisi içerisine girip tekdüze kadrolaşma
yoluna gitmemelidir. Vatanseverler sadece kendi düşüncemizdeki insanlardan
oluşmadığını bilmemiz gerekir. Vatan ve millete hizmetin dışında gizli bir
ajandası olmayan, kendi hür düşüncesiyle aklını kiralamayan, kendi rızkının peşinde olan insanlara devletin
kapısı hep açık olmalıdır. Oluşan toplumsal barışın devamı ancak bu şekilde
sağlanabilir. İnsanlara devleti yönetenler beni, benim düşüncemi dışlıyor imajı
verilmemelidir. Devlette görev yapanlar ciddi denetimden geçmelidir, sürekli
izlenmelidir.
Eğitim
ve öğretim meyvesini en az yirmi yıl sonra veren uzun soluklu bir süreç
olduğuna göre bu yapılanma sürecinde eğitim ve öğretimi yeniden ele alıp milli
bir eğitim sistemi geliştirmemiz gerekiyor. Bu toplumun kültürüne, örfüne,
değerlerine uygun bir sisteme acilen geçilmelidir. Eğitim ve öğretim
her türlü yönlendirmeden uzak bir şekilde verilmelidir. Eğitime belli bir
zihniyetin hakim olmasının önüne geçilmelidir. Öğretilecek bilgiler uzmanlarınca
objektif bir şekilde verilmeli. Öğrenciler bilgiyi muhakeme güçleriyle
kendileri yoğurmalıdır. Bunun için her şeyden önce insanları hazır yiyici
yetiştiren, sosyal hayattan koparan, test tekniğine dayalı sınav sisteminden vazgeçilmesi
gerekmektedir. Haftalık ders saati
mutlaka azaltılmalıdır. Öğrencinin dışarıya ihtiyaç hissetmeyecek şekilde her türlü bilgiyi, beceriyi, sosyal
etkinliği okul ortamında öğrenmesine imkan verilmelidir. Öğretmenler arasında
mutlaka ölçülebilir bir performans sistemi getirilmelidir. Din eğitim ve
öğretimi dışarıdan takviyeye ihtiyaç olmayacak şekilde okul ortamında ehil kişiler
tarafından yeterince verilmelidir. Liselerde halen haftada bir saat ders ile
dinin öğrenilemeyeceği kulak ardı edilmemelidir. Eğitim ve öğretimi sürekli
yap-boz tahtası haline getirmekten vazgeçilmelidir.
İktidarı,
muhalefeti -gizli ajandanızı bir tarafa bırakarak- haydin hep birlikte eğitim ve öğretimi, din eğitimini ve devlette
görev almayı yeniden yapılandıralım. Birbirimizden bir şey kaçırmayalım. Bu ülkeyi batıracaksak da beraber batıralım, kalkındıracaksak da beraber kalkındıralım. 04/08/2016
* 06/08/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 06/08/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
3 Ağustos 2016 Çarşamba
Devesiniz vesselam!...
Bu memleketi ve bu dini kurtarıcılardan kurtarmak lazım. Hep beraber sürekli kurtarıcılar bekliyoruz. Biri çıktı. Baba dendi ona: "Düşün peşime, ben sizi kurtaracağım" dedi. Ülkeyi bir zamanlar yetmiş cente muhtaç etti. Ardından "Ben size iki anahtar vadediyorum" dedi biri. Kurtar bizi ana derken 5 Nisan kararlarıyla ülkeyi en büyük ekonomik krizlere düçar etti. Artık ne babadan ne anadan hayır var, bir de abi ve ablaları deneyelim dendi. Onların da kendisini 'Kainat imamı' diye adlandıran bir başkasının maşası asalak bir kişiye 'Adanmışlık' adı altında kul-köle olduklarını, avladıklarını da aynı yolun hizmetine adadıkları ortaya çıktı. Ülkeyi dar boğaza götüren siyasiler belki ceplerini doldurdu ama en azından halkın diniyle uğraşmadılar. Bu son kesim ise ekmeğini yedikleri, suyunu içtikleri kaba pisleyerek had bilmezlik örneği gösterdiler. Eli kalem tutan, beyni bilgi yüklü, ağzı dualı sandığımız bu bel'am tipler ise kendilerini besleyen insanların üzerine bomba yağdırdılar. Halk kime inanacak bilmiyorum. Halkımız milletin kanını hizmet görünümlü bu parazitlere rağmen, Allah ile aldatanlara rağmen iyi Müslüman kalmış gerçekten. Adamlarda zerre kadar akıl olsa 40 yıldır oluşturdukları müktesebatı bir çırpıda yok etmezler. Mekke dönemini yaşıyoruz, önce iman, bu insanların imanını kurtarmamız lazım diyen insanlarda nokta kadar iman ve ahiret inancının olmadığı ortaya çıktı. Ahiret inancı olan insanlar milyonların hakkını gasp ederek soru çalmaz, kayırmacılıkla işe adam yerleştirmez, kişileri gizli gizli dinleyip servis etmez... Hainlikte zaten üstünüze yok. Yalan gırla. Takiyye mesleğiniz... Hasılı hani deveye sormuşlar ya, "Boynun niye eğri" diye. "Nerem doğru ki demiş" deve. Gerçekten nereniz doğru sizin develer diyeceğim ama deveye hakaret olur. 02/08/2016
Yumuşak Karnımız-2 *
Din
konusunda gizemli dünya insanımızın çok hoşuna gider, hep bu konularda
konuşulsun ister. Din bezirganları da bu alanı iyi değerlendirip hep
kendilerine pay çıkartabiliyorlar. Her şeyden önce insanımızın bu konulardaki
merakını giderecek bir çalışma içine girilmelidir. Yapılacak çalışmalar
istismarcıların bir daha kullanamayacağı netlikte olmalıdır. Bunun için:
1.Dinin
ve konularının bir takım kesimler tarafından istismar edilmemesi için öncelikli
olarak tartışmalı konular belirlenmeli, hatta vuzuha kavuşturulması gereken
konular halka sorulmalı. (Mehdi, Mesih, İsa, cin, müceddit, gaybın bilinmesi..
vb )
2.
Belirlenen konular Diyanet İşleri Başkanlığı nezdinde kurulacak, sahasında
uzman kişiler tarafından enine boyuna mütalaa ve müzakere edildikten sonra
kamuoyunun bilgisine sunulmalıdır. (Uzman heyet konuları incelerken Kur'an,
sünnet ve sahih hadisi esas almalıdır.)
3.
Din eğitim ve öğretimi devlet okullarında verilmelidir.
4.
Din eğitim ve öğretimi devlet gözetiminde olmayan cemaatler tarafından
verilmesinin önüne geçilmelidir.
5.
Ağırlıklı olarak İslam ve imanın şartlarından ibaret olan ortaokul ve lise
müfredatı yeniden gözden geçirilmeli, tartışmalı olan tüm konuların müfredata
girmesi sağlanmalıdır. Tartışmalı konular konusunda komisyonun verdiği görüşün
dışında bir başka görüşe yer verilmemelidir.
6.
Din Kültürü müfredatının ders materyalini yazacak kişilerin; halkın nabzını
tutan, halkın ve öğrencilerin seviyesine inebilen uzmanlardan oluşmalıdır.
7.
Cemaatlerin gelir-gider ve bağışları sıkı bir denetime tabi tutulmalıdır.
Ticari faaliyetleri varsa izlenmelidir.
8.Din
alanında yazılan eserlerin, oluşturulan bir heyet tarafından tetkiki
yapıldıktan sonra basımına izin verilmelidir. Her önüne gelenin din sahasında
eser vermesinin önüne geçilmelidir.
9.
Dini sahada uzmanlarınca vuzuha kavuşmamış tartışmalı konular basın
aracılığıyla gündeme getirilmemelidir.
10.
Fıkıh, tefsir, kelam... alanlarında, uzmanlarından oluşan bir komisyon, tartışmalı
konularla ilgili belirli periyotlarla bir araya gelip konuyu müzakere etmeli.
Her alanın canlı müçtehitleri olmalıdır. Komisyon, önlerine gelen bir konu için
kitap-sünnet, sahih hadis, öncekilerin bu konuda verdiği fetvalara göz atıp
güncel fetva vermelidir. Dini alanda yaşayan, canlı bir fıkıh olmalıdır.
11.
Herhangi bir cemaate ve gruba öğrencileri yönlendiren eğitimci önce uyarılmalı,
devamı halinde milli eğitimle olan sözleşmesi feshedilmelidir.
12.
Allah ve peygamberi dışında, herhangi bir kimsenin faziletlerinden bahseden
gruplardan kesinlikle uzak durulmalıdır. Şeyhin kerametinden, peygamberi
rüyasında görmesinden bahsediliyorsa, veli, mehdi, mesih, kurtarıcı... şeklinde
bir anlatım varsa mutlaka mesafe konmalıdır.
13. Devlet ve Diyanet "Ben kurtarıcıyım, yegane yol bizim yol" diyenlere karşı kitleleri uyarmalıdır. Gaybı bilirim havasında olanlara şarlatan gözüyle bakılmalıdır.
14. Dini anlatımlarda akıl, mantık ve gönüllere hitap eden ikna edici bir üslup kullanılmalıdır. Öğrencilerin açık bir şekilde ikna olmadıkları konuları sormalarının önü açılmalıdır. Sorgulayan, aklını kiraya vermeyen bir neslin yetişmesi için çaba gösterilmelidir.
15. "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır, mehdi, mesih gelecektir, her yüzyılda dini yenileyen bir müceddit gelecektir" gibi sözlerin kaynaklarının doğru olup olmadığı uzmanlarınca iyice araştırılarak kamuoyu bilgilendirilmelidir. Yanlış anlaşılmaya, din bezirganlarının kullanmalarına müsait olan gelecekle ilgili haber veren zayıf hadisler mutlaka kaynağı iyi araştırılarak o hadislerle amel edilip edilmeyeceği uzman ekip tarafından karara bağlanarak yine kamuoyuna açıklama yapılmalıdır.
13. Devlet ve Diyanet "Ben kurtarıcıyım, yegane yol bizim yol" diyenlere karşı kitleleri uyarmalıdır. Gaybı bilirim havasında olanlara şarlatan gözüyle bakılmalıdır.
14. Dini anlatımlarda akıl, mantık ve gönüllere hitap eden ikna edici bir üslup kullanılmalıdır. Öğrencilerin açık bir şekilde ikna olmadıkları konuları sormalarının önü açılmalıdır. Sorgulayan, aklını kiraya vermeyen bir neslin yetişmesi için çaba gösterilmelidir.
15. "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır, mehdi, mesih gelecektir, her yüzyılda dini yenileyen bir müceddit gelecektir" gibi sözlerin kaynaklarının doğru olup olmadığı uzmanlarınca iyice araştırılarak kamuoyu bilgilendirilmelidir. Yanlış anlaşılmaya, din bezirganlarının kullanmalarına müsait olan gelecekle ilgili haber veren zayıf hadisler mutlaka kaynağı iyi araştırılarak o hadislerle amel edilip edilmeyeceği uzman ekip tarafından karara bağlanarak yine kamuoyuna açıklama yapılmalıdır.
16.
Yanlışa giden yolların tıkanması anlamına gelen 'Seddi zerai' kaidesi netameli
konular için uygulanmalıdır. 03/08/2016
* 14/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
15 Temmuz gecesinden öğrendiklerimiz **
-Her
Allah, peygamber, din, iman diyenin doğru yolda olmadığını,
-Devletin
kurumlarının yönetiminin aynı düşüncedeki insanlara ihale edilmemesi
gerektiğini,
-Her
sakallının amcamız, her başörtülünün annemiz, her askeri elbiseyi giyenin bu
toprağın askeri olmadığını, her başına sarık-cübbe geçirenin dini
anlatmadığını,
-Allah
birin dışında bir araya gelmeyecek şekilde ayrışan bu toplum kesimlerinin
"Konu vatansa gerisi teferruat" diyebileceğini,
-Ülke
savunmasında yediden yetmişe aynı anda organize olup seferberlik ilan
edebileceğimizi,
-Ölümü
göze alacak şekilde vatansever insanların çokluğunun yanında bu vatanı yaşanmaz
kılacak şekilde içimizde hainler barındırdığımızı,
-Halen
Mekke dönemini yaşıyoruz. Bu yüzden ilk önce insanların imanını kurtarmak
gerekir diye çıkan içimizdeki şer odaklarının kastının imanımızdan etmek
olduğunu,
-Kökü
dışarıda olan bir ihanet şebekesinin kırk yıldır hak-hukuk dinlemeden devletin
hücrelerine sızmak için nasıl soruları çaldığını,
-40
yıldır ülkeyi yöneten siyasilerin uyuduğunu, ya da uyutulduğunu, art niyetleri
yoksa bile bir gaflet içerisinde olduklarını,
-Stratejik
ortağımız diye bildiğimiz devletlerin altımızı oymak için uzun yıllara
dayanan planlarının olduğunu,
-Emperyalist
ve sömürgeci devletlerin Türkiye'de hala emelleri olduğunu, kurtuluş savaşının
hala bitmediğini,
-Dünyayı
yöneten sömürgeci akla rağmen ülkesini bağımsız bir şekilde yönetmeye kalkmanın
ağır bedellerinin olduğunu ama her şeye rağmen bağımsızlığımızdan ödün vermeyeceğimizi,
-Bağımsız
ve güçlü bir devlet olmanın yolunun 50-60 yıl sonrasının planının yapmaktan
geçtiğini,
-NATO
ve İncirlik Üssünün bizi korumaktan ziyade bizim için ayak bağı ve tehlike
olduğunu,
-İrili,
ufaklı devletlerin mazlumun yanında değil de güçlünün yanında yer aldığını,
dünya sessiz kaldıkça sömürgeci devletlerin borusunun daha da öteceğini,
-Hoşgörü
ve diyalog adı altında toplumun tüm kurum, kuruluş ve kesimleriyle iyi
ilişkiler içerisinde olanların hiç de hoşgörülü olmadıklarını, hatta hoşgörüye
düşman olduklarını,
-Allah'ın
verdiği aklı kullanmayarak bir başkasına kul köle olanların çok tehlikeli
olabildiklerini,
-Dinin
bizzat Allah, peygamber diyenler tarafından kendi emelleri için istismar
edildiğini, halkın saf dini duygularıyla
nasıl oynandığını,
-Kendilerine
emanet edilen çocuk ve gençlerin aklı ve beyinlerinin nasıl uyuşturulduğunu,
-Dinin
her yönüyle devlet gözetiminde, devlet okullarında, ehil kişiler tarafından
yeterince verilmesi gerektiğini,
-Devlet
okullarında devlet eliyle verilen eğitim
ve öğretimin içinin özellikle boşaltılması sonucu umudunu yitiren insanların
alternatif yol diyerek kimlerin kucağına itildiğini, eğitim ve öğretimin tıpkı
din eğitimi gibi dışarıda herhangi bir gruba ihtiyaç hissedilmeyecek şekilde
yeniden dizayn edilerek devlet okullarında dolu dolu verilmesi gerektiğini,
-Yeterince
okumamış, dini bilgisi olmayan Anadolu insanının din duygusunun; eli kalem
tutan, teknolojiyi çok iyi bilen okumuş insanların din duygusundan daha saf,
daha berrak, daha temiz olduğunu,
-İçimizdeki
hainlerin çokluğuna rağmen bu ülkenin güçlü bir şekilde hala dimdik ayakta
durduğunu… 03/08/2016
** 05/08/2016 günü kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)