26 Mart 2025 Çarşamba

Süfli Emellerden Ulvi Emellere

"Herkesin kerameti kendinden menkul doğruları var artık ve yazık ki çoğu zaman ahlaki olmak gibi bir mecburiyeti yok bütün bu doğruların.

Ancak kendilerini kandırabilenler başkalarını da kandırmayı başarabilir".

Bu alıntı, Yenişafak yazarı Gökhan Özcan'a ait. 26.03.2015 tarihli yazısından not alıp sosyal medyada paylaşmışım. Seneyi devriyesi gelince bu alıntı tekrar önüme düştü.

Aradan on yıl geçse de Sayın yazarın bu tespiti hala geçerliliğini koruduğu için yazı konusu edinmek istedim.

Evet, kutuplaşan ve alabildiğine tarafgirliğin arttığı günümüzde her kesimin kendinden menkul doğruları var. Önceliğimiz ahlak olsa da bu doğruların maalesef ahlaki olma gibi bir görüntüsü bile yok.

Çünkü ortalık toz duman. Rakip ya da rakiplere nasıl belden aşağı vurup komaya yatırabiliriz mücadelesi veriliyor.

Ben haklıyım, ben doğru yoldayım mücadelesinde ne etik var ne de ahlak.

Empatiyi zaten ara ki bulasın.

İnsanların ve kesimlerin itibarını koruma gibi bir derdimiz ve hassasiyetimiz zaten yok.

Tüm mücadelemiz, birilerinin mutsuzluğu üzerine nasıl mutluluk kurabiliriz, nasıl birbirimizin cesedinin üzerine basarak galebe çalarız mücadelesi.

Bu rakipleri alt etme ve bu konuda bir algı oluşturma mücadelesinden asla bir fazilet ve erdem ortaya çıkmaz. Doğru ve hakikate ulaşma zaten çıkmaz.

Çünkü ortalık, ortaya saçılanlara kanan büyük kitlelerle dolu.

Belli ki birileri kendi doğrusuna kendini inandırmış. İnanmakla kalmamış, geniş kitleleri de ikna etmiş durumda.

Minarenin eğriliğine inandırılmaya teşne milyonlara, bu aşamadan sonra apaçık deliller ortaya koysan, yok bunun aslı, aslı şudur desen, zerre faydası olmaz bu aşamadan sonra.

Süfli emelleri için milyonlara zerk edilen bu zehirden sonra birilerinin kendileriyle ne kadar gurur duysalar azdır. Çünkü başarılı olmuşlardır.

Yalnız belden aşağı vurmak suretiyle elde edilen bu başarı birilerinin ikbaline büyük katkısı olsa da bu memlekete onulmaz yaralar açmaktan başka zerre katkısı yoktur.

Unutmayalım ki bu memleketin topyekûn kalkınması ancak bir fazilet ve erdem yarışması ile mümkündür. Değilse yerlerde sürünmeye devam ederiz.

Ne olur bu memlekete kötülük yapmayalım. Biz bu memleketi torunlarımıza bırakmak için dedelerimizden emanet aldık. Lütfen emanete ihanet etmeyelim. Çocuklarımıza bizimle gurur duyabileceği yaşanabilir bir memleket bırakalım.

Birbirimizi yaralayan, töhmet altında bırakan ucuz söz ve eylemlerden kaçınalım.

Süfli emeklerimiz için harcadığımız eforu ulvi emeller için harcayalım.

Şeytanların zincire vurulduğu bu ramazan ikliminde, başımıza tebelleş olmuş şeytanlarımızdan kurtulalım. Şeytanların ekmeğine yağ sürmeyelim. Kendimize Müslüman olmayı bırakalım. 

Seyirlik Bayram Şekerleri *

Az önce bayram alışverişi için gittiğim markette bayram şekerlerine göz attım. En ucuzu beş yüz, en pahalısı bin liralık şekerler dikkatimi çekti. Ortalama şeker fiyatları 750-950 arasında yoğunlaşmış.

En dikkatimi çeken de geçen kurban bayramında 460 liraya aldığım şekerin fiyatını 760 TL olarak gördüm. Bu fiyat değişkenliği bile enflasyonun hız kesmeden devam ettiğini gösteriyor.

Görünen o ki şeker alma ve bayramlarda şeker ikram etmek lüks hale gelmiş.

Ağzı tatlandıran bu şekerler bu yüksek fiyatlarıyla ağzımızın tadını kaçırmaya yeter de artar bile.

Bayram ziyaretlerinde ikram edilecek şeker tadımlıktan öteye geçmeyecek. Hatta tadımlıktan ziyade olsa olsa bakımlık hale gelmiş.

Gelen misafire şeker ikram ederken haydi bir daha al dönemi de geride kaldı.

Böyle giderse, düğünlerde çeyrek altın hediye dönemi lüks hale geldiği gibi şeker de lüks hale geldi. Enflasyon dizginlenmez ve düşürülmezse bayramlarda şeker ikramı da eski zamanlara ait bir gelenek olarak kalacak.

Şeker satıcıları, pandemiden beri satışa sunduğu şekerlere el dokundurmamak ve tattırmamak suretiyle tedbiri çoktan almış durumda. Halbuki bir zamanlar "Şu şeker nasılmış" dediğinde, "tadına bakıver" derlerdi. Geldiğimiz nokta itibariyle şekere dokunamadığın gibi baktığın şekeri almak zorunda kalıyorsun.

Şeker reyonunda görev yapanlara sıkı sıkıya tembih edilmiş olmalı ki reyona yaklaşır yaklaşmaz görevli teyakkuza geçiyor. Şekeri eline alır almaz yüzüne bakıyor. Zaten her bir market, reyonun görünen yerine "Şeker ve lokumun tadına bakmak yasaktır" yazısını yazıp asmış bile.

Bu ülkenin etkili, yetkili ve de sorumlu olmaları gereken yetkililerinin, suni gündemleri bir tarafa bırakıp bu enflasyon canavarına dur demek için canla başla mücadele etmeleri gerekir. Enflasyonu azdıracak, piyasayı gerilime sevk edecek söz ve eylemlerden alabildiğine uzak durmak zorundalar. Çünkü cep yakan bu fiyatlarla mücadele etmek farzı ayn hale gelmiştir. Her şeyden elzemdir.

Enflasyonla mücadele için ekonomiye yön verenler alınması gereken her türlü tedbiri almalı. Alınan onca tedbirin bir çırpıda berhava edilmesine imkan vermemeli.

Piyasayı felç edecek her türlü söz ve eylemden kaçınmak her vatandaşın birincil görevi olmalı.
İktidarı, muhalefeti piyasayı kaosa sürükleyecek beyanlardan kaçınmalı.

Herkes enflasyonla mücadele için elbirliği etmeli, taşın altına elini koymalı.

Enflasyonla mücadeleyi memleket meselesi görmeli. Mesele memleketse gerisi teferruat denmeli.

Hülasa, bu ülke enflasyonu bizi dünyaya rezil etmeye devam ediyor. Bu rezillikten en hızlı şekilde kurtulmamız gerekir.

Herkese iyi bayramlar...

*28.03.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

25 Mart 2025 Salı

Algılara Teslim Olmayalım

Gündem sürekli değişiyor. Bir gündemi daha değerlendirmeden bir bakmışsın, yeni bir gündem ajanslara düşüyor.

Gündeme dair herkes bir şeyler yazıp çiziyor, değerlendirmede bulunuyor. Ama tüm değerlendirmeler yanlı olduğu için işin aslı astarı tam öğrenilmiyor.

Aslında işin aslını öğrenilmesi de pek istenmiyor sanki. Çünkü doğruların ortaya çıkması istenmiyor. Hoş, doğru istense de kimse doğru istemiyor. İstiyoruz ki benim savunduğum doğru, doğru çıksın.

Hele basına düşen her şeyin aynı zamanda sosyal medyada da yer alması, önüne gelenin bu alemde doğru yanlış demeden paylaşım yapması, doğrunun ortaya çıkmasını engelliyor. Çünkü basmakalıp paylaşımların amacı, gerçeğin ortaya çıkmasından ziyade algı oluşturmaktır.

Haliyle bir algı ortamında yaşıyoruz. Sapla saman harmanlanarak önümüze servis ediliyor.
Suçlama ve savunma amacı güden, bir algı oluşturmaya yönelik yazı, çizi, paylaşım ve değerlendirmelerde doğruyu ara ki bulasın.

Algılarda amaç gerçeği örtbas etmek, rakibi yaralamak, bunu temcit pilavı gibi ilanihaye kullanma ve rakibi devamlı savunmada bırakma amacı güdüldüğü için gerçeğin ortaya çıkması asla istenmez.

Böylesi durumlarda her türlü paylaşıma;

Temkinli yaklaşmada fayda var.

Olaylara tarafgir gözüyle bakmamak gerekir.

Acele görüş ve değerlendirme yapmamak lazım.

Parçadan hareketle tümevarım yöntemi kullanmak suretiyle, bu şunu yapmıştır. Bunların hepsi böyledir gibi bir toptancı yaklaşımının vebal ve kul hakkı olduğunu, suçun bireysel olduğunu göz ardı etmemek gerek.

Masumiyet karinesini çiğnememek, kişilerin itibarını zedelememek esas olmalıdır.

Oluşturulmak istenen algıya teslim olmamak genel prensibimiz olmalıdır.

Zaman her şeyin ilacı deyip zamana bırakmak gerek.

İlla bir değerlendirmede bulunulacaksa, saldıran ve savunan kesimin görüşlerini, iddia ve delillerini analiz edip ikisinin ortasında durmak sanki gerçeğe en uygun yer olsa gerek. Çünkü iki tarafın kesiştiği nokta bu işin tam ortasıdır.

Oluşturulmak istenen algıya hemen sarılmak ve taraftar olmak, algı oluşturmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürer. Çünkü istedikleri budur.

23 Mart 2025 Pazar

Sosyal Medya Gediklileri

Sosyal medya hayatımıza girdi gireli bu sanal alemde boy gösteren hatırı sayılır insanımız var.

Kimi bu alemi yerinde ve zamanında kullanmakta iken kimi bir girdi bir daha çıkamadı. Bu alemin gediklisi haline geldi. Sabah-akşam, gece-gündüz bu alemin içindeler. WhatsApp'talar, X'teler, Facebook'talar...

Bunlardan kimi kendi özgün paylaşımlarını yapmakta. Yorum yazıp görüş bildiriyorlar.

Kimi de başkasına ait yazılıp çizilenleri paylaşıyor.

Burada sosyal medyada yazılıp çizilenlerden bahsedecek değilim. Yalnız bu alemin sürekli müdavimlerine dair bir şeyler söylemek istiyorum. Sürekli bu alemin içindekilerinin iç hallerini bilmiyorum. Verdikleri görüntü itibariyle ele alacağım:

Sanırım yalnızlara oynuyorlar. Eşlerine, dostlarına ayıracak vakitlerini bu aleme vermişler.

Zannedersem, hiçbir işleri ve meşaleleri yok. İşleri varsa da işleri koltukta oturmaktan ibaret. Mesaiyi sosyal medyaya girerek dolduruyorlar.

Zannımca bu alem içki, kumar ve uyuşturucu gibi kendileri için bir bağımlılık yapmış. Bırakmak isteseler de bırakamıyorlar.

Sanırım bir doyumsuzluk yaşıyorlar. İçlerindeki açlığı bu alemden gideriyorlar.

Belli ki uyku tutmuyor gözlerini. Uyku ve istirahate ayıracakları vakti bu aleme ayırıyorlar.

Paylaşımlarına bakıyorum. Hepsi olmasa da önemli bir kısmı objektif gibi değerlendirme yaptıkları imajını verse de basbayağı trollük yapıyorlar. Zihniyetleri ne ise onu ortaya koyuyorlar. Oluşturulmak istenen algıya teslim oluyorlar. Algıyı gerçek gösterip savunmaya ve saldırıya geçiyorlar. Buna dervişin fikri ne ise zikri de o denir.

Böyleleri başka görüşe de açık değiller. Çünkü içinde buldukları algı onları teslim almış durumda.

İnanın, acıyorum bu kimselere. Bence kabul etmeseler de bir hastalık halini yaşıyorlar. Tedavisi var mı bilmiyorum. Belki bu alemden uzaklaşmak onlara ilaç gibi gelir. Belki bir meşgale bulmaları kendileri için çok iyi olur. Değilse bu alemin gediklisi olmaya devam edecekler. Bunun belki bir yolu daha olabilir. O da bu aleme girip çıkanlardan az veya çok bir ücret alınması. Belki işin içine ücret girince bu alemde girmekten vazgeçerler.

Bunları sosyal medyadan vazgeçirmek için bir yol daha denenebilir: Hani adamın biri bir caddede bir eve oturmuş. Mahallenin çocukları durmadan bunun evinin önünde oyun oynayıp gürültü yapıyorlar. Bir böyle beş böyle. Adam çocukların yanına varıyor. “Çocuklar, gürültüyü çok severim. Bu gürültüyü her gün yapın, size şu kadar para vereyim” diyor. Çocuklar, “Tamam amca” deyip günlük gürültü yapıyorlar. Adam her akşam çocuklara vadettiği parayı veriyor. Çocuklar bu durumdan çok memnun. Çünkü hem gürültü yapıyorlar hem de para kazanıyorlar.

Belli bir süre geçtikten sonra bey amca, “Çocuklar, maddi sıkıntıya girdim. Gürültünüze karşılık bundan sonra şu kadar verebileceğim. Bilmem kabul edebilecek misiniz” der. Çocuklar, olur amca deyip yine gürültüye devam ederler.
Gürültü yapmalarına karşılık çocuklara para ödeyen ev sahibi, belli periyotlarla çocuklara verdiği parayı düşürüyor. Çocuklar, hepsine de eyvallah demişler. 

Bir gün bey amca, üzüntülü bir şekilde çocukların yanına gelir. “Çocuklar, iyice maddi sıkıntı içine girdim. Bundan sonra size para veremeyeceğim. Parasız gürültü yapar mısınız” deyince, çocuklar, “Kusura bakma amca. Para yoksa gürültü de yok” deyip adamın evinin önünü terk ediyorlar.

Bu hikayede olduğu gibi bu sosyal medya müdavimlerine bu aleme girmeleri karşılığında para verilse, bir müddet sonra bu para kesilse, belki de parasız iş yapmayız deyip bu alemi terk edebilirler.

Allah bu sosyal medya gediklilerinin yardımcısı olsun.

Bir Ülkenin Çivisi Çıkmışsa Eğer

O ülkede ülke ve vatandaş menfaati değil, kayıkçı kavgası yapan güçlerin ikbal kavgası olur.

Siyasi, ekonomik, sosyal vs. krizleri eksik olmaz.

Bol sıfırlı bastırılmış enflasyonu olur.

Hayat pahalılığı alır başını gider.

Her şeye zam hayatın bir parçası olur.

Vergiler adaletsiz ve yüksek olur.

Faizler yüksek olur.

Borsası yüz güldürmez.

Ekonomisi, dar ve orta gelirlinin belini bükmeye devam eder.

Siyasi çalkantı bitmez.

Bizans ve ayak oyunları, algı, iftira, çamur hiç eksik olmaz.

Kazanmak için her yol mubah olur.

Gerilim had safhada olur. Gerilimden beslenilir.
Tarafların trolleri çok olur. Ölümüne desteklerler.

Oturmuş bir devlet teamülleri yoktur.

Kurtarıcı olarak karizma liderlere bel bağlanır.

Kurtarıcıları vazgeçilmezdir.

Beşikten mezara kadar siyaset yapılır. Bulunmaz Hint kumaşı kabul edildiklerinden cenazeleri koltuktan kaldırılır.

Kırıp dökseler de yerleri doldurulamaz.

Kimse onlara hesap sormaz. Onlar hesap sorar.

Asla bedel ödemezler. Bedeli halka ödetirler.

Güçler birbirine had bildirir.

Milliyetçilik duyguları yüksektir.

Âna dair söylenecek sözleri olmasa da geçmişle övünmeyi çok severler.

Kurtarıcılarının gizli ajandasında halka fakirlik vaadi vardır. Tek başardıkları da budur.

Yani yok yok bu gibi ülkelerde.

Ne edersin ki alan razı, satan razı.

Alan ve satan razı olduktan sonra o memleketin çivisi çıkmış, ne fark eder. Yeter ki mutlu azınlık, beyaz yakalıları mutlu olsun. Zaten onların mutluluğu için yaşamıyor mu bu tip ülkelerin insanı.

Bu Ülke İnsanının Dramatik Hikayesi

"Eskiden İstanbul’da Eminönü - Karaköy arasında yolcu taşıyan kayıkçılar, müşteri beklerken kendi aralarında kavgaya tutuşurmuş.

Durup dururken çıkan kavgada sesler yükselir, kürekler havaya kalkar, sağa sola savrulurmuş.

Kavga çıkınca, etraflarında toplanan halktan bazılarının kafasına kürekler iner, ama kürekler ne hikmet ise kavga eden kürekçilerin hiçbirinin başına değmezmiş.

Bu kavga daha sonra denizden karaya taşınmış ve yankesiciler, cami önünde kayıkçı kavgası benzeri düzmece kavgalar ile halkı çevrelerine toplayıp soymayı adet edinmiş". (Oğuz Örnek, Habertürk)

Kayıkçı kavgasının hikayesi bu. Bu hikaye aslında bu ülke insanının hikayesi.

Bir nevi "Filler tepişir, çimenler ezilir" misali. Öyle ya fillere ne olsun. Altta kalanların canı çıksın.

Kavgada dayağı aracılar yer misali bizim insanımız vatandaş Rıza'dır. Onlar ortamı gererek taraftar bulmaya ve güç olmaya çalışır. Vatandaş Rıza da buna teşne olduğu için hemen saf tutar. Ölümüne tarafını savunur. Sonuç, kaybeden yine vatandaş Rıza olur.

İster siyasi ister dini ister ekonomi olsun, belli bir gücü temsil eden tarafların, aralarında yaptıkları rekabet, kavga, atışma ve sataşma bir nevi kayıkçı kavgasıdır. Bunlar kavgayı başlatır. Ama kendilerinin burnu bile kanamaz. Fatura, tıpkı kayıkçı kavgasında olduğu gibi kayıkçılara çıkmaz, halka çıkar. Devalüasyon, enflasyon, hayat pahalılığı olarak ceremesini hep halk çeker.

Geçmişten günümüze bu ülkede belli güç mahfilleri tarafından yapılan veya başlatılan tüm kavgaların kaybedeni hep halk olmuştur.

Belli köşe başlarını tutanları umut olarak gördüğü müddetçe halk yine kaybetmeye devam edecektir.

Bunun yani kayıkçı kavgasına teşnelik bizde olduğu müddetçe vatandaşın kaybetmemesi için hiçbir sebep yok.

Bunun için birilerinin illa yolcu taşıyan kayıkçı olması gerekmiyor. Baksanıza, bakmışlar ki bu işte ekmek var. Denizdeki kavgayı karaya yani cami önlerine taşıyarak toplanan halkı bir güzel soymuşlar.

Yine soyulmaya devam ediyoruz. Üstelik ne tekne var orta yerde ne de cami önündeyiz.

Birileri aralarındaki kavgayı adalete taşıyor. Eldeki deliller ve iddialara göre savcılar harekete geçiyor. Gözaltı yapılıyor. Bir bakmışsın borsa çökmüş, döviz fırlamış. Dövizin ateşini söndürmek için Merkez Bankası bir yıldır yüksek faiz yoluyla biriktirdiği MB rezervinden 26 milyar doları üç gün içinde satıvermiş. On yıllık devlet tahvil faizleri tüm zamanların rekorunu kırmış. Üstelik MB bu süreçte faizleri de yükseltmek suretiyle bu tablo ortaya çıktı.

Satılan 26 milyar doları vatandaş Rıza mı aldı? Keşke öyle olsa. Ticari sır olduğu için bu dövizi satın alanlar da öğrenilemeyecek. Öyle zannediyorum, kayıkçı kavgasının tarafları satın aldı. Çünkü operasyon olacağını ancak onlar bilir. Vatandaş nereden bilsin. Hoş, bilse ne olur. O kadar döviz için para nerede ayrıca.

Bu ağır tablo daha halka yansımadı. Ama girdilere yansıdıkça bize yani vatandaş Rıza’ya zam olarak yansıyacak. Enflasyon hedefi tutmayacak, enflasyon azacak. Yeni rezerv için vergi artırımı ve yeni vergiler demektir.

Esas yakıcı ve yıkıcı tabloyu şayet bir tutuklama olursa o zaman göreceğiz. 

Halkın yararını ve ülke menfaatini düşünmeyenlerin, aralarında yaptığı kayıkçı kavgasının ceremesini hep vatandaş Rıza çekecek. Tuzu kuru beyaz yakalılara bir şey olmayacak. Çünkü onlar krizlerden beslenir. Beyaz Türkler şu ya da bu şekilde bize hayatı zindan etmeye, anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirmeye devam edecek. Kısaca “Alavere, dalavere, Kürt Memet nöbete” meselesi bu. Yani soyulduk bir kere daha.

Durum bu iken vatandaş Rıza olarak hala bu kayıkçı kavgasına teşne olmaya devam edecek miyiz? Unutmayalım ki bizdeki bu teşnelik onlara ekmek yediriyor bu ülkede. Yüz verilmezse ya çeker giderler ya da adam olurlar.

22 Mart 2025 Cumartesi

FETÖ Ne Zaman Öğretmenimiz Oldu?

İstanbul Büyükşehir Belediyesine yönelik başlatılan yolsuzluk ve terör davası, Adalet Bakanlığına bir ara hakim olan hakim ve savcıların yürüttüğü 17-25 Aralık ve Ergenekon soruşturmalarını aklıma getirdi:

Zanlıların sabaha yakın evlerinden alınması,

Zanlılar daha ne ile suçlandığını bilmeden basının bir kesiminde iddiaların yayımlanması,

Tapelerin ortaya saçılması,

Zanlıların ifadelerinin basında yazılıp çizilmesi,

Gizli sanıktan bahsedilmesi gibi durumlar 17-25 Aralık ve Ergenekon sürecinde başta Zaman ve Taraf gazetelerinde çarşaf çarşaf yayımlandı. Bu gazeteler zanlıların hedef gösterdi. Arkasından yeni tutuklamalar geldi. Daha iddianame hazırlanmadan ve mahkeme safhası başlamadan kişiler suçlu ilan edildi.

Hem Ergenekon hem 17-25 Aralık sürecinde adaletimiz iyi bir sınav vermedi. Çünkü davanın gizliliğine riayet edilmedi. Kişiler itibar suikastına maruz bırakıldı. Halbuki iddianame hazırlandıktan sonra basının bir şey söylemeye hakkı vardı. Öncesinde gizliliğe riayet şart idi.

Son İstanbul operasyonunda da aynı durum söz konusu.

Diyelim ki 17-25 ve Ergenekon sürecinde Adalet Bakanlığına FETÖ'cü yargı hakimdi. Onlar bunu yaptılar.

Bildiğim kadarıyla FETÖ'cü yargı kalmadı. Çünkü o hakim ve savcılar görevden el çektirildi.

Şimdi sıfır km hakim ve savcılarımız var. Yani FETÖ'yle bağı olmayan bir adalet sistemimiz var.

Aynı ifade tutanakları da şimdi yayımlanmaya devam ettiğine göre yani gizliliğe riayet edilmediğine göre görünen o ki biz yargılamadaki usul, yol ve yordamı FETÖ'cü yargıdan öğrenmişiz. Onlardan öğrendiğimizi bugün biz uygulamaya koyuyoruz.

Burada ne alakası var demeyelim. İçeriden bilgi sızmazsa hiçbir ifade basında yer almaz. Belli ki içeriden bilgi sızdırılıyor.

Yakışıyor mu bu bize? Ne ara biz FETÖ'cü yargıyı kendimize örnek alır olduk? Ne ara nefret ettiğimiz bu FETÖ'cü hakim ve savcıları öğretmenimiz kabul ettik?

Unutmayalım ki o kadar vaveylanın ardından Ergenekon diye bir örgüt yok kararı verdi mahkeme. Kumpasa getirilmişiz dendi.

17-25 Aralık yolsuzluk davasından bildiğim kadarıyla ceza alan olmadı. Suçlanan dört bakan Yüce Divan’a gönderilmedi.

Hem Ergenekon hem de 17-25 davası kapandı gitti. Ceza alanlar, yeniden yargılanarak temize çıktı.

Bence bu iki dava bize, yargımıza örnek olmalıydı. Çünkü o zamanki yargı bu konuda iyi sınav vermedi.

Yolsuzluk varsa gizliliğe riayet edilerek yürütülmeli. Aksi karar verilmediği müddetçe Zanlılar suçlu ilan edilip itibar suikastına maruz bırakılmamalı.

Adaleti verdiği karar ucu nereye, kime dayanırsa dayansın hepimizi tatmin etmeli, karara herkes saygı duymalı, kestiği parmak kimseyi acıtmamalı. Bu davanın siyasi bir dava olduğu algısına kamuoyu kapılmamalı. Herkes yargıya güvenmeli. Başka da bir yolumuz yok.

Vatandaş olarak da kutuplaşmaya ne kadar teşneyiz. Bir taraf yolsuzluk var derken diğer kesim bu bir siyasi dava diyor. Adaletin görevi, kamuoyunda oluşan bu algıyı yok etmek olmalı. “Bizim siyasi yargılamamız yoktur” demeli. Bağımsızlığına halel getirmemeli.

Ne olur tuzu kokutmayalım. Çünkü tuz kokarsa yandık demektir.

Yine de tüm eksikliğimize rağmen Yüce Türk adaletine güvenmek istiyorum.