22 Mart 2025 Cumartesi

Bir Garip Ülke

Bir İstanbul operasyonu TL'yi bir günde pul etti, altın uçtu, borsa çöktü.

Merkez Bankası yüksek olan politika faizini tekrar yükseltmek zorunda kaldı.

TL'nin daha da pul olmaması için Merkez Bankası bir günde yüklü miktarda döviz satmak zorunda kaldı.

Herkes de dövizin bu fırlamasının bugünkü yerinde durmayacağı endişesini taşıyor.

Görünen o ki iki yıldır sabit tutulan döviz yerinde durmayacak. Daha da fakirleşeceğiz. MB'nin yıl sonu enflasyon oranı da tutmayacak.

Bu demektir ki yıllardır cebelleştiğimiz enflasyon yine başımızı ağrıtmaya devam edecek.

Bu durumda şunu sormak lazım.

Bir ülkede yolsuzluk ve terör soruşturması açıldı diye borsa niye çöker, altın niye fırlar, TL niye pul olur?

Halbuki adalet bir şeye el koymuşsa, akan sular durmalıydı. Çünkü son sözü adalet söyleyecekti.

Adalet el koymuşsa ülke yolsuzluktan temizlenecek diye piyasa rahatlaması gerekirdi. Hatta borsayı coşturarak olumlu tepki vermeliydi. Döviz ve altında kıpırdanma olmamalıydı. MB ne döviz satacaktı ne de faizi yükseltecekti.

Bir soruşturma ile halk birçok şehirde meydana inmişse, borsa komaya girmişse, dövizin ateşi sönmemişse bu demektir ki piyasa adalete güvenmiyor. Adaletin siyasi karar vereceğini düşünüyor. Kısaca adaletin adalet dağıtmayacağına inanıyor.

Burada düşünmemek elde değil. Bir yolsuzluk ve terör operasyonunda ülkenin ekonomisi ve mali durumu böyle felç olur muydu? Ekonomik sistemimiz bu kadar bozuk mu?

Böyle bir ekonomimiz varken, adalete önemli bir kesimin inanmadığı bu ortamda ne diye operasyona kalkıyoruz?

En ufak bir operasyonda enflasyonla mücadele felç olacaksa, Merkez Bankası rezervlerini eksiden kurtarmak ve güçlendirmek için biz bir yıldır niye yüksek faiz uyguladık? Yüksek faizle elde edilen rezerv bir günde böyle heba mı olmalıydı? O zaman ne anladık biz bu işten?

Şimdi bu faturanın ceremesini her zaman olduğu gibi yine halk çekecek. Utanılası enflasyon ve faiz oranı ile yine yaşamaya devam edecek. Az sayıdaki faizden ekmek yiyenler paralarını faize yatırarak paradan para kazanmaya devam edecek. Halk daha da fakirleşecek.

Filler tepinecek, ceremesini çimenler ezilmek suretiyle çekecek.

Ne yapıp ne edip siyasi iradelerin rakiplerine had bildirme aracı olarak kullanmasından yargıyı kurtarmak lazım. Tuzu kokutmamak gerek. Senin, benim adaleti olmaz. Adalet herkesin olur. Herkes adalete güvenmeli. Son sözü ona bırakmalı.

Maalesef kaç gündür devam eden ifade alma ortamındaki sokağa inmeler adalete güvenin olmadığının bir göstergesi.

Yazık bu ülkeye.

Kimsenin bu ülkeye bunu yaşatmaya hakkı yoktur.

Ne zamanki adalet, önündeki mevzuata göre hükmünü verir. Herkes sonuca razı olur. Bu ülke düze çıkar. Yoksa garip ülke olmaya devam ederiz.

İnsan Olmak Neyimize Yetmez

Ömrüm boyunca, kork Allah'tan korkmayandan sözünü düstur edindim. Nerede Allah'tan korkmayan varsa sözlerine ve yaptıklarına mesafeli oldum.

Hiç işim olmadı onlarla.

Yaptıklarına hep burun kıvırdım.

İyi bir şey yapsalar bile var bu işte bir hinlik dedim.

Öyle ya Allah korkusu olmayanda ne hayır olurdu.

Her türlü kötülük beklenirdi.

İyi olmak için bir defa Allah korkusu olmalıydı.

Allah korkusu varsa bir insanda. Ondan zarar gelmezdi.

Karıncayı incitmezdi çünkü.

İşlerini düzgün yaparlardı zira.

Allah korkusu olanlar her bir yerde görev yapmalıydı.

Böyle yetiştim ya da yetiştirildim.

Bir elli yılımı aldı bu yetişmem.

Hamurumu iyi yoğurmuşlar belli ki.

Elli sonrası acaba demeye başladım.

Bu acaba beni sorgulamaya itti.

Sorguladıkça arkası çorap söküğü gibi geldi.

Geldiğim nokta itibariyle, gördüm, yaşadım:

Allah korkusu olanlardan da korkulması gerektiğini geç de olsa anladım.

Çünkü derviş hırkası giymiş kişiler de çok korkunç olabiliyormuş.

Hepsi olmasa da en azından azımsanmayacak önemli bir kısmı çok tehlikeli imiş.

Geçmiş güven vermeleri yokluktanmış.

Dürüstlükleri de güç ellerinde olmadığındanmış.

Tanıyamıyorum onları. Çünkü hiç omurgaları ve prensipleri yokmuş.

Onları esas güç ellerinde olunca tanımak gerekiyormuş.

Allah'tan korkanın zararının, korkmayanından verdiği zarardan daha büyük olduğunu görmüş oldum.

Geldiğim nokta itibariyle Allah'tan korkmayandan da korkuyorum, korkanından da.

İnsan olmak için bu kriterin yeterli olmadığını anladım.

Allah korkusundan önce insan olmak gerekiyormuş.

Güç Zehirlenmesi

Yasama, yürütme ve yargı

Toplanmış ise bir elde.

O ülkede demokrasi olmaz. 

Tek kişinin iktidarı olur. 


Tüm yetkiler toplanmışsa bir elde, 

Yaşanır orada güç zehirlenmesi. 

Karşısına çıkan bir güç olursa, 

Tüm zehrini zerk eder.


Nasılsa yasama da onun, yargı da

Devreye sokar hepsini bir bir

Emellerine alet eder, 

Demokrasinin vazgeçilmez kurumlarını.


Nasılsa dur diyen yok.

Ne yapıyorsun diyen yok. 

Bu durumda durur mu hiç? 

Elinde tüm yetkileri bulunduran. 

21 Mart 2025 Cuma

Yenilgiyi Tatmak

Hep kazanmaya alışmışsa bir insan, 

Bir zaman sonra yenilgiyi tadarsa, 

Bu yenilgi bilinçaltına iyice yerleşir. 

Bir türlü üzerinden atamaz. 


Tüm makam ve mevkiler onun olsa da

Yenilgi hep aklının bir köşesinde olur. 

Fırsat kollar rakibini alt etmek için

Ama öyle ama böyle hıncını alır mutlaka. 


Bu uğurda her yolu mubah görür, 

Cümle alem görsün, yenmek neymiş, 

Yenilgiyi tattıranlara hayatı zindan eder, 

Böyledir hep kazananın adaleti. 

Benimsin İstanbul

Taşın toprağın altın senin, 

Benimsin İstanbul.

Yar etmem başkasına,

Benimsin İstanbul. 


Kem gözlerden sakınırım seni,

Benimsin İstanbul. 

Biri göz dikerse sana, 

Oyarım o gözü İstanbul. 


Benden uzaklaşırsan İstanbul, 

Başkasına yar etmem seni. 

Ya benimsin ya da kara toprağın, 

Aklın varsa gitme başkasına. 


Benim olmazsan şayet, 

İnadım inattır. 

Kimseye yar etmem seni, 

Ne huzur bırakırım ne de mutluluk. 


Taşını da toprağını da

Ancak ben kullanırım. 

Başkası kullanmaya kalkarsa

Hayatı zindan ederim onlara. 


İnadım inat deme. 

Benden uzaklaşma. 

Bil ki kimseye yar etmem. 

Çünkü tüm gücümü kullanırım. 


Beni kazanırken değil, 

Kaybedince göreceksin. 

Acımam kimseye. 

Bunu da yazın bir kenara. 


Sen bize Bizans'ın emanetisin. 

Bizim payitahtımızsın. 

Gözüm gibi korumak isterim. 

Şayet benim olursan. 


Değilse tüm Bizans oyunlarını, 

Bir bir devreye sokarım. 

Bu uğurda şakam olmadığını, 

Umarım görmüşsündür. 

20 Mart 2025 Perşembe

Devletin Sistemine Güven Problemimiz

Turhan Çömez bir TV konuşmasında şunları söyledi: "İngiltere'de çalışırken bir kadın geldi muayeneye. Daha önce ameliyat olmak için Fransa'ya gidip ameliyat olmuş. Doktoru pek beğenmediği için kontrol için Turhan Çömez'e gelmiş. Çömez kadına 'beni nereden duydun? Fransız doktora güvenmezken bana niçin güveniyorsun' diye sormuş. Kadın, 'Sana değil, devletimin sistemine güveniyorum' demiş."

Uzun süre İngiltere'de doktorluk yapan Sayın Çömez'in bu anlattığı beni çok etkiledi. Özellikle ”Devletimin sistemine güveniyorum" cümlesi.

Bu cümlenin üzerine düşünmek ve konuşmak lazım. İngiliz kadındaki devletine güven bizde de olsun isterdim.

Buradan 90'lı yıllarda usulsüz geçiş yapan ve ortaya çıkınca iptal edilen 28 fakülte diplomalarına gelmek istiyorum.

Bu diploma iptali devlette sistemin olmadığının bariz bir örneğidir. Maalesef oturmuş bir sistemimiz yok. Kişiler hata yapabilir, yanlış yola girebilir, alavere dalavere ile işini çıkarmak isteyebilir. Hak etmediği halde araya birilerini koyarak, para vererek yatay geçiş yapmak isteyebilir. Tüm bunlar devletin sistemine takılması lazım.

Devletin sistemi de oturmuş kurumlarıyla yürür. Bu usulsüz başvuru yapanlardan ziyade en eski köklü üniversitemiz böyle bir usulsüzlüğü nasıl yapar? O kadar kişinin yani bir komisyonun önünden geçiyor evraklar. Haydi diyelim ki evrakta sahtecilik yapılsa gözlerinden kaçabilir. Burada böyle bir durum da yok. Çünkü devletin denklik vermediği bir üniversiteden geçiş yapmak için müracaat var. Komisyon başvuruyu görür görmez, "Başvuru yaptığınız üniversitenin denkliği yok. Bu yüzden başvurunuz reddedilmiştir" demeliydi. Ama görünen o ki insanımızdaki kokuşmuşluk ve çürümüşlük maalesef kurumlarımıza da sirayet etmiş. Köklü üniversitemiz bu bariz yanlışı yaparsa diğer yeni üniversitelere ne diyebiliriz?

Bir diğer husus, bu tür usulsüz geçişin olduğu 35 yıl sonra ortaya çıkarılması da vahim bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzun göstergesi. Hak edilmeyen bir geçişin hatası 35 yıl sonra ortaya çıkarılmamalıydı. Bu kişiler geçiş yaptıkları fakülteyi bitirmeden pardon deyip geldikleri üniversiteye gönderilmeliydiler.

35 yıl sonra gelen adalet, gecikmiş adalet, adalet değildir sözü gereği adalet olmasa gerek.

35 yıl önce yapılan bu yanlışa zamanında dur denmediği için insanlar üzerini okumak suretiyle akademisyen olmuş. Ondan sonra da pardon deyip diploma iptaline gidiyoruz. Bu durumda lise mezunu birisi profesör unvanıyla öğrenci yetiştirmiş. Görünen o ki telafisi mümkün olmayan hata ve yanlışlar içerisindeyiz.

Başka ülkelerde bunun örneği var mı bilmiyorum ama bizim ülkede böyle şeylerin olması bana hiç garip gelmiyor. Çünkü oturmuş bir sistemimiz yok. Vatandaş tencere ise kurumlarımız da kapak mesabesinde.

Şikayet üzerine bu diplomalar iptal edildi. Şikayet olmasa yapanın yanına kâr kalacaktı. Belki de bu diplomalar buz dağının daha görünen kısmıdır. Araştırılsa ne usulsüzlüklerimiz ortaya çıkar.

Usulsüz yatay geçişe müracaat edenler bir hatalı ise bunların usulsüz başvurusuna kılıf uyduran fakülte yönetimi iki suçludur ve bunun affı yoktur. Ceza verilecekse, bir bedel ödetilecekse bu usulsüz geçişe imza koyanlar cezalandırılmalı bence.

Mevzuatı bilmiyorum ama diploma iptalinden ziyade başka müeyyide uygulanabilirdi. Çünkü adı geçen yani usulsüz geçiş yapanlar geldikleri bölümü okumuşlar. Okuyan, sınıf geçen ve diploma almaya hak kazananların diplomalarının iptali yoluna gidilmemeliydi. Ha bu kişiler hiç okumadan sahte diploma alırlar, o zaman iptale kimse bir şey diyemez. Çünkü bu şekil iptal telafisi mümkün olmayan yaralar açar. Bu durumda akademik unvanıyla binlerce mezun veren akademisyenin okuttuğu öğrencilerin aldığı bu ders de su götürür.

Velhasılıkelam bu ülkenin adam olması, düzelmesi, telafisi mümkün olmayan hatalar yapmaması, devletin ve kurumlarının güven veren oturmuş bir sistemine sahip olmasından geçer. Öyle ya bizim İngiliz kadından neyimiz eksik. Niye biz de göğsümüzü gere gere "Devletimin sistemine güveniyorum" noktasına gelmeyelim.

19 Mart 2025 Çarşamba

Entrika Bizim İşimiz

Orta Asya'dan gelip Anadolu'nun kapılarına dayanmışız. Gemileri yakıp gelmişiz oradan. Çünkü susuzluk başa belaydı.

Burası bize yurt olur demişiz.

Yalnız onca medeniyete beşiklik eden bu toprakların sahibi vardı: Bizans.

Bir deprem ülkesi olsa da susuzluktan kırılmaktan iyiydi.

Bunun için Bizans'la savaşmamız gerekirdi. Üflesen giderdi zaten. Çünkü adı üzerinde entrika ve oyunları boldu Bizans'ın.

Asker doğan bir millete Bizans dayanır mıydı? Çekip aldık Anadolu topraklarını Bizans'ın elinden.

Yurt edindik Anadolu topraklarını. Adeta hazır mirasa konduk.

Her şey iyi, hoştu. Yalnız üzerine konduğumuz bu toprakların oyunları vardı. Aman neyse ne dedik. Bizans'ı aldık, oyunlarını almayız, olur biter dedik.

1071'den beri bu toprakların sahibi de hakimi de biziz.

Yalnız olup bitenleri gördükçe endişe yersiz değilmiş. Meğerse farkına varmadan Bizans'ın toprakları ile birlikte her türlü entrika ve oyunlarını da almışız. Kısaca Bizans gitmiş ama oyunları bize tevarüs etmiş.

O zamandan beri bu topraklarda hiç entrika ve ayak oyunları bitmedi.

Birbirimizi yiyoruz durmadan.

Birbirimize had bildiriyoruz.

Mağdur oluyoruz. Sonra bir bakmışsın mağrur olmuşuz.

İncinmişiz ama incitmeyi öğrenmişiz.

Başkasına değil, birbirimize oynadığımız ayak oyunları ile 1071'den beri yıkılmadık, dimdik ayaktayız.

Bizans oyunlarını oynaya oynaya her birimiz bu konuda çok tecrübe edindik.

Bu tecrübeyi uygulamaya koymak için gücü ele geçirmek yeterliydi.

Güç bize geçmişse kim tutardı bizi.

Ayak oyunlarına dair tüm hünerlerimizi bir bir devreye sokuyoruz.

Maşa kullanmayı da iyi biliyoruz.

Kurumları harekete geçiriyoruz.

Algılar oluşturuyoruz.

Belden aşağı vuruyoruz.

Rakibi çökertmek için her şeyi mubah görüyoruz.

Sonuç aldıkça peşi sıra öldürücü yumruğu hazırlıyoruz.

Kısaca bu ayak oyunları bu Bizans oyunları bu belden aşağı vurmalar bizde varken kim bizimle başa çıkabilir?

Düşünüyorum da iyi ki Bizans'tan sadece topraklarını almamışız. Bizans'ın oyununu da almışız. Değilse yol yordam bilmez, rakiplerimize nasıl had bildirebilirdik?

Ey Bizans! Belki devlet olarak kalmadın. Tarihteki yerini aldın. Ama gözün arkada kalmasın. Bıraktığın oyun ve entrikalar bizim elimizde aynen devam ediyor. Çok da geliştirdik kendimizi. Bil ki boynuz kulağı geçti. Bugün gelip baksan, bizi görsen, emanetime bizden iyi sahip çıkmışsınız, sizi tebrik ederim derdin.

Sağ olasın, var olasın Bizans. Biz bu topraklarda oldukça, emanetiniz emanetimizdir. Oyunların oyunumuz, entrikaların entrikamızdır. Gözün arkada kalmasın.

Ha unutmadan söyleyeyim. Sizin adınıza baktı ki bu işi çok iyi yapıyoruz. Bana ihtiyaç yok deyip şeytan da terk etti bizi. Zira biz bize yeteriz, biz bizi yok ederiz. Şeytanın da gözü arkada kalmasın.