7 Şubat 2025 Cuma

Namaz ve Mesai

Fi tarihinde bir kurumdan aradılar. Bir imzan gerekiyor. Şu bölüme gelebilir misin dediler. Olur uğrayayım dedim.
Öğleden sonra imzamı atmak için o kuruma uğradım. Girişte bir tanıdığım denk geldi. Hayırdır dedi. Şu bölüme gideceğim. İmzam lazımmış dedim. O bölüme şu arkadaş bakıyor. Gel yanına girelim. Hem tanışırsın hem de çayını içeriz dedi. Olur dedim. Birlikte girdik.
İçeri girdikten sonra o bölümün sorumlusunu görünce onun da tanıdığım olduğunu gördüm.
Çayımızı söyledi. Hal hatır, sağdan soldan lafladık. Sizi daha fazla tutmayayım. Ben bölümünüze gidip oradan evrakı imzalayayım dedim. “Dur hocam, imzalayacağın evrakı buraya getirteyim, oraya kadar zahmet etme” dedi.
Bölümünü dahili hattan aradı. Cevap veren olmadı. Bunu birkaç defa denedi. Açan olmadı. İlgili elemanlarını sırayla cep numaralarından aradı. Cevap veren olmadı. Az sonra tekrar denedi, yine cevap veren yok. En son o bölümde çalışan engelli bir çalışanını cepten aradı. "X hanım, arkadaşlar nerede" diye sordu. "Hocam, kimse yok. Hepsi namaz için camiye gittiler" cevabını aldı. “Allah Allah, hepsi mi gider” diye mırıldandı ama başka da elinden gelen bir şey yoktu.
İkindi namazını camide cemaatle kılmak için camiye giden bölüm çalışanlarının namazdan gelmesini mecburen bekledik. Onlar cemaatle namazlarını kılmak suretiyle 25-27 derece daha fazla sevap kazanırlarken biz ilave lafladık. Haliyle sevaptan faydalanamadık.
*
Bir ara yaz dönemi bir okul müdürünü okulunda ziyaret ettik birkaç arkadaş. Saat 16.30 sularında müdürün yardımcısını, yanında iki yardımcı olduğu halde diğer çalışanlarla beraber okuldan çıkarlarken gördüm. Müdüre, bunlar nereye gidiyor dedim. O esnada okula 300 metre mesafedeki bir camiden ezan sesi yükselmeye başladı. “Belli değil mi nereye gittikleri, namaza” dedi. Namaz kaçmıyor ya. Niye beşten sonra kılıyorlar dedim. Müdür sessiz kaldı.
Namazdan sonra geri okula dönmediler. Çünkü mesai 17.00’de bittiği için oradan evlerine dağıldılar.
Size iki tane örnek verdim. Siz bu durumu nasıl görürsünüz bilmiyorum. Ama ben bu durumları garipsediğimi söylemeliyim. Neden derseniz, ister kurum ister okul olsun burada çalışanlar sabah 08.00 ila 17.00 arası öğle arası hariç kurum ve okulu beklemek zorundalar. İş olsun veya olmasın. Görevleri bu. Namaz kaçacak değil. Üstelik her iki karşılaştığım durum yaz dönemindeydi. Bu dönemler gündüzün uzun olduğu, akşam ezanının 20.00’yi geçtiği günler. Pekala namazlarını mesai bitimi 17.00’den sonra kılabilirler. Hatta birden fazla kişi oldukları için mesai bitimi camiye geçip cemaatle namaz kılabilirler. Oradan evlerine dağılabilirler. İlla ezan okununca ben cemaatle kılacağım diye kurum ya da okul boşaltılıp camiye gidilmez.
Kimsenin kıldığı namazında falan değilim. Namazlarını kılsınlar ama bunu mesaiden sonra yapsınlar. Bir şeyi yapacağız diye diğer şeyi ihmal etmemek ve yıkmamak lazım. Bu yapılan düpedüz zamandan çalmak ve zaman hırsızlığı demektir. Bu idareci ve memurların öncelikli görevi mesaiyi tam tamamlamaktır. Kimseyi bekletmek zorunda değiller.
Ha kıldıkları namaz cuma namazı olsa eyvallah diyeceğim. Çünkü mesaiye denk gelse dahi kimsenin cumaya gitmesinde bir sakınca yok. Mesai bırakılır, camiye gidilir.
Yine mevsim kış mevsimi olur. Haliyle kışın gündüzleri kısa olur. İkindi namazı her halükarda mesai içinde kılınması gerekir. Çünkü mesaiden sonraya kalsa akşam ezanı okunmuş olur. Bunu da kurumda veya okulda uygun bir yerde veya odasında kılar. Buna da kimsenin diyeceği bir şey olamaz.
Unutmayalım ki namaza ve cemaatle kıldığımız namaza verdiğimiz önemi mesaiye de vermek lazım. Cemaatle namazın hükmü sünneti müekkede ise mesaiye riayet farz olmalı.
Yazımı bir fıkra ile tamamlayayım ki kıssadan hisse alalım. Bir Fransız bir İngiliz bir Türk çocuğu, kendi aralarında kimin babası daha hızlı konuşması yapar. O benimki, diğeri benimki, öbürü benimki babından.
Fransız, “Benimki daha hızlı. Çünkü 100 metreyi 10 saniyede koşar” der.
İngiliz, “Benimki daha hızlı. Silahı ateşler. Mermi hedefine varmadan diğer eliyle yakalar” der.
Türk, “Sizin babalarınızın hızı da hız mı? Esas benim babam daha hızlı. Benim babam devlet hastanesinde çalışır. Mesai beşte biter. Ama babam üçte evde olur” der.

6 Şubat 2025 Perşembe

Huzur ve Huzursuzluğu Seçmenin Yolu

İnanmak, ikna olmak, hazmetmek ve tasdiklemek kadar güzel bir şey olamaz. Çünkü inanmak, ikna olmak, hazmetmek ve tasdiklemek insana huzur verir.

Huzur bulunca insan, herhangi bir şeyde Çapanoğlu var demez, öküzün altında buzağı aramaz, var bunda bir hinoğlu hinlik demez. Ağlayıp sızlamaz. Niçin böyle diye sormaz, sorgulamaz, kafasını zorlamaz. Üç maymuna oynamasına gerek kalmaz.

Olmaz da içine acaba şüphesi düşerse bundan dolayı şeytandan Allah'a sığınır. Var bir hikmeti der. Niçin böyle düşündüm diye aklını, fikrini, beynini sorgular. İçine gelen bu iğvadan dolayı nasuh tövbesi ile tövbe eder. Çünkü onun için her şey kontrol altında ve sütlimandır.

Böyle bir kafa yapısı için böyle tiplerin kendini bir güce yaslaması gerek. Yapanın, dökenin, kıranın kendinden olması gerek. Böyle biri ya da birileri için bu dünyada çiğ tavuk bile yenir.

Bu tiplerin çoğu tuzu kuru insanlardır. Çünkü mevcut hayat ve düzen onların menfaatinedir. Çıkar devam ettiği müddetçe yapılan her şeyi savunmayı bir görev telakki ederler. Çünkü inanmak, ikna olmak, hazmetmek ve tasdiklemek böyle bir şey.

Bu kafa yapısına sahip insanları gütmek çok kolay. Nereye sürersen oraya giderler. Tek sorunları, kullanmadıkları akılları ve beyinleridir. Çünkü kullanmayınca ister istemez ağırlık yapıyor. Bu da gülü sevenin dikenine katlanması gibi bir şey.

Böyle olunca, dünyada bunlardan huzurlusu yok. İnsanda huzur varsa başka ne ister değil mi? Hepimizin tek istediği huzur değil mi zaten.

Kızıp eleştirsem de bu tipleri takdir ediyorum. Belki de kıskandığım için bunlara kızıyorum. Belki de onlar gibi oh oh diyemediğim için her şey bende hazımsızlık yapıyor. Her hazımsızlık karnımı şişiriyor.

Son pişmanlık fayda vermez ama ah, keşke bunlar gibi olabilseydim. Şayet böyle bir kafa yapısına sahip olsaydım;

"İşçi, memuru ve emekliyi bugüne kadar enflasyona ezdirmedik, yine ezdirmeyeceğiz" siyasi vecizeleri hazmederdim. Çünkü tüm iş hazım meselesi.

"Mülakat ve alımlarda zerre miktarı; torpil, adam kayırma, iltimas, ahbap çavuş ilişkisi, kul hakkı yemek ve adaletsizlik söz konusu değil. Her bir şeyi Ömer adaletiyle yaptık. Bizde her şey şeffaf" sözlerine ikna olurdum. Bu da ağrımaz başım demektir.

"Bugüne kadar boğazımdan haram lokma geçmedi" diyene şu helal lokmandan biraz ver de midem temizlensin derdim.

Herhangi bir doğal afette, insanımız enkaz altında can verdiğinde, bir yangında yanarak öldüğünde, sel felaketinde boğulduğunda, "Sorumlularından hesap soracağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın" dendiğinde, bundan ne şüphe, aha adalet geldi. Bundan sonra suçlular kaçacak delik arasın dediğimde, bilin ki benden huzurlusu olmazdı.

"Cebimizden beş kuruş çıkmayacak" dendiğinde, oh be yine beleşe konduk diyebilseydim, bende mutlusu olmazdı. 

Ama gel gör ki inanmayı, ikna olmayı, hazmetmeyi ve tasdiklemeyi seçmedim. Daha doğrusu seçemedim. Bu da huzuru ve huzurlu olmayı tepmek demektir. Ne diyeyim, kendi düşen ağlamaz.

Sizin için koca bir sayfayı doldurdum. Artık huzuru seçmek de elinizde, huzursuzluğu da. Tercih sizin. Aklınız varsa huzuru seçin. Yoksa huzursuzluğu mu seçersiniz? Eyvah ki eyvah... 

Çay Ocaklarının Sevdiği Müşteri Tipleri

Çay ocaklarının sevdiği müşteri tipleri:
Açık ve normal çay içeni,
Normal getirdiği çayı içeni,
Çayına şeker atmayanı,
Arka arkaya çay içeni,
Kalabalık gelen müşteriyi,
Çaycı, masaya çay getir diyeni,
Çayını içip kalkanı,
Çayın ardından çayları tazeleyelim diyeni,
Bozuk para vereni,
İçtiği çayın hesabını yapmayanı,
Masayı fazla işgal etmeyeni,
Kalkıp giderken yüklü çay parası ödeyenini,
Çayın dışında kahve içenini,
Masa ve sandalyeye düzgün oturanını, sandalyenin ön iki ayağını havaya kaldırmayanı,
İçtiği çay üzerine yorum yapmayanını, çiğdi, bayattı, açıktı, demliydi demeyenini, 
Ustam, eline sağlık, çayın çok güzel diyeni,
Yanında çocuk getireni, çocuğuna meşrubat türünden içecek isteyeni,
Az sonra içeyim demeyeni, 
Çay içmek için arkadaşını beklemeyeni, 
Çay ocağını söğüt gölgesi gibi kullanmayanı, 
Bir çayla yetinmeyeni, 
Çay içer misin dediğinde getir ustam diyeni, 
Ustam, bu çayların ardından beş dakika sonra çayları tazeleyelim diyeni, 
Arkadaşlar ne isterse ver diyeni, 
Bizim hesabı şuradan al diyeni... 

Zafer Otobüs Durağı

Konya'nın Zafer semti hem araç trafiği hem de yaya yönünden çoğu kimsenin uğrak yeri.
En fazla araç yoğunluğu da Zafer Otobüs Durağında.
Bu durak hiç boş kalmaz. Hemen hemen her üç dört dakikada körüklü bir otobüs bu durağa durarak hem yolcu alır hem de yolcu indirir.
Yalnız çoğu zaman otobüsler durağına yanaşamaz. İki şeritli yolun solunda yolcu indirir ve bindirir. Haliyle yol da kapanır.
Otobüsler durağına niçin yanaşamaz? Çünkü kendi durağı özel araçlar tarafından işgal altında olur hep. Bedava park bulmuş benim insanım. Aracını bir güzel koyuyor.
Durmak ve park etmek yasak yazılı levhasına rağmen araçların otobüs durağına park etmesi belli gün ve zamanlarda değil. Hemen hemen sabahtan akşama ve gece vaktine kadar bu otobüs durağı kendine Müslüman insanımız tarafından park yeri olarak kullanılıyor.
Durağına giremeyen ve yanaşamayan otobüsler geriye kalan tek şeritte indi bindi yaptığı için trafik kilitleniyor. Otobüsün arkasındaki araçlar Konya Lisesine kadar durmak zorunda kalıyor.
Evimden çarşıya doğru giderken bu durağın karşısındaki yaya yolunu kullanarak geçerim. Her geçtiğimde de araçlarınızı kaldırın anonsu yapan zabıta aracı veya polis arabası görürüm.
Zabıta veya polisin buraya park edilmiş araçları kaldırmaları birden mümkün olmuyor. Çünkü aracını park edip işyerlerine alışverişe dağılan araç sahiplerinin o gürültülü ortamda anonsu duyması mümkün değil. Hoş, anonsu duysa da araç sahipleri tınmıyor.
Anons ve silecek kaldırma bir süre devam eder. Polis ya da zabıta tüm araçları kaldırıncaya kadar epey bir uğraşıyor. Durak boşaltılınca, yol açıldığı için trafik iki şerit birden güzel bir şekilde akmaya devam ediyor. Otobüsler durağına yanaşabiliyor. Trafik kilitlenmiyor.
Yolun rahatlaması uzun sürmüyor. Çünkü polis ya da zabıta gidince iki üç dakika içinde araçlar tekrar durağa park yapıyor. Yeni gelen otobüsler de mecburen yolda yolcu indirip bindiriyor.
Sabahtan akşama buranın trafiğinin kilitlenmesi böyle. Ben bir türlü bu işi anlamadım. Benim Müslüman kardeşim, iki adım yürümemek için tüm trafiği kitleme uğruna buraya niçin aracını park ediyor? Zabıta veya polis bu araç sahiplerine ceza yazmıyor mu? Yazıyorsa cezalar mı caydırıcı değil? Millet cezayı tınmıyor mu? İnanın, anlamış değilim.
Sabahtan akşama polis ve zabıtanın hiç görevi yok da bu durağa park eden araçları kaldırmak, Alâeddin Tepesinin etrafını turlamak zorunda mı?
Polis ve zabıtanın amirlerinin bu konuda yapacakları yok mu? Bu durum hep böyle mi olacak? Konya'nın huzurunu sağlamakla görevli kişiler bu durak hakkında ne düşünüyor acaba? Acaba kendilerine böyle bir derdimiz var, biz bu durağı bir türlü boşaltamıyoruz. Sizin bir öneriniz var mı diye hiç sormadılar mı? Polis ya da zabıta, bu durağın yanına gelip hep anons etmek zorundalar mı? Durağa aracını park eden sürücünün plakasına cezayı yazın geçin. Yoksa bu sürücüler otobüs durağına park etmenin yasak olduğunu bilmiyorlar mı? Eğer bilmiyorlarsa yetkileri var mı bilmiyorum ama gerekirse ehliyetlerine el konulsun. Sahibi aracın başında olsa hatta aracı çekiyorum dese dahi çekici çağırıp aracın, park sorunu olmayan rahat bir yere çekilmesi çok iyi olur. Bu da herkesin kulağına küpe olur.
Otobüs durağına park eden kendine Müslüman kardeşim, tek kelimeyle ayıp ediyorsun. Bir diğer ayıbı da burada kesin çözüm üretmeyenler yapıyor. Öyle ya yetkililer be için varlar? Çözüm üretmek için değil mi?

Suriyeliler de Dolandırılıyormuş!

Az önce bir esnafın yanına uğradım. Bir bardak çay içip az lafladık.

Ardımdan biri geldi. Gelen de benim gibi müşteri değildi.

Bu esnaf dükkanı, satışın yanında gelen gidenin uğrak yeri, aynı zamanda danışmanlık hizmeti de verir. İstenen kendisinde yoksa şuraya git, buraya git, falan yerde bulabilirsin gibi. Aynı zamanda dert yeri. Gelen derdini anlatır giden derdini anlatır. Maşallah arı gibi dükkan.

Benden sonra gelen de belli ki buraya gelip giden biri. Konuşmalarını dinledim.

Gelen belli ki bir süre işsiz kalan, bu süre zarfında sağa sola borç yapan biri. Bir vakıfta iş bulmuş. İlk maaşını almış. "Tümünü borçlara dağıttım şükür" dedi. "Başka eleman lazım olursa bir Suriyeli var. Az önce işçi bulmaya gönderdim. Haberim olsun. Beni ara" dedi esnaf. "Ama senin telefon yoktu değil mi? Sana uygun bir telefon ayarlayalım" dedi. "İş arayan Suriyeli kaç yaşında" dedi. 42 yaşında olduğunu duyunca, "Kolay iş bulur. Yalnız işçi bulmadan iş çıkmaz. En iyisi o arkadaşı eski SGK'nin yanında falan yer var. Oraya gönder. Orası birden bulur" dedi. Esnaf hemen o Suriyeliyi aradı. Yeri tarif etti. "Hemen oraya uğra" dedi.

Vakıf çalışanı ayrıldıktan sonra Suriyeli işsiz adamdan bahsetti esnaf.

"İngilizce öğretmeni imiş. İç karışıklıktan sonra buraya atmış kendini. Ne iş buldu ise çalışmış. Son bir yerde iş bulmuş. Falan bankadan hesap açtıracaksın demişler. Benim şu bankadan hesabım var dediyse de olmaz, o bankadan olacak demişler. Mecburen dedikleri özel banka şubesine giderek hesap açtırmış. Banka kendisine banka kartının yanında bir de kredi kartı vermiş. İstemem dediyse de kredi kartı zorunlu demiş banka çalışanı.

Çalıştığı bu işyeri iki hafta sonra çıkışını vermiş. Bankaya gidip kartları iptal ettirmek istemiş. Demişler müşteri hizmetlerini arayacaksın.

Aramış müşteri hizmetlerini. Kartı kapattırmak istediğini söylemiş. Müşteri hizmetlerindeki çalışan, niye kapatıyorsun, şöyle böyle derken Suriyeliden şunu söyle, bunu söyle, kart şifreni ver demiş. Suriyeli de çalışan ne istediyse söylemiş. Tamam kartın kapandı diye görüşme sonlanmış.

Suriyeli sonra bankaya niçin gitti ise sanırım banka kartını kapattırmak için gitmiş olmalı. Burasını es geçmişim.

Banka, senin kredi kartında borç görünüyor demiş. İyi de ben onu kapattırdım. Hiç alışveriş yapmadım demiş. Banka, harcama senin değilse polise git demiş.

Suriyeli, esnafın yanına gelmiş. Adamın kredi kartı hesabından iki defa alışveriş yapılmış İstanbul'daki bir kuyumcudan. Biri 15 bin, öbürü 20 bin olmak üzere 35 bin lira. Kredi kartının limiti de 120 bin liraya yükseltilmiş.

Esnaf tekrar bankaya göndermiş. Git bu harcama benim değil diye oradan bir form doldur, bu borcu da ödeme diye akıl vermiş. Formu doldurmuş. Polise de şikayetçi olmuş.

Suriyelinin başına bu geleni duyunca üzülmemek elde değil. Bu gidişat nereye bilmem. Dolandıran dolandırana.

Kendisini polis, asker, banka diye tanıtıp kandıranları duydum da müşteri hizmetlerinden birinin kandırdığını ilk defa duyuyorum. Daha ne ilkler duyacağım? Yaşarsam, tüm bu olup bitenleri hayret ve ibretle izleyeceğim.

İşin garibi dolandıranların hiç insafı yok. Bu adam işsiz mi, parası var mı demiyor. Yerli, yabancı, zengin, fakir demiyor. Vurup geçip gidiyor. Vah yazık vah!

Bir söz de Suriyeliye olsun. Be kardeşim! Okuyup İngilizce öğretmeni olmuşsun. Orada belki de öğretmenlik yaptın, belki yapamadın. İç karışıklıkta postu deldirmeyip bu ülkeye postu atmışsın. Burada Arapça ve İngilizcenin dışında Türkçe de öğrenmişsin. Ben öğretmenim demeyip ne iş buldunsa çalışmışsın. Hayatın her türlü cenderesinden geçmişsin ama bu kadar bilgi ve tecrübeye rağmen dolandırıcıları öğrenememişsin. Hoş biz de öğrenemedik insanların huzurunu kaçıran, insanların mutsuzluğu üzerine keyif çatan, insanı ayakta uyutan bu düzenbaz sahtekar dalaverecileri. Ne diyelim. Geçmiş olsun. 

Çay Ocaklarının Sevmediği Müşteri Tipleri

Çay ocaklarının sevmediği müşteri tipleri:
Çaya şeker atanı,
Demli çay isteyeni,
Bir bardak içtikten sonra çay ocağını söğüt gövdesi sanıp saatlerce oturanı,
Çayın olmamış diyeni,
Bu çay açık olmuş diyeni,
Bardak temiz değil diyeni,
Şu sobaya birkaç odun at diyeni,
Ben orucum diyeni,
Midemi üşütmüşüm. Çayın dışında ne var diyeni,
Çay ocağında olmayan bir içeceği isteyeni,
Çaycıda simit olduğu halde dışarıdan simit getireni,
Ödemeyi yaparken kaç çay içtiğini bilmeyeni,
Çaycı çay borcunu söyledikten sonra biz o kadar içmiş miydik ya diyeni, hayır biz şu kadar içmiştik diyeni,
Çay kaç lira idi diyeni,
Tek başına çay içeni,
Çaycı yanında iken çay istemeyip çaycı yan tarafa çay getirdikten sonra bir çay da bana diyeni,
Çay demli olmuş, şunu biraz açar mısın diyeni,
Çay biraz açık olmuş, şuna biraz dem çek diyeni,
Ne içersin dendiğinde, az sonra içeyim diyeni,
Ne içersin dendiğinde, az sonra arkadaşlar gelecek, o zaman diyeni,
Hangi çay kullanıyorsun? Şu çayı kullan diyeni,
Çay eskimiş veya çiğ diyeni,
Bir çayın ardından uzun süre çay içmeyene, çay ister misin dendiğinde, yok diyeni,
Tüm masaları tek müşterinin kapladığı müşterileri,
Biri erken davranıp çay parası verirken diğerinin arkadan gelip buradan al diyeni ya da birkaç kişi birden şuradan al, buradan al rekabetine girenini, bozuk parası olandan almaya kalkınca, al şunu boz diyeni,
Masayı kitli ve hoyratça kullananı,
Oturak ya da sandalyenin ön iki ayağını kaldırarak arka iki ayakla arkaya yaslananı,
Çaycı ocağı kapatıp gidecek, hala oturmaya devam edeni... 

4 Şubat 2025 Salı

Terörist mi İlan Edildin?

Terörist mi ilan edildin? Kurduğun örgüt terör örgütü kapsamına mı alındı?

Üzülme! Zira dünyanın sonu değil.

Yeter ki azmi elden bırakma. Mücadeleye devam et. Kınayanın kınamasına aldırma.

Varsın sana terörist desinler. Varsın senin örgütünü terör örgütü ilan etsinler. Varsın senin kellene ödül koysunlar. Çok da tın.

Pes etme. Zira gün ola harman ola.

Taktiği de elden bırakma.

Örgütünün adını bir daha bir daha değiştir. Örgütüm ve ben değiştim de. Onlar seni terörist ilan ettikçe yeni isimle duyur ismini ve örgütünü. Kılık kıyafetini, şekil ve şemailini de değiştir. Hatta adını da değiştir.

Sakın kellem gider diye üzülme. Dedim ya gün ola harman ola.

Unutma ki kellene ödül konması sana değer verildiği anlamına gelir. Çünkü kellene ne kadar yüksek ödül konursa bir o kadar değerin artar. Seni kolay kolay öldürmezler, öldürtmezler. Çünkü sen ve örgütünle herkesi korkutmaya devam ederler. Böylece şanın yürür.

Öyle bir zaman gelir ki sen ve örgütün terör görevini yaptıktan sonra sana yeni görev verirler.

Hiç ummadığın bir zamanda sana bir zalimin saltanatına son verdirirler ve kurtarıcı olursun. Yine şanın yürür.

Başına konan para kaldırılır.

Yeter mi? Yetmez. Cumhurbaşkanı bile yaparlar.

Örgütün terör kapsamından çıkarılmadan seni terörist ilan edenler, tükürdüklerini yalayarak seninle görüşme kuyruğuna girerler.

Ülke ziyaretleri yaparsın. Cumhurbaşkanı gibi karşılanırsın.

Umreye bile gidersin.

Nicelerinin dostu ve kardeşi olursun.

Hasılı senin için yükselmenin sınırı yoktur.

Bu demek değildir ki tüm terör başlarını cumhurbaşkanı yaparlar. Bil ki hepinizin ödülü farklı. Seni cumhurbaşkanı yaparlarken bir başkasını dört tarafı nazır güvenilir ve korunaklı bir adaya koyarlar. Yedikleri önünde, yemediği arkasında olur. Hasılı terörist başlarının ödülleri büyük olur. Çünkü büyük oynatmak büyük ödülü kapar.

Bu demek değildir ki her terörist böyle ödüllendirilir. Unutma! Baş teröristlerin başımız üstünde yeri vardır. Senin veya adı sanı duyulmamış terör örgütü peşinden gidenlerin veya terör örgütü üyesi ya da sempatizanı ilan edilenlerin canı cehenneme. Onlar için her türlü ceza azdır zira. Çünkü küçük teröristtir onlar. Aynı şekilde büyük çalanlar toplumda el üstünde tutulur ama küçük ve değersiz şeyi çalan küçük hırsızlar adi suçlu muamelesi görür.