5 Aralık 2024 Perşembe

Bir Aşk Hikayesi

Fi tarihinde bir lisede çalışırken, dersine girdiğim bir öğrenci vardı. Dersimi can kulağıyla dinlerdi. Girişi, çıkışı, oturuşu, konuşması ve giyim kuşamıyla yaşından olgun bir görüntü çizerdi. Diğer kız öğrencilere göre başını örten biri idi. 

Bu öğrenci de diğer son sınıf öğrenciler gibi hedefi olan bir öğrenci idi. Arkadaşları gibi o da ilçeden şehir merkezine dershaneye giderdi. 

Duydum ki bu kız öğrenci dershanenin muhasebecisi bir erkekle gönül ilişkisi yaşamaya başlamış. Diğer arkadaşları da biliyor bunu. Okulda, müstakbel enişte adayı gırla gidiyor alttan alta. 

Diğer öğrencilerden bu ilişkiye müdahale etmeye çalışanı enişte arayarak tehdit etmeye başlamış. 

Aynı dershaneye giden amca kızından damat adayı hakkında bilgi aldım. Dershanenin muhasebecisi daha önce meşhur ve köklü bir partinin merkez ilçesinde ilçe başkanlığı yapmış. Eşinden ayrılmış, yedi yaşında çocuğu olan biri. Bizim son sınıf öğrencisi ile arasında epey yaş farkı da var. 

Belli ki muhasebeci bizim kıza kancayı takmış. Kız dershaneye geldiğinde bazı zaman derslere girmeyip birlikte başka bir ile gezmeye gidiyorlar. Deneme sınavı yapılıyor. Bizim kızımız arkadaşlarının önüne geçerek birinci yapılıyor. Hepsi eniştenin başının altından çıkıyor. 

Çağırdım kızı odama. Bu duyduklarımın aslı astarı var mı dedim. Var hocam dedi. Bu gönül ilişkisi normal mi dedim. Değil dedi. Adamın yedi yaşında kızı varmış, bunu kabullenecek misin dedim. Evet dedi. Bu yaptığın normal mi dedim. Normal olmadığını biliyorum dedi. Sağdan, soldan o kadar nasihat ettim. Her dediğime başını salladı. Yerden göğe kadar haklısın dedi. Bu işi devam ettirecek misin dedim. Evet dedi. Kızım, hem haklısın diyorsun hem de devam ettireceğim diyorsun ve ciddi ciddi evlenmeyi düşünüyorsun. Burada bir çelişki yok mu dedim. Haklısın, bu işe nasıl girdim bilmem dedi. Bu evlilikte denklik var mı dedim. Yok dedi. Yalnız bana o kadar iyi davranıyor ki ben bir daha böyle iyisini bulamam dedi. Kızım, daha lise bitmedi. Önünde üniversite var. Boy pos var. Güzelsin. Akıllı ve zekisin. Elini sallasam ellisi misali önüne daha ne nasipler çıkar. Adam evlenip boşanmış. Üstelik çocuğu var. Aranızda yaş farkı var. Sen ise daha bekarsın ve çocuksun. Aklını başına al, evde mi kaldın da iyi davranıyor diye kendinle denk olmayanla evlenmeye kalkıyorsun. Yok bir de kötü davransaydın, elbette iyi davranacak dedim. Hocam, çok haklısın. Yalnız böyle iyi birini bir daha bulamam dedi. 

Peki ailenin haberi var mı, ailen buna hazır mı dedim. Annem şeker hastası. Duysa yıkılır. Babam tansiyon hastası. O da yığılır kalır dedi. Daha ne, dedim. Madem bu işi yürütmek istiyorsun. Sınıf arkadaşlarını arayarak onları rahatsız ediyor. Herkesin ağzında, çıktığın kişinin adı var. Bu böyle yürümez. O zaman ne yapıp ne edip ailene bu durumu anlatacaksın. Anlatmazsan, ben evine gelip babana durumu açıklayacağım dedim. En kısa zamanda dedi. 

Birkaç defa çağırıp tekrar benzer konuşmakta yaptım. Bak sen, ailene bu durumu açmıyorsun. Beni mecbur etme dedim. Tekrar annem yıkılır, babam yığılır dedi. 

En son görüşmemde, bak falan okulda enişten var. Bu akşam babanla bu konuyu konuştun konuştun. Değilse enişteni alıp evine geleceğim. Anne yıkılırsa yıkılsın, baban yığılır kalırsa kalsın, sen de cenazelerine katılırsın, benden günah gitti dedim. 

Son savurduğum tehdit işe yaramış olmalı ki kız konuyu ailesine açmış. Evde ne oldu, ailesi nasıl karşıladı, yere yıkılma ve yığılma oldu mu bilmem. 

Ertesi sabah kızın babası geldi. Utana sıkıla odama girdi. Kendini tanıttı. Babasını da bu vesileyle ilk defa görmüş oldum. Halim, selim, mütevazı biri idi. Hocam, Allah razı olsun. Biz meseleden haberdar olduk. Olaya el koyduk. Kızı dershaneden aldık. İçiniz rahat olsun, ilgi ve alakanız için teşekkür ederiz dedi. 

Konunun bu şekil çözülmesine ben de sevindim. 

Gerçekten bu iş nasıl bir şey, nasıl bir aşk ise yaptığının normal olmadığını bilmesine ve konuştuğum her şeye hak vermesine rağmen kızın bu haletiruhiyesini anlayamadım. Siz anladı iseniz beni bu konuda aydınlatırsanız memnun olurum. Bu konuda bildiğim tek şey aşkın insanın sadece gözünü değil, aklını da aldığı. İnşallah, aşıkları ayırmışsın deyip ayıplamazsınız. 

Hasılı bu kızı kazasız belasız mezun ettim. Herhangi bir yer kazandı mı hatırlamıyorum. Belki ilçedeki iki yıllık meslek yüksek okulunu okumuş olabilir. Olabilir diyorum. Çok sonra ilçede öğretim üyeliği yapan biri ile evlendiğini öğrendim. 

Aradan yıllar geçti. Ben ilçe merkezinden şehirdeki bir okula geldim. Bir gün İplikçi Caminin şadırvanında abdest almaya hazırlanırken yanıma biri gelip selam verdi. Elini uzattı. Tanıdın mı hocam dedi. Ben falan ilçe falan okuldan şu öğrencinizin babasıyım dedi. Ben de ismiyle hitap ettim. Nasıl kızımız dedim. Hocam, çok iyi. Mutlu ve bahtiyar. Biz de öyleyiz. Şu kadar çocuğu oldu dedi. İyi maşallah, dede oldunuz demek suretiyle lafladık.

Çocuğun mutlu ve bahtiyar olmasına birazcık katkım olduysa ne mutlu bana. 

İki Tekerlekli Bir Trafik Canavarı

Zaman zaman birlikte yürüyüş yaptığım bir arkadaşa, yaya üstünlüğü olan bir yaya yolunda 16 yaşında motosikletli bir çocuk çarptı.

12 Kasım akşamı meydana gelen kazanın ardından, arkadaşı hastanede beş gün sonrasında ziyaret ettim.

Sol ayak alçılı idi. Ameliyat edilen bu ayağa 11 aparat takılmış. Kazanın nasıl olduğunu hatırlamıyor arkadaş. Çünkü çarpma ile birlikte bilinci kaybolmuş. 

Sadece ayakla kalsa iyi.

Sanırım sol gözünün etrafı mosmor. Gözün içi ise kan çanağı olmuş. Belli ki başına da darbe almış veya çarpma ile birlikte yere düşünce başını kaldırıma çarpmış olmalı. 

Nefes almasını zorlaştıracak şekilde akciğeri hasar görmüş. Çünkü 4-5 kaburgası da kırılmış.

Sağ veya sol omuzunda da sanırım sıkıntı var. Belki çatlat belki kırık belki eziklik. 

Arkadaş 12 Kasımdan bu yana epey hastanede yattıktan sonra geri kalan tedavisi için eve çıktı. O günden bugüne yatağa bağlı olarak yatıyor. Daha ne kadar yatacağı da meçhul. Kalktığı zaman eskisi gibi olabilecek mi, kazadan iz ve hasar kalacak mı, bunu da yürüdükten sonra göreceğiz.

Bu kaza beni çok etkiledi. Kaza kendi başıma gelmiş gibi üzüldüm. 

Sair zamanlarda olsa gözümün görmediği bir mobilet kazası işitsem, aman mobilet değil mi, ufak tefek yara, bere ve kırıkla atlatır derim. Ama arkadaşın başına geleni aynel yakin görünce, mobilet kazası deyip de geçmemek gerektiğini geç de olsa öğrendim. Adamı öldürür de süründürür de sakat da bırakır, aylar aylar yatağa mahkum da eder. İşini aksattığı gibi bıraktığı psikoloji de işin başka yönü.

Belli ki bu ülkede trafik canavarı sadece kural bilmez bazı araç sürücülerine ait değil; mobilet, motosiklet, donanımlı iki tekerlekli motor, bin bin, elektrikli bisiklet kullananların önemli bir kısmı da iki tekerlekli trafik canavarı olarak trafikte. Sayıları azımsanmayacak kadar çok olan benzinli veya elektrikli iki tekerlekli öyle sürücüler var ki bunlar tam bir trafik canavarı. Ne kendi sağlıklarını ne de başkasının sağlığını düşünüyor bunlar. Her zaman ki gibi nizami araç ve iki tekerlekli kullananları yine istisna tutuyorum. Zira onlar yayaya saygılı ve kurallara uyan kişiler. Bunlara sözüm olmaz. Hatta bu tipler dört tekerlekli trafik canavarlarının tacizine maruz kalıyor hep. 

Gerçekten kuralı takmayan, trafiği alt üst eden, yayaya saygı nedir bilmeyen, reşit olmamış, ceza ehliyeti olmayan daha çocuk diyebileceğimiz kişilerin mobilet/motosiklet/donanımlı motor sürmesine ne diyelim? Bunlar trafikte fütursuzca sürmeye devam edecek, önüne gelen yayaya çarpıp onları mağdur etmeye devam mı edecek? Ülke olarak devlet olarak anne ve babalar olarak yapabileceğimiz hiçbir şey yok mu? Okul bahçesine girerken bile son gaz gaza basan, bağırtan, çevreye verdiği gürültüden zevk alan, yaptığının yanlışlığını bilmeyen bu kendine Müslüman olanları ne yapacağız? Atsan atılmaz, satsan satılmaz bunlar. Trafik ne yapıp ne edip göz açtırmaması lazım bunlara. Daha ekmek almaya göndermediği çocuğunun altına iki tekerlekli bu bisikletleri teslim eden anne ve babalara bir sözümüz bir yaptırımımız olmasın mı? 

Neyi bekliyoruz? Bu çocukların çarptığı insanların ölmesini mi? İlla etkili ve yetkili bir makam sahiplerinden birinin başına böyle bir kaza gelmesini mi bekleyeceğiz? 

Kırk Katır mı Kırk Satır mı? *

Savaşlardan elde edilen, çarşı ve pazarlarda alınıp satılan köleler dönemi vardı. İnsan mal gibi alınır satılır mı, bir insan özgürlüğünden mahrum bırakılır mı diye eleştirirdim.

Eleştirdiğim bu dönemde köleler efendilerinin hizmetlerinde olur, özgürlüğü olmaz, gelecekleri efendilerinin iki dudağının arasındaydı. Efendisi onu ister tutar ister satar ister döver ister cezalandırırdı.

Eski köleliğin belki de en iyi yanı, kölenin yemesi, içmesi ve barınması efendisine aitti. Kölenin en büyük hayali, bir gün özgür olup her işine koşturarak bir köleye sahip olmak idi. Başka efendisine hizmeti dışında bir meşgalesi, yarın korkusu, geçim endişesi yoktu.

Dünyada bu tür kölelik kalktı. Çünkü köleler hürriyetine kavuştu. Efendiler de aylıkçı veya yevmiyeci tutmak suretiyle işlerini yürütüyor.

Günümüzde ise herkes özgür. İster kendi işini kuruyor ister bir başkasının işinde maaş artı sigortalı çalışıyor. Her çalışan mesai bitimi evinin yolunu tutuyor. Geceyi evinde eşi ve çocuklarıyla geçiriyor. Haftada bir veya iki gün tatil yapıyor. Çalışıp didindikten sonra günü geliyor, emekli oluyor. Emekli olduktan sonra isterse tekrar çalışmaya devam ediyor.

Çalışanların büyük çoğunluğu, özellikle özel sektörde çalışanlar asgari ücretten maaş alıyor. Bunların çoğu emekli olduktan sonra yine çalışmaya devam ediyor. Çünkü yetmiyor aldıkları. Kendisinin dışında eşi ve çocukları da çalışıyor. Zira aldığı maaş günümüzde ev kirasını karşılamıyor. Bir de çalışma takati kalmadığı halde asgari ücretin altında en düşük seviyede maaş alan emekliler var. Sağ da solda biraz birikintisi veya ek geliri yoksa hepsi geçim gailesi yaşıyor. Zira ay sonunu getiremiyor. 

Hasılı, eskinin köleliği kalksa da günümüzde kölelik modern bir şekilde devam ediyor.

Şimdi arkaya yaslanıp düşünelim. Tercih hakkımız olsa eski veya modern kölelikten birini seçin dense, tercihimiz hangisi olur? 

Adı üzerinde kölelik. Hem yüzü hem de adı soğuk. Köleliğin hiçbir türü tercih edilmez ise de kazancı kendi kendine yetmeyen, sürekli borçla yaşayan, kirasını ödemede zorlanan, o kadar çalışıp didinmeye rağmen bir ev sahibi dahi olamayan, ay sonunu zor getiren, kredi kartının her ay asgarisini ödeyen, evde çoluk çocuk kim varsa hepsi çalışmak zorunda kalan, emekli olduktan sonra insanca yaşayabileceği bir maaştan mahrum kalan insanlar için eski tür kölelik tercihi daha masum geliyor. Çünkü günümüz modern köleliği daha acımasız.

Ne dediğinin farkında mısın, kendinde misin demeyin. Zira çok iyi farkındayım ve ne dediğimi biliyorum. Çünkü eski tür kölelikte kölenin geçim gailesi yok. Fiş, fatura ödeme derdi yok. Kiralık ev arama ve kira ödeme derdi yok. Üst baş, yiyecek, barınma her şey efendiye ait. Bu tür köle akşam başını yastığa koyunca mışıl mışıl uyur. Halbuki günümüzde alınan asgari ücret ve en düşük seviyedeki emekli maaşı ile geçinmek mümkün değil. Geçim derdi olunca bunların akşam rahat uyumaları da mümkün değil.

Herhalde günümüz asgari ücretliye ve en düşük seviye maaşa talim edenlere dense ki size maaş vermeyeceğiz. Çalışacaksınız. Bunun karşılığında size maaş vermeyeceğiz. Kiranızı, mutfak masrafınızı ve her türlü giderinizi insanca yaşayabileceğiniz şekilde biz karşılayacağız dense herhalde asgari ücretten maaş alanlar bu teklifi havada kapar. En düşük seviye emekli maaşı alanlar da geçimimi sağlayın, maaş istemem der. 

Soruyu tekrar sorayım. Kırk katır mı kırk satır mı? Pardon, eski tür kölelik mi istersiniz, modern kölelik mi?

*09.12.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

MESEM'lere Devlet Teşviki

Zorunlu eğitimin kesintisiz 8 yıla çıkarılmasıyla birlikte sanayi ve işyerlerinin çırak ve kalfa ihtiyacı had safhaya ulaşmıştı. Üzerine bir dört daha eklemek suretiyle zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılınca sanayi ve işyerlerinin ara eleman ihtiyacı iyice derinleşti. 

Ara eleman ihtiyacını karşılamak amacıyla devlet MESEM'lere ve mesleki teknik ve Anadolu liselerine ağırlık verdi. Memleket meselesi demek suretiyle öğrenci ve velileri teşvik etti. Yeterli kayıt olmayınca işletmelere stajyer almaları karşılığında destek verdi. Bunun için işletmelere stajyer almaları konusunda çeşitli teşvikler sağladı. 2024 yılı için belirlenen staj ücreti 5.100,64 TL'dir. 12. sınıfta olan meslek lisesi öğrencileri için ise bu tutar 8.501,06 TL'dir.

Devletin bu teşviki yerinde. Hatta gecikmiş bir destek. Keşke hiç devlet desteğine ihtiyaç duymadan eskisi gibi çırak, kalfa yetiştirme geleneğimiz devam etseydi de bıçak gibi kesilen ara eleman ihtiyacı için teşvik ve destek vermek zorunda kalınmasaydı. En azından halihazırda stajyer öğrencilere verilen devlet desteği başka önemli alanlarda kullanılabilirdi. 

Sanayi ve işyerlerinin ara elemana ihtiyaç duyacağı hesap edilmeden, zorunlu eğitimi 8 ve 12 yıla çıkarma macerasına girdik. Ara eleman ihtiyacı had safhaya ulaşınca da üzerine para vererek kalfa ve usta yetiştirmeye kalktık. Kısaca bir zamanlar bir kuruş para harcamadan yetişen kalfa ve usta için bugün adeta servet harcıyoruz. Yazık ki yazık. Maalesef plansızlığımız paçadan akıyor. 

Bu kanayan yaraya kısaca dikkat çektikten sonra MESEM işleyişi ile ilgili bir başka hususa değineceğim. 

Görüştüğüm MESEM öğrencilerine, hangi işletmede çalıştıklarını sorarım zaman zaman. Başka soru da sorarım. Devletin verdiği maaş dışında çalıştığınız işyeri ilave para veriyor mu diye soruyorum. Devlet teşviki dışında patronun ilave para vermediğini söyleyen de var, ilave veriyor diyen de var. Çoğu çocuk, işletme bizim kendimizin. Babamın yanında çalışıyorum diyor. Bu şekilde yani babasına ait işyerinde çalışan MESEM öğrencisi azımsanmayacak kadar çok. 

Ne var bunda diyebilirsiniz. Bence de çocuğun ailesine ait işletmede çalışmasında bir sakınca yok. 

Merak ettiğim, babasının işyerinde çalışan MESEM öğrencileri de devlet teşvikinden yararlanıyor mu? Yararlanmıyorsa eyvallah diyeceğim. Şayet yararlanıyorsa yani kendi işyerinde çalışan MESEM öğrencisinin maaşını babası değil de yine devlet veriyorsa, işte buna eyvah diyeceğim. Çünkü ben bunu etik bulmam. Çocuğuna meslek öğreten, kendi işyerinin eleman ihtiyacını kendi çocuğuyla gideren bir baba, müsaade edelim de kendi çocuğuna babalık yapsın. Çocuğunun harçlığını ve haftalığını kendi versin. Devlet bu tür çalışanlara babalık yapmasın. Çünkü babanın yapmadığı babalığı devletin yapması olacak şey değil. Ben belki yanlış düşünüyorum ama bilin ki bu uygulana benim garibime gider. 

Bir diğer husus, devlet bazı alanlara teşvik verirken daha önce teşvik verdiği bazı alanlara teşvik vermeyi kaldırmış. Teşvik verince yanına stajyer alan çoğu işletme, teşvik kalkınca, devlet teşviki kaldırdı, seni işe alamam, elemana ihtiyaç yok diyormuş. Aldığı stajyerin parasını veren de haftalık beş yüz lira veriyormuş. Yani devletin 5.100 verdiği bir zamanda işletme, çalıştırdığına aylık 2 bin lira veriyormuş. Bu rakamı duyunca aha insafsızlar dedim. Gerçekten komik bir rakam. Öyle anlaşılıyor ki dün kalfa yok, çırağım yok diye sızlanan bu tür işletmeler bu konuda samimi değiller. 

4 Aralık 2024 Çarşamba

Protesto Neyinize Sizin?

Yapılan her şeyde bir hikmet varsa, 

Sizin adınıza her şeyi yapıyor, saçını süpürge ediyorsa, 

Gece gündüz koşturuyor, uyumuyorsa, 

İşgalci devleti protesto için miting yapıyorsa, 

İşgalci gücü her platformda eleştiriyor ve veryansın ediyorsa, 

Onların gözünün içine baka baka onlara terörist diyorsa,

Terör devletini sürekli gündemde tutuyorsa,

Siyonizm’e karşı yedi düvel ile mücadele ediyorsa,

Tüm bunları ve daha fazlasını sizin adınıza yapıyorsa...

Tüm bunları takdir etmeniz gerekiyorken size ne oluyor da protesto etmeye kalkıyorsunuz?

Sonra protesto neyinize sizin? 

Ne anlarsınız ayrıca siz protestodan? 

Bir protesto yapılacaksa sizin adınıza biz onu da yaparız. Nitekim yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır. 

Hakaret değil mi bu yaptığınız protesto? 

Halbuki takdir beklenirdi sizden. 

Yaşa, var ol demeniz gerekirken Siyonizm’in dili ve ağzı olmaya kalkıyorsunuz. 

Vah yazık size! Boyunuzdan utanın. 

Kalıbınıza yazık! 

İnsan sıkılır böyle yaparken. 

Hiç utanma ve sıkılma da mı olmaz insanda? 

Hakaret ettiniz de ne oldu? Boyladınız kodesi. 

Haydi kurtarın kendinizi bu dört duvardan. 

Bu daha iyi günleriniz. 

Sicilinize de işlenecek daha. 

İyi hal kağıdınız lekelenecek. 

Ne işe yaradı şimdi? 

Yazık değil mi size? 

Ağzı ve dili olduğunuz Siyonizm haydi sizi kurtarsın da göreyim. 

Bu yaptığınız da kulağınıza küpe olsun. 

Bundan sonra uslu uslu oturmayı bilin. 

Karışmayın bilmediğiniz işlere. 

Biz ne yapıyorsak en iyisini yaparız. Çünkü biliriz. Sizin adınıza düşünür, sizin adınıza yaparız. Çünkü biz her yolun olduğu gibi bu yolun da kitabını yazdık. 

3 Aralık 2024 Salı

Sigara ve MESEM

Sigara içiminde Türkiye'nin dünyada ilk sıralarda yer aldığını bilmeyenimiz yoktur. 
Sigara içenlerin çoğu, sağlık, maliyet ve başka gerekçelerle sigarayı bırakmaya çalışsa da sigaraya başlama yaşı bu ülkede gittikçe aşağıya doğru inmekte. 11 yaşındaki çocuklar bile sigara içmeye başlıyor. 
Diğer lise ve ortaokullarda okuyan, bir hedefi olan ve bu hedef doğrultusunda ilerleyen çocukların büyük çoğunluğunun sigara içtiğini sanmıyorum. Sanayi ve işyerlerinde çalışan, aynı zamanda MESEM (Mesleki Eğitim Merkezi) adı verilen okullarda haftada bir gün okula gelen lise öğrencilerinin kahir ekseriyeti maalesef sigara içiyor. Neredeyse içmeyen yok gibi. Kız öğrencisi de içiyor, erkek öğrencisi de. Başı örtülüsü de içiyor, başı açığı da 9.sınıf öğrencisi de son sınıf öğrencisi de. 
Son yıllarda her üründe olduğu gibi sigaralara da büyük zamlar geldi. Bu zammın altından kalkamayan büyüklerin çoğu tütün içmeye yönelirken bu MESEM öğrencileri içerisinde tütün içen neredeyse yok gibi. Hepsi kaliteli ve pahalı sigara içiyor. Nasılsa devlet destekli bir işte çalışıyorlar. Ailelerinden görmedikleri harçlığı devlet veriyor. Bu yüzden de sigaraya verdikleri para onlara dokunmuyor. 
Devlet desteğinden dolayı her geçen gün öğrencisi artan MESEM öğrencilerine yeni öğrenciler katıldıkça, öyle zannediyorum sigara ve tütün içiminde açık ara önde olacağız. Çünkü aşağıdan dip dalga geliyor. 
Anlamadığım, 18 yaşın altındaki bu çocuklar bu sigaraları market ve bakkallardan nasıl alabiliyor? Çünkü bildiğim kadarıyla 4207 sayılı Kanunun 194.maddesinde, "18 yaşın altındakilere sigara satanlara 6 aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” yazmaktadır. Kanunun bu maddesi hala yürürlükte iken bu çocuklar bu sigara paketlerini nasıl satın alabiliyor, bakkal ve market bunlara nasıl satış yapabiliyor?
Herhalde bu çocuklara sigarasını anne babaları almıyordur. Ayrıca bunu kaç anne baba yapar? Öyle zannediyorum, ceza kanununun bu ağır yaptırımına rağmen çocuklar rahatça sigara almaya gidiyor, esnaf da çekinmeden satış yapıyor. Yani kimsenin yasağı dinlediği yok. Çünkü kanunun ilgili maddesi uygulanmıyor. Bugüne kadar da 18 yaş altına sigara sattığı için yargılanan ve hapis cezası alan bir işletme duymadım. 
Merak ediyorum, kanun yapıcı, uygulamayacağı, takip ve denetimini yaptıramayacağı böyle cezayı kanuna niçin koyar? Yürütme niçin görevini yapmaz? Bu ülkenin en büyük sorunu da budur zaten. Çünkü her şeyin kanunu, yönetmeliği var, hepsine ceza müeyyide var. Fakat uygulanmıyor. O zaman ne anladık bu işten. Kanunlar laf olsun, dostlar alışverişte görsün diye mi çıkarılıyor? 
Elbette bu işler yasakla, cezayla sonuç alınacak şeyler değil. Yaşı uygun olsun veya olmasın, sigara içen, içmeyi kafaya koyan bir şekilde bu sigarayı alır ve içer. Yine de Kanunun ilgili maddesinin tavizsiz uygulanması gerektiğini düşünüyorum. Şayet uygulama imkanı yoksa bu konuda zaaf gösterilecekse, kanun koyucunun yapacağı, ilgili kanundaki uygulanmayan müeyyideyi kaldırmaktır. Çünkü devlet olmanın gereği, koyduğu kuralı uygulamaktan geçer. Ki devlet ciddiyeti bunu gerektirir. 

Yeni Bir Vekalet Savaşı mı? *

2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı sonucunda Suriye fiilen üçe bölünmüş durumda. 

Ülkenin bir tarafı ABD destekli YPG'nin kontrolünde. Şam ve civarı Rusya ve İran destekli Beşşar Esad yönetiminde. Bir kısmında ise Türkiye var. 

Üçe bölünmek suretiyle ülkenin istikrarsız hale getirilmesi yetmezmiş gibi HTŞ liderliğinde muhalif gruplar harekete geçti. Halep şehrini aldı. Bu örgüt sadece Halep ile yetineceğe de benzemiyor. Başka şehirleri de almak için ilerleyişini sürdürüyor. Şimdi ilerleyişini Hama'ya yöneltmiş durumda. 

İdlip, Halep, Tel Rifat vb. yerler HTŞ'nin elinde kalırsa Suriye fiilen dörde bölünmüş olacak. 

Görünen o ki Suriye'nin mevcut trajik durumu yeterli görülmemiş olmalı ki HTŞ'nin harekete geçmesiyle Suriye'de kartlar yeniden karılmaya başlandı. 

Suriye'de ne olup bittiğini anlamadan ülke olarak kutuplaşmak suretiyle Suriye üzerine yazıp çiziyoruz. 

Bir kısmımız bugün HTŞ'ye geçen şehirlere bir müddet sonra YPG'nin yerleşebileceği endişesini dile getiriyor. 

Bir kısmımız HTŞ'nin daha önce el-Nusra örgütünün isim değiştirmiş şekli olduğunu, bunun da el-Kaide demek anlamına geldiğini, HTŞ'nin tek gruptan değil, içinde birçok muhalif grubu barındırdığını, bunlara güvenilemeyeceğini söylüyor. 

Bir kısmımız HTŞ'nin arkasında ABD, İsrail ve Türkiye'nin olduğunu belirtiyor. 

Bir kısmımız HTŞ'nin Türkiye'ye yakın olduğunu dile getirerek Halep alındı, yani bizim oldu sevinç halini yaşıyor. 

Şu var ki HTŞ'nin harekete geçmesinde, Esad'ın zayıflığının, İran'ın geri durmasının, Rusya'nın Ukrayna’ya ağırlık vermesinin etkili olduğu görülüyor. Yani HTŞ veya HTŞ'ye destek verenlerin bu atmosferi gözettiği anlaşılıyor. 

HTŞ'nin hızlı ilerleyişi ne kadar sürer, nereleri alır, HTŞ aldığı yerlerde kalıcı olur mu? İçinde birçok yapıyı barındıran HTŞ, bu alınan yerlerde anlaşabilir mi? İleride birbirlerine girer mi? HTŞ'nin bu ilerleyişi Türkiye'nin lehine olur mu? Tüm bunları zaman gösterecek. 

Son günlerde Suriye'deki bu sıcak gelişmeler ümit ediyorum ki Türkiye'nin lehine olur temennisinde bulunuyorum. Yalnız HTŞ'nin bu hızlı ilerleyişini Suriye iç savaşının çıktığı ilk zamanlardaki IŞİD'in ilerleyişine benzetiyorum. Bu örgüt de hızlıca Suriye'nin birçok yerine sahip olmuş, hatta Irak-Şam İslam devletini kurmuş. Sonra IŞİD aldığı tüm yerleri ABD destekli YPG'ye bırakarak kayboldu. Endişem HTŞ'nin aldığı yerleri YPG'ye bırakacağı yönde. 
Hasılı Suriye’de yeniden karılan bu kartla neyin hedeflediğini zaman gösterecek. Şu var ki Suriye’de 2011 yılından bu yana Suriye’nin içindeki değişik örgütler, ABD adına bir vekalet savaşı verdiyse, bu son kartla da yine aynı amaca hizmet edildiğini düşünüyorum. İnşallah bu endişem yersiz çıkar. Sonuç olarak Halep’i aldık sevinci bir hayalden ibaret kalacağa benziyor. Boşu boşuna hayal kurmayalım.

*06.12.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.