1 Aralık 2024 Pazar

Gar-Kampüs Arası Yürüyüşüm

2020, 2021 ve 2022 yılları günlük ve rutin yürüdüğüm yıllar. 

Yürüyüş demişsem, tempolu ve km'si fazla yürüyüşler.

İşe gidiyormuş gibi çıkıyordum evden. 

Her gün farklı güzergah olacak şekilde uzun yürüyerek terimi atıp geldim. 

Bazen güzergah belirlemeden çıktım evden bazen de güzergah belirleyerek. 

Aklımda SÜ Kampüsüne gitmek de vardı. Ha bugün ha yarın derken takvimler 01.12.2022 Perşembe gününü gösterdiğinde ver elini SÜ Yerleşkesi diyerek Konya Gar'ından çıkmıştım yola. 

Bir 40 dakika yürüdükten sonra Adakale Caddesinde bulunan bir tanıdığımın işyerinde giderek bir çay içimi kadar lafladım. İki bardak çay içtikten sonra İstanbul Caddesine çıkarak yürüyüşüme devam ettim. Yolun sağında bulunan yaya yolunu takip ederek Buzlukbaşı durağı civarındaki bir caminin WC'sinde lavabo ihtiyacımı gidermek için durdum. Yerleşkenin içindeki SÜ Selçuklu Tıp Fakültesi binasına varınca yürüyüşümü sonlandırdım. 

Yürüyüş bittikten sonra elimde taşıdığım hırkayı giyerek tramvaya bindim. Zafer'e kadar tramvayla geldim. Zafer'den de eve yine yürüdüm. 

Bu yürüyüşümü sosyal medyada paylaşmışım. Seneyi devriyesinde karşıma çıkınca, o günü tekrar gözümün önüne getirdim. İstedim ki bu Gar-Yerleşke yürüyüş maceram blogumda yer alsın ve bu hatıramı taçlandırayım. 

Çıkmadan önce Haritalara bakmıştım. Gar ile Yerleşke arası 19 km gösteriyordu. 

Telefonumdaki adımsayara göre yürüyüşüm, 3.36 saat sürmüş. 15 km yapmışım. 26301 adım atmışım. 1181 kalori yakmışım. Vay be... 

Şimdilerde kısa mesafeleri temposuz yürüyorum. Bahsettiğim yıllardaki yürüyüş tempomdan çok uzağım. Günlük 8 bin-12 bin arası yürüsem de hamlaştığımı düşünüyorum. Bugün yürümeye kalksam, aynı sürede bu kadar yolu tepemem. Ayrıca bu kadar km yapmayı da gözüm kesmez. O zamanlar bir km'yi dokuz dakikada alıyordum. Bugün herhalde km'yi 12 dakikada kat edebilirim.

Ah gençlik, vah gençlik!

30 Kasım 2024 Cumartesi

Bisikletli Canavarlar

Bisiklet sürmeyi bilsem de çok sürmem. Ne kadar sağlığa faydalı dense de hiç sürme hevesim olmadı. Hoş, sürmek istesem bile evde bisiklet yok. Çocuklar için alınanları da sağa sola dağıttım. 

Araba sürmede de hiç merakım olmadı. Evin önünde ayağımı yerden kessin diye bekliyor. 

Belki de bisiklet de olsa araba da olsa ayağımı yerden kestiği için yani 2-4 teker üzerinde gittiğinden midir benim için en uygunu yürümek. Olmadı toplu taşıma kullanmak. 

Ara ara mecburiyetten araba sürsem de yılların şoförü olmama rağmen hala acemiyim. Bisiklet sürüşüm de öyle. 

Bisiklete binsem tir tir titrerim. 

Lisede iken Rahmetli Hasan Hüseyin Gürses'in bisikletini alıp çarşıya gitmiştim. Tam Şems Caminin önüne gelmiştim ki karşımda bir araba belirtmişti. Yolun sağında da seyyar satıcılar vardı. Seyyardan alışveriş yapan birine arkadan vurmuştum. Özür diledim. Adam, özür diledin ama öldüreceksin, haydi git şuradan demişti. Hasılı bisikletle tek tecrübem bundan ibaret. 

Ben böyleyim ama ne bisiklet sürenler görürüm zaman zaman. 

Bisiklet sürerken ellerini direksiyondan bırakıyor. Ön tekeri kaldırıyor. Tek eli direksiyonu tutarken diğer elini kulağına götürerek telefonla konuşuyor. Sigara içiyor. Elinde paket taşıyor. Karşılaştığı tanıdığına elini kaldırarak selam veriyor. 

Kaldırımdan gidiyor. Ters yola giriyor. Yürüyüş parkurunda bisiklet sürüyor. 

Akan, yoğun trafiğin içinde son surat bisiklet sürüyor. 

Hasılı gördüğüm bisikletçilerin çoğunun iki elinde on marifet var. Say say bitmez ve bu sessiz tayyarelerin ne zaman nereden çıkacakları hiç belli olmuyor. 

Yürüyüş için bazen Karatay Terminali civarına giderim. Yürürken Yeni Larende Caddesinin sol kaldırımını tercih ederim. Bu kaldırım iki kişinin yan yana gidemeyeceği şekilde dar. 

Bu kaldırımı sadece ben değil, aynı zamanda bisiklet sürücüleri de kullanıyor. Sanki sürüş için başka uygun yer bulamamışlar gibi. 

Bu kaldırımda giderken ikidir bisiklet sürücüleriyle burun buruna geliyorum. Gençten biri ardımdan jet hızıyla yanımdan geçip hop dayı, iyisin değil mi dedi. Görüyorsunuz aramızdaki samimiyet ve iletişimi. Üslup zaten o biçim. 

Bir başka gün yine yürüyorum aynı kaldırımda. Kaldırımdan inip ara yoldan karşı kaldırıma geçeceğim. Sağımda araba var. Sağ elime de telefonu almıştım bu ara. Ardımdan sağ koluma biraz sert bir dokunma oldu. Geriye dönüp baktım. Yine bir bisikletli. Ellili yaşlarda biri. Ne yaptın dercesine yüzüne baktım. Tamam geç dedi beyefendi. 

Bana vurmasından geçtim. Sağımdaki arabayla aramda neredeyse yarım metrelik bir mesafe var. Solumda o kadar geniş mesafe varken bu daracık yerden geçmeye çalışması gerçekten garip. Genç olsa macera peşinde bu genç diyeceğim. Yaşını başını almış bu kişi de herhalde macera peşinde değildir. 

Sözün özü, kimsenin sürdüğü bisiklette değilim. Sürsünler varsın. Arabasıyla çarşıya çıkanlardan iyidir bisikletler. Toplu taşıma dertleri yok, masraf da etmiyorlar. Arabalar gibi havayı da kirletmiyorlar. 

Yalnız yerinde ve yolunda sürmek şartıyla.

Kaldırımda ne işleri var bisikletçilerin? Haydi araba sürücüleri kendilerini ciddiye almadığı ve canları tehlike arz ettiği için kaldırımı tercih ettiler. Bari bisikletlerine bir zil taktırsınlar. Arkadan gelirken çarpma yerine zil çalsınlar. 

Sahi bu kaldırımları işgal eden, tehlike saçan, yayaları hiçe sayan bu kaldırım işgalcilerine dur diyecek yok mu? Bu kaldırım işgalcileri yolda giderken arabalar bizi hiç sayıyor, biz de kaldırımdaki yayaları hiç sayalım diye mi düşünüyorlar? Hiç mi empati yapmazlar bunlar? Bazı araç sürücülerine bisikletlere saygısızlığını hıncını yaralardan mı çıkarmaya kalkıyorlar? 

Merak ediyorum, lise son sınıfta iken bisikletiyle ters yola girdiği için ceza yiyen daha reşit olmamış çocuğum gibi kurallara uymadığı için ceza yiyen bisikletçi var mı? Bu ceza ilk ve son olarak sadece benim çocuğuma mı uygulandı? 

Hasılı, bisiklet sürücüleri, ayıp ediyorsunuz ayıp.

Sözüm kurallara uyan az sayıdaki bisiklet sürücülerine değil. Zira onlar takdiri hak ediyor. 

28 Kasım 2024 Perşembe

Yeni Versiyon Dilenciliğimin Semeresi

Bu yıllarda kaç okulda çalıştığımı aklımda tutmama gerek kalmadı. Çünkü  her öğretmenler gününde Bakan'dan gelen tebrik mektubunda kaç il, kaç okulda çalıştığım yazıyor. Sağ olsun benim adıma sayıyor her çalıştığım şehir ve okulu. Dört şehir on dört okul olmuş Bakan'ın verdiği bilgiye göre. 
Yeni yani 14. okulumdayım bu sene. Gördüğümüz gibi 10.köyü pardon okulu geride bırakmışım. 
Yeni okulumda pek bir kimseyi tanımıyorum. Pek azının ismini bir kısmını da simaen tanıyorum. 
Okul hem öğrenci hem de öğretmen yönünden kalabalık olunca, tanışsak bile çoğunun ismi aklımda kalmıyor. İmdadıma hocam yetişiyor. İyi ki var şu hocam hitabı. Değilse ne yapardım bu yaşımda. 
Kendi halimde girip çıkıyorum derslere. 
Teneffüsleri, elime çayımı alıp sırtımı binaya vererek okulun önünde ve ayakta değerlendiriyorum. Diğer elimde de bir şey var ama ne olduğunu merak edin diye söylemeyeceğim.
Okulun dışında teneffüs arası çayımızı yudumlarken daha yakın tanıştığım müdür yardımcısı da birkaç arkadaşı ile birlikte bir elinde çay ve diğeri olmasa da muhabbet ediyorlar.
Antalya'dan avakado satın almış. Tanesi 40 liradan 40 adet sipariş vermiş.
Âdet ve fiyatı duyunca bir başka öğretmen 1600 lira yapıyor. Vay be dedi.
40'ı duyar duymaz ben de hocam, branşım itibariyle araya giriyorum. 40 adet alıyorsanız, bir tanesini zekât olarak vermeniz gerek dedim. Elbette dedi gülüştük. Ardından yeni versiyon dilencilik bu dedim. Buna da gülüştük. 
Aradan bir hafta geçmişti ki cepten aradı, hocam görüşebilir miyiz diye. 
Teneffüse çıkınca odasına vardım. Gördüğünüz iki adet avakodayı poşetin içine koymuş. Hocam, biraz daha yumuşaması gerekir. Buyurun afiyet olsun dedi. Ne şekilde yememiz gerektiğinin tarifini de verdi. Hocam, şaka yapmıştım ama mahcup oldum. Çok teşekkür ederim dedim ama kırmızı yüzüm kıpkırmızı oldu.
Eve getirip hanıma verdim. Avakoda mı aldın dedi. Benim avakoda ile hiç işim olur mu? Yeni versiyon dilenciliğimin semeresi. Müdür yardımcımıza şaka yapmıştım. Üstelik iki tane birden getirmiş, cömertliğini fazlasıyla gösterdi, sağ olsun dedim.
Şakayla başlayan muhabbet bu şekilde ciddiye bindi. Bu vesileyle market ve pazarda gördüğüm ama avakoda olduğunu bilmediğim, daha önce tatmadığım bu meyvenin adının da avakoda olduğunu öğrenmiş oldum.
Daha neler öğrendim neler... Avakodanın yazılışını ve okunuşunu ve tane ile satıldığını da. Tane ile satıldığını öğrenince biz de olduk bir Avrupalı dedim kendi kendime. Öyle ya Avrupalılar meyveyi tane tane alıyorlar diye duyardım da ülkemde satıldığını bilmiyordum. Pek çok konuda Avrupa’dan geri olsak da avakodanın tek satışıyla onları yakaladığımızı söyleyebilirim.
Başka bir şey daha öğrendim. Avakodayı görünce hanım heyecanlanıp şaşırmadı. Meğerse daha önce oğulları almış kendisine. Benim yeşilliklerle aram olmayınca karşımda yemiş ama benim haberim yok. 
Şimdi öğreneceğim son bir şey kaldı. O da hediyemizin iyice olgunlaşmasını bekliyorum. Bir de tattım mı, dışı yeşil olan bu meyvenin tadının nasıl olduğunu öğreneceğim bu yaşımda. Bir de beğenirsem, gitti altmış yılım boşa diyeceğim.
Ana len. Ya bir de tadını beğenirsem... Faydası say say bitmeyen bu meyveyi sık sık almam gerekecek ki bu da yandığımın resmi olacaktır. 
Gördünüz mü başıma açtığım işi. Ne çekiyorsam bu dilimden çekiyorum. Bildiğimiz gibi bu dilimden yazıya dökülenler bazen başıma iş açsa da faydası da oluyor gördüğünüz gibi. 
Yazıma son verirken izzet ve ikramından dolayı müdür yardımcımız hoca hanımın kesesine ve ömrüne bereket, geçmişlerine rahmet diliyorum ve her şeyin gönlünce olmasını temenni ediyorum. 

26 Kasım 2024 Salı

Yaşayan Yedi Uyurlar *

Halk arasında "Yedi Uyurlar" diye bilinen grup  Kur'an'da Ashabı Kehf ismiyle geçer. Mağara arkadaşları anlamına gelir. Hikayede adı geçen mağaranın Tarsus, Afşin ve Lice’de olduğu belirtiliyor. 

İnançlarından dolayı kralın korkusundan mağaraya sığınan bu gençlerin üç yüz küsur yıl uyutulduğu, uyandırıldıktan sonra ne kadar uyuduklarını birbirlerine sordukları, ya bir gün ya da yarım gün uyuduk dedikleri, ardından alışveriş için çarşıya birini gönderdikleri, şehrin değiştiğini, uzattığı paranın tedavülden kalktığını vb. Görünce, giyim ve kuşamı farklı olan bu kişilerin mağaraya sığınan gençler olduğu anlatılır. 

Kısaca ya bir ya da yarım gün uyuduk diyen Yedi Uyurlar şehrin değişiminden, kullandıkları paranın tedavülden kalktığından dolayı şaşırırlar. Bunları gören halk da giyim ve kuşamlarından, saç ve sakallarından ve tedavülden kalkan parayı görmelerinden dolayı şaşkınlık yaşarlar. 

Her birimizin bildiği bu hikayeye kısaca değindim. Daha fazlasına da gerek yok. Zaten niyetim Ashabı Kehf’i anlatmak değil. Esas niyetim 1940'lı, 1950'li, 1960'lı, 1970'li ve 1980'li olup da hâlâ yaşayan kuşağın her birinin Ashabı Kehf hayatını yaşadığını ifade etmeye çalışmaktır. 

Ne alaka demeyin. Bu kuşak neler gördü neler... Yokluğu gördü. Beden gücüyle çalışmayı gördü. Açlığı gördü. Tek göz odada büyümeyi gördü. Tüp, yağ kuyruğunu gördü. Aynı nesil enflasyonu ve hayat pahalılığını gördü. Bir ürünün fiyatının ikinci gidişinde değiştiğini gördü. Paramızın pul olmasını gördü. Paranın pul olması demek, paramızın döviz karşısında iyice değersizleştiğinden dolayı bir nevi tedavülden kalkmış sayılır. 

Açlığı da gördü, tokluğu da. 

Tek oda evlerden 2+1, 3+1, 4+1 evlere taşındı. Beden gücünün ardından teknolojinin her türlüsünü gördü. 

Büyük aileden çekirdek aileye evrildi. 

Kısaca bu kuşak birkaç kuşağın görmesi gerekeni gördü. Yaşarlarsa daha neler görecekler neler... 

Özellikle 40'lı, 50'li ve 60'lı neslin gördüğünü bugünkü nesil o kadar da olmaz dercesine masal gibi dinliyor. Halbuki masal değil. Geçmiş kuşak hepsini yaşadı. 

Anlatmak istediğim, 2000'li yıllardan itibaren baş döndürücü değişim ve gelişme söz konusu. Yaşadıkça yeni şeyler ortaya çıkıyor. 

Öyle zannediyorum, daha önce ölen insanlar günümüz dünyasına geri dönüp bugünkü ortamı ve gelişmeyi bir görse, yanlış yere geldik, biz dünyayı bırakırken böyle değildi, kısa zamanda bu kadar değişim nasıl olur deyip tıpkı Ashabı Kehf gibi şok üstüne şok yaşar. Ne ara dünya böyle değişti derler. 

Ölümü de bir nevi uyku haline benzetebiliriz. Ölen insanlar için de zaman duruyor. Öyle zannediyorum, asırlar önce ölen biri diriltilip ne kadar uyudun dense, tıpkı Ashabı Kehf’in dediği gibi ya bir gün ya da yarım gün derler. 

Bu yönüyle halihazırda yaşayan, özellikle 1980 öncesi nesle, modern Ashabı Kehf dense yanlışlık olmaz. Umarım teşbihte hata yapmamışımdır.

*29.12.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

25 Kasım 2024 Pazartesi

Anlamlı Bir Öğretmenler Günü Hediyesi

24 Kasım 2024 günü öğretmenliğimin 32.yılı. 

Akşamında koltuğuma oturup "Kim Milyoner Olmak İster" programını açtım. 

Kulağım yarışmayı dinlerken elime telefonu alarak Facebook'a girdim. Geçmişte bugün neler paylaşmışım diye "Anılar" bölümüne baktım. 

Karşıma, yan tarafta gördüğünüz not çıktı. Bu not, 2015 yılının 24 Kasımında öğretmenliğimin 23.yılında öğretmenler günü dolayısıyla bana hediye getiren 6.sınıf bir kız öğrenciye ait: "Sevgili Ramazan Hocam, okul formamı giymediğim zaman sizi üzdüysem özür dilerim. Öğretmenler gününüz kutlu olsun. Size bir şey alamadım ama bunu getirdim. Umarım beğenirsiniz". 

Hediyesini değil de hediyenin üstüne iliştirdiği bu notu paylaşmışım o gün. 

Getirdiği hediye yanlış hatırlamıyorsam, 6'lı meyve bıçağından biri eksik beş âdet meyve bıçağı idi. 

Meyve bıçaklarını güzelce sarmış, üzerine de kendi el yazısıyla yazdığı bu notu iliştirip odama getirmişti.

32 yıllık meslek hayatımda değişik il, okul ve okul kademelerinde çalıştım. 

Zaman zaman değişik hediyeler aldım. Her hediyenin yeri ayrıdır. Hepsi anlamlıdır ama bu kızın getirdiği hediyeden ziyade yazdığı not benim için çok anlamlı.

Seneyi devriyesinde karşıma çıkınca tekrar 2015 yılına gittim ve duygulandım.

Kızımızın yazdığı nota tekrar bakıyorum. Hediye, not ve özür. "Formamı giymediğim zaman sizi üzdüysem özür dilerim" diyor. 

Duygulanmanın yanında nottaki forma beni üzdü. Okul müdürlerinin en büyük handikapı maalesef okul forması, kılık ve kıyafet. Öyle üzerinde duruyoruz ki gören de sanki kılık kıyafet oldu mu eğitim ve öğretimin tüm derdi bitecek, eğitim ve öğretimimiz şaha kalkacak.

Bugünden geriye dönüp bakınca, okul disiplini adına bu kılık kıyafet dayatmamdan mahcubiyet duyuyorum. Nicedir denetimli serbest kıyafet uygulamasını savunuyorum. Ne edersiniz ki eğitim ve öğretim camiası olarak daha bu kabuğumuzu kıramadık. 

Bu özeleştiriden sonra tekrar kızımızın notuna gelirsem, 2015'den bu yana 9 yıl geçmiş. İsmini ve simasını unuttum. Görsem tanımam. 

Bu kızımız öyle zannediyorum, şimdilerde 20'li yaşlarda olmalı. Liseyi bitirmiş, üniversitede okuyordur.

Hatırlanmak güzel bir duygudur. Allah yolunu ve bahtını açık etsin. Daima haturlananlardan eylesin. 

24 Kasım 2024 Pazar

Dondurucu Soğuk ve Ayaz

Nicedir doğru dürüst kış görmüyorduk. Hele 2023 yılında Konya'ya kar yağmadı dense yanlış olmaz. Bazı ilçelere ve yüksek yerlere az yağdı, hepsi o kadar.

Kar yağmayınca barajlar da çekildi. Susuzluk kapıda.

Kâr yağmasa da civarda kar yağdıkça Konya'nın nasibine civarın ayazını çekmek kalmıştı. 

2024'e geldiğimizde her sene ocak ayına doğru yüzünü gösteren kış bu sene yüzünü erken gösterdi.

23 Kasım gecesi bastıran kış yerleri ağarttı. Arabaların üstünü karla kapladı.

24 Kasıma gözümüzü açtığımızda ise gündüz vakti bile buz kesti. 57,6 km/s hızındaki rüzgar ayazın derecesini daha da artırdı. 

İliklerine kadar işliyor soğuk.

Nem ne şekil bir soğuk var dışarıda. 

Son yıllarda böyle ayaz, böyle soğuk görmedim desem abartı olmaz.

Aslında hava durumu gündüzü sıfır, geceyi ise -5 gösteriyor. 

-20 dereceleri gördüğümüz zaman bile bu derece üşütmedi hava. Öyle zannediyorum, ayaz ve soğuğu artıran rüzgarın fazla olması. 

Bir gün öncesi yani 23 Kasım günü gündüzü de sıfır derece olmasına rağmen çarşıya çıkıp bir çay ocağının dışında oturarak çay içtim. Çok üşüdüğümü de hissetmedim. Üstelik üzerimde kalın kışlık ve mont yoktu. 

Bugün de yani 24 Kasım günü çarşıya yürümek istedim. İlk defa üzerime kışlık montu giydim. Kaşkolu boynuma doladım. Başıma takkeyi geçirdim. 100 metre yürüdükten sonra çarşıya gitmekten vazgeçip markete geçtim. Alacağımı alıp eve attım kendimi. 

Gündüzü sıfır, gecesi -5 derece olan 24 Kasımdaki bu hava, belli bir sürenin üzerinde dışarıda kalmak zorunda kalan canlıyı dondurur.

Dışarıdaki bu dondurucu hava, ister istemez evi ve barkı olmayanları düşündürüyor insana.

Aynı şekilde yakıtı olmayanları da evde olmasına rağmen buz keser.

Yine bu soğuk dışarıda kalan sokak hayvanlarını bu havada sığınacak kuytu yerleri yoksa dondurur.

Bu havada dışarıda çalışmak zorunda kalanlar öyle zannediyorum, soğuk ve ayazı iliklerine kadar hissetmişlerdir. 

Bu havada dışarıda çalışmak zorunda kalanların, evsiz ve barksız olanların, evinde yakıtı olmayanların Allah yardımcısı olsun. 

Öğrenci ve Öğretmenler Günü

Hemen hemen her meslek grubuna 365 gün içerisinde yer vermişiz. 
Günü geldiği zaman da anarız, kutlarız, mesajlar göndeririz. 
Genelde her meslek grubu da kendi gününü kendi kutlar. 
Merak etmişimdir, günler niye var diye.
Sahi niye kutlar ya da anarız bazı günleri? 
Önemsendiği için midir, unutulmamak için midir yoksa önem atfetmek için için midir?
Kutlanan günlerden bir tanesi de her yılın 24 Kasımını, öğrenen ve öğreten yönünden Öğretmenler Günü olarak kutlarız. Dar anlamda okullara ve okullardaki öğretmene indirgiyoruz. 
Aslında 24 Kasım sadece okullarda ders veren öğretmenlere indirgense de öğrenen ve öğreten yönünden herkes öğrenci ve öğretmendir. İşi, gücü, mesleği ne olursa olsun, birinden bir şey öğrenmişsek biz onun öğrencisiyiz, o da bizim öğretmenimizdir.
Bu yönüyle aynı evde büyüdüğümüz anne babamız ve büyüklerimizden çok şey öğreniriz. Çünkü bilginin, görgünün ve terbiyenin ilk mektebi ailedir. 
Sanayi ve iş yerinde usta, kalfa ve çırağına, kalfa çırağa ustalık öğretir.
Birlikte gezip dolaştığımız arkadaşımızdan, sınıf, sıra ve okul arkadaşımızdan da yeni şeyler görür, uygularız.
Çarşı, pazarda tanıdık ve tanımadık insan manzaraları görürüz. Bazısı hoşumuza gider, bazısı gitmez. Bilerek veya bilmeyerek bunlardan da yeni şeyler öğreniriz ama olumlu ama olumsuz. 
Yemek pişirirken bile tarifini veren kişiden yemek yapmayı öğreniriz.
İbret aldığımız her şey bir bilgidir. Bu yönüyle de canlı veya cansızdan bir şeyler öğreniriz. 
Tecrübe de bir bilgidir. 
Yediğimiz kazık da. 
Kısaca kişi bir yerden veya kişiden bir şeyler öğrenirken öğrenci, öğrendiğimiz kişi ise öğretmendir. Yaşayan her varlık hem öğrenen hem de öğretendir. Herkes birbirinin hem öğrencisi hem de öğretmenidir. 
Bu yönüyle hayat öğrenen ve öğretenden ibaret desem yanlış olmaz. Beşikten mezara ilim denilen de bu olsa gerek. Çünkü hem öğreniyoruz hem öğretiyoruz. Bir yerde öğretmen varsa öğrenci de vardır. Aynı şekilde öğrenci varsa öğretmen de vardır. 
İsterim ki öğretmenler günü sadece okul öğretmenlerine indirgenmesin. Özelde okullu öğretmenlerin gününü kutlarken kendimizin de alanında bir öğretmen olduğumuzu unutmayalım. Güne de sadece öğretmenler günü denmesin. Günün adı, Öğrenci ve Öğretmenler Günü olsun. 
Herkesin öğretmenler günü kutlu olsun.