7 Eylül 2024 Cumartesi

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli (2) *

Programın temel yaklaşımında; öğrenci, Ede (Erdem-Değer-Eylem) ve beceri vardır. Bununla; ahlaklı, erdemli; milleti ve insanlık için iyi, doğru, faydalı ve güzel olanı yapmayı ideal edinmiş bilge nesiller hedeflenmektedir.

İlkeleri arasında “Eleştirel düşünen, problem çözen, karar veren, mesuliyet ve ülkü sahibi; yalnızca medeniyete uyum sağlamakla yetinmeyip etkin olarak medeniyet kurucusu ve geliştiricisi nesiller yetiştirmek de” vardır.

Aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim nesiller yetiştirmek için madde-mana, akıl-duygu, nefis-vicdan, insan-toplum ve zaman-mekân dengesini gözetir.

Eğitim, herkesin hayat boyu erişiminin teminat altına alındığı temel bir hak, aynı zamanda hayatın toplumsal açıdan herkes için daha güvenli, müreffeh kılınması, birlikteliğimizin pekiştirilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin dinamik vizyonuyla güçlü bir şekilde varlığını devam ettirmesi bağlamında bir ödevdir.

Tüm politika ve uygulamalar, eğitim hakkının kullanımını ve fırsat eşitliğini sağlamak amacıyla uygulamaya geçirilir.

Bu model; öğrencilerin inanç, kimlik ya da sosyoekonomik durumları nedeniyle dezavantajlı olmadığı bir öğrenme süreci tasarlar.

Model’in merkezinde insan vardır. İnsan; zihinsel, duygusal, bedensel, sosyal ve manevi gelişim yönleriyle bütüncül olarak ele alınır.

İnsanın kendini tanımasına ve keşfetmesine imkân tanınarak kişilerin ilgi ve kabiliyetleri ölçüsünde esnek ve özgür öğrenme ortamlarının yaygınlaştırıldığı, hak ve gelişim temelli bir öğrenme süreci yapılandırılır.

Yine bu Model'de, bilme ile sorumluluk, birbirini bütünleyen iki temel kavramdır. Bu kapsamda sorumluluk; kişinin kendi varlığını dengeli biçimde geliştirme azminin yanında çevreye, topluma, insanlığa ve dahası tüm kâinata yönelik eylemlerle desteklenmiş bir bütün olarak değerlendirilir.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'nde Türkçe bütün zenginliği, derinliği ve estetiği ile toplumun birbiriyle iletişimine, bu iletişimi anlamlandırma çabalarına ve kültür unsurlarımızın nesilden nesle aktarılmasına öncülük ve eşlik eder. Bu nedenle Türkçemizin öğretimi ve geliştirilmesi, eğitim sistemimizde temel bir politika olarak yer alır.

Eğitimin her aşamasında Türkçemizin öğretimine, doğru kullanımına titizlikle dikkat edilir ve etkili kullanılmasına yönelik becerilerin kazandırılması hedeflenir.

Eğitim anlayışımızın somut tezahürleri olan öğretim programları, insanın bütün yönleriyle gelişimini esas alır. Programlarda bilgi, beceri, eğilim ve değerler; yetenek, ilgi, ihtiyaç ve bireysel farklılıklarla güçlendirilerek ele alınır.

Programların teknik açıdan gerektiğinde yenilenen, güncellenen, sadeleşen bir esnekliğe sahip olması ve aynı zamanda millî, manevi ve insani değerlerimiz istikametinde hayata geçirilmesi amaçlanmıştır.

Özetlersem, bu öğretim programında da öğrenci merkezli bir eğitim sistemi hedeflenmiş ve sonuç odaklı değil, süreç odaklı bir eğitim esas alınmıştır.

Görüleceği üzere bu yeni öğretim programının hedef, yaklaşım ve amacı da bu hükümet zamanında yapılan diğer üç değişiklikle paralellik gösteriyor.

Bu müfredattan istenildiği gibi bir verim ve başarı elde edilmek isteniyorsa, her şeyden önce bu öğretim programının faydasına öğretmenin inanması, öğrencinin de derse hazırlıklı gelmesi gerekir.

Bir diğer husus, bu programın süreç odaklı olması isteniyorsa, sonuç odaklı merkezi sınav sistemini de gözden geçirmekte fayda var. Çünkü sonuç odaklı sınav sistemi durduğu müddetçe güzel hazırlanmış bu öğretim programı da süreç odaklı değil, sonuç odaklı olur.

*11.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli (1) *

Öğretim programı, eğitim ve öğretimin anayasası dense yanlış olmaz.

Öğretim programını değiştirmek tıpkı Anayasa yapmak ve Anayasayı değiştirmek gibi zordur. O yüzden haydi deyince müfredat değişikliğine gidilmez. Bunun için beklenti, konsensüs ve çaba gerek.

Her ne kadar 82 Anayasasını tümden değiştirip yerine yeni Anayasa yapamasak da müfredat değişikliği zaman zaman oluyor.

Bildiğim kadarıyla 2000 yılından bu yana yapılan müfredat değişikliği dört oldu.

En kapsamlı değişiklik, yanlış hatırlamıyorsam, Hüseyin Çelik’in Bakanlığı döneminde 2005-2006 öğretim yılında yapılmıştı. Bunu Ömer Dinçer ve Ziya Selçuk’un Bakanlıkları dönemi izlemişti.

Hüseyin Çelik zamanında yapılan değişikliğe “Yapılandırıcı Eğitim” adı verilmiş. Sonuç odaklı değil, süreç odaklı bir eğitim esas alınmıştı. Yıllık planlarda ilk defa kazanıma yer verilmiş, öğrenci merkezli bir eğitim hedeflenmişti. Performans, ürün dosyası, etkinlik gibi yenilikler düşünülmüştü. Öğretmenden ziyade öğrencinin aktif olduğu bir sisteme geçilmişti.

Ömer Dinçer zamanında 4+4+4 sistemine geçilecek lise zorunlu olmuş, yeni seçmeli dersler konmuş ve haftalık ders saatleri artırılmıştı.

Ziya Selçuk zamanında yapılan değişiklikle, “Çift kanatlı Eğitim” hedeflenmişti. Eğitim ve öğretim adeta iki kanatlı bir kuşa benzetilmiş. Bir kanadı öğretim, diğeri ise eğitimdir. Nasıl ki tek kanatlı bir kuş uçamıyorsa, sadece öğretimden ibaret eğitim ve öğretimin de uçabilmesi mümkün değil. O yüzden öğretim ve bilgiye verdiğimiz önemi ahlak ve erdeme de yani eğitime de vermemiz gerekir. Çocuklarımızı, biri bilim diğeri de ahlak ve erdem olmak üzere çift kanatlı yetiştireceğiz denmişti.

Hem Hüseyin Çelik hem Ömer Dinçer hem de Ziya Selçuk zamanında yapılan öğretim programlarında yeterince verim alınamamasının temelinde, merkezi sınavların olduğunu düşünüyorum. Çünkü merkezi sınavların mantığında süreç odaklı değil, sonuç odaklı bir sistem vardır.

Son müfredat değişikliği Yusuf Tekin’in Bakanlığında yapıldı.

Bakanlık bu değişikliğe gitmeden önce üzerinde epey bir çalışmış, emek sarf etmiş, yeni öğretim programı için dünyadaki öğretim programı modellerini incelemiş, son noktayı koymadan önce taslağı kamuoyuyla paylaşmış, belli süre vererek görüş ve öneri istemiş. Sonunda yeni öğretim programını hazırlamış.

Yeni değişiklik 2024-2025 öğretim yılında 1, 5 ve 9. sınıflar olmak üzere kademeli olarak uygulanacak.

Yeni müfredatın ve yeni bir öğretim yılının hayırlar getirmesini, ülkemiz eğitimine olumlu yönde katkı sağlamasını temenni ediyorum.

Genel hatlarıyla incelediği zaman her müfredat gibi bu müfredatın da güzel olduğunu söyleyebilirim. Bunu daha da güzelleştirecek olan ise uygulamadır. Bu yönüyle paydaşlara önemli görev düşmektedir. Çünkü müfredat ne kadar güzel olursa olsun paydaşlarda aksama olursa program kadük doğar.

Müfredatın satır aralarında dikkatimi çekenleri buraya almak isterim.

Yeni öğretim programına Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adı verilmiş.

Programın genel bakışına “Köklerden Geleceğe” demek suretiyle eğitim ve öğretimin tanımına yer verilmiş. Tanımda eğitim iki ayak olarak görülmüş, bir ayağına geçmiş, diğer ayağına insanlığın geleceğine ufuklar açan bir kapı denmiş. Yani bir ayağımız gücünü daima köklerimizden alacak, diğeri ise geleceği takip edecek. Bununla maddi gelişmenin zirvesi hedeflenmektedir. (Devam edecek)

*09.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

5 Eylül 2024 Perşembe

Manavgat Evliya Çelebi Uygulama Oteli

Manavgat Evliya Çelebi Uygulama Otelinde dört gün konakladım.

İşlek bir cadde üzerine yapılmış otel. Trafiğin gürültüsü, kapısı ve penceresi kapalı otelin içine kadar geliyor. Hemen yanı başında da Uygulama Otelinin Lisesine yer verilmiş. Keşke hem okulu hem de oteli işlek caddenin tam kenarına değil de biraz iç taraflara yapılmış olsaydı daha iyi olurdu. Çünkü tatile gidenler zaten şehrin trafiğinden uzaklaşıp sessiz ve sakin yerde kafa dinlendirmek için soluğu tatil beldesinde alıyor.

Kaldığım odanın balkonu ormana bakıyor. Baktıkça insanın içi açılıyor. Bu yönüyle otelin yeri harika. 

Trafik gürültüsünü artıran hususlardan bir tanesi de kavşağa yaklaşırken belirli aralıklarla çizilmiş beyaz şeritler, yaya ve okul yolu işaretleri. Araçlar bu işaretlere gelince, ister istemez ses yükseliyor.

Otelin geniş bahçesi var. Kafeteryanın olduğu bölüm yeşillendirilmiş. Bahçede at çıkabilir uyarısı dikkatimi çekti. Arka tarafa geçtiğimde iki tane at bir de tay gördüm.

Araçlar güneşten etkilenmesin diye üstü kapatılmış park yerleri oluşturulmuş. 

Otelde kaldığım süre içinde o kadar sessiz ki otelde sadece biz varız intibaı oluşuyor. Akşam olunca hem kapalı hem de kapalı olmayan yerde park edilmiş araçları ve sabah kahvaltısında lokantanın dolu olduğunu görünce otelin dolu olduğunu anlıyorsun. 

Otele girişin sağ tarafında kafeterya var. İsteyen akşam yemeklerini burada yiyebiliyor, çay ve benzeri içecekler buradan ücret karşılığı karşılanıyor. 

Hem yemek hem içecek yönünden zengin bir menüsü var kafeteryanın. Ana yemekler dışında diğer içecek ve yardımcı yemeklerin fiyatlarını astronomik gördüm.

Akşam yemeklerini listeden sipariş vermek suretiyle kafeteryadan giderdim. 23.00'e kadar yemek servisi var burada. Izgara türü yemekleri yapanlar ve servis edenler lise öğrencisi. Başlarında bir usta öğreticileri vardı.

Resimde gördüğünüz ana yemekler vardı menüde. Her akşam farklı ızgara türünden yemek yedik. Usta öğretici zaman zaman yemeklerimizi nasıl buldunuz diye sordu. Şu ızgara köfteyi ve balığı pişiren 9.sınıf öğrenci dedi bir defasında. Yemekleri çok lezizdi bu arada. Daha dokuzuncu sınıfta bu kıvamı yakalayan öğrenci, usta öğretici olduğunda iyi bir aşçı, işi ve mesleği olan nitelikli bir eleman olur. Boşta kalmaz. Üniversiteyi bitirdikten sonra boşta kalan öğrencilere göre bu okulun öğrencileri daha şanslı. 
Başka yerleri bilmem ama sahilde bir otel statüsüne göre fiyatları bana makul geldi.

Açık büfe yemeklere göre bu şekil akşam yemeği hem israfı önleme hem istediğin zaman yemek yeme hem de yemeğin lezzetini alma yönüyle daha iyi.

Daha önce başka yerde görmediğim bir servis türü gördüm bu otelde. İstediğim ana yemeği hiç tabakta yemedim. Dikdörtgen şeklinde tahtadan yapılmış düz bir kap idi önüme gelen. İlk gün tavuk şiş yedim. İki şiş, közde pişirilmiş yarım domates, yarım papya biber ve pilav hepsi birden tahta tabak üzerinde idi. Her gün farklı ızgara türü yedim. Hepsi tahta üzerinde geldi. Servisin bir farklı yönü daha vardı. Her gün çatal ve bıçak kondu önümüze. Hiç kaşık konmadı. Dört gün boyunca pilavı çatal ile yedim. Hayatta çatalla pilav yediğim ilk yer burası oldu. 

Otel temiz ve bakımlı. Çalışanların ilgi ve alakası çok iyiydi. Uygulama oteli olmasına rağmen oturmuş bir otel statüsü vardı. Usta öğreticinin son akşam yemeğinden sonra çay ikram edeyim teklifini de teşekkür ederek geri çevirdim.

Sahile 3,5-4 km olması, işlek caddede olması ve gürültüyü binaya çekmesi yönüyle dezavantajlı olmakla beraber yemyeşil ormana nazır ve şehrin dışında olması, çalışanların ilgi ve alakası avantaj olarak görülebilir.

4 Eylül 2024 Çarşamba

Manavgat'ta Bir Kaportacı

2011 yılında bir aracı almak istedim. Aracı göstermek için aracı olan tanıdığım sanayideki bir arkadaşa götürdü. 

Komşu kaportacıya, arabanın kaportasına bir bak dedi. Kapıları açıp kapattı. Arabaya, önden ve arkadan baktı. Şurada, burada boya var. Araba temiz, alabilirsiniz dedi.

Tavsiye üzerine arabayı aldım. O yıldan bugüne kullanıyorum arabayı.

Bir ara satışa çıkardım. Bir sanayici aradı. Araca baktı. Arka sağ çamurluk ile bagaj kapağının değişmiş olduğunu söyledi. Bu vesileyle aracımda iki parça değişen olduğunu öğrenmiş oldum. 

Nasıl kaportacı ise değişen parça olduğunu ya anlamadı ya da söylemedi. 

Sağ çamurluktan geçtim. Bagaj kapağı sert vurmayla kapanıyordu. Bunu da birkaç defa tekrar etmek gerekiyordu. Bunu da birkaç kaportacıya gösterdim. Uğraştılar, didindiler. Bu, bu kadar olur dediler.

Bagajın sert vurmakla kapanmasından dolayı çok mecbur kalmadıkça bagajı pek kullanmadım.

Araba arkadan darbe yiyince belli ki sahibi adam gibi yaptırmamış. Fazla masraf etmeden alelacele yaptırmış ve satışa koymuş. 

Bizim insanımızın çoğunun böyle olduğunu zamanla öğrendim. Bir ara arabanın camını değiştireceğim. Oto camcı, binici misin satıcı mısın dedi. Ne alaka dedim. Binici isen şu Kore malını takalım. Yok satıcı isen şu Çin malını takalım dedi. Arasında kalite ve fiyat farkı varmış. Şimdilik biniyorum ama satabilirim de. Yalnız satıcıyım diye adi malı takmak doğru olmaz. Sattığım da binici olacak. Kore malını tak dedim.

Döneyim tekrar bagaj kapağına. 

Manavgat sahilindeyim. Eşyaları koyduktan sonra bagajı kapattım. Kapanmadı. Üç, dört, beş defa örtmeye çalıştım. Nafile. Engelleyen bir şey var mı diye baktım. Valizin tutacağı sıkışmış. Kurtardım. Tekrar örtmeye çalıştım. Olmadı. Dikkatli bakınca, kilidi tutacak köprünün kırıldığını gördüm. Olacağı buydu. 13-14 senedir çarpa çarpa bu zamana kadar geldi. Sonunda tatilde iken benden bu kadar dedi.

Bagaj kapanmadan kaldığım otele kadar geldim. Sabaha kadar aküyü bitirmesin  diye bagajdaki lambayı söndürdüm.

Sabah olunca Manavgat sanayisine gideyim mi gitmeyeyim mi diye düşünmeye başladım. Ya Konya'ya kadar bagaj açık gelecektim ya da Manavgat'ta yaptırmalıydım. İyi de Manavgat'ta kimseyi tanımam. Tanıdık kaportacı da olmayınca nasıl gidecektim. Gerçi tanıdıkla pazarlık yapmazsın. Ne isterse onu verirsin. Tanımadığın ise ne isteyeceği belli olmaz. İnsafına artık. Hoş, darbeyi esas tanıdıklar vurur ama gel de bunu bana anlat. 

Oğlanın cesaret vermesiyle Manavgat sanayisine gittik. Gördüğüm ilk kaportacıya, bagaj kapanmıyor, bir bakar mısın dedim. Bakamam, işim var gördüğün gibi dedi. Kime gideyim dedim. Şu arka taraflarda var dedi. Sokak sokak kaportacı aradım. Sonunda bir tane buldum. Usta bir başka araçla uğraşıyordu. Bagaj kapanmıyor deyince, Ramazan, şu bagaj kapağına bir bak diye birine seslendi.

Girişte kapının önüne çömelmiş iki kişiden biri imiş. Adaş, şu bagaja bir bak dedim. Baktı. Kapatmak için birkaç deneme yaptı. Eline anahtarı alarak kırılmış ve yana yatmış dili iyice düzeltti. Sonra örttü. Kapak kapandı. Sonra tekrar açtı. Dili içince yukarıya doğru kaldırdı. Arabayı arka arkaya içeri getirin dedi. Ne yapacaksın dedim. Kaynak yapacağım dedi. Arkada tüp var dedim. Kaçak yoksa sorun olmaz dedi. Güzelce kaynattı. Kaynattığı yerin içine dışına su döktü. Sonra yavaşça kapattı. Kapandı. Tamam dedi. Birkaç defa da ben açıp örttüm. Yay gibi oldu. Kapatmak için sert vurmaya da gerek kalmadı. Bir sevindim bir sevindim. Nasıl sevinmem. Çünkü zor örtülmesinden dolayı arabanın en nefret ettiğim yeri bagajı açıp kapatmaktı. Bundan kurtuldum. Artık sert vurmayacağım.

Tanıdık yok diye korka korka geldiğim Manavgat sanayisindeymiş meğer benim usta. Ustanın hasıymış hem de. Yıllardır süren bagaj nefretimi sonlandırdı. Yaptığı şey de çok basitti aslında. Usta dediğin böyle olur. Arabanın dilinden anlayacak, nereyi nasıl yapacağını bilecek.

Şimdi geldi hesap işine. Eline düşmüştüm artık. Ne isterse vereceğim. Borcum ne kadar dedim. 100 lira dedi. Hiç beklemiyordum bu kadar isteyeceğini. Daha fazla ister diye düşünmüştüm. İkinci sevincim de el emeği oldu. Hem işim görüldü hem de istenen el emeği bir şey değildi. Boşu boşuna endişe etmişim yaban elde kaportacının fırsatçılık yapacağını düşünerek. Ön yargı imiş bendeki meğer. Bu ön yargımdan dolayı kendimden utandım.

Ustanın elinin yönet, işinin ehli olduğunu ve istediği el emeğinin çok makul olduğunu görünce, şu çamurluklara da bir el atıver dedim. İki tarafa da ikişer vida attı. Bagaj kapağı gibi pek iyi olmadı ama söylemiş oldum. Şunu anladım ki bir yeri yapmada eli yönet olanın diğer tarafta eli yönet olmayabiliyor. Tekrar borcumu sordum. 250 dedi. Ödemeyi yaparak teşekkür edip ayrıldım.

Hasılı tatilde bagaj sorununun çıkmasında varmış bir hayır. Çünkü Konya’nın derman olmadığı bagaj kapağı derdinin çözümü küçücük Manavgat’mış. 

Teşekkürler usta. Eline ve emeğine sağlık. 

Dalgalı Deniz

"Gitti ömrünün tamamı" kesimindenim. Çünkü nahiv bilir, yüzme bilmem. Bu yüzden deniz nedir bilmem. Çünkü gitmem. Gidersem de boyumu aşan sudan öteye geçmem ya da masmavi denizi uzaktan seyrederim.

Yüzme bilmeyince tatil kültürü de yok. İlla tatile gideceksem, kaplıcayı seçerim. Çünkü yüzme derdi yok. Kapanıyorsun 1+1 odaya. Dolduruyorsun sıcak suyu. Giriyorsun içine. Yandım Allah diyorsun. Bir 20 dakika yanıyorsun. Bu süre zarfında dünyanın en büyük çilesini çekiyorsun. Yanma ve bu çile karşılığında para ödüyorsun. Adına da tatil deniyor. 

Yazın ne yaptın diyene kaplıcaya gittim diyorsun. 

Ama kaplıcayı oğlan sevmiyor. Ya peşimize takılmıyor ya da suya girmeden odasına kapanıyor. Yüzü gülmüyor ve sıkılıyor. 

Oğlan arkadaşlarıyla denize giderse, biz de kaplıcaya gidelim dedim. Aksilik oldu, oğlan denize gidemedi. Bu yüzden kaplıcayı askıya aldım ve denize gitmeye karar verdim. Ben yüzme bilmesem de bari oğlan yüzsün istedim. 

Nereye gideyim derken dört günlüğüne Manavgat Uygulama Otelinden yer ayırttım. Yüzme bilmesem de otelden sahile bir on beş dakika yürüyerek yürüyüşümü yaparım dedim. 

Yer ayırttığım uygulama otelinde kahvaltı dahilmiş. Bu da benim işime geldi. Çünkü açık büfe oteller pek hoşuma gitmedi. Şundan da alayım bundan da derken aldığım tüm yemeklerden bir lezzet almadım. Üstelik acıkmadan yemek yiyorsun. 

Kahvaltıyı haydi otelde hallettik. Akşam yemeklerini nasıl halledecektim. Otelin kafeterya bölümünde ızgara türünden yemekler yapılıyormuş. İstediğimin siparişimi veriyorsun, Lokanta usulü önüne geliyor.

Otele gidip yerleştikten sonra akşam vakti sahile gittik. Otel ile sahil mesafesi dört km imiş. Haliyle her gün arabayla gittik sahile. Son gün ailem arabayla gitti, ben ise gidiş ve dönüşü yürüyerek yaptım. Bu vesileyle yürüyüş güzergahlarım arasına Manavgat'ı da dahil etmiş oldum.

Dört gün boyunca denizi çok öfkeli gördüm. Çünkü çok dalgalıydı. Buranın denizi hep mi böyle yoksa beni geldi diye mi dalgalı idi, bilemiyorum. Belki de deniz kim, sen kim dedi bana.

Güya boyumu aşmayacak kadar ilerleyip suya girmiş olacağım. Ama dalgalar pek ileriye gitmeme imkan vermedi. Çünkü arka arkaya gelen dalgalar önce boyumu aşıyor, sonra kenara doğru çarpıp yere vuruyor. Dengeyi kaybedince mide ne kadar alırsa artık tuzlu suyu istemeden içiyorsun. İyi boğulmadım diye seviniyorsun.

Hemen ayağa kalkıp daha yıkılmadım diyorsun. Daha da gelmez bu dalga diyorsun. Ama nerde. Beni yere çarpıp yıkan dalganın o kadar hoşuna gitmiş olmalı ki gitmesiyle gelmesi bir oluyor.

Sonra yavaş yavaş tecrübe kazanıyorsun. Uçsuz bucaksız denize bakıp ileriden dalgaların gelip gelmediğini anlayabiliyorsun.

Dalganın büyüğünün geldiğini anlamak için bir başka tecrübe daha edindim. O da kenardaki sular önce içe doğru çekiliyor. Sonra çekilen suya yeni sular eşlik etmek suretiyle topluca dalga olup sana saldırıya geçiyor. Bunu öğrenince sular çekilmeye başlar başlamaz biraz daha kenara geçiyorum.

Dalgaların ve dalgalı denizin bir faydası var. Yüzme bilmeyen benim gibileri korkutuyor ama içine çekmiyor. Bu korku sana yeter deyip kenara atıyor yani boğmuyor. Adeta dalga geçiyor. Yani kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyor.

Hasılı, içine girip dalgalara maruz kalmasam, dalgaların bu kadar etkili olduğuna inanmazdım. 

Siz bana benzemeyin. Ne yapıp ne edip yüzmeyi öğrenin derim.

3 Eylül 2024 Salı

Sudan Ucuz Olmayan Su

Yan tarafta gördüğünüz liste bir uygulama otelinin kafeteryasında ki fiyat listesi. Listedeki fiyatlardan küçük ve büyük suyun fiyatları dikkatimi çekti: 0,5 Lt su 20 TL, 1,5 Lt'si ise 40 TL. 
Fiyatları nasıl buldunuz bilmiyorum ama bana fahişin fahişi geldi bu fiyatlar. Aynı suyun küçüğünü marketlerde 3,5 liraya, büyüğünü 10 liraya almak mümkün. Tamam, kafeteryada fiyatlar market fiyatlarıyla aynı olmasın ama bu kadar da fiyat uçurumu olmasın. 
Belediyelerin şebeke suyu fiyatları belediyeden belediyeye farklılık gösterse de herhalde hiçbir belediyenin 1 ton su bedeli 40 lira değildir. Diyelim ki tonu 40 lira olsun. Bir ton su ile epey bir ihtiyacımızı giderebiliriz. 1,5 litre ile susuzluğu gidermenin dışında hiçbir işimizi yapamayız. 
Hasılı 1,5 litre suyu 40 liraya satan uygulama otelinin kafeteryası devletin bir kurumu. Devletin kurumu böyle fahiş su satıyorsa, özel sektör kaça satmaz. 
Aynı uygulama otelinin salata fiyatlarına yer vereyim. 140 ila 170 arasında değişiyor fiyatlar. Yardımcı yemek dediğimiz salata fiyatları bu ise ana menü yemekleri ne kadar olur, varın siz düşünün. 
Ana menüye de yer vereyim. Gördüğünüz gibi 200 ila 350 arasında değişiyor fiyatlar. Küçük ve büyük şu ve salata fiyatlarını gördükten sonra ana yemekler çok ucuz geldi bana. 

2 Eylül 2024 Pazartesi

Üzmeye Değen İnsan Tipi *

Sorsalar, insanın en kötüsü kimdir diye bilirim bunun tek cevabı yoktur.

Kim, neden muzdarip ise ona göre cevap verir:

Kincisi, hasetçisi, içten pazarlıklısı, yüze gülüp arkadan vuranı, niyet okuyucusu, gıybet yapanı vb. hoş görülmeyen özellikler sayılabilir. 

Bunların içerisine laf taşıyanı da eklemek hatta en başa koymak lazım. Çünkü bana göre insanın en kötüsü laf taşıyan kimsedir. Bunlara gammaz yani ispiyoncu denir. Halk arasında koğucu da denir. Kısaca söz getirip götüren kimsedir. 

Bu tiplerin görevleri, "birinin bir kimse için ya da başkasının onun için söylediği kötü sözleri, aralarını açmak amacıyla kendilerine ulaştırmaktır”. 

İlla arayı açmak gibi bir niyetleri olmayabilir bazılarının. Çeneleri düşük olduğu için gördüklerini, duyduklarını aktarırlar.

Bunu yaparken iki kişinin arasını açabileceğini hiç hesaba katmazlar. Güya söyleneni aktarmakla o kişiye iyilik yaptığını bile sanırlar. 

Ağızlarında bakla ıslanmayan bu tipler laf taşımayı marifet bilirler. 

Asla güven vermezler. 

Bu özelliğini bilenler, bu tiplerin yanında ne söyleyeceği konusunda kelime ve cümlelerini seçer. 

Koğuculuğu; 

Ara açmak amacıyla kasten yapıyorlarsa bu tiplerden korkulur. 

Sonucunu düşünmeden laf getirip götürüyorlarsa ahmak insandırlar. Bunlardan da korkulur. 

İnsanların arasını açıp içten içe oh olsun, beter olun sevinci yaşıyorlarsa yine korkulur. 

Niye söyledin dendiğinde, ne var bunda, o zaman söylemeseydi şeklinde kendini savunmaya kalkarsa yine korkulur. 

Bu tiplerin, ara açıldıktan sonra tüh deyip pişmanlık duyması çoğu zaman sahtedir. 

Bu tiplerden dost olmaz. Olsa olsa düşman olur.

İnsanların en şedidi olan bu tiplerin en büyük faydası, duyulmasını istediğin bir şeyi bu tiplere duyurmaktır. Hoparlörden ve ajanslardan daha etkilidir bu tipler. Kısa zamanda en ücra yere kadar lafı ulaştırırlar.

Çevrenizde vardır böyleleri. Akıl sağlığınız için bu tiplerin yanında susmanız, onlara malzeme vermemeniz en akıllıca harekettir. Hatta susma orucuna niyetlenmeniz çok iyi olur. Şayet sizden başkasına götürecek bir malzeme bulamazlarsa, bu tiplerin en büyük üzüntü duydukları gündür. Çünkü malzeme bulamadıkları her an onları kahrı perişan eder. Onları üzmeye değmez mi?

*06.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.