25 Ağustos 2024 Pazar

Kota *

Market ve pazardan alışveriş yapan tüketiciler ürün bolluğundan yeterince faydalanamasa da görünen o ki bu sene mahsul çok. İhracat da olmayınca üretilen mahsul iç piyasaya fazla geliyor. Komisyon ve hal esnafının verdiği rakam çok komik kaçınca bu da üreticiyi kara kara düşündürüyor. 

Ekip kaldırdığı para etmeyen çiftçiler kara kara düşünmeyi bir tarafa bırakıp seslerini duyurmak için endi çaplarında eylem yapmaya başladılar.

Sosyal medyada gördüğüm kadarıyla toprağa ekilip biçilen hiçbir şey çiftçinin yüzünü güldürmeyince;

Kimi maliyeti kurtarmıyor kimi işçi parasını karşılamıyor diye mahsulünü tarladan kaldırmıyor. 

Kimi, hal, maliyetin çok altında fiyat verince tonlarca ürününü hayrına dağıtıyor.

Kimi yetiştirdiği karpuzun üstüne düğün davetiyesi yapıştırarak davetlilerine karpuz hediye ediyor. 

Kimi yol kenarlarına döküyor mahsulünü. 

Kimi seneye ekersem iki olsun diye pişmanlığını ifade ediyor. 

Kimi sinirinden ağacını kesiyor. 

Kimi emek sarf edip ürettiği mahsulü eline alarak yere fırlatıyor.

Kimi traktörleriyle zincir oluşturarak ana yollar üzerinde tepkisini dile getiriyor.

Tüm bunlar gösteriyor ki bir tarım politikamız yok. Vatandaş istediği tarlaya istediği mahsulü dilediği kadar ekebiliyor ve ekmiş.

Biri tarlasına bir şey ekince diğer çiftçi de aynısını ekmiş. 

Ekerken, kimse herkes aynı türden ürün ekerse ürünümüz para etmez, elde kalır, zarar ederiz, içinden çıkamayız, biz bari farklı ürün ekelim diye düşünmemiş. Düşünemez de. Çünkü çiftçi sadece ektiğini ve tarlasından alacağı mahsulü bilir. 

Halbuki ihracat olmadığı müddetçe bir ülkenin iç piyasasında hangi üründen kaç tona ihtiyaç olduğu hususunda yetkililerin bilgisi vardır. 

Tarım, ziraat odaları, il ve ilçe müdürlükleri, Tarım Bakanlığı, kısaca bu işin etkili ve yetkili sorumluları niçin bir planlama ve yönlendirme yapmaz insanımızı. Hangi bölgeye, ne kadar hangi üründen ekileceğini belirlemez. Çok mu zor şu üründen şu şu bölgelere şu kadar tarlaya bu kadar ekilecek demez.

Tüm bu olup biten ve elde kalan mahsul, devletin ürünlerde kota uygulaması gerektiğini düşündürüyor.  Pekala kota konur. Bir üründe bu ülkenin ihtiyacının yüzde yirmiden fazlasının ekilmesine izin verilmez. Böylece çiftçinin ürünü elinde kalmaz. 

Bir diğer husus, tarladaki mahsul ile tereklerdeki fiyat uçurumu. Tarlada bir lira etmeyen ürün market ve pazarlarda en az 25 lira etiketle satılıyor. Arada bu kadar uçurumun olması da garip.

Tamam, marketlerde elektrik, su, kira, personel, fire, nakliye ve otoban ücreti gözetilir fiyatları belirlerken. İyi de çiftçinin bu giderleri yok mu? Üzerine gübre, ilaç gibi maliyetleri var.

Bunun için de yetkililer bir şeyler yapabilir. Mesela, çiftçiye ürün başına destek verebilir. En azından maliyetini karşılasın. Tereklerde ürünün daha uygun fiyata satılabilmesi için firmalara nakliye ve yakıt indirimi sağlanabilir...

Kısaca başta kota olmak üzere bu ülkede tarıma dair planlama ve düzenleme şart.

*02.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Bir Güzel Örnek

"Yolcuyuz, feribot saatini beklerken mecburen camiye sığındık. Çocuğumuz hasta olduğu için prizi kullanarak hava verdik, sıcaktan dolayı da klimaları kullandık. Kullanım ücreti olarak bir miktar para bırakıyorum. Hakkınızı helal edin."

Bu notu, ailesiyle KKTC’ye gidecek bir vatandaş, feribotun hareket saatini beklerken Silifke'de bir camiye girip caminin klimasını bir müddet kullanmasının ardından camiden ayrılırken yazmış ve  kullandığı priz ve çalıştırdığı klima karşılığında 200 TL bırakıp gitmiş. 

Bırakılan bu not ve para haberlere konu oldu. Ki olması da gerekir. Çünkü güzel bir örnek. Bu örneğe ve yazılan nota da duygulanmamak mümkün değil. 

Örneklerine basında fazla rastlamasak da bu tür güzel örnekler bu ülkede oluyor. Bir ara yakacak odunu kalmayan bir üniversite öğrencisinin ısınmak için caminin odunluğundan aldığı odun için de bu şekil para bıraktığını okumuştuk gazetelerde. 

Yine "Çöpte bulduğu şu kadar parayı emniyete teslim etti" haberleri de bize yabancı değil. 

Tüm bu ve daha fazlası örnekler bu toplumda oluyor. Bu örneği okuduğumuzda, bir taraftan duygulanırken bir taraftan da küçüklüğümüzde sıkça duyduğumuz "Askerimiz savaşa giderken girdiği bağın üzümünü yiyip yediği üzümün karşılığını üzüm çubuklarına iliştirirdi. İşte biz böyle bir milletiz" örneğini hatırlatıyor bize. Yine çoğu zaman anonsla ya da bir dükkanın camına yazmak suretiyle bir miktar para bulunmuştur. Müracaat şuraya gibi örnekleri de görüyoruz.

Evet biz böyle bir milletiz. Yalnız hep mi böyleyiz? Keşke böyle olsak. Çünkü böyle güzel örneklerin yanında öyle kötü örneklerini okuyoruz ki biz ne ara böyle bir millet olduk şeklinde hayıflanıyoruz. Şu tür haberleri de çok okuruz: “Taksisine aldığı kişi tarafından öldürüldü. Yaşlı kadının evine girip altınlarını aldıktan sonra kadını öldürdü. ATM'den parasını çeken yaşlı, kapkaççı tarafından soyuldu. Kadının çantasını almak için kadını sürükledi. Depremde enkaz altında imdat çığlığı atan kadının kolundaki bileziği almak için bileği kesildi. Caminin halısı çalındı. Caminin muslukları söküldü. Camiden tayini çıkınca lojmanı balyozla yıktı, caminin ağaçlarını kesti.” gibi.

Maalesef kötü örnekler çok. Bu kadar kötü örneklerin içinde az sayıdaki iyi örnekler göğsümüze su serpiyor. Bu az sayıdaki güzel örneklik bu toplumun mayasının temiz olduğunu gösteriyor. Aileden alınan bu güzel örnekliklerin okul, çevre, basın, etkili ve yetkili kişilerin kötü örnekliğiyle sümen altı olduğunu düşünüyorum. Çünkü üzüm üzüme baka baka kararır. Kötü örnekler etrafımızı o kadar sarmış ki iyi örnekleri mumla arar olduk.

Hasılı iyi örneklerle, kötü örnekler arasında iki zıt toplum veya insan örnekleriyle aynı toplum içinde yaşayıp gidiyoruz.

Temennimiz fıtrattan gelen temizliğimizin ve aile terbiyesinin ön plana çıkarılması ve iyi örneklerin haber değeri taşımayacak kadar çoğalmasıdır.

Bunun için bu güzel örneklerin derlenip  toparlanması, okullarda okutulan adabımuaşeret,  din kültürü, hayat bilgisi ve sosyal bilgiler gibi derslerde işlenmesi. Çocuklara biz buyuz, daha doğrusu siz busunuz imajının verilmesi. Bize ait olmayan şeylere el uzatılmaması, amme malına göz dikmememiz gerektiği bu şekil güzel örneklerle işlenmesi gerekir. Gazete kupürlerinin kitaplarda yer alması sağlanmalıdır.

Buradan, her ne kadar cep telefonları şimdilerde toplansa da boşluk doğduğu zaman öğrenciler, okul idaresine cep telefonlarını teslim etmemesi konusuna gelelim. Öğrenciler teneffüs ve öğle arası cep telefonlarından oyun oynamak suretiyle telefonlarının şarjı dayanmıyor. Çoğu öğrencinin şarj aleti de yanında oluyor. Fırsatını bulduğu zaman prize takmak suretiyle telefonunu şarj ediyor. Bir öğrenciyi gördüm. Okulun son haftası üçlü ile gelmiş okula. Sınıfın prizinden oturduğu yere kadar seyyar üçlüyü uzatmış. Hem oyun oynuyor hem de telefonunun şarj ediyor. Bir şarjdan ne kadar elektrik gider diye düşünmemek lazım. İstersen bir kuruş elektrik harcasın. Böyle okul prizini kullanan öğrenci, hocam, telefonumu şarj ettim. Şu kadar parayı okula veriyorum diyebilmelidir. Pekala bu duyarlılık oluşturulabilir. Çünkü kullanılan elektrik bir kamu malıdır. Küçük şeylerde duyarlılığı kaybedersek büyük şeyleri götürürken hiç duyarlılığımız kalmaz.

Hangi Tipsin? *

Nevzat Tarhan'a göre kaygıyı yönetme açısından A, B, C olmak üzere üç insan tipi vardır:

A tipi insanlar: Sünger tipi insanlar da deniyor. Özellikleri:

Aceleci, sabırsız, pervasız hareket ederler. 

Bunlarda kaygı çok yüksektir. 

Hedefe ulaşmak için her şeyi yaparlar ama kendilerini yer bitirirler. 

Bütün stresi alırlar. Stresi aldıkları için sünger gibi emerler, çökerler ve tükenmişlik duygusu yaşarlar. 

Psikiyatri ofislerine, iç hastalıkları ofislerine çok giden kişilerdir. 

C tipi insanlar: Teflon tipi insanlardır. Özellikleri:

Gamsız, duyarsız, umursamazdır. 

Başkasını yakar, kendi yanmaz. 

Acı çektirir. Kendisi gamsızdır. 

Etkilemez, etkilenmez. 

Bencildirler, rahattırlar, parazittirler. 

Hep başkasının sırtından beslenirler. 

Elinde güç varken o insanların etrafında insan vardır. Ama güç yokken yalnız kalırlar. 

B tipi insanlar: Kauçuk tipler, elastik tipler denir.

A ve C tipi insan tipi arasında denge sağlayan kişilerdir.

Olaydan bir şey öğrenirler ve tekrar eski hallerine gelip yollarına ve hayatlarına devam ederler.

B tipi olursanız, hayatta stresi de yönetirsiniz.

Bu tiplerin ortalama ömrü de uzun oluyor bu kişilerde.

Bu üç insan tipinden hangisi olmak isterseniz, seçin beğenin birini diyeceğim ama sanırım seçim insanın kendi iradesinde değil. Öyle olsaydı, herkes B tipi yani kauçuk ve elastiki tip olmak isterdi. Sayıları az olsa da bu tip şanslı insanlar var.

A tipi insan ile C tipi insan sayısı öyle zannediyorum toplumda çok. Ya çok acelecidir ya da çok gailesiz. A tipi kendini yer bitirirken etrafına da pozitif enerji vermez. Ortamı germede üstlerine yoktur. C tipi insanlar ise Sayın Tarhan söylememiş ama o rahatlıklarıyla etrafına saç baş yoldururken kendileri çok uzun yaşarlar.

*28.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

23 Ağustos 2024 Cuma

Promosyon Uğruna Hepsi (2)

Hesabımdan para çekmem lazım. Şu bankadan diğer hesaplarıma havale yapayım da o bankaların ATM'sinden para çekeyim derken Kayalıparkta bu bankanın şubesini gördüm. Ne arıyordu bu bankanın şubesi burada. Halbuki kaç defa geçmişliğim var bu bankanın önünden. Demek ki hiç dikkatimi çekmemiş.

Bankanın önünde iki adet ATM var. İçeri girmeden çekeyim dedim. Bankanın İnternet bankacılığına girdim. Ara ki bulabileyim karekökü ve okutarak para çekebileyim. İçerideki görevliye sordum. O da epey aradı. Önce açık değil dedi. Sonra buldu. ATM'ye yanaştım. Para yokmuş ATM'de. 

Hoş para olsa da günlük limit 10 bin imiş. Çeksem de işime yaramayacak. 

Bari bankadan çekeyim diye içeri girdim. Hesabımdaki parayı günlük limitin üzerinde çekebilir miyim dedim. Maaş hesabı ise hepsini çekebilirsiniz. Şuradan sıra alın dedi görevli. 

Aldığım sıraya göre önümde 4 kişi vardı. İyi, az bekler hepsini buradan çekerim dedim. Üstelik burası bankanın merkez şubesi imiş. 

Beklerken, oturduğum yerin yanında, içeride de bir ATM varmış. Buradan 50 bin liraya kadar para çekebileceğimi öğrendim. Ama ne ben çekebildim ne de başkası. Çünkü içerideki ATM bozukmuş. Merkezden kod almak suretiyle ATM’yi açıp tamire başladılar. Bunu yapmak için de üç kişinin işlem yaptığı, sıradan çağırdığı görevliden biri yerinden kalkarak ve işlemi keserek bozuk ATM'nin tamiri yapılırken başlarında beklemek için geldi. Belli ki bankanın en yetkilisi. Onun görevi tamirden ziyade biri tamir için uğraşırken önünde beklemek olduğunu beklerken öğrendim. Tamir edenin de tamirden anlamadığına kanaat getirdim. Çünkü telefon açmadığı yer kalmadı. 

Süreci izlemekle görevli kızımız bozuk ATM'nin önünde bekleye dursun. İçerideki on, on beş kişi de bekliyoruz. Çünkü çalışan üç kişiden biri içerideki ATM'nin tamirini izlemekle sorumlu. İki taneden biri dışarıdaki ATM’yi tamir için kalktı. Çalışan bir vezne var. O da önüne aldığını bırakıvermiyor. Kod gönderip kodu istiyor. Kodu söyleyecek kişi de çantasının içindeki telefonu çıkarmakla meşgul. Önce fermuarı açıyor. Sonra çantanın içinde elini karıştırarak telefonunu arıyor. Ardından uzatılan evrakı imzalıyor bir taraftan. 

İçerideki ATM yapılmadan dışarıdaki ATM'yi yaptı ikinci çalışan. Tam koltuğuna oturmuştu ki kiralık kasası olan bir müşteri için alt kattaki kasaya gitti. Tek çalışan ise kah 6000'li kah 4000'li kah 9000'li numaradan sıra bekleyen kişi çağırdı. Tam sıra bendeydi halbuki.

Ara ara bireysel bankacılık işlemi için bekleyen varsa alabilirim sesi geldi bir yerden. Bunu birkaç defa aralıklı olarak söyledi. Kalkıp giden olmadı. 

Tüm bu bekleme esnasında, içerideki ATM'nin tamirini bekleyen iki kişi isyan etti. Niye bekliyoruz böyle. İşimiz var gücümüz var. Hani hiç sıra ilerlemiyor. Zaten üç kişi çalışıyor. Onlardan da sadece biri aktif. Yok mu başka çözüm öneriniz? İlla başka bankaya mı gidelim dedi. 

İçerideki ATM tamirini izlemekle yükümlü kızımız, o sizin bileceğimiz bir şey beyefendi. Başka bankaya da gidebilirsiniz. Ben burada beklemekle yükümlüyüm. Koltuğuma geçip sıradan kimseyi alamam. Zafer'deki şubemize gidebilirsiniz. Orada da içeride ATM var. Yalnız ATM aktif mi değil mi bilmiyorum dedi. Kasada çalışan bir kişiye talimat vererek içerideki ATM'nin çalışıp çalışmadığını sormasını istedi. Oradaki ATM’nin aktif olmadığı haberi verildi. Bunu pekala kendi de yapabilirdi halbuki. Demek ki çalışanın iyisi iş yapmaz, iş yaptırırmış dedikleri böyle bir şey olsa gerek.

Nihayet bana sıra geldi. Kimliğimi uzattım. Şu kadar para çekeceğim dedim. Buradan çekerseniz 40 lira farkı var dedi. İyi de aynı banka dedim. Şube farkı imiş bu kırk lira. On bin çeksem de mi bu fark var dedim. Evet cevabını aldım. Kalsın deyip çıktım. 

40 değil, 1 lira da fark olsa vermem. Niye vereyim.

Hasılı bir saat, içeride boşu boşuna beklemiş oldum. Keşke bankayı görmemiş olsaydım. Niyetim İnternet bankacılığı üzerinden bir o bankaya bir bu bankaya bir öbürüne havale edip işimi görecektim. Güya o bankanın ATM'si, bu bankanın ATM'si dolaşıp durmayayım. Üstelik çoğu ATM para vermiyor. Para verse de ellilik mi verecek, yüzlük mü verecek, iki yüzlük mü, şansına artık. Vara ATM ATM dolaşsam iyiymiş. Önümde dört kişinin olduğu bankanın içinde beklemek bir saatime mal oldu. İşimi de görseydim bari beklediğime değdi derdim. 

Ama bunu öğrendiğim iyi oldu. İşim yok, avare avare dolaşıyorum. Vakit geçirmek istiyorum. Böylesi durumlarda benim yeni yetme bankanın merkez şubesine gelip bir sıra alacağım. Mesaiyi içeridekilerle beraber doldurmuş olurum. 

Gittiğim yer bankanın merkez şubesi. Bir de şubesine gitseydim, bu dört kişilik sıra için ne kadar beklerdim bilemiyorum. 

İşte böyle yani yeni yetme bankalar üç beş kuruş fazla promosyon almak için. Görevliler personeline caka satmak ve şu kadar promosyona imza attık demek için buluyor böylesi yeni yetme bankaları. İyi ki bu promosyon çıkmış. Değilse avımız dan ölecekmişiz. Devlet bankası bile bu kadar ağır ve hantal çalışmaz. İnanın böyle iş bilmez özel bir bankayı da ilk defa bu vesileyle öğrenmiş oldum. Değer mi üç beş lira fazla promosyon için böyle adı sanı belli olmayan bankalarla maaş anlaşması imzalamaya? Bence değmez. 

İşin ilginci, Çumra'dan açtırdığım maaş hesabımdan, yüklü miktarda para çekmek için Konya'daki bir şubesine gittim. Tüm paramı çekeceğim dedim. Verdiler ve bir kuruş fark bile almadılar. Fark alsalardı, verecektim de üstelik. Çünkü Çumra nere, Konya nere. Benden kırk lira fark isteyen bankanın merkez şubesi Kayalıparkta, şubesi de Zafer'de imiş. Dedim ya böylesi ucuz, adı sanı belli olmayan ve aynı şube olmadığı için fark isteyen bu bankayla çalışmak, promosyon için sadece. Değer mi promosyon için iş bitirmez böyle bankaları bulmaya? 

Gerçi promosyon anlaşması için yeni yetme bankaları bulan kurum yöneticilerine de bir şey dememek lazım. Çünkü kurum müdürü köklü bir bankayla makul bir promosyon anlaşması yapsa, personel, falan kurum şu kadara anlaşmış. Bizim ki niye düşük şeklinde eleştirmeye kalkıyor. Bu durumda kurum müdürleri ne yapsın. 

Promosyon Uğruna Hepsi (1)

Köklü bankalar var bir de adı sanı duyulmamış bankalar.

Köklü bankaların her bir yerde şubesini görmek mümkün. Aynı zamanda ATM'lerini de bulabilirsiniz. 

Yeni yetme ve adı pek duyulmamış bankaların ise ne doğru dürüst şubesi var ne de ATM'si.

Tercih, köklü bankalar olması gerekirken pek tanınmayan şubelerden hesap açtırmak, onlarla maaş sözleşmesi yapmak, onlarla iş yapmak hiç akıl kârı değil.

Ama yapılıyor. Nedeni de promosyon belası. Kurumlar, okullar yeni bir maaş sözleşmesi yapacağı zaman yeni ve eski hepsinin kapısını çalıyor ya da onlar gelip seni buluyor. Promosyonlarda da uçuk kaçık rakamlar havada uçuşunca, işin içine para girince çoğu kurum yeni yetme bankalarla maaş sözleşmesi yaparak imzayı atıyor. 

Yeni okul değiştirince şu bankanın şu şubesinden hesap açtırın dediler. İsmini ilk defa duyduğum, böyle banka da var mıymış diye hayret ettiğim bankayı araya araya buldum. 

Bir hesap açtırma işi bir yarım saati geçti. Bir işlem yapıyor. Beyefendi size bir kod gelecek söyler misiniz diyor. Elime telefonu alıp koda bakıyorum. Ama kodu kimseye söylemeyin diyor burada diyorum. Olsun, bize söyleyin diyor görevli. Gelen kod sayısını unuttum. Onlar gönderdi, ben söyledim. Bir ara bir 850 numara aradı. Bu numara da sizden mi dedim. Evet, açmanıza gerek yok dedi. Ayrılmadan önce adıma düzenlenen bir kartı da verdiler. 

Kredi kartı istiyor musun demeden adıma kredi kartı da düzenlediler. Düzenlenen ve yapılan her işlem için de okumadan atmadığım imza kalmadı. 

Ayrıldıktan sonra limitimiz yeterli olmadığından adınıza düzenlenen kredi kartını gönderemiyoruz mesajı geldi. Nasıl düzenlesinler. Cebimde başka bir bankanın kredi kartı var. Durmadan kartın limitini yükseltiyor. 

Çıkışta şu verdikleri kartın şifresini değiştireyim dedim. Gelen kodla şifremi değiştirdim. Hesabımda 30.000 TL vardı. Ek hesap da açmışlar meğer. Ek hesap ister misiniz diye de sormadılar. 

Belli ki kredi kartı ve ek hesap promosyon anlaşmasında olan maddeler. 

Okul ya da banka, hesabıma bir promosyon göndermese de banka günlük birkaç defa ek hesap yanınızda. Nakitsiz kalmayın mesajı gönderiyor.

İki ay olmadan talebiniz üzerine ek hesabınız 62 bin liraya yükseltildi mesajı geldi. Ne ara talep ettiğimi hatırlamıyorum. Belli ki otomatik yükseltiyor banka. İmzaladığım evraklardan bir tanesi de ek hesap güncellemesini onaylıyorum olmalı. 

Altına imza attığın şeyde ne yazdığı okunmaz mı? Okunmuyor işte. Okuyayım desem zaten kıyamet kopar. Çünkü okumamak için hazırlamışlar. 

Nasıl okuyacaksın ki. 2014 yılında bir bankayla maaş anlaşması yaparken şu altına imza attığım evrakı bir okuyayım demiştim de ama beyefendi saatleri alır okumak demişti bankacı. Benim acelem yok. İşim de yok. İlk defa bir iş buldum. Şurada okurum demiştim de bankacı şaşırmıştı. Ardından gülüp imzalamıştım da veznedeki görevli derin bir nefes almıştı.

Neyse geleyim yeni yetme bankama. 

İnternet bankacılığına girdim. Diğer bankaların İnternet bankacılığından çok farklı idi. Alışmak zamanımı alacak. Tam alıştım derken okul yeni bir bankayla çalışırsa hiç şaşmam. 

Şimdilik bu banka tarafından hesabıma para yatınca diğer banka hesaplarıma havale yapıp işimi görüyorum. 

Yeni yetme bankanın bir iyiliği var. Maaşınız yattı Ramazan Bey mesajı gönderiyor. Adıma bey diye hitap edilmesi hoşuma gidiyor tabi. Nasıl hoşuma gitmesin. Daha eşim bile bana bey demedi bugüne kadar. Üstelik 6 yaş da büyüğüm kendisinden. (Devam edecek) 

22 Ağustos 2024 Perşembe

Trajikomik Bir Soyadı Değişikliği (2)

Nihayet karar çıkar. Soyadı değişikliği kabul görür. Kararın gerekçesinde başka ne var bilmiyorum. Yalnız bir madde var ki amcaoğlumun belini büker. Çünkü yarım sayfalık bir ilan metninin ulusal bir gazetede yayımlanması da var. 

Yine de soyadı değişikliğine amcaoğlu sevinir. Niye sevinmesin, yılan hikayesine dönen mahkeme sonuçlanmış ve her ay pazartesi günleri dükkanını kapatmak zorunda da kalmayacaktı. 

Hakimin şu şekilde basında çıkacak dediği metni eline alır. Soluğu Konya'da alır. Giderken de biri akıl verir. Bu ilanı fotokopi ile iyice küçülttür. Çünkü ne kadar küçük olur ve az yer kaplarsa o kadar az para ödersin der. Amcaoğlu, fotokopiciye girer. Ne kadar küçültebilirsen küçült der. Adam birkaç defa küçültür. Her küçültülen fotokopiyi daha da küçült der. Niye diye sorar kırtasiyeci. İlana az para ödeyeyim deyince, ilan metninin fiyatı, sayfanın küçüklüğüne göre değil, kelime ya da harf sayısına göre olur der. 

Amcaoğlum, sora sora basın ilan kurumunu bulur. Çünkü ilk defa yolu düşer. 2000 öncesinin şartlarında ilan metni için 600 bin lira para çıkar. 

Parayı duyan amcaoğlunun nevri döner. Nedin lan sen, sen kendinde misin deyip ağzına geleni sayar. Varsın benim soyadım Yüce değil, Yuca kalsın. Yuca'yım  Yuca der. Küplere biner.

Basın ilan kurumundaki görevli, kardeş, hakimin anayı, babayı, onların baba ve annesini karıştırmasına gerek yoktu. Kısaca T. Yuca, soyadını Yüce olarak değiştirmiştir dese yeterli olur, bu kadar da ödemezsin, tarife düşer. Sen hakime bu durumu anlat diye yol gösterir. 

Aklı alan amcaoğlu ilçeye döner, hakimle görüşür, olmaz der, yazı işleri müdürüne durumu anlatır olmaz der. Araya girsin diye belediye başkanına çıkar, avukatı devreye sokar. Kimlerin kapısına gider, sayısı yoktur. Hakim kararından vazgeçmez ve metni kısaltmaz. 

Amcaoğlu soyadı peşine düşmekten vazgeçer. Bırak kalsın der.

Bir zaman yolu yine basın ilan kurumuna düşer. Akıl veren görevliye durumu anlatır. O da tüm bu görüştüğün kişilere gerek yok. Yazı işleri müdürü metni kısaltsa, bir yazı yazıverse, hakimin ismini açsa, diğer imzalanacak evrakın arasına koysa, hakim çoğunun içeriğine bakmaz. Gözü kapalı imzalar şeklinde yeni bir akıl verir. 

Yazı işleri müdürü yeni kısa bir metin hazırlayarak diğer evrakların arasına sıkıştırarak imzaya sunar. Dediği gibi hakim imzalar. Sormadım ama imzalayan hakim başka biri olmalı. Çünkü gelen hakim kısa süreli gelir, sonra tayini çıkar gider. Mahkeme sürecinden beri değişen hakim sayısı çoktur. 

Yeni kısa metnini amcaoğlu alır, tekrar basın ilan kurumunun yolunu tutar. Giderken de markete girip 2,5 litrelik bir Cola alır, yardım edip yol gösteren memura hediye etmek için. O zamanlar kola boykotu yok tabi. 

Yeni ilan ücretini hatırlamıyorum ama arada o kadar ay ve yıl geçmesine rağmen sanırım 300 bine düşmüş rakam. 

Yarı yarıya fiyatın düştüğünü gören amcaoğlunun keyfine diyecek yok. Mutluluktan uçuyor. Hemen parayı sayıp verir. Aynı zamanda kardeşim, sen kırık dölü değilsin, kırık dölü değilsin tamam mı der. Adam ilk defa duyuyor olmalı ki. Bu ne demek diye sorar. Hızlı hızlı ağzının içinden bazı harfleri yutarak konuşan ve bazı söylediği kelimeleri tekrar eden amcaoğlu, iyi bir şey iyi bir şey der. Aynı zamanda elindeki Cola'yı da şunu benden iç diye görevliye uzatır. 

Görevli rüşvet olur diye almaz. Bir süre alırdın almazdın mücadelesi olur. Ne rüşveti kardeşim, dedim ya sen kırık dölü değilsin. Bu kola sana anamın ak sütü gibi helal der. Güç bela Cola'yı verir. Üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi sevinçle dışarı çıkar. 

Yıllarca süren bir soyadı değişikliğini bitirmenin, kararın lehine çıkmasının sevinciyle ilçenin yolunu tutar.

Ertesi günü ilk iş olarak Yuca soyadını taşıyan nüfus cüzdanlarının toplayarak elindeki ilan metniyle birlikte nüfus müdürlüğüne çıkar. Yüce soyadlı yeni kimlikleri çıkartır. 

Amcaoğlumun başından geçen bu soyadı değiştirme serüvenini esas kendi ağzından dinlemek lazım. Hem anlatır hem güler hem sinirlenir hem de dinleyenleri katıla katıla güldürür. 

Trajikomik Bir Soyadı Değişikliği (1)

Beldemiz bir başka belde ile birleştirilmek suretiyle Güneysınır adını almıştı, sanırım 90 yılında. Daha önce bağlı olduğumuz Çumra ilçesinden nüfus kütükleri aktarılırken soyadı kanunundan beri taşıdığımız Yüce soyadı, nüfus müdürlüğünün hikmeti bilinmez ve hikmetinden sual olunmaz gerekçesiyle Yuca'ya dönüşünce, mahkeme kararıyla yeniden Yüce soyadını almıştım. Benim bu soyadı almam kolay olmuştu.

Benim karar emsal olsun, birden mahkeme sonuçlansın diye amcaoğluma kararın bir örneğini göndermiştim. Amcaoğlum da hem anne babasının hem de kendinin ve çocuklarının soyadını değiştirmek için mahkemeye müracaat etmişti. 

Benim bir duruşmada gurbette kazandığım davanın emsal kararı olmasına rağmen amcaoğlum soyadını değiştirmek için yıllar yılı uğraştı. 

Dava sürecinde epeyce bir stres yaşamış olan amcaoğlum, yıllar sonra yeniden Yüce soyadını aldıktan sonra mahkeme sürecini birkaç defa anlattı. Anlatmadan önce hafızım, senin soyadı nasıl değişmişti diye sorar. Ben de birkaç cümle ile anlatırdım. Ardından o anlatmaya başlardı. Olup bitene hem şaşırır hem de katıla katıla gülerdik. Aklımda kaldığı kadarıyla amcaoğlumun anlattıklarını onun dilinden özetlemeye çalışacağım. 

"Bizim oğlan mahkeme günü geldi. Dükkanı kapatıp adliyeye gittim. Bekle bekle. Nice sonra hakim karşısına çıktım. Hakim, annen ile baban nerede? Onları niye getirmedin dedi. Babam hasta kalkamaz dedim. Olmaz, getireceksin. Davayı şu güne erteliyorum deyip beni çıkardı. 

Öbür mahkeme günü geldi. Babamı, anamı, çoluk çocuk hepsini arabaya doldurdum. Adliyeye gittim. Uzun bekleyişin ardından bizi çağırdılar. Girdik içeriye. Gördüm ki benim davaya bakan hakim değişmiş. Hiçbir şey sormadan, bu yaşlı ve hasta adamı niye getirdin? Yazık değil mi dedi. Davanın incelenmesi için mahkemeyi şu güne erteliyorum dedi. Bizi gönderdi. 

Artık ayda bir her pazartesi bizim mahkeme var. Dükkanı kapatıp gidiyorum. Çoluk çocuk doluşup gidiyoruz. Kemal Sunal'ın Davacı filmine benzedi. Nereden girdim bu işe.

Her gidişimde de hakim değişiyor. Hakim değişince de karar vermiyorlar. Babamı götürüyorum, niye getirdin diyorlar. Getirmiyorum, niye getirmedin diyorlar. Ne yapacağımı şaşırdım. Kaçıncı duruşma oldu, onu da unuttum. Hepsinde dükkanı kapatıp gidiyorum. Her defasında da bu işi niye bu kadar uzatıyorsunuz. Bakın şu kağıda. Benim amcaoğlum ta Adıyaman'da soyadını ilk duruşmada kazandı. Ben kaç aydır küçücük kendi ilçemde gelip gidiyorum dedim ise de dinleyen olmadı. 

Yine bir pazartesi mahkemenin yolunu tuttum. Kaç duruşmadır, şahit istemeyen hakim bu sefer iki şahit dinleyelim dedi. Dur çağırayım dedim. Kapıya yöneldim. Hakim, şahidin yok mu, o zaman öbür duruşmaya getir. Duruşmayı şu tarihe erteliyorum dedi. 

Halbuki kapıyı açıp gördüğünü çağırsa herkes amcaoğlunu tanır ve şahitlik yapardı. Çünkü küçük bir ilçe ve herkes herkesi tanırdı. Hele amcaoğlum esnaf olduğu için tanımayan yoktu. Adıyaman Kahta'da açtığım soyadı değişikliği davasında hakime de benden şahit istemişti. Yanımda şahit götürmemiştim. Kahta çok büyük bir ilçe ve adliye civarında beni tanıyan kimse olmamasına rağmen, hakime, izin verirseniz şahit çağırayım demiştim de hakime, tamam çağırabilirsiniz. Biz başka bir davaya bakarız. Ardından sizi tekrar alırız demişti. Şahidimin gelmesi bir yirmi dakikayı bulmuştu. Halbuki amcaoğlumun şahitleri saniyeler içinde gelirdi. Çünkü adliyenin bulunduğu kaymakamlıkta çalışanların hepsi onu tanıyordu. Bir hakim bu şekil inisiyatif alırken bir başkası almıyor. O da hakim, bu da hakim. 

Soyadı değişikliği davasının kaç celse sürdüğünü hatırlamıyor. Her ayın ilk pazartesi dükkanını kapalı gören eş, dost, tanıdık niye kapalı demiyor. Belli ki bizimki yine mahkemede diyor. Ertesi günü de herkes ne oldu dava diye dükkanına uğrarmış. (Devam edecek)