18 Ağustos 2024 Pazar

Şiddetin Tasvip Edilmesi *

İnsanın bir başına yaşaması mümkün değildir. Çünkü sosyal bir varlıktır. O yüzden birlikte yaşamak ve aynı havayı solumak zorundadır. 

Fikri, zikri, rengi, cinsiyeti farklı olsa da bu böyledir. 

Birlikte sorunsuz yaşamanın yolu iletişimdir. Bu yol açık olduğu, açık tutulduğu ve farklı görüşe tahammül edildiği ve hoşgörü gösterildiği müddetçe aralarında anlaşmazlık olmasına rağmen insanlar sorunsuz yaşayabilir. Yeter ki birbirini anlamak istesinler yeter ki empati yapabilsinler. 

İletişim yolu açık tutulmayıp farklı fikre tahammül gösterilmeyince, burada güç devreye giriyor. Kimin gücü kime yetiyorsa artık:

Sesini kesmeye çalışıyor. 

Sesini yükseltebiliyor. 

Hakaret edebiliyor. 

Kızıp köpürebiliyor. 

Üzerine yürüyebiliyor. 

Boğazını sıkabiliyor. 

Yumruk atabiliyor.

Tekme tokat girebiliyor. 

Şiddet uygulayabiliyor vs. 

Medeni bir şekilde konuşulamayıp aykırı fikirlere tahammül edilemeyince tüm bunlar ve daha fazlası olabiliyor. Bunların hepsi şiddet, kaba kuvvet demektir. 

Hele bir de kişi kendine hakim olamayacak şekilde sinirli ise ve konuşacak fazla kelime hazinesine sahip değilse bunların olması bu toplumda olağandır. Bir de küçüklüğünde, üzerinde şiddet uygulanmışsa veya şiddet ortamında büyümüşse bu tiplerin şiddet uygulamaması mümkün değildir. Çünkü bu toplumun kahir ekseriyeti ya üzerinde şiddet uygulanmıştır ya da başkasının üzerinde uygulanan şiddeti görmüştür. 

Hasılı şiddet toplumuyuz vesselam. Meselelerimizi şiddetle çözmeye yatkınız. En ufak bir parlamada şiddete başvururuz. Artık kimin gücü kime yeterse. Öğretmen öğrenciyi, koca karısını, anne çocuğunu, veli öğretmeni, hasta veya hasta yakını doktoru dövmesi bundandır. Özel otoların çoğunda balta veya kürek sapının bulundurulması da hazırında işi çözümsüzlüğe götürmek için başvurular çözüm yolumuzdur.

Aslında şiddet sözün bittiği yerdir ve acizliğin bir göstergesidir. Sonu hep pişmanlık ve nedamettir.

Şiddet toplumu olmaya şiddet toplumuyuz da en çok garibime giden de şiddet uygulayanın tasvip edilmesi ve savunulması. Marifetmiş gibi bunun paylaşılması. Bu bile şiddet toplumu olduğumuzun bilinçaltına işlediğinin bir göstergesi.

Halbuki şiddeti tasvip nefret tohumlarının ekilmesi demektir. Söndürülmesi gereken yangına körükle gitmek demektir. Şiddete başvuranın hatasını görmemesi demektir.

*23.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

16 Ağustos 2024 Cuma

Okumanın Ederi ve Okumamanın Ederi *

Bir şeyler üreten, ürettiğini marka yapan, teknolojik gelişmelerde imzası olan, bilimsel buluşlarda adı olan niçin başka ülke insanı, daha doğrusu bunlar ve her şey niçin gelişmiş ülkelerden çıkıyor? Niye hiçbir alanda bizim esamimiz okunmuyor?

Merkezi sınavlarda derece yaparak yüksek puanlarla en iyi bölümleri tercih eden öğrencilerimiz akademisyenliğin zirvesine de çıkmasına rağmen niçin bir buluşa imza atamıyor?

En iyi okulları ve fakülteleri dereceyle bitirerek görev alan ve bu görevinden dolayı köşeyi dönmüş kaç zenginimiz var?

Bu sorulara değişik cevaplar verilebilir. Bana göre bilim ve teknolojide, bir şeyin icadında, esamimizin okunmamasının en önemli sebebi bizde okumanın amacının, okuyup bir işe girmek, girdiğimiz işte rahat etmek, işimizde yüksek maaş almak ve bordro mahkumu olmak için okunduğundandır. Belki de bundan dolayı bizde bilim adamı yetişmiyor.

Aşağıda okumamış, okuduysa da fakülteye gitmemiş, gittiyse de fakülteden mezun olmamış, fakülteyi terk etmiş insanların başarısına değinen bir alıntıya yer vereceğim:

“Her Amerikan üniversitesi her yıl, kendi alanında çok sivrilmiş ama mutlaka akademik hayattan gelmesi de gerekmeyen bir önemli ismi mezuniyet konuşması yapmak, yeni mezunlara çeşitli öğütler vermek üzere davet ediyor. Aşağıda bu yıl, ünlü Yale Üniversitesi’nde yapılan mezuniyet töreninde konuşmak üzere davet edilen Oracle bilgisayar şirketinin kurucusu ve genel müdürü Larry Ellison’un şaşırtıcı, hatta sok edici konuşması var.

“Yale Üniversitesi mezunları, daha önce böyle bir giriş görmediğiniz için özür dilerim ama benim için bir şey yapmanızı istiyorum. Lütfen, etrafınıza iyi bir bakin. Solunuzdaki sınıf arkadaşınıza bir bakin. Sonra sağınızdaki sınıf arkadaşınıza bir bakin. Ve şimdi şunu aklınıza koyun: Bundan beş yıl sonra, on yıl sonra, hatta otuz yıl sonra, solunuzdaki kişi hiçbir şeyi başaramamış olacak. Sağınızdaki kişi de aslında hiçbir şey başaramamış olacak. Ve siz, ortadaki? Ne bekliyorsunuz? Siz de başaramayacaksınız. Aslında bugün söyle bir etrafıma baktığımda parlak gelecek için yüzlerce umut isimi göremiyorum. Yüzlerce değişik endüstride liderliği ele alacak kişiler de göremiyorum. Görebildiğim tek şey, geleceği başarısızlıktan başka bir şey olmayacak yüzlerce insan. O kadar. Sinirlendiniz.

Bu anlaşılabilir bir şey. Ben, Lawrence ‘Larry’ Ellison üniversite terk, kim oluyorum ve bu yetkiyi nerden alıyorum ki, ülkenin en prestijli yükseköğrenim kurumunun bu yılki mezunlarına böyle şeyler söyleyebiliyorum? Bu yetkiyi nereden aldığımı söyleyeyim: Çünkü ben, Lawrence ‘Larry’ Ellison, üniversite terk ve dünyanın en zengin ikinci adamıyım. Siz değilsiniz. Çünkü Bill Gates, o da üniversite terk ve dünyanın -şimdilik- en zengin adamı. Siz değilsiniz. Çünkü Paul Allen, o da üniversite terk ve dünyanın en zengin üçüncü adamı. Siz değilsiniz. Başka örnekler de var. Mesela Michael Dell, o listede 9 numara ve yukarı doğru hızla tırmanıyor, o da üniversite terk. Ve siz o listede hiç yoksunuz. Hımmm… Simdi çok kızdınız. Bu da anlaşılabilir.

O halde biraz da egolarınızı okşamama izin verin. Pek çoğunuz burada dört ya da beş yıl eğitim gördünüz. Önünüzdeki yıllar için epey iyi bir eğitim aldınız, bilmeniz gereken pek çok şeyi öğrendiniz. İyi çalışma alışkanlıkları edindiniz. Burada size o önünüzdeki yıllar boyunca yardımcı olacak bir sürü insan tanıdınız, onlarla bağlantı kurdunuz. Ve hayat boyunca yanınızdan ayrılmayacak bir kelimeyle güçlü bir ilişkiniz oldu burada: Terapi. Bunların hepsi güzel şeyler. Ama gerçekte, o kurduğunuz arkadaşlık bağlantılarına fena halde ihtiyacınız olacak. O çalışma alışkanlığına ve ‘Terazi’ye de ihtiyaç duyacaksınız hayat boyu. İhtiyacınız olacak, çünkü üniversiteyi terk etmediniz. Dolayısıyla asla dünyanın en zengin insanları arasına katılamayacaksınız. Elbette, belki de listeye 10 ya da 11. sıradan, Microsoft yöneticisi Steve Ballmer gibi, girebilirsiniz. Ama herhalde onun kimin için çalıştığını söylememe gerek yok, değil mi? Sadece kayda geçsin diye söylüyorum, o da zaten master sınıfından terk. Biraz geç kalmış anlayacağınız.

Son olarak, herhalde bazılarınız ya da umarım bu konuşmadan sonra çoğunuz kendi kendinize soruyorsunuz: ‘Yapabileceğim bir şey var mi? Bir umudum var mi?’ Maalesef hayır. Çok geç kaldınız. İçinize çok şey dolduruldu, siz onlara bakıp çok şey bildiğinizi sanıyorsunuz. Artık 19 yasında değilsiniz. Eveeet, simdi gerçekten çok kızdınız. Bu anlaşılabilir bir şey. Belki de su an, size bir umut ışığı vermenin, bir çıkış yolu göstermenin tam zamanıdır. Hayır, 2000 mezunları size değil. Siz kaybettiniz. Sizi, yılda 200 bin dolarlık komik maaş çeklerinizle baş başa bırakıyorum. Üstelik o maaş çekinin üstünde sizden birkaç yıl önce okulu terk etmiş birinin imzası olacağını söyleyerek. Öğütlerim size değil daha alt sınıfta okuyanlara.

Size söylüyorum: Hemen ayrılın. Daha güçlü söyleyemem: Ayrılın. Hemen toplayın eşyalarınızı ve fikirlerinizi ve bir daha geri dönmeyin. Terk edin. Her şeye yeniden başlayın. Size söyleyebileceğim tek şey, o başınızdaki kepler ve kıyafetin sizi aynen şu güvenlik görevlilerinin beni kürsüden aşağı çektiği gibi aşağı çektiği…………” Tuzlu Kahve’den. 

(https://www.beyaznokta.org.tr/oku.php?id=160) sitesinden alıntıdır.

*19.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Hayalimi bile Çalıyorlar

Öyle hayallerim vardı ki hiçbiri gerçekleşmedi. Hele bir tanesinin olmasını çok istemiştim.  Hayalimi sorarsanız;

Bol param olsun.

İmkanlarım alabildiğine geniş olsun.

Yediğim önümde, yemediğim arkamda olsun.

Bana israf işlemesin.

Milletin sırtından geçineyim.

Millet hep bana baksın.

Ben bana bakan millete minnet edeceğime, millet bana minnet etsin. Saygıda kusur işlemesin.

Bana hiç hesap sorulmasın.

Hiç para, imkan ve yetki sıkıntısı çekmeyeyim.

Yedikçe azayım.

Azdıkça saldırgan olayım.

Saldırıyı bir başıma değil, kalabalıklar içerisinde yapayım.

Hatta kameralar da çeksin ki ileride bir hatıram olsun.

Arkamda destekçilerim oldukça karşı tarafa horozlanayım durayım.

Destekçilerim yaşa, var ol, kelle koltukta korkusuzca mücadele ediyor desin.

İşi daha da ileri götüreyim ki göze gireyim.

Kavgada ilk yumruğu ben atayım.

Hatta boğazını sıkayım.

Sonra herkes meydana koşsun.

Ortaya büyük bir kaos ve arbede çıksın.

Yumruk attığım bana yumruk atmadan araya girsinler.

Sonra beni ayıplayan ayıplasın. Kınayan kınasın. Bilin ki bunların hepsi benim için vız gelir. Hatta reklam olur. Böylece göze girerim.

En büyük hayalim buydu ama gerçekleştiremedim maalesef. Bir de bir şeyi çok isteyince olur derler. Aslı astarı yokmuş meğer.

Hasılı kedi olmak istedim. Bugüne kadar bir fare tutamadım.

Vah ki bana vah.

En büyük üzüntüm de gerçekleştiremediğim hayalimi, noktası virgülüne başkasının gerçekleştirmesi.

Haliyle bu kopyacıları kıskanmamak elde değil.

Hayalimi çalıp gerçekleştirenleri asla affetmeyeceğim. 

İşi Hep Satış Olan Tipler *

Fi tarihinde çarşıda tanıdığım bir zabıta daire başkanıyla karşılaştım. Ayak üstü hal hatır sorduk ve lafladık.

Nereye hayırdır dedi. Eve gideceğim dedim. Hangi mahalle diye sordu. Verdiğim cevaba aynı mevkide oturuyoruz. Haydi beraber gidelim dedi. Bindik arabaya.

Zabıta daire başkanı olunca, bu seyyar satıcılar için bir düzenleme niye yapılmaz? Bildiğim kadarıyla bir ara bu düzenleme yapıldı. Seyyarlar için belirli yerler gösterildi. Sonra nedense bundan vazgeçildi. Daha doğrusu arkasında durulmadı. Serbestliği gören tablacılar bir aracın zor geçtiği yerlerde trafiği aksatıyor dedim.

Dediğin gibiydi. Tedbirler aldık. Baktık ki bazı esnaf ikili oynuyor. İkili oynayarak onlar iyi oluyor, biz ise kötü oluyoruz. Bu tipler iyi polis oluyor, biz ise kötü polis. İpin ucunu bırakıverdik dedi. 

Nasıl, bir şey anlamadım. Açar mısın dedim. Başladı anlatmaya:

Bir iş yerinin önünü tablacılar doldurmuş. Habire satış yapıyorlar. Tanınmış dükkan sahibi belediyeyi arar: "Siz ne biçim görev yapıyorsunuz? Biz burada evimize ekmek götürmeye çalışıyoruz. Eleman çalıştırıyoruz. Elektrik, su parası ödüyoruz. Kira veriyoruz. Dükkânımızın önündeki tablacılar ise ne elektrik ne su ödüyor, kira da vermiyor. Benim müşterimi engelleyecek şekilde dükkanımın önünde satış yapıyor. Kaldırın bunları buradan" şeklinde zehir zemberek konuşuyor telefonda.

Şikayet üzere ekip gönderdik. İşlem yapın, gereği ne ise yerine getirin dedik. 

Ekibimiz gitti. Tablacıların tezgahına el koydular. Haliyle bağırış çağırış, itiş kakış olur böylesi müdahalelerde.

Tüm bu manzarayı içeride dükkanının camından hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi izleyen az önce bize telefon edip şikayet eden esnaf, kapının önünde belirir: "İnsaf insaf, ne istersiniz şu Allah'ın gariplerinden. Bırakın da çoluk çocuğunun rızkını burada temin etsinler, kime ne zararı var? Allah'tan korkun Allah'tan" diyerek bizim ekibe çıkışır. 

Gönderdiğimiz ekip ne diyeceğimi ve ne yapacağını şaşırır. Yahu az önce bunları şikayet eden sen değil miydin demez.

Ne yapalım diye bizi aradılar. Tablaları geri verin, bırakın gelin dedik.

Kısaca seyyar ya da tablacılarla ilgili mesele bu. Her esnaf değil ama bir kısım esnaf ikili oynuyor. Kendisi, tablacı ve oradan gelip geçen vatandaş nezdinde iyi, biz ise kötü oluyoruz dedi. 

Anlattığı bu anekdotu duyunca şaşırıp kaldım. Bu kadar da olmaz dedim. O ise biz neleri görüyoruz abi. Alıştık hepsine. Artık hiçbir şeye şaşırmıyoruz dedi. 

Anekdotu kısaca değerlendirirsek, burada esnafın ikili oynama durumu söz konusu. Tablacıdan şikayetçi ama tablacı dükkanıma zarar verir düşüncesiyle hem onu korumaya çalışıyor hem ortamı geriyor hem tablacı ve çevrede seyredenler nezdinde tablacıyı koruma postuna girerek babacan bir görüntü çiziyor. Tablacı bu aşamadan sonra gelip dükkanın önünde satış yapmaz. Belediye ve zabıta da yaptığı bu vicdansız görüntüyle karizmayı çizdiriyor. Az önce telefon edip tablacıdan şikayetçi olanın kendisi olduğunu belediyeden başka kimse bilmediği için dükkan sahibi, fakir ve fukaranın, tüketicinin ve tablacının hamisi rolünü üstleniyor. Haliyle kazanan bu ikili oynayan esnaf oluyor.

İlgili oynama sadece ticarette olmuyor. İnsanın olduğu her alan ve yerde ikili oynama durumu söz konusu. Kimse perdenin gerisinde dönen dolapları bilmediği ve görmediği için bu şekil ikili oynayıp hami rolünü üstlenenler malı götürüyor ve deşifre olmadıkları müddetçe kazanan daima bu tipler oluyor.

O yüzden yanında seninle beraber olduğunu düşündüğün kişiler karşıya çalışıyor olabilir. Karşıymış gibi görünenler ve düşman görüntüsü çizenler karşı çıktığı kişilerle beraber iş tutuyor olabilir.

Hasılı her alanda olup biteni görmek ve doğru analiz için analitik düşünmek, olayların perde gerisini aralamaya çalışmak, kişileri sadece mangalda kül bırakmayan sözleriyle değil, eylem ve sonuçları itibariyle değerlendirmek deşifre için önemli. Tüm bunları, atılan taşın kaç kurbağa ürküttüğü, söz ve eylemlerin faydadan ziyade zarar getirip getirmediği, hep kimin kazandığı birlikte değerlendirilmelidir. Değilse birileri üzerimizden satış yapmaya devam eder. Çünkü işleri, görevleri ve misyonları satıştır. Birilerini uyutarak yapılan satış ise hep kazandırır. 

*26.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

15 Ağustos 2024 Perşembe

YokVar Hırdavat

Çarşıya çıktığınızda Kapu Caminin güney cephesinde kuyumcularla aynı hizada Yok Var Hırdavat gözünüze çarpar. Belki daha önce levhasını görmüş ya da alışveriş yapmışsınızdır. 

Zaman zaman ziyaretine uğrar, çayını içer, laflarım. Civarında bir şey alacaksam da neyi, nereden alacağıma mihmandarlık yapar. Dükkanı kapatır, gel şuraya, gel buraya deyip işimi görür. 

Adı üzerinde hırdavat malzemesi satıyor. Adı nereden buldu bilmiyorum ama sanki bir zamanların meşhur "Yok Yok" isminden esinlenmiş olsa gerek. Dükkanının adını YokVar Hırdavat diye koymuş. İsim o kadar iddialı ki yok olanı bile bulurum demeye getiriyor. 

Gerçekten de küçücük dükkanının içinde olmayan malzeme yok. Hangi malzemeyi nereye koyduğunu da iyi biliyor. Mal dükkanında yoksa da nereden bulacağının yolunu gösteriyor.

Bir ara küçük bir kaza geçirmiş, ayak parmağını kırmıştı. Yağmur yağmaya başlayınca kapı önündeki malzemeyi içeri çekmek için kalktığında, yardım edeyim diye çıktım. Sağır kızın dilinden annesi anlar. Sabah çıkarırken karıştırmayayım deyip dokundurmadı. 

Dükkanı işlek. Ziyaretçisi, müşterisi hiç eksik olmaz. Gelene de çay ikramını ihmal etmez. 

Bir şey almaya gelip de almadan çıktığına pek şahit olmadım. Bilgisi, görgüsüz ve satıcılığı on numara. 

Bildiğim ve gördüğüm esnaf türlerine hiç benzemiyor. Başka bir esnafa gitsen, şunu istiyorum desen, yok dediğinde, nereden bulabilirim dersen, iki elini açar, bilmiyorum, bakacaksın cevabını alırken, bu YokVar Hırdavat'a gelen, aradığını bulamazsa, o daha sormadan iki dükkan ileride şuna git, sola dön, falana git cevabını verir. 

Bir defasında biri başka yerden civciv almış. Bunları nasıl götüreceğim eve diye buna gelmiş. Üzerine ben vardım. İçeriden boş bir kutu ayarlayıp civcivler nefes alsın diye kenarlarından delik açarken gördüm. Adam gittikten sonra bu kişi tanıdık mı dedim. Hayır. Gelmiş şuraya. İşi görülsün yeter dedi. 

Sattığı hırdavat malzemelerinin nasıl kurulacağını müşteriye anlatır, hangi videoya bakacağını söyler. Burada kurabilir miyiz diyenlere, malzemeyi ambalajından çıkarıp kuruveriyor. 

O kadar yorgunluk ve ayakta dönmesine rağmen ne yüzünü asık gördüm ne sinirlenip ses yükselttiğini. 

Kendinde olmayan malı hangi toptancıdan alacağını bilir, aynı anda arar, siparişini verir. 

Bilenler gözü kapalı dükkanına geliyor. Alışverişini, muhabbetini yapıp gidiyor. 

Onca işinin arasında dükkanında kaç kişi varsa hem satış yapar hem çay doldurur hem muhabbet eder hem telefonla malzeme arayışına girer hem önündeki ekranı takip eder. Bir taraftan da beni dinlerken ince ince dokundurmalarıma hep muhalifsin, hep eleştiriyorsun cevabını da verir. Fikir olarak pek anlaşamazsak da bana bile tahammül ediyor anlayacağınız. 

Çekirdekten yetişmemiş olmasına rağmen işini bilen, işine sadık, müşteri çekmeyi becerebilen biri. On parmağında o marifet desen eksik olur, fazla olmaz. 

Namaz vakti geldiğinde de dışarıda malzemeler dururken çalınır mı demez, dükkanı kapatır camisine gider.

Müslümanların derdiyle dertlenmeyi, gündemde tutmayı da ihmal etmez.

Alışveriş yapmasanız da tanışmaya, muhabbet etmeye, çayını içmeye değer YokVar Hırdavat Tuncer'in. 

Allah helalinden yemeyi nasip etsin, bol kazanç versin Ona ve herkese. 

Kapı Kolu İşçiliği

Egzozdaki arızayı kaynattırdıktan sonra egzozcunun aldığı 100 lira el emeğiyle yüzüm gülünce, gelmişken bir de kaportacıya uğrayayım dedim. Evden çıkarken de aklımdaydı zaten.

Egzozcunun yanındayken gözüm kaportacıya ilişti. Tanıdığımın komşusu idi. Egzozcuya şu kapı kolunu şu kaportacıya göstereyim mi dedim. Göster dedi. 

Hep tanıdık tavsiyesi üzerine gidiyorum gördüğünüz gibi. Tanıdık olsun da varsın topraktan olsun.

Arabayı kanaldan çıkartıp kaportacının önüne girdim. Ustaya, şu kapı kolu açıp kapatıyor. Açıyor ama kendiliğinden kapanmıyor. Buna bir şey yapabilir miyiz dedim. Kırılmış. Değişecek. Kapının kolunu bulabilirsen olur dedi. Fiyatı da sanırım beş yüz lira vardır. Yalnız zor bulunuyor yenisi. Şu parçacıya bir sor gel. Yoksa ikinci ele bakacaksın dedi.

Parçacıya 2000 model Nissan Primera'nın sol ön kapı kolu bulunur mu dedik. Onun birkaç çeşidi var. Elimde bir tane var. Kapı kolunu sök gel, olup olmadığını söyleyelim dedi. Fiyatı da 300 lira imiş. Parçayı versen de ustaya göstersek, olmuyorsa geri getirsek dedim. Olmaz dedi. Çaresiz geri çıktık.

Halbuki parçacı ile kaportacının arasında 8-10 dükkan var. Kapı kolunu alır, ödemesini yapardım. Olmazsa kullanmadan geri iade ederdim. Çünkü kaporta ustası yeni kolun olup olmayacağını denemeden görünce bilebilirdi. Kapı kolunu söktürüp getirdikten sonra bizdeki buna olmaz dediğinde, ondan sonra ikinci el çıkma kol ara artık. Oralarda da yoksa söktürdüğün kapı kolunu geriye taktıracaksın yeniden.

Tok satıcının bu prensibini görüp yolda kaportacıya geri dönerken 1996 yılında Manisa'da hizmet içi eğitimde iken başıma gelen bir anım aklıma geldi. Öğretmenevine çok yakın pansiyonlu bir İHL okulunda 19 günlüğüne bir kursa katılmıştım. Okulun hemen yanında bir bakkal vardı. Ufak tefek alışverişleri buradan yapıyoruz. Çay ihtiyacımızı gidermek için öğretmenevine gidiyoruz.

Birkaç defa ihtiyaç giderdiğim bakkala zıkkım almaya girdim. İstediğim zıkkımı uzattı. Ben de o günün en büyük banknotunu uzattım. Bozuk ver dedi. Bizi tanıyorsun şu okulda kalıyoruz. Akşama paranı vereyim dedim. Veresiyemiz yok dedi. Veresiye istediğim yok. O zaman parayı boz dedim. Bozamam dedi. Para sizde kalsın. Akşam gelir, alırım para üstünü dedim. Olmaz. Öyle bir prensibimiz yok dedi. İyi de amca, ben bu zıkkımı içeceğim. Parayı boz diyorum yok diyorsun. Civarda başka alışveriş yeri olsa gidip bozduracağım. Ama yok. Zıkkımı ver, paranı akşama vereyim diyorum. Olmaz, veresiye diyorsun. Para sizde kalsın zıkkımı ver diyorum ona da olmaz diyorsun. Bu ne biçim esnaflık dedim. Ama yaşlı amca Nuh dedi, peygamber dememişti. Prensibinden daha doğrusu inadından hiç ödün vermemişti. Eski Sanayideki oto yedek parçacı da o hesap.

Kaportacıya geldim. Kapı kolunu istedi dedim. Kaç paraymış dedi. 300’müş dedim. Elemanlarına görev verdi. Sökmeye başladılar. Ben de ha söküldü ha sökülecek izlemeye koyuldum. Kapının kolunu sökmek için kapının iç döşemesini çıkardılar. Kapı bir tenekeden ibaret kaldı. Kolu kablolarından çıkarmayı beceremedi çalışanlar. Usta gelip çıkarıverdi. Ben de sanmıştım ki kapı kolunun yanında vida var ya da bastırıp çıkaracaklar.

Usta kapı kolunu eline aldı. Test etti. Bunun kapı kolu sağlam. İçindeki tel kırılmış. İsterseniz sağ, sol yaparak falan dükkana varın. Buraya tel basıversin. Fazlalık olursa ben burada keserim dedi.

Dediği dükkana vardık. Kapı kolunu gösterdik. Adam, elimde var. Basmaya gerek yok. İşte şu dedi. Alıp ustaya verdik. Kaç paraymış bu tel dedi. 50 imiş dedik. Usta hemen teli içine oturttu. Elemanlarına takın dedi. Onlar da beş dakika içinde takma işiyle uğraşırken, sen şu komşumuz tornacının arkadaşı değil misin, falan köydensin değil mi dedi. Evet dedim. Onun köyünden de bir okul arkadaşım vardı. Onunla ilgili konuştuk.

İş bitti. Kapı kolu yepyeni oldu. Borcumuzu sordum. 250 lira dedi. Çıkarıp verdim.

Ederi 50 lira olan parçanın çıkarılıp takılmasına hasılı işçilik olarak 250 lira vermiş oldum. Bilmem ederi nedir ama bu da tuzlu geldi bana. Emeklerini takdir ederim özellikle el emeğini. Ama kısa süreli bir iş için bu kadar işçilik ücretinin makul bir izahı yok.

Usta, kapı kolu kaçaymış, tek kaçaymış diye fiyat sorup durmuştu. Niye soruyor diye merak etmiştim de sebebini anlayamamıştım. Şimdi anladım sanırım. Usta, ben bu kapı kolu işçiliğinden kaç alayım diye düşünürken kapı kolunun yenisi ile telin fiyatını toplamış. Üç yüz etmiş. Üç yüz işçilik isteyecek iken arada tanıdık olunca elli lira indirim yaptı sanırım.

Hasılı oto gaz ayarı, egzoz kaynağı ve kapı kolu tamiri için cebime sıkışmış 1200 lirayı sanayiye bırakıp geldim. Ben ucuz kurtuldum derken yanımda bana refakat eden arkadaşım, paran çok galiba dedi. Ne alaka, gördüğün gibi kime para vereceksem senden istedim dedim. Ne bileyim, para harcayacak yer arıyorsun imajı verdin bana dedi. Sen öyle sanmaya devam et. Bu devirde bu kadar parayla sanayiden çıkmak çok zor dedim.

Teşekkür edip ayrılırken arabanın sol ön çamurluğundaki vurduğu gösterdim. Ustam, kaça varır burası, iki yıldır böyle biniyorum. Biri vurup kaçmış dedim. Baktı. Üç bin boya, bin de kaporta tutar dedi.

Arabama vurup kaçan kardeşim, gördüğün gibi vurup kaçtığının hatırası benim için o kadar önemli ki kıyıp yaptıramadım. Alacağın olsun.

Garip Ses Egzozdanmış

Katıksız kazık yediğime inandığım oto gaz ayarından sonra Karatay Sanayiinden çıkıp Eski Sanayiye yöneldim. Orada hem nicedir görmediğim tornacı ahbabıma selam vereyim hem de bir egzoz ustası önersin istedim. 

Selam verip hal hatır sorduktan sonra egzoz işim var. Kime gideyim? Sana gelirken iki dükkan beride bir egzozcu gördüm. Göstereyim mi ona dedim. Neyi var dedi. Arabadan ses geliyor. Sorun egzozdaymış. Tamirci ustam ya düzlesin ya da kesiversin egzozcu dedi dedim.

Gel gidelim ona. Geçen gün bir tanıdığı göndermiştim. 600’e anlaşmış yapılacak olan iş için. Sonra yanıma geldi bu fiyat yüksek diye. İn, çık, yaptığın bu dedim. O da pazarlık yaptık biz. İkinci pazarlık olmaz demiş. Zorla bir 50 lira indirtebildim. Bu sefer işi baştan sıkı tutalım dedi giderken.

Ustaya vardık. Arabayı dükkanın önündeki kanala getirdik. Tanıdığım tornacı, komşusuna, komşu, bu benim arkadaşım olur. Arabadan ses geliyormuş. Geçen günkü gibi olmasın. Onu telafi edelim dedi. Tamam dedi.

Usta eline kaynak makinesini alarak kanala girdi. İki, üç dakika kaynak yaptı. Çıktı. Tamam işiniz dedi. Emeğine sağlık. Borcumuz dedim. 100 lira ver yeter dedi. Parayı uzattım. Teşekkür edip ayrıldım.

Arabayı çalıştırdım. Garip sesten eser yoktu. Bir yıldır farklı ses çıkaran, arızayı da bu şekilde hallettik. Arızayı bilemediğim için ne kadara varır diye kara kara düşündüğüm garip ses sadece 100 lira istiyormuş. Tüm ağlayıp sızlaması bundanmış meğer.

Oto gaz ustasına verdiğim katmerli paranın ardından egzozcunun aldığı 100 lira yüzümü güldürdü.

Helali hoş olsun ustaya. El emeği bile değil. 100 lira için ele ne kaynak makinesi alınır ne kanalın içine girilir ne de kaynak yapılır. Hasılı sevincime diyecek yok.

İyi de daha birkaç ay öncesinde egzozun aşağıya doğru sarktığını görünce, okuldan bir egzozcu ismi alarak Yeni Meram Sanayisindeki bir egzozcuya gitmiştim. Başkasına 600’e yapıyormuş. Bana beş yüze kaynak yapıvermişti. Hatta önümüzdeki ay egzoz muayenesi yaptıracağım. İyice baksaydın, başka yerde de kaynak ihtiyacı varsa kaynataydın. Bir de muayeneden geri dönmeyelim demiştim de iyice baktım. Hiç sorun yok demişti.

O zaman götürdüğümde de arabadan ses geliyordu. Demek ki sıkıntı hep egzozdaymış. İşin garibi bu haliyle egzoz muayenesinden de geçmişti.

Hasılı egzozcudan 100 lira ile kurtulmuş olsam da önceki ödememle birlikte egzoz kaynatmaya verdiğim miktar toplamı 600 lira oldu.

Halbuki o gün egzozu düzgün kaynatsaydı hem ikinci defa egzozcuya gitmeyecektim hem de arabadaki ses ta o zamandan bıçak gibi kesilecekti. Hangi alanda iş yaparsak yapalım. İşimizi düzgün yapmaya çalışmamızda fayda var. Millet olarak buna çok ihtiyacımız var.

Diğer yazımda da arabanın kapı kolundan bahsetmek isterim.