9 Haziran 2024 Pazar

Şamar Oğlanı TÜVTÜRK *

Sosyal medya bir alem doğrusu. Ümit ederim ki reel hayat bu alem gibi değildir. Öyleyse yandık demektir. Çünkü doğru, yanlış demeden her türlü bilgi paylaşılıyor bu alemde. Çoğu da algıya yönelik. Bu alemde özel sektöre ait birçok firma algıya maruz kalıyor. 

Önemli olan algı olunca, bir konunun doğru olup olmaması bazı insanlar için bir anlam ifade etmiyor. Yeter ki bazı insanların amaçlarına hizmet etsin. Yeter ki gerçeklerin üstünü örtme görevi görsün. 

Aslında algı bir nevi iftiradır. Hatta iftiradan da kötüdür. Çünkü kişiler ve firmalar itibar suikastına maruz bırakılıyor.

Belli ki bu tür paylaşımları yapanlarda Allah korkusu yok. Kuldan utanma zaten yok. 

Bazısı iftira atmaktan ve algı oluşturmaktan korksa da bunların önemli bir kısmı da algı ile gerçeği ayırt etme yeteneğinden yoksun. Birileri tarafından oluşturulup sahte hesaplarla servis edilenleri ayırt etmeksizin paylaşıp duruyor. Bu tür paylaşımları yapanlar neyin ne olduğunu bilmeyen kimseler olsa, cahildir, bildiği bu kadardır, cehaletine verin diyeceğim. Ama görüyorum ki paylaşım yapanlar içerisinde kelli felli fakülteyi bitirmiş insanlar da var. Acı olan da burası. Cahilimiz vardı. Bir de okumuş cahillerimiz türedi.

Bir örnekle ne demek istediğimi izah edeyim. Malumunuz ticari araçların muayenesi yıllık, özel otolarınki ise iki yıllık. Bu muayeneler TÜVTÜRK aracılığı ile yapılıyor. Yapılan bu araç muayenesi kısa sürmesine ve üzerinde herhangi bir işlem yapılmamasına rağmen araç muayene ücretleri çok yüksek. Doğaldır ki bu ücret yüksekliğine vatandaş tepkili. Tepki gösteriliyor ama bu ücreti kim belirliyor demeden herkes TÜVTÜRK'e kızıyor. Belli ki birileri TÜVTÜRK'ü şamar oğlanı seçmiş.

İşte onlardan biri: "Onarım yok, tadilat yok. 10 dakikada 1130 lira. Bu kadar kolay mı para kazanmak? Tepkisiz kalırsanız yarın daha fazla zam gelir. Susma. Hırsızlara dur de" .

Bu paylaşımı yeni aldım sosyal medyadan. Bu paylaşımı yapan belli ki yeni araç muayenesi ücretinden haberdar değil. Halbuki otolar için yeni araç muayene ücreti, 1.821,60 TL'dir. Paylaşımı yapan kişi belli ki önüne düşeni, işime yarar düşüncesiyle doğru-yanlış demeden paylaşıyor. Sanırım bir de paylaşmış olmak için paylaşıyor. Bir de firmaya olan kafasındaki ön yargıyı gösteriyor.

Bu paylaşımla, ilgili firmayı fahiş fiyat aldığından dolayı hırsız ilan ediyor. Tek kelimeyle insaf demek lazım.

Peki TÜVTÜRK bu fahiş fiyatın neresinde? TÜVTÜRK bu yüksek fiyatı kendisi mi belirliyor? Bu fiyatı eğer TÜVTÜRK belirliyorsa hep beraber bu firmaya kızalım ve tepkimizi ortaya koyalım.

Sözü daha fazla uzatmadan fiyatı kimin belirlediğini, alınan araç muayene ücretinin ne kadarının TÜVTÜRK’e kaldığına bir bakalım.

“Araç muayene ücretleri, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunun 35'inci maddesine göre 2004'te belirlenmiş olup, o tarihten itibaren her yıl Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından açıklanan Yeniden Değerleme Oranı'nda artırılmak suretiyle düzenleniyor.

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ve TÜVTÜRK arasında 2007'de imzalanan imtiyaz sözleşmesi uyarınca, TÜVTÜRK tarafından verilen araç muayene hizmetlerine ilişkin ücret, nakit olarak tahsil edilirken, elde edilen gelirlerin yüzde 50'si doğrudan hazineye, ödenen diğer vergi ve harçlarla birlikte toplam cironun yüzde 69'u ilgili kamu idarelerine aktarılıyor”.

Bu açıklama TÜVTÜRK tarafından yapılmıştır. Buna göre araç muayene ücretini, “2918 sayılı kanuna göre Hazine ve Maliye Bakanlığı her yıl güncelliyor”. Bu durumda bu yüksek fiyatta firmanın bir suçu yok. Suçlanacaksa ve tepki gösterilecekse Maliye Bakanlığına yapılmalıdır.

Yine açıklamaya göre alınan araç muayene ücretinin tamamı ilgili firmaya kalmıyor. Gelirin yüzde ellisi doğrudan Hazine Bakanlığına, yüzde 19’u da kamu idarelerine aktarılıyor. Bu demektir ki kazancın yüzde 69’u Hazine ve kamu idarelerine gidiyor. Firmaya ise yüzde 31’i kalıyor.

Kabaca bir hesap yaparsak, devlet TÜVTÜRK’ün yüzde 69’luk hissesinin ortağı. Yeni güncel fiyattan bir hesap yapalım. 1821*69/100=1256 TL yapar. Yani bir otodan alınan ücretin 1256 lirası devlete, geriye kalan 564 lira ise TÜVTÜRK’e kalıyor.

Gördüğünüz gibi fiyatı belirleyen devlet, güncelleyen devlet. Cironun yüzde 69’unu devlet alıyor.

Sorarım size. Burada kızılacak ve tepki gösterilecek TÜVTÜRK mü yoksa kanundan aldığı yetki ile bu fiyatı belirleyen Hazine ve Maliye Bakanlığı mı?

Lütfen kızarken, birilerini hırsız ilan ederken, tepki gösterirken ve paylaşırken nokta atış yapalım. Tüm hıncımızı günah keçisi ilan ettiğimizin üzerine boca etmeyelim. İnsafı elden bırakmayalım.

*21.06.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

8 Haziran 2024 Cumartesi

Depremler Allah'ın Bir Cezası mı?

Bir iş görüşmesinde, konunun dönüp dolaşıp bazı şehirlerimizi vuran depremlerin, işlenen zinalar ve Kur'an'a yapılan saygısızlık yüzünden olduğunu anlatan "İş Görüşmesinde Deprem Etkisi" başlıklı bir yazı kaleme almıştım.

Depremlerin bunlar yüzünden olmadığını anlatsam da ziyaretçi olarak bulunduğum bu iş görüşmesinde bu konunun enine boyuna konuşulması mümkün değildi. Bu konuyu ele alacağımı söylemiştim o yazımda. 

İşte bu yazım, depremler hakkındaki halkımızın büyük bir çoğunluğunun kafasında yer alan zina ve işlediğimiz kötülükler yüzünden Allah'ın bize verdiği bir ceza olup olmadığına dair olacaktır.

Gerçekten halkımızın büyük çoğunluğu bir doğa olan depremler hakkında "İki 'z' artarsa üçüncü 'z' kaçınılmaz olur. Bunlardan biri zina, diğeri zulüm artarsa zelzele olur" kanaatine sahip.  

Allah yaptıklarından dolayı bir baştan bir başa koca koca şehirleri böyle cezalandırır mıydı?

Diyelim ki cezalandırdı. O şehirdeki herkes zina, Kur’an’ın üzerine oturma eylemini yapmış mıdır? Buna evet dememiz mümkün değil. Çünkü her şehirde masumlar da var, suçlular da. Suçlular yüzünden bir şehir yerle bir ediliyorsa, o suçu işleyenlerin evlerinin başlarına yıkılması, diğer masumların sapasağlam kalması gerekmez mi? Çünkü adalet bunu gerektirir.

Yapılanlar yüzünden Allah’ın bir şehri cezalandırdığı düşüncesi, askeriyede bir askerin işlediği suç yüzünden tüm eratın hafta sonu çarşı iznine yasak konması gibidir. Allah’ın adaletinde ise askeriyenin bu mantığına yer olmasa gerek. Çünkü bu mantık adalet anlayışına terstir.

Suç kişiye özeldir. Cezasını da kişi çeker. Suçu birileri işlerken cezayı genele yaymak tek kelimeyle zulümdür.

İki “z” den biri olan zina insanlık tarihi kadar eskidir. Kırsal dediğimiz yerlerde de olur, metropol şehirlerde de. Yeter ki bir yerde arz talep olsun. Birbirlerine kur yapsınlar. İlgilileri bir şekil bu suçu işler. Yeter ki ortamını bulsunlar. Ki insanoğlu uçkuruna düşkün bir varlıktır. Bu uçkur meselesini meşru yoldan çözenler kadar gayrimeşru ilişki yoluyla çözenler de çoğunlukta. Hatta öyleleri vardır ki evli olduğu halde eşini aldatmak suretiyle bu işe uçkur çözüyor. Bu durumda gün be gün her yerde deprem olması gerek.

İkinci “z” olan zulüm artarsa konusuna gelirsek, medeniyetinde kan, gözyaşı ve soykırım olan Batı’nın depremden başını kaldıramaması gerekirdi. Çok eskiye gitmeye gerek yok. Bugün İsrail’in Filistinlilere uyguladığı zulmü bilmeyen yok. 7 Ekimden beri öldürmedik insan ve yıkılmadık bina bırakmadı. Adeta Gazze hayalet şehre dönüştü. Orada yaşayan halk per perişan. Hasılı İsrail’in zulmünü bilmeyen yok. Sağır sultan bile duyduğu gibi bu zulüm arşı âlâya ulaştı. İsrail hala dur durak bilmiyor ve gücünden bir şey kaybetmeden öldürmeye devam ediyor.

Gazzeliye uyguladığı bu orantısız güç ve zulmünden dolayı İsrail bir deprem yoluyla şu ana kadar kaç defa yerle bir edilmeliydi. İsrail hala dimdik ayakta olduğuna göre demek ki depremlerin zulümle de bir alakası yok.

Daha ötesini söyleyeyim. Kur’an’da, işlediklerinden dolayı cezaya çarptırıldıklarından ve toplu helak edildiklerinden bahsedilen Nuh, Hud, Salih, Lut, Medyen, Eyke halkı, Fil Ashabı vb. Toplulukların başına gelenler de başta deprem olmak üzere bir doğa olayı. Kur’an bu olup biteni azmasınlar, kendilerine çekidüzen versinler ve inansınlar diye kullanmıştır. Adeta Kur’an deprem gibi bu tür afetleri fırsata çevirmek istemiştir. Daha doğrusu Kur’an’ın anlatım üslubu böyledir. Yaşadığımız 6 Şubat depremi de daha önce olsaydı, 11-12 ili yerle bir eden bu deprem Kur’an tarafından yine kullanılacaktı. Biz nasıl o şehirleri yok ettik diyecekti.

Hasılı bir taraftan Hristiyanlardaki asli günahı eleştirip olur mu öyle şey, babanın suçunu niye evladı çeksin diyelim, ardında da bazılarının işlediği suçtan dolayı içlerinde milyonlarca masumun olduğu şehirler yıkılırken ne alaka demeyelim. Ne yaman bir çelişki içindeyiz böyle.

Hiç kusura bakmayalım ama bizim bu yaptığımız, bir doğa olayı olan depremi birilerinin üzerine yıkmak adeta günah keçisi bulmaktan ibarettir. Daha doğrusu başımıza gelenlerin faturasını faili meçhul zinakarlar üzerine yıkmaktır.

Bu depremlerin ardından zina-zulüm=zelzele kolaycılığını bırakıp sadede gelmemiz lazım. Avrupa çoktan sadede gelip bu meseleyi çözmüş. Çözmekle de kalmamış. Depremlerle yüzleşmiş. Yüzleşmekle de kalmamış. Depremlerle nasıl yaşanır üzerine kafa yorarak gereğini yapmış.

Bir sonraki yazımda da Lizbon depreminden bahsedip Avrupa’nın depremlerle nasıl başa çıktığını ve geldiği noktayı işaret edeceğim.

İş Görüşmesinde Deprem Etkisi

Birini ziyarete gittim. Ziyarete gittiğim kişi bir cenaze dolasıyla işyerine gelmede gecikti. Beklemeye koyuldum.

Benden sonra iki kişi daha geldi. Onların da randevusu varmış.

Bir müddet sonra ziyaret edeceğimiz kişi geldi. Hepimizi odasına aldı. 

Beni onlara, onları bana tanıttı mekan sahibi. Selam kelam ve hal hatırdan sonra çaylarımızı yudumlarken mekan sahibi diğer iki kişiye yöneldi. 

Bir tanesi holdingin çalışanı imiş. Yanında getirdiği kişiye referans olmuş, bu holdingin bir sektöründe çalışmak istiyormuş. 

İşyeri sahibi cv'ni görebilir miyim dedi. Ben bugüne kadar hiç cv hazırlamadım. Bu tür görüşmelerde hep kendim anlattım dedi. İyi, anlat kendini dedi. 

Uzun yıllar falan firmada çalıştım. O firmaya emek verdim. Bir akşam patron aradı. Yollarımızı ayırıyoruz dedi. Kısaca işime son verildi dedi. 

Niye sorusuna, ben haksızlığa gelemem. Ondan dedi. Aramızda geçeni anlatayım mı diye yanındakine döndü. O anlatmadan referans sahibi sözü aldı. Bu biraz tutucu. İşyerinde çalışan bir kadın varmış. Kadınla çalışanlardan biri veya patron arasında bir gönül ilişkisi olmuş. (Bu faslı çok dinlemedim.) Sanırım bu ilişki ileri boyuta taşınmış. Bu tutucu arkadaş da "İlişkiyi sürdüreceksen, bundan çocuk yapma" demiş. İşte bu söz, çalıştığı yerden ilişkisinin kesilmesine sebep olmuş. 

Memleketini sordu. Güneydoğu illerinden birini söyledi. O ilin meşhur bir ilçesinin adını vererek orasından mısın dedi. Allah korusun dedi. Niye böyle dedin sorusuna, "O ilçe var ya o ilçe. Bizim şehirde meydana gelen depremin merkez üssü idi. Depremden önce ilçede travestiler alenen gezmeye başlamıştı. Onlar azmıştı. Allah da verdi cezalarını" dedi. 

Çaylarımızı yudumlarken travestiler yüzünden bir ilçe yerle bir olur mu? Bu, bir doğa dolayıdır. O il ve ilçe de deprem fay hattı üzerinde zaten dedim. 

Travestiyi yabana atma. Gölcük depremi öncesinde de Kur'an'a neler yapıldı, üzerine oturuldu, Kur’an çiğnendi. Orada da o yüzden büyük deprem oldu açıklaması yapıldı. 

Bu dedikleriniz şehir efsanesi. Kulaktan kulağa dolaşıyor böyle. Aslı astarı yok bunların dedim. 

İkna edemedim tabi. Olur mu öyle şey dediler. 

Dediğiniz gibiyse asrın felaketi denen son deprem hakkında ne dersiniz? Bildiğiniz gibi bu deprem dini hassasiyeti yüksek illerimizi vurdu. Özellikle Kahramanmaraş ve Adıyaman dindar ve mütedeyyin kimlikleriyle öne çıkan şehirler. Buna ne dersiniz dedim. 

Olsun. Oralarda da bir şeyler yapılmıştır. Allah cezasını böyle verir dendi.

Konuyu uzatmadım. Ama kafamda bu konu takılı kaldı. 

Buraya bir nokta koyup iş görüşmesinin sonucuna gelirsem, birbirlerinden pozitif enerji aldılar ve işe başlaması uygun görüldü. Yeni patron kaça çalışırsın dedi. Onu siz bilirsiniz. Ben bugüne kadar çalıştığım yerlerde hiç para konuşmadım dedi. Vedalaşıp ayrıldılar.

İş görüşmesinin olumlu geçmesinde, depremlerin neden olduğuna dair kanaatin etkili olup olmadığını bilmiyorum. Bana düşen, her iki tarafa da hayırlı olsun demektir. Yeni iş bulan tutucu olsa da gözlemlerime göre ona referans olan ve benim ziyaret ettiğim yeni patronun tutucu yönü yok. Hepsi fakülte mezunu olsa da deprem hakkındaki kanaatleri böyle. 

Görüşme bitse de kafam travestiler ve Kur’an’ı çiğneme yüzünden gerçekleştiğine inanılan depremlerde kaldı. Devam etsem, sayfam el vermeyecek. Kafamda takılı kalan bu konu üzerine ayrı bir yazı kaleme alayım inşallah. 

Eski Başbakan ve Eski Bakan'dan İnciler

Sosyal medyanın anılar bölümü, daha önce yazıp paylaştığın anılara günlük yer verir ve her yıl dönümünde daha önce bunu paylaşmıştın diye sana bir yıl ve önceki yılları hatırlatır.

Merak edip bakarsın. Aynı zamanda bir ve önceki yılların gündemi ne imiş, bunu da bu vesileyle öğrenmiş oluyorsun.

7 Haziran 2022 günü paylaştığım iki yazı önüme düştü. Bu vesileyle blog arşivinde yerini alsın istedim.

Bakalım ne paylaşmışım:

Çiller, ‘İyi gidiyor işler. Türkiye rahat. Büyümesi iyi. Türkiye'de merkez sağa ihtiyaç var. Kurulmasına yardımcı olabilir, bunun başını çekebilirim’ demiş.

Sevindirici bir haber tabi bu. Öyle ya işlerin iyi gitmesi, hele büyüme hızının büyümesi insanı sevindirmez mi? Hasılı ekonomiye dair söyledikleri gözümü yaşarttı.

Halbuki ben ülkemi ne halde sanıyordum. Meğerse üstadına göre ne halde imiş. Haliyle benim iflah olmaz ön yargım maalesef çöpe gitti.

Çiller'in kendisi bir tecrübe idi ne de olsa.

Kara çarşambanın mimarıydı aynı zamanda.

Yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır. 

İki anahtar vaadi vardı.

Herkesin bir evi, bir arabası olacaktı.

Siyasi ömrü kifayet etmediği için bunu gerçekleştirememişti.

Bakarsınız, bunu bu sefer gerçekleştirir de bizler de ihya oluruz. Çünkü siyasilerin sözü senettir.

Yeter ki söz versinler. Er veya geç yerine getirirler. Bunun için sadece beklemek düşer bize.

Anlamadığım, ekonomik veriler iyi gidiyorsa ve işler iyiyse, Türkiye rahatsa ve büyüyorsa, yeni bir partiye yani Çiller'e ihtiyaç var mı?

Yok, illa siyasete gireceğim diyorsa, Türkiye kendisinin bu tecrübesinden faydalansın.

Mesela iktidara destek verebilir.

Biz de perşembenin gelişini çarşambadan görmüş oluruz”. 7 Haziran 2022

*

"Bütçe sonuçlarının öncü göstergesi olan Hazine nakit dengesi, Mayıs ayında 149,2 milyar TL fazla vermiştir. Özellikle bütçe gelirlerindeki olumlu performansın neticesinde, Ocak-Mayıs dönemi nakit fazlası ise 82,4 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.

Bu sonuçlar, uyguladığımız mali disiplinin somut bir göstergesidir.

Mali disiplinden taviz vermeden kamu maliyesindeki sağlam duruşumuzu kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz."

Siz görmek istemeseniz de Bakan Nebati, bu gerçekleri haykırmaya devam edecek. Sizin görmediğinizi bir tek o görüyorsa, bu Bakanın suçu mu? Lütfen bir sorgulayın kendinizi.

Gözlerindeki ışıltıdan, taviz vermeden uyguladığı mali disiplinden ve verdiği nakit fazlasından dolayı Sayın Bakan bir teşekkürü hak ediyor. Teşekkürler Bakan. İyi ki varsınız.

Birikiminizle bu ülkeye birkaç gömlek fazlasınız. Ama gelin görün ki bu ülke kıymetinizi bilmiyor. Nankörlük işte. Cehaletimize verin. 7 Haziran 2022

6 Haziran 2024 Perşembe

Dünya Yolculuğum Devam Ediyor

Bir yıl boyunca Trabzon'da idim. Bakım iyiydi. Sağ olsun Trabzon. 

Baktım olmayacak. Yolcu yolunda gerek dedim. Bir yolculuğa daha çıkayım istedim.

Yarından itibaren Tunceli'ye geçiyorum. Bir yıl da orada huzurlu ve mutlu bir misafirlik yapmak niyetim. Umarım Tuncelili günlerim de iyi geçer. Tunceli'nin neyi meşhur bilmem. Bildiğim bu ülke insanının hepsi misafirperver. 

Sonrasında niyetim Şanlıurfa'ya geçmek. Halilurrahman sofrası meşhurdur orada.

Sonra 64, 65... 81 plakaya kadar dünyadaki misafirliğimi şehir şehir gezinerek sürdürme niyetim var.

Tabi bu benim evdeki hesap. Ne derece çarşıya uyar bilmem. 

Bu kadar şehir, her şehirde bir yol oyalanmak da neyin nesi demeyin. 

Dünya bir handır. Ben de bu hanlardan geçen bir yolcuyum. 

Daha doğrusu birer yıldan ibaret zorunlu iskan misafirlik benimkisi. Misafirliğin bir, bilemedin üç gün olduğunu da bilirim. 

Böyle zorunlu yolculuğum, doğduğum andan itibaren devam ediyor. Çünkü doğduğumuz andan itibaren ahirete yolculuk yapıyoruz.

Bir nevi her durak bizim için misafirliktir. 

Ömrün sağlıklı, huzurlu ve bereketli geçmesini temenni etsem de öncelikli olarak niyetim, halihazırdaki Türkiye’nin en son plakası olan 81 olan Düzce'ye de misafir olmak.

Sonrasında da zaman zaman gündemde olan il sayısının artmasını beklemek. Artan ve yeni il olacak her şehirde birer yıl misafirlik yapmak. Temennim, bu ülkenin il sayısı 100'e çıksın. Ben de her ilden böyle böyle haz alayım.

Tüm bu hazları da sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir ortamda alayım. Ele, ayağa düşmeyeyim. Kimseye muhtaç olmayayım istiyorum. 

Öyle ya daha da ne isterim bu dünyadan.

61 yıldır kahrımı çeken bu dünya herhalde bir yüzü bana çok görmez. Böyle böyle dört kişinin omzunda dünyadaki ömrümü tamamlayıp ahirete yollanmak isterim. Allah ömrün de ölümün de hayırlısını versin hem bana hem herkese.

Dört kişi zor taşır demeyin. O taşıyacak dört kişi için de bir iyilik düşünüyorum. Kilo almamaya, göbek oluşturmamaya çalışıyorum. Yediğimi eritiyorum. Yürümem de bundan. O yüzden salıma yapışmaktan korkmayın.

Elhasıl kelam, bugün benim doğum günüm. Günü gününe yazdırdığını söyleyen rahmetli babam, eğer yılı yılına yazdırmış ise bugün itibariyle 62’ye bastım. Yaşayacağım bu yılın da önceki yıllar gibi sağlıklı geçmesini isterim.

Bu arada, doğum günüm dolayısıyla doğum günü mesajı gönderen e devlete, Yapı Kredi Bankasına, Google’la, sendikama, sabahın erken saatinde işlerinden vakit ayırıp mesaj gönderen ilk üç oğluma, oğullarının mesajını gördükten sonra evde kuru kuruya doğum günümü kutlayan ve doğum günümde eve misafir çağıran eşime, doğum günümü kutlamadığı halde doğum günüm dolayısıyla benden lokantada yemek bekleyen küçük oğlum tekne kazıntısına, doğum gününde bisikletine bekçilik yaptıran arkadaşıma, son dakikada mesaj gönderen köyü gün dostu Kızılay'a, ayrıca bu günümde ek dersimi yatırarak beni sevindiren okul-MEM-banka üçlüsüne çok teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız.

Burada Yapı Kredi’ye bir parantez açayım. Yatan ek ders mesajı gelince miktarı öğrenmek için İnternet bankacılığına girdim. Görülmeye değer bir manzara ile karşılaştım. Gözüm yine de ek ders miktarına idi. Ama göremedim. Sağ olsun Yapı Kredi bir sanal pasta yapmış. Üzerine de yaban bir mum. Altına da “Doğum günün kutlu olsun Ramazan” yazmamış mı? Bir de mumu söndürmek için mikrofona üfle yazıyor. O değilden üfledim. Sonra nasıl söndü bilmem. Hasılı sanaldan da olsa doğum günümü pasta ile kutladım. Sağ olsun, var olsun. Bu arada Ramazan derken kırk yıllık arkadaş gibi olduğumuz da gözümden kaçmadı. 

Ülkeyi Bekleyen Muhtemel Yabancı Tehlikesi *

Bir önceki yazımda İstanbul’da bir cinayete kurban giden okul müdürü ve Çorum’da müdüre zincirle dayak atma olayına ve failleri olan Iraklılara değinmiştim. Bu yazımda da ülkemizdeki yabancılar üzerinden muhtemel tehlikelere işaret edeceğim.

 Öyle görünüyor ki yabancıların bu ülkeyi yol ve mesken edinmesi bir proje sonucu.

Yolgeçen hanı gibi bu ülkeye Ortadoğu'dan, Afganistan'dan ve Afrika'dan akın akın insanlar geliyor ve gelmeye devam edecek. Kavimler göçünün bir benzeri bu.

Belki de nüfus artışı 1,1'e düşen Türkiye'nin nüfusu bu yabancılarla katlanarak artmaya devam edecek.

Belki de böyle böyle demografik yapı değişikliği umuluyor.

Belki de bu yabancılar ucuz işçilik görülüyor. Sigortasız, kaçak ve düşük fiyata çalıştırarak üretime katkı yapıp dendiği gibi Çin gibi olacağız.

Belki de PKK ve FETÖ ile Türkiye'nin belini büküp Irak, Suriye, Libya ve Afganistan yapamadık. Ülkenin demografik yapısını değiştirerek ileride düşünülen iç karışıklığın temelleri atılıyor.

Belki de bizim insanımız, fırsatını bulunca Batı'ya göç ediyor ama ülkemiz o kadar cazibe merkezi ki 72 milletten ülkemize bakın insanlar geliyor. Sizler bu ülkenin kadir kıymetini bilmiyorsunuz. Elinizdeki nimeti tepiyorsunuz. Bakın bu ülkedeki nimetlere konmak için dışarıdan akın akın insanlar geliyor mesajı veriliyor.

Belki de Celalettin Rumi'ye atfedilen "Gel, ne olursan ol yine gel. İster kafir ister Mecusi ister puta tapan ol, yine gel. Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değil. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel" sözünü hatırladık. Ülkende, ister hırsız ister dolandırıcı ister düzgün ol ister meslek sahibi ol ister mesleğin olmasın. Ülkende huzurun yoksa kapımız hepinize açık, hepinize iş var burada. Buyurun gelin, başımız üstünde yeriniz var" deniyor. 

Evet bir proje ile karşı karşıyayız. Ama bu projenin müellifi kim bilmiyorum. Biz mi istiyoruz, başkası mı bize dayatıyor bilmiyorum. Ülkemizi yönetenler muhtemel tehlikenin ne kadar farkında onu da bilmiyorum. Ümit ediyorum ki bir bildikleri vardır.

Niyet okuyucusu olmasam da ülkenin bu şekil yabancılara yolgeçen hanı olması düşündürücü. Çünkü perşembenin gelişi çarşambadan belli. Git gide olacakları kestiremiyorum ve olup biteni hayra yoramıyorum.

Düşünsenize, daha misafirlikleri çıkmadan, bizim insanımızın yaptığı gibi cinayetlere ve şiddete başvurabiliyorlarsa, yani bu ülkenin kırk yıllık sahibi gibi davranabiliyorlarsa iyice yerleşip dal budak saldıklarında, yapacaklarını ve olacakları kestiremiyorum. Öyle ya acemilikleri bu ise ustalıkları nasıl olur?

Yabancıların bu şekil cinayet ve şiddetleri ortaya çıktıkça, Almanya’daki ırkçı, faşist Dazlakların Türklere yaptığı gibi bu ülkede de yabancı düşmanlığı baş gösterecek.

Belki de dün Kürt’ü Türk’e, Alevi’yi Sünni’ye kırdıramayanlar yarın Türk-yabancı düşmanlığını körükleyecek.

Hasılı, amacımın yabancı düşmanlığını körüklemek olmadığını anlatmaya çalıştım. Muhtemel tehlikesine işaret ettim.

Yabancıların yerinde olsam, bu ülkenin asli unsuru olmadığımı bilir, adam gibi efendi efendi otururum. En ufak şeyleri kendi bildik yöntemlerimle çözmeye kalkışmam. Kendi ülkemdeki dağ kanununu bu ülkeye getirmem. Çarşı, pazar ve işyerinde çok dikkat ve tepki çekmemeye çalışırım. Sorunumu devletin ilgili mercilerine iletirim.

Kısaca hem misafirliğimi bilirim hem de haddimi. Ev sahibime asla eziyet etmem.

*12.06.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Bu Yabancılara Ne Oluyor Böyle? *

İstanbul'da bir özel okulun müdürü, daha önce disiplinsiz davranışları nedeniyle okuldan uzaklaştırılan bir lise öğrencisi tarafından öldürüldü. 

Bu menfur olayın üzerinden çok geçmedi. Şimdi de Çorum'dan bir dayak olayı ajanslara düştü. 

İlk olay bir lisede geçiyor. Cinayetin gerekçesi, okuldan atılan öğrencinin okuldan atılma nedenini okul müdüründen bilmesi.

İkinci olay bir ortaokulda geçiyor. Çocuk okulda fenalaşmış. Okul müdürü de ambulans çağırarak çocuğu hastaneye göndermiş. Çocuklarının hastalığını haber alan iki yakını, okula gelerek "Bize niye haber vermedin" diyerek okul müdürünü evden getirdikleri zincirle dövmüşler. Güya yakınlarını koruyor bu iki aklı evvel. Okul müdürü hastaneye göndererek iyilik yapmış. Öyle zannediyorum, ambulansa da yanında nöbetçi öğretmeni bindirmiştir. Gelip teşekkür edecekleri yerde müdürü bir güzel dövmüşler. Üstelik zincirle. İyilik yap, kötülük gör dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Herhalde müdürden bekledikleri, çocukları hastalanınca telefon açıp gelin çocuğunuzu götürün demek olmalı.

Bu ülkede sağlık çalışanları ve eğitimciler zaman zaman erten püften nedenlerle bu şekil cinayet ve dayağa maruz kalırlar. Maalesef bu ülkede bunlar oluyor. 

Vakayıadiyeden olan bu iki olayı ele almamın sebebi, cinayet ve şiddet uygulayanların faillerinin Irak uyruklu olması.

Daha dün diyebileceğimiz yakın bir zamanda ülkemize gelen bu Iraklılar ne ara cinayeti ve şiddeti öğrendi de bizim insanımız üzerinde uygulamaya kalkar oldu böyle? 

Bunlar cinayet ve şiddeti bizden mi öğrendiler yoksa daha önce ülkelerinde bu şekil cinayet ve şiddete imza atıyorlar mıydı? 

Belli ki Türkiye, Irak, Suriye gibi ülkeler aynı havzanın insanıyız ve birbirimize benzeriz. Bizim onlara, onların bize verebileceği bir şey yok. Kavga, şiddet, cinayet, kaba kuvvetin her türlüsü bu iklimde var. Bu yönümüz belki de genlerimizden geliyor. 

Bugün Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerin kan gölüne dönmesinde, bölünmüşlük ve parçalanmışlıklarında, bugün istikrar vadetmeyen bir devlete sahip olmalarında, yaşanmaz hale gelen ülkelerini terk edip ülkemize sığınmalarında, belki de aklı bir tarafa bırakıp tüm işlerini böyle kaba kuvvetle çözmeye çalışmalarından kaynaklanıyordur. Çünkü rüzgar eken fırtına biçer misali bunlar da şiddet eke eke fırtınaya maruz kalıyorlar. 

Bu değerlendirmeyi yaparken tüm Iraklılar, Suriyeliler, Afganlar vs. yabancılar için rüzgar ekip fırtına biçiyor şeklinde bir genelleme yapamam. Çünkü hepsinin içlerinde tertemiz olan ve aklıselim kişiler de var. Bunları istisna tutuyorum. 

Ayrıca yabancı düşmanı değilim. Irkçı hiç değilim. Yabancı düşmanlığı da yapacak değilim. Yalnız bu bireysel olaylar bu şekil artarak devam ederse, muhtemel sonuçlara dair endişelerimi dile getireceğim. Iraklılardan hareketle ülkemizdeki yabancılardan bahsedeceğim. Bunu da bir sonraki yazımda ele almak istiyorum.

*10.06.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.